17 Ekim 2009 Cumartesi

Zenginler Arttıkça, Yoksullar Çoğalıyor...

















* Kendini erdemli zannetme!.. Yüreğin düğüm düğüm!.. Ruhun çelişik ve kirli!.. Bilinçaltında her haltı yemeye hazırsın... Freud

* Ortaya koyduğun, tüm bilgi ve bilim izafidir, görecelidir; sonuçta keşfettiğin kesin bir şey yoktur... Einstein

* Biriktirip de dünya egemenliğinde kullandığın sermaye, alın teri hırsızlığı ve sömürü ürünüdür... Marks



1993 yılından bu yana BM, 17 Ekim'i "Fakirliğin Yok Edilmesi İçin Uluslararası Gün" olarak kabul etmiştir. Yani "Dünya Yoksullukla Mücadele Günü" olarak da bilinmektedir. Aslında bugünün çok önemli bir konuya dikkat çekilmesi bakımından, özel ve gerçek anlamda ilgilenilmesi gerektiğinin farkındalığına kimler varmalı demekten kendimi alamıyorum. Düşüncemi Montaigne'nin bir ifadesiyle açmak isterim: "...Kral da, dilenci de aynı iştahla acıkır."



O halde bugün dünyanın en önemli sorunlarından birisi yoksulluk ve yoksul olma durumudur. Ancak gelinen nokta, bu devasa büyüklükteki sorunun, dünyayı yönetenler tarafından görülmediği gibi uygulanan mevcut ekonomik ve siyasi politikalarla daha da içinden çıkılmaz bir hale gelmiş olmasıdır. Peki bu durum insanlığın en önemli basamağı olan ahlâki değerin çökmesi anlamına gelmez mi? Elbette ki ahâk yok oluyor demektir. Bir bakalım, nedir o değerler; insanın en doğal hakkı olan yaşama hakkı elinden alındığında akla gelebilecek her türlü kötülüğü yine insan tarafından yapmaya hazır hale gelmesi demektir. Alın size ahlâki değerlerin bir çırpıda yok olmasına zemin! Kim hazırlıyor bu zemini? Tabii ki de dünyaya hakim olan küresel güçler ve bu güçlerin oluşmasına yardımcı olan maşalar. (Zira "maşa" olmadan kimse elini yakmaya cesaret edemez.)



Victor Hugo'nun 19. yüzyılda insanın yoksullukla nasıl bir dram yaşadığını kahramanı Fantine'le bakınız nasıl anlatıyor: Yoksulluğun getirdiği nokta genç kadının, bedeninin yanında saçlarını ve dişlerini satışa çıkaracak kadar hayatın, acımasızlığına ve insanların gaddarlığına bir örnek. İşte bu romanı okurken ruhumdan geçirdiğim tek şey "Böyle bir şey olabilir mi?" sorusu ve dahalarıydı. Ama maalesef ki içinde bulunduğumuz 21. yüzyılın, aslında 19. yüzyıldan daha vahim ve utanç verici bir duruma gelmiş olmasıdır. Hemen bunu örneklendirmek isterim. İnsanların, çaresizlikten kendi rızalarıyla organlarını satışa çıkaracak kadar sefil bir yaşamın gerçeğiyle yüzyüze değil miyiz? 19. yüzyılın Fantine'i ile ne fark var? Bu durum karşısında insanlık ne yapıyor? Hiç bir şey!.. O halde yaşanılan bu gerçekler karşısında insanlığın sürüklendiği noktayı çok iyi tahlil etmeliyiz. Zira modern çağ olarak bakılan ve gelinen nokta; insanı bozan mal, mülk hırsı...



Ha, bu arada olayların değerlendirilmesi noktasında birileri, durumdan vazife çıkararak DİN duygularını sömürmeyi de ihmal etmiyor tabii ki... Her dönemde olduğu üzere bu dönemde de insanlar, din üzerinden kendilerine menfaat sağlamasını sürdürmektedirler. Yine bunun yanında yoksulluğun oluşmasında en önemli neden; insanların cahil bırakılması! İşte asıl sorun burada yatmaktadır. Zira insan sosayal şartların ve yaşadığı dönemin aktif bir varlığıdır. Bireyin, toplum içerisinde uyumlu hale gelmesi ise ancak ve ancak eğitimle gerçekleşir. İşte o zaman yoksulluk sorgulanacak ve sömürülen insanlar, bu duruma izin vermeyeceklerdir.


Netice itibariyle "insan hakları", "demokrasi" diye diye insanlığı bugünlere taşıyan Batılı sömürgeci devletlerle birlikte onun uzantısı olan ve insanların haklarını sözde savunan Birleşmiş Milletlere (BM) duyurulur:

Sayelerinde insanlık tükeniyor!..
Ahlâk öğretmenliğine soyunarak insanlara vicdansızlığı yaşatan ve sömürdükleri insanları, ezilmişliğin ve yoksulluğun dayanılmaz acısı ve kışkırtıcılığıyla zihinlerini karıştırarak, daha nereye kadar gidilebilecek?!

Sevgi ve saygılarımla!

2 yorum:

  1. Kalemine kuvvet olsun. Ege

    YanıtlaSil
  2. insanlar manevi yoksulluklarını maddi zenginlikleriye kapatmaya çalışıyorlar. en acısı da bunun çözüm olmadığını görememeleri.tükettikçe tükeniyorlar.herkesin insanca yaşayabileceği günlerin geleceğini düşünmek bile artık ütopya sanıyorum.

    YanıtlaSil