27 Mart 2013 Çarşamba

Toprak Dede Hayrettin KARACA ile Söyleşi'm


















"Yaşamak için yaşatmalıyız" felsefesinin savunucusu, Cumhuriyetimizin değeri kıymetli bilge şahsiyet "Toprak Dede"... "Sadece bu ülkenin nimetlerinden faydalanmayalım, sorunlarına da sahip çıkalım" feryadıyla doğaya sahiplenen TEMA VAKFI'nın kurucusu ve Türkiye'nin ilk ARBORETUM(Ağaç Müzesi) KARACA'nın sahibi sn. Hayrettin KARACA...


Bir asır'a yaklaşan ömrü ile doğa sevgisini yurt sevgisiyle birlikte harmanlayıp bunun için  büyük bir inanç ve kararlılıkla mücadele eden, örnek bir kişilik... Yaşamın amacı ve doğanın kuralları... Bunun yanında iyiliğin ve gerçeğin egemen olduğu bir dünya anlayışı...

İnsanlar için en büyük mutluluk "iyilik ve gerçeğin egemen olduğu" bir dünyaya ulaşmak yönünde verilen gayrettir. Bilinçli yaşamalı, insanları ve doğayı sevmeli ve sahip olduğumuz toprağın bereketine sadece bugünün meselesi anlayışına değil, yarınların da yaşam kaynağı olduğunun bilinciyle hareket etmeli...

Gerçek budur işte...

Bu duyguları en iyi tahlil edebilecek o bilge insan...

24 Mart 2013 günü Hayrettin KARACA ile bir otelin lobisinde buluşuyoruz... Sevimli mi sevimli, ama kendisine çok güvenen ve emin bir kişilikle yüzündeki muzip çocukça, yumuşacık bilge bir ifadesiyle merhabalaşıyoruz. 

Aslında bu buluşma ile yapacağımız söyleşide hedeflediğim tek şey var:

İnsanların benliğinin uzun zamandır uyuyakalan en iyi yanının aniden uyanıvereceği duygusu ve  yeniden toplumsal duyarlılığa sahip sevecen, merhametli bir anlayışı hatırlamalarına neden olacağını düşünerek içimin heyecanla dolduğunu hissetmem oldu. Zira söyleşimizin başında bana hatırlatılan ilk şey;  "bilenin bilmeyene borcu var" ifadesinde ki o bilgece  cümle, bu röportajın ne kadar keyifli geçeceğinin habercisi olmuştu.


Zengin bir yaşamdan gelen, "Zengindik ama halkın yediğinden fazla yiyemez, giydiğinden fazla giyemezdik" anlayışıyla büyüyen, bayramdan bayrama ayağı ayakkabı gören, "komşusu açken, yediği helal değildir" diyebilen,

"Toplumsal yaşamda bireysel özgürlüğün bir sınırı vardır ve bu sınır toplum menfaatlerine dokunduğu noktada durur. Bu bağlamda, kimse bireysel özgürlük kalkanı ardına saklanarak kafasına göre iş tutamaz." felsefesiyle yanlış bulduğu her konuya bireysel tepkisini bilgece veren Toprak Dede.

Kıssadan hisseye varan ve koşar adımlarla dünyamızın sonunu getirmeye çalışan tekellere karşı mücadele kararlılığında çözüm önerisi olarak; "diline ve kültürüne sahip çık!" uyarısı ön plana çıkıyor. Ardından kararlı bir şekilde ısrarla vurguladığı; ve yaşamsal temel unsur olarak gördüğü, "dünyayı Anadolu kültürü kurtaracak" iddiasını sonuna dek koruyor. "Yalnız değilsiniz, siz bir'siniz, bunun gücünü kullanın!" ifadesine de sıkça yer veriyor.

İşte kararlılığını ve mücadelesini bilgece anlatan o söyleşimiz:

İlk uyarı bana geliyor;

Makyaj yapıyorsun...

Bunların hepsi kanserojen!

Sana bunu bilimsel olarak yapılmış, uluslararası kurumlar tarafından yayınlanmış bir bilgi vereceğim. Ama yanımda var mı yok mu bilmiyorum. Ancak yoksa bana adresini, kartını verirsin ben de sana gönderirim. Sen de başkalarıyla paylaşırsın... Tabii bunlara inanırsan. O vakit bunların hepsi kalkar, biter...

Şimdi sor bakalım sorularını. Yalnız ne soracaksın bilmiyorum, her şey sorabilirsin. ama bana yalnız kaç yaşındasın diye soramazsın, 90 yaşımı bitirdiğimi söylemem, dul musun, bekar mısın diyorsan, dulum derim. Aşkın var mı dersen,  var!


O kadar dolu, o kadar bilgi yüklü ki... Söyleşiye nereden başlayacağıma karar veremiyorum.

"Ekolojik ile ekonomik denge" diyorsunuz, bunu biraz açarak söze başlayalım isterseniz?

"Söz büyüklerin sükut küçüklerin" diyerek sorumu soruyla genişletiyor.

-Yaşamak istiyor musun?

-İstiyorum elbette...

-Ne yapıyorsun, yaşamak için?

-Yiyoruz içiyoruz...

-Başka?

-Hedeflerime ulaşmaya çalışıyorum. En önce de tabii sağlığıma dikkat etmeye çalışıyorum. Yaşamak için buna ihtiyacım var.

-Bugün reklam var, reklam... Gazetelerde reklam görüyorsun, değil mi?

-Reklam artıyor mu?

-Evet. Her geçen gün reklam dünyası inanılmaz boyutlara erişiyor...

-Bu reklamları kimler veriyorlar?

-Karteller...

-Peki niçin veriyorlar?

-Tüketmek için.

-Doğru...

İşte tam da bu noktada "çok güzel" diyerek bilgece anlatmaya başlıyor:


Bu reklam çok hızlanıyor, gittikçe de artıyor.. Nereye kadar gidecek daha bilemiyoruz ama bu reklamların parası bizden çıkıyor. Masrafına yazıyor. Benden çıkıyor.  2006 yılında dünya ulusları reklama 460 milyar dolar bütçe ayırıyor. Uuuu! Milyar dolar, milyar dolar... Bu maliyet arttı, arttı. 2011 yılında, 1 tirilyon 100 milyar dolar oldu. Yani üç misli! Al, tüket, at. Yok et! Bunu kim durduracak? Dünyada paranın esiriyiz biz! Bugün dünyayı para yönetir. Devletlerin hiçbir gücü kalmamıştır. Yani sermaye yönetimi. Bilgi vereyim, belki siz de birileriyle paylaşırsınız...

-Tabii efendim, zaten blog sayfamda paylaşmak üzere buradayım.

Şimdi efendim, 1994 yılında 42 şirketin geliri 48 ülkenin gelirine eşitti. Sonra 7 şirketin geliri 60 ülkenin gelirine eşit oldu. Gide gide 2011 yılında 3 şirketin geliri 80 ülkeye eşitlendi.

GDO'lu değişik bitkiler yapan bir şirket.. Efendim onları almak istemiyoruz... "Alırsınız, alırsınız" diyorlar.

10 sene evvel olabilir. Fransızlar GDO'lu tohumları ve GDO'lu malı Fransa'ya sokmama kararı aldılar. Amerika "bunu yapma" dedi, Fransa "yaparım" dedi... Neticede; Amerika Fransa'dan  ithal ettikleri mallara %190 vergi koyuyor...

İstersen alma!

Efendim, Anadolu ve Mezopotamya buğdayın beşiğiydi.. Biz kendi buğdayımızı üretip satma imkanımız yok, yasaklandı! Bugün Ege bölgesinde daha çok, ama yayılıyor bunu şimdi satmıyorlar da paylaşıyorlar. Sen bana tohumunu verdin, ben sana verdim gibi.

Dünyada en az 10 bin çeşit bitki türü var. Anadolu da ise bin kadar. İşte biz bunları kullanamıyoruz. Sermaye öyle istiyor.


Çeşitlilik sağlıklı bir doğanın temel özelliklerinden birisidir. Ve "Belirli bir ortak yaşam alanında yer alan canlılar beraber evrimleşmişlerdir. Her biri kendi devamını sağlamak için bir diğer türe ihtiyaç duyar." O sebeple bu sağlıklı düzeni koruyamazsak, koşar adımla yok olmaya giden dünyamızın sonunu kendi ellerimizle hazırlamış olacağız.

"Nasıl mı?" sorusunun yanıtını almaya devam ediyoruz...

Bugün insanlar, doymak ve tükenmek bilmez ihtirası sayesinde pek çok yaşamsal sorunla karşı karşıyadır.

Bu sorunlar yumağı, küresel ısınmadan başlayarak, iklim değişikliği, doğal gen kaynaklarının yok olması, toprak aşımı, su kaynaklarının kuruması, ozon tabakasının tahribine...

Bunların sonucunda:

Açlık, kuraklık, yoksulluk, hastalık ve hatta savaşlar ortaya çıkabiliyor.
Bunların  kökeninde günümüzün tüketim çılgınlığı var.

Hırsımız yüzünden tükenen dünyamızda ihtiyacımız kadar tüketmeyi bileceğiz.



Lobiden sonra Hayrettin Bey'in odasına çıkıyoruz.  Bir ara oda telefonu çaldı. Telefona baktığımda, Hayrettin Bey'e telefon bağlantısı yapılmak isteniyor...  Bu küçük detayla Hayrettin KARACA'nın cep telefonu kullanmadığını fark ettim.

Söyleşimize kaldığımız yerden devam ediyoruz:

Global ekonomi  denen o canavar, kendine hayat veren bütün varlıkları bitirene kadar büyümesi gerekir. O durduğu zaman kriz oluyor. O nedenle sürekli büyümesi gerekiyor.. Kendine hayat veren doğal ekosistemi bitirene kadar büyüyecek. Kısaca ülkeleri esir almış; Rusya dahil..

Sermaye kokuşmuş. Bir şeylerin artan bir hızda tüketilmesine, yakılıp bitirilmesine, yıpratılmasına, yenisiyle değiştirilmesine ve hurdaya çevrilmesine sermayenin acilen ihtiyacı var.


Çare benim, çare sensin. Sen çok şey yaparsın. Bir yoksa iki olamaz, dört yoksa beş olamaz. Bir en büyüktür! Ben en büyüğüm. Ben şimdi dünya barışını, ben sağlayacağım.


İnancın üzerinde hiçbir enerji yoktur! Bir örnek vereyim size:

Gandi'yi biliyorsun değil mi?

Gandi'yi tanıyoruz değil mi?

Gandi karar verdi; güneş batmayan imparatorluğu kovacağım dedi, kovdu!

Peki, nesi vardı bu GANDİ'nin? Çarığı, üzerine örttüğü çarşafı, sopası, iple bağladığı gözlüğü vardı.


İNANCI vardı.

Sonra Gandi'yi öldürdüler, Kenedi'yi de öldürdüler... İşine gelmeyeni bu sermaye öldürür, hiç...  Bugün 6'dan fazla Amerikan cumhurbaşkanı öldürülmüştür. Daha bilmiyorum...

Şimdi ne yapacağız?


Çare var. Ben varım ben.. Biraz uzun ama, bak şimdi; Ben Bandırma doğumluyum. Bir örme işi ile uğraşan bir babanın oğluyum. 1917 yılı, KARACA örme sanayiinin kuruluşu. Babam kurmuş...Şimdi; Yunan yakmış gitmiş... Yunan zalimi Yunan yangını, 1933 yılında İstanbul'a geldim okula. Yunan zalimi, Yunan yangını ile büyüdüm o vakte kadar..

Yunan komutanı ezanı yasaklatmış. Bugünkülere ders olsun, ders! Babamla karedeş çocukları olan Osman amcam  var. Osman Amcam 9 yaşında, Hafız-ı Kuran. Demişler ki bu çocuğu çıkaralım hiç olmazsa... O dönem her şey ezanla konuşulurdu. İşte öğle namazından sonra, akşam ezanı öncesi... Ezan çok önemliydi. Osman amcam ezan okurken Yunanlılar geliyorlar dövüyorlar, öldürüyorlar atıyorlar caddeye

Daha sonra öldü zannedilen Osman amcamı kucaklarına almışlar. Bakmışlar ki kalbi atıyor. Tedaviyle onu kurtarıyorlar. Osman amcam iyileşti ama ölünceye kadar özürlü kaldı...

Niçin anlatıyorum, bunları?

Çok fakirdik..Yunan yakmış, yıkmış gitmiş.. Çok fakirdik. Yani öyle şeyler var ki, bir kere fırın yok... Fakir herkes... Ama açımız yoktu! Olanın olmayana borcu vardı! Komşu aç yatarken, yediğin helal değildi!

Kültür mü bu? 

Kültür...

Bak anlatayım dinleyin, derken Hayrettin KARACA'nın ağzından bal akıyordu.

Kültürün ne demek olduğunu anlatırken, Anadolu kültürü derken insanın içinden bir şeyler kopuyordu sanki bugünle kıyaslarken...

3-4 yaşına gelmişim. Anacığım beni doyurur, sonra hadi git oyna derdi. Mahalle çocuklarıyla oynardık biz. Araba bile geçmez. Geçse bile bir kağnı geçerdi. Çok rahattık, oyunda.. ama anam bana ayakkabı giydirmezdi. Çünkü bütün  mahalle çocuklarının ayağında ayakkabısı yoktu...

Kültür mü bu?

Kültür...

Ben 3340 km. Türkiye doğasını gezdim. Ama Tanrı misafiri oldum, çadırlarda yattım. Dünyanın hiçbir yerinde böyle bir kültür yok! Ben Anadolu'nun pek çok yerini gezdim. Kimsin, nesin, ne kadar kalacaksın diye sormazlar.. O kültür hâlâ var. Tanrı misafiri. Bu kültür bir tek bizde var, bir de Orta Asya'da var..


Kültür mü bu?

Kültür...


Kadına verilen değer şöyleydi: Hunlara gelin, Hunlarda başta bir han var. Han  oturuyor. Yanında karısıyla beraber . Topluma konuşuyor.  Eğer karısı "doğru değil" derse karısının dediği oluyor. Şimdi biz kadına böyle değer verdik. Bugün kadını gözüne kadar kapatıyorlar. Bunların hepsi iktidar olmak için...



Daha anlatayım, size kültürü:

Babamın imalathanesi vardı. Ninem orada çalışırdı. Ninem akşam eve gelir. Her gün evde iki kazan yemek hazırlanır. Yorgun argın ama hazırlanır. Öğleye doğru 4 tane çırak gelir. Yemekler imalathaneye gider. Yerlere hasırlar serilir. Kora dediğimiz, yerden 30 santim yüksekte,. Üzerine örtü yayılır. Ortaya konulan çanaklara kepçe kepçe yemek dolar. Herkes evinden getirdiği tahta kaşıklarla, yemekler bir yerden yenir. Zaten evimizde de bir yerden yerdik. O kültür öyleydi. Şimdi, Babam yazıhanede oturuyor, hadi gelin derler işçiler gelir başlarlar yemeye... Babam yazıhanede oturuyor, hadi bana da  bir tabak getirin, demez. Lider işçilerin arasında oturur orada yer. Bugün buradaysa yarın orada, öbür gün başka yerde ...

Bu bir kültür mü? 

Kültür...

Mal sahibi, harpte aynıyız...

Kendini böyle göremezsin...

Anamın bir pazeni bir de basması vardı, senelerce onu giydi. Parası var, ama almaz!

Kültür mü bu? 

Kültür...

Derin bir iç çekerek hayranlıkla dinliyoruz...

Hani diyoruz ya," dünyayı kim kurtaracak?"

Eğer bayramda işçilere ayakkabı alınmazsa babam da yeni ayakkabı almaz, pençe yaptırırdı.

Kültür mü bu?

Kültür..

Anacığım beni posta olarak kullanır. Git ninene söyle.. Git babana söyle iki okka dana kıyması getirsin, ama yağlı olsun. Hemen gider görevimi yapar gelirim. Git komşulara söyle, yarın fırın yanıyor;  isteyen gelsin kullansın. 15 günde bir yanar o fırın... O fırında pişen ekmek kesildiği vakit; mmm.., ıh ıh  ıh ıh! Öyle güzel kokar, öyle ekmek olur ki!

15 gün dayanır o ekmek.

Şimdi bir kaç bir şey daha anlatayım.. Sabaha kadar anlatırım...

-Anlatınız lütfen! Biz de zevkle dinleriz.

Peki. Bazen, işte anacığım  bana görev veriyor ya... Yine çağırır "Hayrettin" hemen gelirim; "aç avucunu" der, avucumu açarım, ne olacağını biliyorum. Üzerine bir havlu koyar, onun üzerine de "kuşhane" derdik, iki kolu, bir de kapağı var. Yemek var içinde sıcak... Bilirim onu komşu anneye götüreceğim. 10 metre 15 metre ileride...  Komşu anne var yaşlı. 80'in üzerine gelmiş...

Komşu annenin odununu, gazını, tuzunu  kim alır, kimse bilmez.  Ben onu komşu anneye götüreceğim değil mi? Anacığım bana "Al bunu, komşu anneye götür" demez. Ne der biliyor musun? Kulağıma fısıldar gibi, "Komşu anneye götür" der. "Duydun mu?" diye sorar. "Duydum, duydum" derim ben de onun gibi yavaşça fısıldayan bir sesle.


Derin bir iç daha çekiyoruz.. Zira bugünkü gibi onursuzca kameralarla bağıra bağıra verilip, cümle aleme göstererek çekilen resimlerle ölümsüz'leştirmiyorlar yapılan yardımları o zaman...


Ben bakarım sağa sola kimse yoksa ayağımı vururum kapıya, zil çalar. Mahalleli oraya zil koymuştur.

Komşu anne; "Aaa sen mi geldin, sağ olun sağ olun..."  Ben bırakırım, giderim oynamaya.. Bir zaman sonra boş kabı almaya giderim. Kapıda kilit yok öyle, elimle açarım bu defa kapıyı. Girerim içeriye...

 "Aaa sen mi geldin evladım?" der komşu anne, gider kabı getirir. Kapağını açar, içinde bir tane yumurta var. "Söyle annene yedirsin sana, taze, şimdi folluktan aldım" der. Oysa herkesin evinde kümes var...

Ama kap boş gönderilmez!

Kültür mü bu?

Kültür...

Şimdi komşu anne budur!

Komşu anne yalnız. Mahalle onu yalnız bırakmaz. Her gün mutlaka 3-5 kişi gider... öğlenden sonra gidilir, komşu annede birkaç saat sohbet edilir, kahveler içilir.. Ama komşu anne yalnız bırakılmaz.

Bu bir kültür mü?

Kültür...

Komşu anne şimdi yalnız!


BUNDAN SONRA:  Dünyayı kurtaracak "Anadolu Kültürü" Göz hakkı... Unutamadığı eşi Türkan Hanım'la kısa süren evliliği...


Sevgi ve saygılarımla!

Image"Haksızlık Karşısında Susan Dilsiz Şeytandır" Hz. Muhammed (A.S.)

23 Mart 2013 Cumartesi

KARDEŞLİK mi, AYRIŞMA mı?
















"Şaka gibi"ydi. Zira "kardeşiz" deniliyor, ortada kardeşin, hatta et tırnak olan birlikteliğin ortak paydası olan; anayasal hakla belirlenmiş ve kanla yazılmış ve de kazanılmış anamızın ak sütü gibi helal birlikteliğimizin  sembolü, Türk bayrağı yoktu! Dahası kardeşliği bir arada tutan "ulus" kavramı yerlerde süründü.. Bunun yerine emperyalizmin elini  ovuşturarak beklediği tuzak söylemlere kucak açıldı...


"Bugün Nevroz. Ben bir Laz'ım. Aynı dili konuşmamıza gerek yok birbirimizi anlamak için" diyen Koyuncu, şarkılarını alanı dolduran yüz binlerce kişiyle birlikte söyledi."

Öte yandan bir başka  "sanatçı" Cevdet Bağca’nın "Dünyada var olan bütün diller gibi Kürtçe dili de çok önemli ve kıymetli dilinize sahip çıkın" sözleri üzerine kitle hep bir ağızdan "Zimanê me rûmeta me ye" sloganını attı. Ahmet Kaya’nın "Kadınlar Dağlara" şarkısının söylemesi üzerine alanda bulunan  kadınlar parmakları ile zafer işaretini gösterdi."

Dahası bir televizyon kanalında bu sözde kardeşliği konuşan sunucu bile sevinçten, mutluluktan başı döndü... Öyle ki kendini tutamayıp stüdyoda halay bile çekti...

N'aparsınız... Türk olmak böyle bir şey işte...

Zira toplu halde gelen şehit haberlerini kamuoyuna duyuran bir başka televizyon kanalı sunucusu olayın üzüntüsüyle toplumun acısını yaşayıp paylşacağına, umarsızca bir yandan "şehit" dedi, öte yandan şarkı söyleyecek kadar küstahlaşıp, pervasızlaştı...

Öyle valla...


Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin ve Türk milletinin bir mensubu, vatandaşı olarak, bu yaşananlara hayretle, ibretle ve tedirginlikle bakıyorum...

Ne âlâ... birisi ben Laz'ım diyor, ötekisi Kürt'üm diyor, bir başkası bir başka etnik kökenini ortaya atıyor. Her kafaden bir ses... Topla toplayabildiğini...

Onlar bu "ırkçı söylemleri" ağızlarına alıp insanları "coşturma" kışkırtma, ayrıştırma peşine düşerken "ırkçı" olmuyor da, anayasal hakkı olan vatandaşlık bağını birlik beraberliğimiz için, TÜRK'üm  diyen insanlarımız anında "ırkçı, faşist, rezil" ilan edilip, "suçlu" konumuna düşürülüyor ya...

Pes!..

O halde...

Mehmet Akif Ersoy neden İstiklal Marşı'nı yazmış, sormak gerekir?

Yoksa bir süre sonra millî şairimiz Mehmet Akif Ersoy da "ırkçı" mı ilan edilecek?

Çanakkale Savaşı neden yedi düvele karşı yapıldı, sormak gerekir?

Yoksa bir süre sonra Çanakkale savaşına da işgale gelen düşman askerlerine "katliam" yapılmış mı, denilecek?

Madem öyleydi de... Kurtuluş Savaşı'nı niye yaptık?

Yoksa İstiklal Savaşı'mız da, Yunalılara yapılmış, "katliam" mıymış?

Emperyalist güçler, ülkemizi işgal ettiğinde kardeşlik mitingleriyle, halaylarla onları bağrımıza niye basmamışız ki?

O vakit, "Medeniyet dediğin tek dişi kalmış canavar" ne anlama geliyor?

Milli kahramanlarımız, Şerife Bacılar, Nene Hatunlar, İpsiz Recepler, Şahin Beyler, İmam Aliler... Niye, kim için  canlarını feda ettiler ki?

Yoksa onlar da -kundaktaki bebeleriyle- "ırkçılık" falan mı yapmışlar?

Sahi; dün Sevr'i yazanlar, bugün neyin peşindeler dersiniz?

Yoksa Kürt vatandaşlarımızı, Laz vatandaşlarımızı çok seviyorlar; onların iyiliği ve refahı için haçlılarla işbirliği içinde el ele verip "kardeşlik" mitingleri ile ülkemizi, Irak, Libya, Suriye'de olduğu gibi  kan ve gözyaşı gölüne çevirme peşindeler mi?

Elimiz yüreğimizde...


"Kardeşlik", "barış", "özgürlük", "demokrasi"  adı altında vatandaşlarımızı ayrıştırma gayretleri tüm hızıyla devam ediyor...

Tarih sayfaları bu tür kışkırtma ve isyanlara dolu dopdolu...

O sebeple...

Hangi etnik köken ve mezhepten olursa olsun, ayrım gözetmeksizin;

Türkiye Cumhuriyeti'ni Kuran Türkiye Halkına Türk Milleti Denir!


Sevgi ve saygılarımla!


Image"Haksızlık Karşısında Susan Dilsiz Şeytandır" Hz. Muhammed (A.S.)

21 Mart 2013 Perşembe

Lider Olunmaz, Lider Doğulur!












"Ürdün Kralı 2. Abdullah, Anıtkabir’deki Atatürk'e saygı duruşu esnasında duygulanarak ağladı.

Kral, daha önce Atatürk için "Dünyanın gördüğü en büyük liderlerden biri. Ondan ilham alıyorum" demişti." 5 Mart 2013


"Direnmek, bir anlamda insan topluluklarının kendini sürekli yeniden yaratması demektir... İnsanoğlu tarihin akışını değiştirmeye kadirdir. Tarih yaratıcı yurttaşların eseridir." Stéphane Hessel, "ÖFKELENİN!" sf:19


Evet...

Mustafa Kemal ATATÜRK emperyalizme direndi! Bu direncin karşılığında da Osmanlının küllerinden yepyeni bir ulus meydana geldi.

Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ni kuran Türkiye halkı adına verilen Türk milleti yani.

Ve de  Hessel'in dediği gibi, Mustafa Kemal ATATÜRK de yüzyıla damgasını vurarak tarihin akışını değiştirdi.

Bu değişimle...

ATATÜRK ve Türk milleti olağanüstü bir tarih yarattı!


O sebepledir ki; tüm dünya liderleri Atatürk'ten "ilham alıyor" önünde saygıyla eğilerek, gözyaşı döküyor...


Sevgi ve saygılarımla!


Image"Haksızlık Karşısında Susan Dilsiz Şeytandır" Hz. Muhammed (A.S.)

19 Mart 2013 Salı

İşgale mi Geldiniz?













"Tarih, sarsıntılar silsilesidir -yani meydan okumalar silsilesidir. Toplumların tarihi, sonunda insanın tam özgürlüğüne kavuşuncaya  kadar ileriye doğru devam eder."


Misafir olduğunuz yerde ev sahibesine nasıl davranırız?

Hemen cevap vereyim kendi adıma:

Bir defa ev sahibesinin kurallarıyla, izin verdiği ölçüde gösterilen yerde ve bir köşede adam gibi oturur, karşı tarafla düzeyli bir şekilde sohbetimi ederim. Dahası ne ikram edilirse, ikramı kabul eder ya da nezaket kuralları içerisinde bir teşekkürle geri çeviririm. Sonra da işim bitince -memnun kaldım ya da kalmadım hiç fark etmez- iyi dileklerimi sunarak misafir olduğum evden ayrılırım. Tabii bu anlattığım iyi niyet çerçevesinde bulunulması gereken durum. Şimdi bir de olaya tersden bakalım:

Şayet  art niyetle ve de başka planlarla bir eve konuk olarak gittiysem, o zaman durum, bambaşka olur değil mi?

Mesela ev sahibini kızdıracak, ya da ne bileyim onun hoşuna gitmeyecek kadar ileri hareket ve söylemlerde bulunursam durum ne olur? Valla yine kendi adıma cevap vereyim:

Anında ruhen ve şeklen tepkim açığa çıkar..Daha ilerlerse olay, evden kovmaya varacak kadar tepkimi ortaya koyarım. misal mi?

Benim evimde bana hükmetmeye kalkarsa!!!
Benim evimde bana yasak koyarsa!!!
Benim evimde bana onurumu kıracak davranışlarda bulunursa!!!
Benim evimde bana, evime ve kutsal bildiğim değerlerime el koymaya kalkarsa!!!


Hâl böyleyken...

Milli kahramanlarımızdan Sütçü İmam Ali'nin diyarı Kahramanmaraş'a "görevli konuk" gelen  Alman askerleri bize, Türk askerine "posta" koymaya kalkıyor iyi mi?

http://haber.gazetevatan.com/bild-turk-general-kufur-edip-alman-askeri-dovdu/522797/1/gundem

Konuyu haber olarak gazetelerden öğreniyoruz... Haberin ayrıntısı nedir, ne değildir şüphesiz ki vatandaş olarak bilemeyiz... Ama görünen köy kılavuz istemez! Zira Türk subayını, Türk askerini kızdıracak bir durum var ki ortada, olaylar gazetelere kadar yansıyor... Öte yandan "iyi niyetli" olan bir davranışta niye bu kadar öfke oluşsun ki?!

Diyeceğim... Yabancı askerlere:

Burası Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin topraklarıdır! Burada siz  konuksunuz haddinizi bilin!!!  Buraya işgalci güç olarak gelmediniz! Şayet  niyetinizde vatanımızı işgal etmek gibi gizli bir plan varsa...

18 Mart Çanakkale Zaferi'nin 98. yıldönümü ve aynı zamanda şehitlerimizi anma günü. Yedi düvele meydan okuyan yüce Türk ulusu, Büyük Atatürk'ün önderliğinde ÇANAKKALE'yi geçilmez kıldı!


Hani "Türk askerleri boşuna öldü" deme gafletini ve küstahlığını gösteren "vekil"e, ve vatan topraklarımıza konuk gelen yabancı askerlere,

Dünyada emsali görülmemiş 18 Mart 1915 Çanakkale Savaşları ve Kurtuluş Savaşı kendilerine kapak olsun, kapak!!!


Aziz şehitlerimize minnet ve şükranlarımızı sunarken, onları sonsuz sevgi, saygı ve hayranlıkla anıyoruz...


Ne Mutlu Türk'üm Diyene!


Sevgi ve saygılarımla!


Image"Haksızlık Karşısında Susan Dilsiz Şeytandır" Hz. Muhammed (A.S.)

16 Mart 2013 Cumartesi

Vay Be..!



















Yeni Papa'nın seçildiğini, "Sistine Şapeli"den tüten beyaz dumanla Katolik dünyasına duyuruldu.

Duyuruldu duyurulmasına da, aman Allah'ım... Vatikan'da dönen pisliklerin kokuları öyle "Sistine Şapeli"deki çıkan beyaz dumanla ak'lanamayacak kadar zifiri...


Uff!!!

"Papa'nın istifa"sının arkasındaki nedenler, Vatikan’daki seks, şantaj ve kara para skandallarının etkili olduğu yönündeki ciddi iddialar.


Aman efendim, Vatikan'da "4550 suç dosyası", "17 bin çocuğa taciz", "2,5 milyar doların üzerinde"ki tazminat davaları iddialarıyla ortalık  kokudan geçilmiyor...


22 Şubat 2013 tarihli "La Republica gazetesinin ele geçirdiği belgelere göre Papa, Vatikan içinde eşcinsel şebekesi kurulduğunu ve şebekenin ağına düşen din adamlarına şantaj yapıldığını öğrenince istifa etti"ği dünyaya ilan edildi.

Vah vah...

Ortadaki lobi savaşları aleni deşifre edildi...

"İstifa eden Papa"nın Amerika tarafından ifadeye çağrılacağı ortaya döküldü...

İnanılır gibi değil...

"Vatikan'dan çocuk cesetleri çıkacak" Aytunç Altındal


Gözün aydın çiçeği burnunda Arjantinli Kardinal Jorge Mario Bergoglio, Katolik dünyasının yeni lideri Papa! Ortaya atılan iddialara göre senin de dosyan bir hayli kabarıkmış... :)

Anlaşılan o ki... Bu kabarık dosya tozlu raf'larda çoktan yerini almış bile...

E artık...

Bundan böyle rotan; "din" değil, seni oraya getiren "efendi"lerinin talimatı...

Aksi halde akıbetin, apar topar ya istifa, ya da bilmem nasıl denir, "havadan düşecek bir yastıkla..."

:)

Son bir not daha düşelim hemen:

Bu durumda, Vatikan'dan yükselen duman;

Bence PEMBE olmalıydı  PEMBEEE...


Sevgi ve saygılarımla!


Image"Haksızlık Karşısında Susan Dilsiz Şeytandır" Hz. Muhammed (A.S.)

11 Mart 2013 Pazartesi

Papa İstifasını Kime Sundu Acaba?
















"Katolik dünyasının ruhani lideri Papa 16'ncı Benedikt, görevde bulunduğu sekiz yıl boyunca "Vatileaks" adlı köstebek skandalı, Katolik kilisesindeki çocuk istismarı iddiaları ve Vatikan Bankası'na yönelik kara para aklma ithamları gibi sorunlarla uğraştı." Şubat, 2013



Papanın istifası yönündeki çeşitli söylentilerle ilgili haberleri günlerce basından takip ettik...

O halde...

Papa'lık bir makam mıdır?

Yoksa ruhani lider midir?


Şüphesiz ki bu sorunun yanıtı "ruhani"... Ancak görüldüğü üzere papa istifa (ki bu durum tarihte 2. kez oluyor) ediyor ya da ettiriliyor.

Kim bilir?..

Artık ne hesaplar yapıldı, hangi entrikalar döndü orası bilinmez.. Ama bilinen tek gerçek; din duygularının sömürülme gerçeği olsa gerek.


Ortaçağ döneminde halkın hem felsefe yönünden cahil bırakılması, hem de din bilgisi zayıf olması kilise açısından bu durum, sömürü düzeni olarak bulunmaz bir araçtır. Zira o dönemde insanlar dinlerini tam olarak öğrenirlerse kilisenin saçma sapan uygulamalarını sorgulayacak, sorguladıkça da uygulamaları reddedeceklerdir.

O sebeple...

"Kilise 1521 de Martin Luther İncil’i ilk kez bir ulusal dile ,Almanca'ya çevirene kadar onun hiçbir ulusal dile çevrilmesine izin vermedi. Martin Luther de bir papazdır ama kilisenin saçmalıklarına tahammül edememiş ve yayınladığı bir bildiri ile kilisenin bir çok saçma uygulamasına karşı çıkmış ve bunların İncil de yeri olmadığını ilan etmiştir.

Hıristiyanlar bu zamana kadar aslı Grekçe olan İncil’i kendi dillerinde okuyamazlar, sadece papaz ve rahiplerin anlattıklarını bilirler ve öyle inanırlardı. İncil’in dilini öğrenmek sadece ruhban sınıfına tanınmış bir ayrıcalıktı. " İnternet üzerinden alıntıdır.


Öte yandan Rus yazar Lev N. Tolstoy'un düşüncesi tüm bu olanlara net bir açıklama getiriyor:


"Kilise, yalanları Tanrı'ya doğrulatan kurumun adıdır. Bu işi Tanrı'ya dayanarak yapar. Kilisenin en büyük özelliği yanılmaz olarak kabul edilmesidir. Kiliseye mensup insanlar da kendilerini yanılmaz gördüğü için ne kadar hata ederse etsin bunda diretirler. Kilise, Tanrı'nın kitabını doğru olarak anlamının Tanrı'nın seçtiği insanların söylediklerine uymakla mümkün olacağı düşüncesinden doğmuştur. Seçkin olduğunu iddia eden bu grup zamanla yetkilerini başka bir gruba devreder. Böylece bu gurup da seçkin olmuş olur. Tanrı'nın kitabını sözde sadece bu insanlar doğru anlar. Bunun böyle olduğuna hem kendileri, hem de başkaları inanır. Bu işi Tanrı'dan devraldıklarını söylerler. Böylece, kiliseye mensup olan kişiler Tanrı'nın öğrencileri sayılırlar."


Diyeceğim... Tolstoy'un düşünceleri bugünün "Vatikan"ını aleni ifşa etmekte olduğu gerçeğidir. Zira ne diyor, Tolstoy:


"İnsanlar eskiden kendi iradeleriyle seçtikleri adama boyun eğiyorlardı. Şimdi kendi seçtikleri bir adama değil rastgele birine boyun eğiyorlar. Bu yöntem daha gizli çünkü, artık soyulanlar vergiler, özellikler de aracısız vergiler yüzünden soyguncuların yüzlerini görmüyorlar. Bu yöntem daha yaygın çünkü. Hıristiyan milletler yalnızca kendi adamlarını soymakla kalmayıp bir sürü yöntemlerle, özellikle de Hıristiyanlığı yaymak bahanesiyle, bütün yabancı milletleri soyuyorlar. Şimdi bu yeni yöntem, kamu ve devlet borçları sistemi sayesinde daha yaygın bir duruma geliyor. Şimdi yalnızca yaşayan insanlar değil, gelecek nesiller de soyuluyor. Bu soyguncular kutsal kişiler olduğu ve insanlar onlara karşı gelmeyi göze alamadıkları için bu yöntem daha sürekli ve kalıcı oluyor."


Sahi, ne diyordum?

Vatikan'dan şok haber... Hıristiyan alemi sarsıldı!

Papa İSTİFA ETTİ!

:)

Papa 16. Benedikt'in yerine geçebilecek isimler arasında gösterilen Kardinal...

:)

Sevgi ve saygılarımla!


Image"Haksızlık Karşısında Susan Dilsiz Şeytandır" Hz. Muhammed (A.S.)

9 Mart 2013 Cumartesi

Çağatay Bey'e Acil Şifalar...


http://kavaktantabut2.blogspot.com/



Kavaktan Tabut / Çağatay Bey'i blog sayfama üyeliği ve üyeliğim münasebetiyle yazılarından tanıyorum. Evvelsi gün kendilerini hiç tanımadığım Jülide Hanım tarafından aldığım bir e-postayla, Çağatay Bey'in ne yazık ki geçirmiş olduğu bir trafik kazası münasebetiyle Samsun, 19 Mayıs Üniversitesi  Tıp Fakültesi yoğun bakımda yatmakta olduğunu, büyük bir üzüntüyle öğrenmiş oldum. Duyduğum derin üzüntüyle birlikte Çağatay Bey'e dualarımızla, Allah'tan acil şifa diler, beni bilgilendiren Jülide Hanım'a da teşekkür ederim...

Blog sahibi arkadaşların şüphe duymaksızın Çağatay Bey'e mutlaka iyi dileklerini ileten bir mesajları olacaktır sanırım. Çağatay Bey inşaallah kısa sürede sağlığına kavuşur dileği ve umuduyla...


Sevgi ve saygılarımla!


Image"Haksızlık Karşısında Susan Dilsiz Şeytandır" Hz. Muhammed (A.S.)

8 Mart 2013 Cuma

Cümleten "Gün"ünüz Kutlu Olsun




















"Şiddetsiz yolun yolcusu olmayı öğrenmek zorundayız."


Son 8 ay içerisinde, yurttan ve dünyadan birkaç  haber:


"Ağrı’da 3 yıl boyunca kocasından şiddet gören kadın, akli dengesini kaybetti. Döve döve delirttiler!" 21 Temmuz 2012


"Erzurum'da akrabasının tecavüz ettiği 13 yaşındaki kızın babası, nikâh kıyılması 6 hayvan ve tecavüzcünün kız kardeşinin oğluyla evlenmesi karşılığında zanlıyı affetti. Tecavüzde bedel 5 koyun, bir sığır bir de berdel" 24 Ağustos 2012


"Tunus’ta hazırlanan anayasa için "Kadınlar erkeklerin tamamlayıcısıdır" diye bir ifade önerildi." 15 Ağustos 2012


"Zonguldak'ta, kendisinden kaçarak mahalle bakkalına sığınan eşini yumruklayıp, saçından tutarak yerde sürükleyen koca, güvenlik kameralarına yansıdı. Görüntüde, yanına sığınan kadını döven kocaya müdahale etmeyip, yerinden kalkmayan ve televizyon izleyen işyeri sahibi... Bakkala sığındı bakkal seyretti!" 12 Aralık 2012


"Hindistan'da  genç bir kadının toplu tecavüze uğramasını protesto eden Hindistan yeni bir şokla sarsıldı. Ülkede bir kadının daha 10 kişinin tecavüzüne uğradığı haberi geldi. Hindistan'da 2. tecavüz..." 28 Aralık 2012


"Suudi Arabistan'da 90 yaşındaki bir adamla evlendirilen 15 yaşındaki çocuk gelin kendini yatak odasına kilitleyerek kurtuldu." 08 Ocak 2013


"12 yaşındaki N.Ç. 24 kişinin tecavüzüne uğradı. 10 yılda yerel mahkemenin verdiği kararı Yargıtay kısmi olarak bozdu. Dava tekrar görüldü. N.Ç.'nin rızası var diye sanıklara yine en alt sınırdan ceza verildi. 12 yaşındaki çocuğu fahişe  ilan ettiler!" 17 Ocak 2013



" Hindistan’da yine tüyler ürpertici bir saldırı yaşandığı ortaya çıktı.

Yaşları 6 ile 11 arasındaki üç kız kardeş, tecavüz edilip öldürüldükten sonra cesetleri bir köy kuyusuna atıldı." 20 Şubat 2013

...

Ve...

Emperyalizmin saldırdığı ve de işgal ettiği ülkelerde yüz binlerce kadının uğradığı tecavüzlerin yanı sıra,

Açlıktan, sefaletten, şiddetten nasibini alarak "gün" yüzü görmeyen  tüm kadınlar...

Cümleten, 

"Dünya Kadınlar Günü"nüz Kutlu ve Mutlu Olsun...


Sevgi ve saygılarımla!


Image"Haksızlık Karşısında Susan Dilsiz Şeytandır" Hz. Muhammed (A.S.)


6 Mart 2013 Çarşamba

İnsanlık Onuru İçin; "Öfkelenin!"















"İnsanı kızdıracak nedenler, bugün o kadar açıktan görülecek gibi değiller -dünya çok karmaşık bir yer haline geldi. Kim emrediyor, kim karar veriyor? Karşı karşıya kaldığımız etkiler arasında ayrım yapmak artık o kadar kolay değil. Yapıp ettiklerini hemen anlayabileceğimiz küçük bir üst tabakayla karşı karşıya değiliz. Dünya büyük. Karşılıklı bağımlılıkları ve hayatın aykırı bağlarını, hiç olmadığı kadar hissediyoruz. Bu dünyanın dayanılmaz hale geldiğini anlamak için dikkatli bakmak ve aramak gerekiyor."

İşte bu düşüncelerin sahibi düşünür yazar, diplomat ve BM İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi'nin yazarlarından Stéphane Hessel 95 yaşında yaşamını yitirdi.

2010 yılında "İndigne-vous" Türkçe çevisi "Öfkelenin" adlı kitabında, uygar bireylere haksızlıklara karşı çıkarak, kızgınlıklarını barışçıl yollarla dile getirmeye çağırıyor. Ve tüm dünyaya haykırıyor:

"ÖFKELENİN!"

Niçin mi, bu başkaldırı?


Paranın gücüyle ezmek isteyen kibirli küstahlara karşı "öfkelenin"

Bencillere karşı "öfkelenin"

Merhametten yoksun vicdansızlara karşı "öfkelenin"

Zalimlere, acımasızlara karşı "öfkelenin"

Modern dünyanın getirdiği haksızlıklara karşı "öfkelenin"

Özgürlükleri, "tilkilerin tavuk kümeslerinde rahatça dolaşması" için kullananlara karşı "öfkelenin"

Kula kulluk ettirenlere karşı "öfkelenin"

"Zengin ile fakir arasında iyice açılmış olan ve açılmaya devam eden fark"ı yaratanlara karşı öfkelenin"

İnsanlara yaşama hakkı tanımayan ve tüm insanlığı tehdit eden emperyalist zalimlere karşı "öfkelenin"

Doğayı katledenlere karşı öfkelenin"


Öfkelilerin esin kaynağı; 

"Öfkelenin!", Hatta "kayıtsız kalmayın!" diyor...

Ki o sebeple... "İspanyol basını, ülkedeki Indignados (Öfkeliler) protestosunun Hessel'in manifestosundan esinlendiğini öne sürdü"...

"%1'e hayır" dövizleriyle Wall-Street işgal edildi.



Evet...

2011 yılında RTL televizyon kanalına konuşan Hessel, ölüm konusundaki düşüncelerini şöyle açıklamıştı:

"Ölümü tatmayı iple çekiyorum. Ölümün tadına varılmalı. Ben de kendiminkinin tadına varacağım. Ama bu sırada, daha o vakit gelmediğinden, buradaki zamanımı bir iki mesaj göndermeye harcıyorum."

Diyebilecek kadar "yürekli" bu insan, her koşulda barış ve insanlık mücadelesi veren, Nazi kamplarında ölümden dönmüş, Fransız direnişinin simge isimlerinden birisiydi...

Hessel'in öfke duyduğu insanlık sorunlarının hepsine

Hiç şüphesiz ben de , 


Öfke'liyim...


Sevgi ve saygılarımla!


Image"Haksızlık Karşısında Susan Dilsiz Şeytandır" Hz. Muhammed (A.S.)

3 Mart 2013 Pazar

"Hacı" Wilhelm ve Maide Suresi, 51. Ayet


















"Ey inananlar! Yahudi ve Hıristiyanları dost edinmeyin. Onlar birbirlerinin dostlarıdır. Sizden kim onları dost edinirse kuşkusuz o da onlardandır. Şüphesiz Allah zalimler topluluğunu doğruya iletmez." Maide Sûresi 51. Ayet



"Ekim 1914'te İngiliz Büyükelçisi'nin bildirdiğine göre, Halep vilayetindeki Müslümanlar öyle büyük bir propoganda bombardmanına uğramışlardı ki, II. Wilhelm'in Müslüman olduğunu ve Almanların Rusya'ya karşı İslam uğruna savaştığına inanmış görünüyorlardı.

Alman ve Türk propagandacılar Alman İmparatoru II. Wilhelm'den "İslam'ın dostu ve koruyucusu Hacı Wilhelm" diye sözediyorlardı.

Alman İmparatoru'nun kendisini "Hacı Wilhelm" olarak adlandırmasının ve Müslümanlara böyle tanıttırmasının kuşkusuz bir nedeni vardı. Maide suresinin 51. ayeti, Müslümanların Yahudi ve Hıristiyanları "veli" edinmesini yasaklıyordu:

(...)

Kur'an'da, pek çok ayette, Müslümanların Tanrıdan başka "veli"sinin olamayacağı vurgulanıyordu. Osmanlı İmparatorluğu'nun ve Halife Padişah'ın Hıristiyan Almanya ile kurduğu ilişki, Kur'an'da "veli" sözcüğüyle tanımlanan nitelikteydi. Hıristiyan II. Wilhem'in Müslümanların halife'si olan Padişah'a "veli" olması Kur'an'a aykırıydı. Maide suresi'nin 51. ayetinin bu ilişkiye engel olarak  gösterilmesinin önüne geçmek için tek yol, Hıristiyan Alman imparatoru'nun gizliden Müslümanlığı benimsediği, dahası "Hacı" olduğu yalanını yaymak ve böylece Maide suresi 51. ayeti'ni işletilemez duruma getirmekti.

II. Wilhelm'in Müslümanlığının, "hacı"lığının uydurma olduğu, 1891-1895 yılları arasında Almanya'da kendi adına Vatikan'ın Petersdon Katolik Kilisesi'ne karşı Protestan "II. Wilhelm Kilisesi" yaptırmasından belliydi. Ama dünya Müslümanlarını Alman çıkarları doğrultusunda savaştırabilmek için yalancıktan Müslüman ve de Hacı görünmek gerekince, bu oyunu oynamaktan çekinmiyor, Osmanlı Halife'sini Almanya güdümünde İslam Birliği'ni kurmaya yöneltiyordu büyük paralar dökerek.

(...)


Alman altınları gelir gelmez başlanan "cihad" metninde "İslam Hükümetlerine yardımcı olan Almanya..." övgüyle anılıyor; İngiltere, Fransa ve Rusya gibi düşman devletlerin uyruğunda yaşayan Müslümanların, o ülke yönetimlerince askere alınıp Almanya'ya karşı cepheye sürülmeleri durumunda Almanya'ya karşı savaşmalarının günah olacağı özenle vurgulanıyordu.


Müslüman Türk Osmanlı Mehmetçikleri, toplandıkları alanda Şeyhülislamın okuduğu Cihad-ı Ekber Fetvası'nı büyük bir inançla dinlemiş, Tanrı'ya duydukları bağlılıkla, atlarına binip cepheye ölüme koşmuşlardı; bu fetvaların Alman altınlarıyla, Hıristiyan rüşvetleriyle, Hıristiyan Almanya'nın dünyada tek egemen olması amacıyla çıkartıldığını bilmeden..." Cengiz ÖZAKINCI, Türkiye'nin Siyasi İntiharı Yeni-Osmanlı Tuzağı, sf: 201-202-204-205


Bugün 3 Mart 2013...


Bundan tam 89 yıl önce halifelik kaldırıldı(3 Mart 1924).


İslam dininde bugün Hıristiyanlığın sürdürdüğü "papalık makamı" gibi bir durum söz konusu değildir!

Hz. Peygamberimizin vefatından bu yana İslam dünyası hep bir kargaşa ve kardeşin kardeşe düşman edilmesi ve ettirilmesi dün olduğu gibi bugün de devam etmektedir. Ki Hz. Muhammed'in torunlarının bile kılıçtan geçirilebildiği İslam dünyası için halifelik "makamı" hiçbir zaman kutsal değildir! Bilakis "halifelik" çıkar kavgalarına, taht kavgalarına savaşların hatta mezhepsel ayrışmaya kadar varan  ve Müslümanları ikiye bölmesine(Şii, Sünni) baş sebeptir!

O sebeple...

"Efendiler, yabancılar halifeliğe saldırmıyorlar. Ama Türk ulusu saldırıdan kurtulamıyor... Çanakkale'de, Suriye'de, Irak'ta, İngiliz bayrakları altında Türklerle vuruşanlar islam uluslarıydı. (Sömürgeci düşmanlar) Türk ulusuna kolaylıkla saldırabilmek için halifeliğin devam etmesini yeğliyorlar." Mustafa Kemal ATATÜRK


Sevgi ve saygılarımla!


Image"Haksızlık Karşısında Susan Dilsiz Şeytandır" Hz. Muhammed (A.S.)