28 Mayıs 2011 Cumartesi

İşte Bu!











"ALMANYA'da düzenlenen 3. Crole Dünya Müziği Yarışması’nı Yasin Boyraz, Fethi Ak, Umut Yılmaz ve Barış Boyraz’dan oluşan Kavpersaz Grubu kazandı. Anadolu ezgilerinden enstrümental müzik yapan grup, jüri tarafından finale kalan 17 ekibin arasından birincilğe layık görüldü." 28 Mayıs 2011, DHA Dış Haber-Hürriyet


"Anadolu topraklarından gelen kendi müziğimizi modernize ederek geniş kitlelere tanıtmak istiyoruz." diyen grupta Yasin Boyraz dilsiz kaval, Fethi Ak vurmalı sazlar, Barış Boyraz gitar-asma davul ve Umut Yılmaz Bağlama çalıyor. Grubun ismi olan Kavpersaz’ın kaval, perküsyon ve saz kelimelerinin birleşmesinden oluştuğunu da ayrıca belirtmekte fayda var.


Kendi özünü kaybetmeden ve utanmadan! Kimliğini unutmadan! Eziklik hissetmeden, onurlu ve başı dik olarak ülkemizi temsil ederek adımızdan söz ettirmek...

İşte uluslararası yarışmaya katılmak böyle olur!!!

Biz de gururla ve heyecanla bu başarıyı ayakta alkışlayarak, kutlamak istiyoruz...

Ne mutlu... ülkemizi kendi öz kimliğimizle ve milli duruşumuzla temsil etme onurunu yaşadık.

Tabii ayrıca birincilik almak da harika...

Tebrikler KAVPERSAZ!!!

Tebrikler TÜRKİYE!!!

Türkiye, sizinle GURUR duyuyor...

:)

Sevgi ve saygılarımla!

Image"HAKSIZLIK KARŞISINDA SUSAN DİLSİZ ŞEYTANDIR." HZ. MUHAMMED (S.A.V.)

24 Mayıs 2011 Salı

"Sınıfça" Çıktııı... :)

















Bugün izninizle kişisel bir heyecanımı sizlerle paylaşmak istiyorum:


Yoğun duygular içerisinde heyecan yaşıyorum... Zira yaklaşık üç aydır yürüttüğüm bir çalışmayı nihayet tamamladım. Sınıf gazetesi çıkarmak üzere çıktığım yolda, yaptığım çalışmalar beni dergi çıkarmaya zorladı. Ve 34 kişilik sınıf mevcudumla birlikte büyük bir çalışmaya imza attık... Nitekim Bursa'yı yöneten önemli makamların ilk 11 tanesini yerinde ziyaret ederek, tek tek kendilerine sorular yönelttik.

Ziyaret ettiğimiz herbir makamda, büyük bir nezaketle karşılandık. Ve sayın büyüklerimizin, değerli zamanlarını bizlere ayırmalarının ötesinde, gösterdikleri şefkatle, devletimizin her alandaki ağırlığını bizlere hissettirmeleri de bambaşka bir duyguydu şüphesiz.

Bu duyguları çocuklarımın yaşaması, bir öğretmenin gerçek anlamda yaşayabileceği en güzel duygular arasındadır diye düşünüyorum. Tabii bu heyecanı ve yoğun çalışmaları bire bir eksiksiz yaşayan çocuklarımın hayatlarında unutulmaz bir sayfa açıldığını da ayrıca belirtmek isterim.

Nihayet çalışmalarımızı tamamladık...

Dergimizin herbir satırı öğrencilerimle birlikte bizzat tarafımdan hazırlanarak ortaya çıkarıldı.

Ve şimdi dolu dolu içeriğiyle dergimiz elimizde... :)

Dergimiz "Sınıfça", öncelikle velilerimiz ve okul öğrencilerimiz tarafından okunmasını bekliyor... İki gündür aldığım olumlu tepkilerle müthiş mutlu oldum... Gerek telefonla, gerekse sözlü olarak hep olumlu ve güzel sözler işittim.

Çocuklarımın da benimle birlikte büyük heyecan yaşadığını söylemeden geçemeyeceğim...

Bu da bana yetti...

Diğer taraftan dergimizi elime aldığımda, olumsuz olarak gördüğüm tek şey; resimlerin biraz karanlık ve bulanık çıkması oldu... Bunun dışında her şey istediğim gibi...

Dergimiz "SINIFÇA"nın içeriği neredeyse her kesime hitap ediyor. Çünkü her vatandaşın yöneticilerimizi ve makamlarını tanıması, hatta haklarında bilgi sahibi olması... Bilinçli olmanın ve olmazsa olmazların gereği diye düşünüyorum...

İşte bu nedenle "her eve lâzım" söylemi tam da "Sınıfça"ya uygun...

O zaman da...

Valla, her eve lâzım!

:)

Sevgi ve saygılarımla!

Image"HAKSIZLIK KARŞISINDA SUSAN DİLSİZ ŞEYTANDIR." HZ. MUHAMMED (S.A.V.)

22 Mayıs 2011 Pazar

..."Karaktersizlik" Değil, Öyle mi?!














"Ey iman edenler! Zannın bir çoğundan sakının. Çünkü zannın bir kısmı günahtır. Birbirinizin kusurlarını ve mahremiyetlerini araştırmayın. Birbirinizin gıybetini yapmayın. Herhangi biriniz ölü kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı? İşte bundan tiksindiniz! Allah’a karşı gelmekten sakının. Şüphesiz Allah tövbeyi çok kabul edendir, çok merhamet edendir." Hucurât Sûresi, 12. Ayet



"Beyin üzerinde yapılan bir araştırma, dedikodunun karakterden gelmediğini, tersine beynin "bir parçası" olduğunu gösterdi. Dahası, ilkel insanların evriminde bile dedikodu önemli bir rol oynadı..." 20 Mayıs 2011, Hürriyet


Dikkatimi çeken bu haber, üst manşet olarak verilmiş...


Dikkatimi çekti; zira "dedikodu" insan ahlâkının normal kabul etmediği gibi vicdanımızın da kontrol altına aldığı, insana özgü, genellikle kötü olarak algılanan bir davranış biçimi diye düşündüğüm bir olgudur. Ve bu olguyu bilimsel verilerle "normal"leştirmeye çalışmanın kuşkuya muhtaç olduğunu düşünüyorum.


Hani bir söz vardır; ''zeki insanlar fikirlerden, orta seviye zekaya sahipler olaylardan, düşük zeka seviyesindekiler ise kişilerden konuşurlar''...

Bu anlamda bakıldığında yapılan dedikodu, zeka seviyesini zaten ortaya koymaktadır. Ve bence basit insanlar, iletişimini bu yolla (dedikodu ile) kurabiliyorlar. Peki şimdi günlük yaşantımızı, toplumsal bazda ele alalım isterseniz:

Mesela hergün akşam televizyonun karşısına geçip, izlenilen programlar arasına sızmış, "kim kimle ne yapmış? Kim kimin sevgilisi olmuş, kim nerede, kim kimin kuyusunu kazmış... ve daha nicelerini büyük bir merakla takip eder hale gelmedik mi?

Dahası, kimin evinde ne gibi "ahlaksızlık"lar olmuş, kim kiminle kaçmış, kim kime ne yapmış... falan derken, bize ne veriliyor? Ve toplum olarak röntgenciliğe, kişilerin özel yaşamlarına merak eder olmadık mı?


Yetmedi herkes herkesin ahlâk polisliğine soyundu!!!

Geldiğimiz noktayı hiç düşündük mü?


" Hakkında kesin bilgi sahibi olmadığın şeyin peşine düşme. Çünkü kulak, göz ve kalp, bunların hepsi ondan sorumludur." İsrâ Sûresi, 36. Ayet


E artık...Bu durumda toplum olarak hepimizi birer dedikodu kumkuması yapanlar.. Şimdi de bu durumu "bilimsel"liğe soyundurup, insanın doğasına yamamaya çalışmaları da çok normal...

Haa tabii, bu arada haberi dikkatle okumaya çalıştım. Hatta bir kaç kez okudum. Zira haber bilimsel olarak üzerinde deneklerle çalışılmış bir olay gibi sunulmaya özen gösteriliyor... Ama önemli bir gazetemizin, gerek ülkemizin gerekse dünyamızın çok daha önemli olaylarını bir kenara iterek böylesi bir konuyu ele almaya çalışması, insanı ister istemez kuşkuya düşürüyor... Zira ne diyor başlık: "Dedikodu "Karektersizlik" değilmiş"

Neymiş?

"Karaktersizlik" değilmiş!

Hadi oradan...

Dedikodu bal gibi karaktersizliktir!!!


Dedikodu üzerinden beslenerek, toplumda ya da ne bileyim kişiler arasında kendilerine yer edinenler, aslında düşünce üretemeyen fikirden yoksun cahil kesimin ta kendileridir!!! Gerek içinde bulunduğumuz zaman dilimi, gerekse tarihin her döneminde bütün acı olayların merkezi "dedikodu" faslıyla harekete geçmiştir... Dedikodunun girdiği neresi iflah olmuş ki?.. Şimdi dedikoduyu "karaktersizlik" olmaktan arındırmaya çalışmakta bilimselliğe oturtulsun?



"Freud, son yapıtlarında insanın içgüdüsel eğilimlerini sınırlayan ve onu toplumsallaştıran kültür karşısında ödediği bedeli söz konusu etmiştir. Medeniyet karşısında ödenen bu bedel nevrozdur. Toplumsal yapı üstbenliğin şekillenmesini sağlayarak insanın dürtüsel hayatını baskı altında tutar...

Suçluluk duygusuna neden olan vicdan veya psikanalitik terminolojide geçen adı ile "süper ego" dışsal bir otorite tarafından denetlenen suçları içsel bir konumdan gözleyen otoritedir. Bu kültürel olgunun en beklenmedik sonucu, gerçekten hayata geçen faaliyetlerin suç teşkil edebilmesi yerine akıldan geçen fikirlerin dahi suç ilan edilebilmesidir.Uygarlığın daimi bir sonucu insan ruhunda kendisine özgü bir yer edinen ve zihnin kendi kendisini suçlamasına imkan veren vicdanın eseri "suçluluk duyguları" olmuştur...


Pişmanlık, suçluluk ve keder bu perspektifte uygar insana özgü duygulardır. Ve bu duygular insanın doğayı fetheden,boyun eğdiren kollektif çabasının bir yan ürünü olarak kabul edilebilir." Freud ve Psikanaliz, Dr. Can GÜNGEN

Demem o ki...

Toplum olarak hepimizi röntgenciliğe ve dedikodu yapmaya alıştırdılar... Şimdi de bu "karaktersizlik"i kılıfına uydurmaya çalışıyorlar!!!

Tabii yersek! :)

Sevgi ve saygılarımla!

Image"HAKSIZLIK KARŞISINDA SUSAN DİLSİZ ŞEYTANDIR." HZ. MUHAMMED (S.A.V.)

19 Mayıs 2011 Perşembe

Dünden Bugüne 19 Mayıs













"Bugün ulaştığımız sonuç, yüzyıllardan beri çekilen, ulusal yıkımların yarattığı uyanıklığın ve bu sevgili yurdun her köşesini sulayan kanların karşılığıdır. Bu sonucu, Türk gençliğine emanet ediyorum." Mustafa Kemal ATATÜRK


Bugün 19 Mayıs...

Tam 92 yıl önce bugün kaybedilen bağımsızlığımızın ve onurumuzun yeniden tanınması için harekete geçildi.


Erol TAŞ, Bilal İNCİ, Hayati HAMZAOĞLU...


Evet; bu sanatçıları hep kötü adam rolleriyle tanıdık. Onlar, Türk sinamasının vazgeçilmez güçlü karakter oyuncularıydı... Genellikle onları, oynadıkları rolleri icabı dilediği her şeyi elde eden, kötü niyetli barbar, zalim ve acımasız "kişilik"leri ile tanırız. Karşılarında ise daima güçlü kişiliği ve sağlam yapısıyla başı dik, onurlu yaşamı sergileyen karakterler olurdu.


E o vakit çeşitli entrikalar içerisinde onurlu bir yaşam mücadelesi kaçınılmazdı...


"Kötü adam"lar, bir defa göz koymayı görsünler...


Bilal İNCİ, Erol TAŞ... Türk halkının hafızasında böyle yer etti... "Ağa" rolüyle elde edemediğine acımasızca her türlü kötülüğü yapan tiplemelerdi onlar. Buna rağmen karşısında direnen ve çoğu zaman da bu onurlu mücadelesini ölümüne kazanan yoksul ama onurlu karakterler mevcuttu.

Demem o ki,

Bir dönem bu anlamda konu edilmiş filmleri izliyordu Türk halkı... Hatta Türk sinemasının vazgeçilmez konuları ve karakterleriydi...

Aslında Türk halkı, o zamanlar farkında bile değildi izlediği o filmlerin kendi yaşam mücadelesini anlatmış olmasının... Zira Anadolu'ya da göz dikenlerin yok aslında Bilal İNCİ ve Erol TAŞ gibi karakterleri simgeleyen zihniyet ve anlayıştan farkı... Yıllarca izlenilen bu filmlerin onurlu mücadeleci kahramanlarıydı aslında bizatihi Türk izleyicileri...


Kimbilir, belki de geçmişte yaşadığı zulüm ve haksızlıklarla mücadele eden bir ırkın çocukları olması münasebetiyle olsa gerek, rol yaptıklarını bile bile normal yaşamda bile gördüklerinde adeta saldırırcasına hınç duyarlardı "Erol TAŞ"lara...

19 Mayıs 1919'da dünyanın ağalığına soyunmuş zihniyetin temsilcisi emperyalizmle mücadeleyi başlatan Mustafa Kemal Atatürk...

Ve bugün...

19 Mayıs 2011;

Dünyanın "efendi"liğine soyunan eşkıyalar, yine ısrarla isteklerinden vazgeçmediklerini ortaya koyuyorlar!!! Anadolu'yu elimizden almak istiyorlar... Türklere ve Müslümanlara olan kinlerini her fırsatta ortaya koyuyorlar... Yani onlar "Erol TAŞ"lar...

Biz mi?

Tabii ki de... 19 Mayıs 1919'un devamı Onurlu ATATÜRK'üz!

Yüce Türk Milletinin Bayramı Kutlu ve Mutlu Olsun...

Sevgi ve saygılarımla

Image"HAKSIZLIK KARŞISINDA SUSAN DİLSİZ ŞEYTANDIR." HZ. MUHAMMED (S.A.V.)

15 Mayıs 2011 Pazar

Eşek "Olmak" Varmış!















"Youtube'da en çok izlenen bir şarkıya ve bir oyuncağa ilham kaynağı olan sıçan Heidi'nin Facebook'ta 65 bin hayranı var.
Amerika Birleşik Devletleri'nde terkedilen sıçan kızkardeşiyle birlikte mayıs ayında Almanya'ya taşınmıştı." 12 Ocak 2011

"Kuzey Irak’ta milyonlarca eşekten biriyken ABD’li bir albay tarafından himaye edilen Smoke’un başından geçenler film gibi." 10 Mayıs 2011


Ah sevsinler!..

Nereden bulurlar bilmem.

Önce bulmuşlar bir sıçan... Sıçanın yaşının hesap edilmesinden tutun da, kıtalar arası fellik fellik gezdirilerek parmak kadar hayvancığa yer bulunması büyük bir hassasiyetle araştırılmış.

Amerika'da terkedilen bir çift sıçan...

Ve bu sıçanların kardeş olduğu bile tespit ediliyor!!!

Netice itibariyle Allahtan bu sıçanlara bir yer temin edildi... Taa Amerika'dan kalkıp okyanuslar aşılıyor ve nihai barınağı olarak Almanya seçiliyor...

Sıçanın adı "Heidi"...

Tebrikler...

Öyle ki Heidi bir medya yıldızı bile oldu! E tabii bunun için de bir gerekçe olmalıydı, tamam o da oldu! Şaşı.

Ne güzel!

Talih "Şaşı Heidi"nin başına çoktan kondu bile... Şaşı Heidi'ye teklifler yağıyor...

Mesela, NBC kanalında Oscar törenini sunması istenmiş!

Oh ne güzel!

Bu işe ön ayak olanlar kimler?

Alman Bild gazetesinin foto muhabirleri konu yaratıyor; Der Spiegel dergisi haber yapıyor!

Aradan 4-5 ay geçti...

İnsanın zihnini zorlayan olaylardan bir tane daha...

Bir de "(Smoke) Duman" adlı bir eşeğin başına talih kuşu kondu...


Yüksek vicdan sahibi (!) ve hayvan sever Albay John Fossom; Irak'da yaşanılan işgal ve zulme tanıklık eden bu şahsiyet, "Duman" eşeğin zulüm çektiğini görmüş... Irak'ın güneyindeki El Ambar bölgesinde yük taşıyan eşeğin vücudunda gördüğü yaralardan etkilenerek ona acil yardım etme isteği duymuş...


Sonrası mı?

Emekli olup ülkesine dönen ve El Ambar'da ve... gözünün yaşına bakmadan öldürülen insanları bir kenara bırakarak, asıl "zulüm gören eşek"i hiç unutamayan Albay John Fossom, "Hayvanlara Zulmü Önleme Derneği" üyesi olan Terri Crisp'e durumu anlatmış...


Dernek başkanı da acele tarafından olaya el atarak, eşeğine 30 bin dolar fiyat biçen eşek sahibiyle uzlaşır; ve 1000 dolara Duman'ı satın alır...

"Habur Sınır Kapısı'ndan İstanbul'a getirilmesi için de hayli çaba harcandı. Hayvan hakları örgütleri ve ABD'li asker aileleri dernekleri, lobi çalışmaları başlattı. ABD Büyükelçiliği ve Türk yetkiler arasında yazışmalar yapıldı. Bu arada, Smoke için sosyal paylaşım sitesi Facebook'ta sayfalar açıldı. Sonunda Habur Sınır Kapısı'ndan geçen Smoke, 19 Nisan'da Iraklı bakıcısıyla İstanbul'a getirilerek bir çiftliğe konuldu." Haber T24

Irak, Afganistan...

Oluk oluk kan akıyor...

Zulüm ve onursuzluğun havada uçuştuğu bir süreci yaşarken insanlık... Birileri dikkatleri ve vicdanları başka yöne çekmeye çalışarak, dünya kamuoyuyla adeta dalga geçiyor!

Bunca senaryoyla insanların dikkatini çekmeye çalışanlara sormak isterim:

Irak'da, afganistan'da ve dahalarında hergün yüzlerce insan ölüyor! Aralarında istemediğiniz kadar şaşı, istemediğiniz kadar kolsuz, bacaksız, sakat bırakılan kimsesiz, gözü yaşlı insanlar bol miktarda var.

Nerede Alman Bild gazetesi? Nerede Del Spiegel? Nerede Hollywoud?..

Oscar ödül törenlerinde bu konular neden işlenmez?

Nerede toplumsal duyarlılık? Nerede dünya insan hakları ve nerede insanlık vicdanı?!

"Hayvanlara Zulüm Derneği" adı altında Okyanusları aşarak, beri tarafta kendi halinde yaşayan eşeğin peşine düşenler

Diğer yandan akıllara ziyan bir korumayla, parmak kadar sıçanın derdine yananlar!

Bırakın sıçanları, eşekleri de, vicdanlarınızı ve akıllarınızı insan onuruna yakışır şekilde çalıştırmaya bakın! Ve insan kardeşlerinizin ağlanacak, acınacak hallerine bir el atın! Ki bu eli kanlı, baş katillerin musallat olduğu dünyamızda, böyle saçma sapan işleri ele alıp, saçma sapan gündem yaratarak, gerçekleri daha ne kadar örtbas edebilirsiniz?..


Kısaca; eşek "olmanızı" istiyorlar...

Sevgi ve saygılarımla!

Image"HAKSIZLIK KARŞISINDA SUSAN DİLSİZ ŞEYTANDIR." HZ. MUHAMMED (S.A.V.)

13 Mayıs 2011 Cuma

N'ooldu?








"Birbirimize sürekli gerçeği söyleyeceğiz. Felaket veya mutluluk getirsin, iyi veya kötü olsun daima gerçekten ayrılmayacağız." ATATÜRK



"Yüksek Sadakat elendi. Eurovision 2011 yarı final gösterilerinin ardından yapılan puanlama ile Türkiye -Yüksek Sadakat Grubu- finallere kalamadan elendi."

Anlayacağımız;

"Yüksek Sadakat", dürülüp bükülerek derdest edilip fırlatıldı...

N'oldu?


Hani kendi dilimizi bir kenara itip, İngilizce hayranlığı ile yanıp tutuşuyorduk; sonuç bizi nereye getirdi?


Hiç şüphe duyulmasın... Bizi hizaya getirdiler! Ardından da "ne yaparsanız yapın, yeriniz belli" dediler, iyi mi?


Hâl böyleyken geldiğimiz nokta: Önce Türkçe sözle şarkı söyleme yerine İngilizce ile söylemenin telkinleri yapıldı... Böylelikle bir defa bu yol açıldı... Ve ardından devamı geldi...


Dikkât ederseniz, bu yıl İngilizce ile yarışmaya katılma kararı üzerinde kimse durmadı, sanki "normal"miş gibi... Oysa bu "normal" olmayan durum, birkaç sene önce toplumda infial yaratmıştı... Ama olsun yine de günlerce kamuoyu nabzı tutularak, insanları yavaş yavaş alıştırdılar.

Ve nihayet büyük tartışmalarla bir ilke imza atıldı... Sertap ERENER'in İngilizce ile katılımı gerçekleştirildi... Ardından bir daha, bir daha derken... Anormal durum, bir de baktık ki... "normal"leştirilir gibi bizlere sunuldu.

E bundan sonra n'oldu?

Şu oldu; kimliksiz (!), kişiliksiz (!) bir milletmişiz "gibi" bir takım kendini entel-dantel görenlerin şarlatanlıklarıyla taklit peşinde kültürümüzden, dilimizden yoksun bir edayla, uluslararası meydanlarda boy gösterdik...

E adamlar haklı!!!

Gerçeği dururken "taklit"e niye paye versinler ki?

Nitekim de öyle oldu!!! Bizi finale bile sokmadan kapı dışarı ettiler!!!

Peki, "dün niye böyle olmadı?" derseniz... Önceleri kabullendirme aşamasıydı! Şimdi artık durum değişti...

Gözümüz aydın olsun...


Taklit, her zaman için gerçeği kıymetlendirirmiş...

Kimbilir, belki bir başka baharda şansımızı deneriz... Tabii bu defa, yeni yeni "buluş"larla "rüya"larımızı gerçekleştirme olanağı yakalayacağımızı (!) da unutmadan... İşte o vakit vereceğimiz yepyeni tavizlerle belki muradımıza (!) ereriz...


Öte yandan bir ara yarışmaya gözüm ilişti... Şarkıcı topluluklardan birisi "viking" şapkası taşıyordu. Sakın ne var bunda demeyin, çünkü haklısınız; zira insanlar, millet olarak kendi kültürlerini tanıtmak için -tabii biz hariç- oraya çıkıyorlar... Doğal olarak da "viking" soyundan geldiklerini, gelenek ve kültürlerini yaşatarak gururla teşhir ediyorlar...


E ahali bunu yaparken biz ne yaptık?


Biz; biz olmaktan utandık, sıkıldık, ezildik... Hatta köklü ve zengin dilimizi bile saklar olduk! İlla da tutturduk; "bak biz de sizin gibiyiz!!! Sizin gibi İngilizce söylüyoruz... Bakmayın kendi (!) vatandaşlarımıza!!! Onlar bizim burada ne söylediğimizi anlamasa da... Varsın olsun; siz anlıyorsunuz ya..."


E hadi bakalım... Şimdi biz de buradan soralım o kendini bilmez entel-dantel aymazlara:

N'ooldu?!

Üç kıtaya hükmetmiş koskocaman köklü bir milleti, bu rezilliğin altında bırakarak nereye vardınız?

...

Sevgi ve saygılarımla!

Image"HAKSIZLIK KARŞISINDA SUSAN DİLSİZ ŞEYTANDIR." HZ. MUHAMMED (S.A.V.)

10 Mayıs 2011 Salı

Toutes Mes Félicitations! Car...

















"Düşüncelerle karşılaşınca, zayıflar korkar, aptallar karşı gelir, akıllılar karar verir." J.Roland




Paris'in en ünlü kalesi ve siyasi mahkûmlar zindanı;

Bastille...

"Yüzyıllarca Paris halkının korkulu rüyası haline gelen ve içeri girenin bir daha dışarıya çıkması hayal olan bu zindana karşı, Paris halkında milli bir nefret oluşmuştu. Halk burasını kralın baskısının bir sembolü sayıyordu. Kalenin etrafı geniş ve derin hendeklerle çevrilmişti. Sekiz büyük kulesi vardı. Ayrıca topları ile Saint Antoine işçi mahallesine hakim bulunan bu korkunç binayı, son zamanlarında kumandan Launay’ın emrindeki 110 er müdafaa ediyordu. Paris halkı 14 Temmuz 1789 tarihinde bu müdafaayı kırarak kaleyi ele geçirdi. Fransızlar bu tarihi günü milli bayram olarak kabul etmişlerdir. Kale, 1790’da yerle bir edildi."


Fransa'nın Paris şehrindeki ünlü Bastille Meydanı, bir kez daha tarihe tanıklık ederek, davalarında haklı olan insanlara ev sahipliği yaptı; ve mazlum insanların sesini bir kez daha duyurmayı başardı...


Geçtiğimiz günlerde Fransız Senatosu'nda bir oylama yapıldı. Türkleri ve Türkiye'yi çok yakından ilgilendiren bu oylamanın amacı, "Ermeni soykırımı" iftirasının bir yalan olduğunu söylemenin yasalar önünde "suç" olup olmayacağına karar verilmesi yönünde idi.

Ve Fransa'nın Paris Bastille Meydanı'nda toplanan Türkler, senatoda çağ dışı ve insan haklarına aykırı olası bir kararın çıkmaması yönünde, kararlı bir eylem gerçekleştirdiler... Zira parlementoların alacağı kararlarla tarih yazılamaz!

Nitekim de Fransa Parlementosundaki sağduyulu kişiler, gerçekçi davranarak böyle saçma sapan bir kararı reddetti...

Ve Ermeni soykırımı YALAN demek, Fransa'da artık SUÇ değil!

Tebrikler Fransa Senatosu...

Demem o ki, Türkiye, haklı olduğu bir davada verdiği mücadeleyi, Paris'in Bastille Meydanı'ndan Fransa Parlementosuna sesini duyurarak kazandı... Ve Fransa Senatosu, Büyük Fransız Devrimi'ni kirletmeden doğru bir karara tarih önünde imza atmış oldu.

Şüphesiz bundan sonraki hedefimiz, diğer AB ülkelerinin parlementolarında da böyle akıl ve çağ dışı bir "yasa"nın çıkarılması olası gayretleri önlemek olacaktır...

Kazanan Türk milletidir! :)

Sevgi ve saygılarımla!

Image"HAKSIZLIK KARŞISINDA SUSAN DİLSİZ ŞEYTANDIR." HZ. MUHAMMED (S.A.V.)

6 Mayıs 2011 Cuma

Ilgaz'ı Lekeleyemezsiniz!









Ilgaz Anadolu’nun
Sen yüce bir dağısın.
Baharda yeryüzünde
Bu cennetin bağısın.
Yalçın kayalıkların
Göklere yükseliyor
Senin dumanlı başın
Bulutları deliyor...





Bu "çocuk şarkısı"nı hangimiz bilmeyiz ki?

Dün gibi hatırlarım bu şarkıyı öğrendiğim anı... Hele bir de öğretmenimin beni özellikle seçerek şarkıyı söylememi istemesi... Ne coşkuyla, mutlulukla söylemişimdir... Söylerken, bir yandan Anadolu'nun ihtişamı... Diğer yandan baharın coşkusu... İşte ruhumda Anadolu özlemi ve sevgisi belki de bu şarkıyla yer buldu... Derken vatan sevgisi...


Ilgazlardan yükselen bahar coşkusu, önceki gün yerini barut ve kana bıraktı... Anadolu'yu ruhuma yerleştiren Ilgaz dağlarının yalçın kayalıkları hain ellerce kirletildi... Menfur saldırı sonucunda bir polisimiz alçakça şehit edildi...


Ben, Ilgaz'ı, Anadolu'nun yüce bir dağı olarak öğrendim, ruhum bahar coşkusunu bununla öğrendi...

Şimdi şehidimizle ruhum paramparça oldu...

Oysa Kastamonu... Anadolu'nun kalbi...

Kastamonu, Şerife Bacıları bağrından çıkaran milli mücadelenin kalesi...

Ve bilyorum ki, Ilgaz, yine baharın müjdecisi olarak ruhumuzu coşturacaktır...

Selam olsun Kastamonu'ya

Selam olsun Anadolu'dan Ilgaz'ın yalçın kayalıklarına

Selam olsun Şerife Bacıdan şehidimiz Recep ŞAHİN'e


Ve 7 mayıs 2011...

Evet, tam yüzyıl önce... 7 Mayıs 1911'de Kastamonu Cide'de dünyaya gelen Rıfat ILGAZ; "memleketinin inasanını, çetin doğa ve yaşam koşullarıyla mücadelesini" anlatan yazılarıyla birlikte cumhuriyetimizin ilk öğretmenlerinden birsi... O, aynı zamanda hepimizin yakından bildiği "Hababam Sınıfı"nın yazarı...


Türk Edebiyatının Koca Çınarı Rıfat ILGAZ'ın doğumunun bugün 100. yıldönümü; ve biz onu, ne yazık ki Kastamonu'da yaşanan bu talihsiz olay içerisinde anıyoruz...

Sevgi ve saygılarımla!

Image"HAKSIZLIK KARŞISINDA SUSAN DİLSİZ ŞEYTANDIR." HZ. MUHAMMED (S.A.V.)

5 Mayıs 2011 Perşembe

Ladin'in Bu Kaçıncı Öldürülüşü?!















"Usama Bin Ladin"... Uzun yıllardan bu yana İslam'ı bu kişiyle özdeşleştirip "tedhiş"le anılmasına vesile olması için olağanüstü planlarla uğraş veren Amerika'nın yarattığı şahsiyet. Ve bilinen o ki, "Usama Bin Ladin", Amerika tarafından yetiştirilip kullanılmak üzere var edildi. Daha sonra nasıl oldu bilinmez (!) ama kontrolden çıkan (!) bir Usama Bin Ladin oluştu...


Artık o, dünyanın korkulu rüyası ilan edildi... Dünyanın neresinde bir tedhiş olsa, arkasında Usama Bin Ladin arandı; ya da ne bileyim direk "suçlu" ilan edildi... Hayret bir olay ki dünyanın her bir noktası BBG evi gibi gözetlenirken, Usama Bin Ladin hiç izlenemedi... Adeta bir sır gibi görünmez "güç" oldu.


Usama Bin Ladin için "operasyon" bahanesi ile dünyanın dört bir yanında, kimsenin gözünün yaşına bakılmaksızın büyük katliamlar gerçekleştirildi... Bu vakte kadar sayısız insan bilerek ya da bilmeyerek öldürüldü. Müslümanlar aşağılandı... İsâm dini "sorgulanır" hale getirildi... Bazı aklıevveller İslam'ı, "ılımlı", ılımsız diye sınıflandırmaya başladı... Hz. Peygamberimize yönelik inanılmaz hakaretler sergilendi... Kutsal kitabımız ayaklar altına alındı... Müslümanlar tek tek fişlenmeye başlandı... Öyle ki görüntüsüne bakarak "şüphe"lenip öldürülmeye terk edildiler...

Tüm bunlar "insan hakları"nın yılmaz savunucuları (!) tarafından gerçekleştirildi... Zira bu oyunu yazanlar da yine onlar değil miydi?

Evet; şimdi buradan sormak isterim:

Ne oldu da, bugün bu oyuna son verildi?

"Öldürüldü"ğü öne sürülen Usama Bin Ladin, neden şimdiye kadar yaşatılmaya devam edildi?

Bu uğurda pek çok insan can verdi, bunların hesabını kim verecek?

Pek çok insanın gururu kırıldı!

İnançlarıyla alay edildi!

Kutsal sayılan değerleri yerle bir edildi!

Vatan saydıkları toprakları çiğnendi!

Zenginlikleri gasp edildi!

İnsanın insana reva gördüğü alçakça insanlık dışı işkencelere maruz kalan masumlar oldu!

Yaşam alanları talan edildi!

Dünyada emsali görülmemiş psikolojik korku salındı!

Bütün bunların hesabını kim verecek?

Yoksa yeni "Usama Bin Ladin"ler türetilerek, yeni yeni kurgularla yeniden hesaplaşmaların kapısı mı aralanacak?

Demem o ki;

Arap Yarımadası'nın ve İslam coğrafyasının tam da fırtınalı bir dönemece girdiği zamanda, şaibeli bir "operasyon"...

E o zaman?

Yeni bir perde, yeni bir oyun...

Hepimize hayırlı olsun!


Sevgi ve saygılarımla!

Image"HAKSIZLIK KARŞISINDA SUSAN DİLSİZ ŞEYTANDIR." HZ. MUHAMMED (S.A.V.)

2 Mayıs 2011 Pazartesi

"Peri Masalı"ymış... Hıh!
















"Zayıf, daima adalet ve eşitlik ister, halbuki bunlar kuvvetlinin umurunda bile değildir." Aristotales


"Peri masalı gibi gerçekleşen düğün"ü, günlerdir gazete manşetlerimizden üst haber olarak geçti ve geçiyor... Gelinliğin modeli... Gelinin hali, davetlilerin "şıklık yarışı"... Düğüne ait bütün her şey dünya kamuoyu önünde adeta havada uçuşuyor...

Duymayanlar duysun, görmeyenler iyi görsün...

Evet, masal gibi...

İngiltere, belki bu sayede "masal dünyası"nı, günümüz şartlarına rağmen yaşamaya çalışıyor.

Hatta her şeye rağmen arsızca yaşıyor.

Niye mi?

Zira yaşadığı bu zenginliğin kaynağı kendi ülkesine ait değil de ondan!!! O zenginliğin, o ihtişamın arkasında kan ve gözyaşı yatıyor... İnsan ahlâkının yerlerde süründüğünün, vicdanları kanatan derin bir sızının görüntüleridir aslında o "peri masalı düğün".


Konuya ilişkin eleştirimizi biz, kendi hayatından da örneklerle içinde yaşadığı dönemin toplum yapısını, acımasızlığını, insanların hırslarını belirterek kaleme alan ve dünyaca tanınmış bir yazarın eseriyle vurgu yapmak isterim:


Toplumun yoksul ve ezilen kesimlerini, konu ettiği romanıyla geniş yankılar uyandırarak, toplumsal duyarlılığın oluşmasını sağlayan "David Copperfield" Charles DICKENS; fakir ve sefil hayatın içerisinde yer alan çeşitli tiplerin oluşmasıyla kurulan bir dünyada, sefaletin "hakim olduğu sokakları, mahkemeleri, çeşitli dalavereleri, şatolar"ı anlatır.


Charles DICKENS, anlatımında haksızlıklara ve suistimallere genişçe yer vermiştir...


Öte yandan diğer bir açıdan bakıldığında da yani Batılıların bencil dünyasını sorgulumayı yine Batılı bir sanatçının...

Susanne Bier'in henüz gösterime giren "Daha İyi Bir Dünyada" filmiyle açığa çıkan bir gerçeği de buradan belirtelim.

"Filme konu olan iki zıt yaşamda "Afrika'nın şiddetine dayalı koşullarında ne kadar "katı gerçekçi " ise, Danimarka'nın "huzur ortamın"nda bir o kadar dolaylı ve içten pazarlıklı karakterler, bize "bir dünya"nın ne olduğunu ve yoksulların ruhu huzura erişmeden, "büyük ve yiyecek dolu beyaz evler"de rahat uyumanın mümkün olmadığını söylemenin derdinde." 22 Nisan 2011, Yeniçağ


Demem o ki... Günümüz dünyası, daha çok, David Copperfieldların yaşam öyküleriyle dolu bir dünya düzeni ile can çekişiyor...
Bir yanda büyük çoğunluğu sömürülen fakir ve sefil hayatı yaşayanlar; öte yandan bir avuç zümrenin "peri masalı" hayatını arsızca ve hayasızca ifşa eden "ŞATO"lar...

Sevgi ve saygılarımla!

Image"HAKSIZLIK KARŞISINDA SUSAN DİLSİZ ŞEYTANDIR." HZ. MUHAMMED (S.A.V.)