28 Nisan 2013 Pazar

Seni Seviyoruz Ayhan...



Çok sevdiğimiz sevgili arkadaşımız Ayhan TETİK...

Evinde çıkan yangın neticesinde kolunda ağır bir yanıkla hayata kıl payı dönüş yapan Bursa Devlet Hastanesi doktorlarından Ayhan TETİK için, bugün büyük bir üzüntü yaşadığımı belirtmek istiyorum.

Duyduğum bu derin acıyla, hayata her an pamuk ipliğiyle bağlı yaşadığımızı bizzat yaşayarak gördüm...

Hayat çok kısa...  Ne zaman, kimin başına ne geleceğini bilmiyoruz. Umarım, kimse böyle bir acı ve üzüntü yaşamasın...

Ayhan, en kısa sürede eski sağlığına ve neşe'ne dönmeni bekliyoruz...


 Sevgi ve saygılarımla!

NOT: http://www.olay.com.tr/haber/bursa-bolge/doktoru-olumden-cekip-aldilar-152147.html

Image"Haksızlık Karşısında Susan Dilsiz Şeytandır" Hz. Muhammed (A.S.)

27 Nisan 2013 Cumartesi

İki Gözüm Bu İşin Yok Kürt'ü Türk'ü



















Kanla kazandığımız vatan'ımız talan edilmek isteniyor... 

Emperyalist canavar güçler, dişini Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ne geçirmek suretiyle saldırılarını hızlandırıyor...

Sözüm: Türkiye Cumhuriyeti'ni kuran Türkiye Halkı Türk Milleti'ne:


Mustafa Kemal ATATÜRK'ün yaktığı ateş

Ateş değil bir kardeşlik şerbeti...

Bu şerbeti içen Türkülerin en güzelini söyler...

Güzel ülkemin Kürdü Türkü

Birlikte söyleyelim Türkü...

Bu Türk'üde kavuşan el âlem değil, can ile canan'dır

Şimdi Türküm demenin tam zamanı

İki gözüm bu işin yok Kürt'ü Türk'ü

Bin bir nakışla işlediğimiz kilimler...

Şimdi Türküm demenin tam zamanı

Dört nala geldiğimiz uzak Asya'dan...

Ata yurdumuz, 

İlle Anadolu


Sevgi ve saygılarımla!


Image"Haksızlık Karşısında Susan Dilsiz Şeytandır" Hz. Muhammed (A.S.)


24 Nisan 2013 Çarşamba

Dün'den Bugün'e...















"23 Nisan (1931) Millî Egemenlik Bayramı yine güzel törenlerle kutlandı. Cumhuriyetin ve bütün millî bayramların temeli bu gündü.

Çocuk haftası da başladı. Birçok yerde çocuk baloları verildi. Yeni bir moda başlamıştı. Gürbüz çocuk yarışmaları yapılıyordu. Cumhuriyet çocuklara sahip çıkmıştı. Çocuk şarkıları besteleniyordu. Süt Damlası süt dağıtmayı sürdürüyordu. İlkokul ders kitaplarının çocukların zevklerini yükseltmek için çok özenli basılmasına dikkat ediliyordu. Dilenci çocuk, sokak çocuğu,, köprü altı çocuğu kalmamış ya da çok azalmıştı. Eğitim Bakanlığı, Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığı, Çocuk Esirgeme Kurumu, Kızılay, Belediyeler el birliği ile her yerde kimsesiz çocuklara sahip çıkıyorlardı. Kimsesiz çocuklar için yatılı okullar kurulmuştu. Yaşı uygun olanlar için meslek kursları veriliyor, gelecekleri güven altına alınıyordu. Bir-iki yerde çocuk parkı açılmıştı. Çocuk eğitimi konusunda radyolarda yararlı konuşmalar yapılıyor, bebek bakımı hakkında da bilgiler veriliyordu.

Pek çok yurttaşı memnun eden bir gerçek vardı. Ağır dünya krizine rağmen Türkiye gerilemiyor, yerinde saymıyor, küçücük bütçesiyle zorlukla da olsa ilerliyor, gelişiyor, çağa ve dünyaya açılıyordu." Turgur ÖZAKMAN, "CUMHURİYET Türk Mucizesi" sf:418



Ve...


"Samsun’un Tekkeköy İlçesi’nde 60 yaşındaki Ahmet ve 58 yaşındaki Nurten İşçi çifti, torunları 9 yaşındaki Özgür Bakırcı ile birlikte 4 yıldır naylon brandalarla yaptıkları barakada yaşam mücadelesi veriyor. Kağıt toplayarak yaşamaya çalıştıklarını söyleyen Nurten İşçi, torununun kirli kıyafetlerle okula gittiği için arkadaşlarının kendisiyle alay ettiğini bu yüzden de 1.5 aydır okula gitmediğini söyledi." 20 Nisan 2013http://haber.gazetevatan.com/serbest-degil-zorunlu-kiyafet/531668/7/yasam


Sevgi ve saygılarımla!


Image"Haksızlık Karşısında Susan Dilsiz Şeytandır" Hz. Muhammed (A.S.)

23 Nisan 2013 Salı

Nasıl Sevinmez İnsan...



23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı, Yüce Türk Milleti'ne Kutlu ve Mutlu Olsun...

NOT:???
http://www.tulaygurdal.com/2013/02/utananlara-ezilenlere.html



Image"Haksızlık Karşısında Susan Dilsiz Şeytandır" Hz. Muhammed (A.S.)

21 Nisan 2013 Pazar

Siz de Adalet Önüne Çıkacak mısınız?!..















"Karşılaştığınız sorunları o sorunları yarattığınız düşünce düzleminde kalarak çözemezsiniz" A.Einstein


Günlerdir Amerika'da meydana gelen patlamaları basından takip ediyoruz...

"OBAMA: Boston İçin Dua Edin

ABD Başkanı Barack Obama, Boston'daki bombalı patlamaların ardından yaptığı açıklamada, "Öncelikle bütün Bostonlulara, saldırıda yaralananlara geçmiş olsun, hayatını kaybedenlere rahmet diliyorum. Bunun kimler tarafından, ne amaçla yapıldığını bilmiyoruz. Ama... güvenlik birimlerimiz bu saldırının kimler tarafından ne amaçla yapıldığını bulmak için çalışıyor. Bulacağız ve suçluları adalet önüne çıkaracağız. Zaman artık birlik olma zamanı, demokrat olmak, cumhuriyetçi olmak fark etmez, tek bir çatı altında toplanıp, ulus olarak bunun üstesinden geleceğiz " şeklinde konuştu." 16 Nisan 2013

Bu sözlere eyvallah da...

ABD "şok"a girmiş... Pes!

Obama "suçluları bulacağız, adalet önüne çıkaracağız" demiş, pes!

Ve... "şimdi birlik olma zamanı", "tek bir çatı altında toplanıp, ulus olarak bunun üstesinden geleceğiz" demiş, pes!!!


Kendilerine gelince, birlik olmak, ulus vurgusu yapmak, "suçlu"ları aramak, adalet önüne çıkarmak en doğal hakları oluyor da, bize gelince ulus olmak, modası geçmiş kavram; birlik olmak demokrasi anlayışına sığmıyor, "faşist" falan oluyor, öyle mi? Ki bu bağlamda ırksal ve mezhepsel bütün etnik ayrışmaları öne çıkarıp acilen birbirinizden ayrılın deniliyor... yani ayrışmanın bini bir para!

Öte yandan Irak'da, Afganistan'da her gün patlamalarla onlarca, yüzlerce insan takır takır ölüyor, kimse bana mısın demiyor! Muhteşem (!) basın burada olduğu gibi manşet manşet bunları haber yapmıyor! "Şok", "şok" demiyor! O sebeple kimse de ayağa filan kalkmıyor...

ABD yönetimi de malûmunuz "şok"a falan girmiyor... sayısız hayatların sönmelerine vesile olanlar, seyirci kalanlar... 3 tane can gitti diye, dünyayı ayağa kaldırıyor...


Sahi, duydunuz değil mi? Bu patlamaları "gerçekleştiren"ler de yine müslüman çıkmış... Demek ki ufukta yine bölgemize ve coğrafyamıza yeni yeni saldırı, beraberinde  bir dizi işgal hazırlıkları var... Tıpkı 11 Eylül 2001'de ki, ikiz kulelere saldırının hemen arkasından coğrafyamıza hücum edildiği gibi...


Bir de hatırlatma yapalım: Amerikan milletine karşı bizim bir kızgınlığımız falan yok... Bizim, Amerikan yönetiminin bölgemiz ve ülkemiz üzerindeki hasmane siyasetine, insanlarımızı bölmeye yönelik tutumuna  karşı öfkemiz var... O sebeple Boston'daki patlamalarda hayatlarını kaybeden masum sivil insanlar için son derece üzgün olduğumuzu da ayrıca belirtelim.

O halde ABD Başkanı Obama'nın dediğini, biz de kendi ülkemizi ve ulus bütünlüğümüzü korumaya muktedir olan Türk milletine karşı uyarlayarak aynen aktarırken bir de sorumuz olacak:


Öncelikle  Türk ulusuna ve devletine karşı yapılan, tüm saldırılarda yaralananlara geçmiş olsun, bu vakte kadar (40 bin şehidimiz var) hayatını kaybedenlere Allah'tan rahmet diliyoruz. Bunun kimler tarafından, ne amaçla yapıldığını ulus olarak biz çok iyi biliyoruz... Zaman artık birlik olma zamanı, Kürt olmak, Türk olmak, Laz olmak, Çerkez olmak, Arap olmak, Alevî olmak, Sünnî olmak fark etmez, tek bir çatı (Türkiye Cumhuriyetini kuran Türkiye Halkına Türk milleti denir) altında toplanıp, ulus olarak bunun üstesinden geleceğiz!

Peki milyonlarca masum insanın ölümüne sebep olan siz haçlılar, siz de adalet önüne çıkacak mısınız?!






Demem o ki...

Gün; millî devletlerin, mazlum milletlerin  bir araya gelme günüdür! 

Kime karşı? 

Hiç şüphe duyulmasın ki, dünyayı karıştıran ve halkları birbirine boğazlatan bu emperyalist haçlıların zulmüne karşı! Zorbalığa karşı! Sömürüye  karşı!


Sevgi ve saygılarımla!


Image"Haksızlık Karşısında Susan Dilsiz Şeytandır" Hz. Muhammed (A.S.)

18 Nisan 2013 Perşembe

Yarım Hekim Candan Eder, Yarım Hoca Dinden Eder
















"Öğretmenden Aleviler'e hakaret!

Din öğretmeni "Alevilerin elinden yemek yenmez dedi" veliler isyan etti." 17 Nisan 2013
http://www.internethaber.com/ogretmenden-alevilere-hakaret-522215h.htm


Bu ve buna benzer söylemler ne yazık ki içimizdeki cahillere ait... Dış güçlerin direk yapamadığı  bölünme ve ayrışmanın nifak tohumları içimizden atılıyor. Aynı toprağın, aynı inancın sahibi insanlarız, ama maalesef bu şekilde bilinçsizce konuşmaların sonunda kimlerin ekmeğine yağ sürdüğümüzün hiç farkında olamayacak kadar da cahiliz. Özellikle bu çirkin sözün sahibi din dersi öğretmeni olunca, işte orada biraz durup düşünmek gerekir...


Alevî kardeşlerimize "yakıştırılan" bu tür karalama ve iftiraların  menşei hiç şüphe duyulmasın ki dış güçlerdir. Özellikle şu yaşadığımız süreçte, coğrafyamız patlamaya hazır bir bomba gibi iken, Anadolu'da Alevî-Sünnî çatışmasının zemini hazırlanıyor; ve her geçen gün Anadolu insanını birbirine düşürecek kışkırtmaların şeytanca plânları yapılıyor... Ki biz millet olarak bu kışkırtmalara hiç yabancı değiliz...

Tam da bu noktada konuya ilişkin,  okuduğum kitaptan ve en yetkin  bir isimden, Diyanet İşleri eski Başkanı Dr. Tayyar ALTIKULAÇ'ın bir anısından örnek vermek isterim:


"19-26 Ararlık 1978 tarihlerinde Kahramanmaraş'ta Sünni-Alevî çatışmasıyla tavan yapmış, pek çok insan bu çatışmada hayatını kaybetmiş (...)

Bu tarihlerde Erzurum'un Hasankale (Pasinler) ilçesinin bir köyünün muhtarından aldığım mektubu hiç unutamıyorum. Mektup sahibi benden köylerinde yapımına başlanan cami için yardım istiyordu ve beni köylerine davet ediyordu.

Mektuptaki bir cümle unutulur gibi değildi, gerçekten etkileyici ve düşündürücü idi: "Başkanım, köyümüze teşrif ettiğiniz zaman soframızda size ikram edeceğimiz eti, ilçedeki Sünnî kasaptan alacağımıza güvenebilirsiniz" diyordu.

"Alevî'nin kestiği yenmez" şeklindeki yanlış düşünceden kaynaklanan bu ifade, bir Türkiye gerçeğini ve ayıbını ortaya koyuyordu. Bu tür cahilane sözlerle öteden beri bu toplumda kaynaşmayı önlemeyi gerçekten başardığımız ve bölücülüğün ta kendisini yaptığımız anlaşılıyordu.

Mektuba verdiğim cevapta, köye geldiğim takdirde sofralarında ikram edecekleri eti, köyde kendileri tarafından kesilen hayvanın etinden olduğu takdirde yiyeceğimi, ilçeden getirecekleri eti yemeyeceğimi bildirmiştim." Dr. Tayyar ALTIKULAÇ, Zorlukları Aşarken cilt: 2, sf: 657-658


Bu tür aşağılayıcı ve cahilce söylemleri insafsızca sarfeden cahillere...


Akıl ve izan diyorum...


Sevgi ve saygılarımla!


Image"Haksızlık Karşısında Susan Dilsiz Şeytandır" Hz. Muhammed (A.S.)

15 Nisan 2013 Pazartesi

El Âlem Nelerle Uğraşıyor...





"İnsanlığın devamı için yeni gezegen şart

Yaşamını evrenin gizemini çözmeye adayan ünlü İngiliz astrofizikçi Stephen Hawking, insanoğlunun geleceği için uzay araştırmalarının sürdürülmesi gerektiğini belirtti." 11 Nisan 2013, Hürriyethttp://www.hurriyet.com.tr/planet/23017656.asp


"Sibirya müftüsü Fatih Garifulin, basın aracılığıyla özellikle genç kızların duymasını istediği bildirisinde, "Mini etek uyarısını güvenliğinizi düşündüğüm için yapıyorum. Uzun kış aylarından sonra hele erkek hapisten yeni çıktıysa mini etekli bir kızı sokakta görmesi bir felaketin çığırtkanlığı olur." dedi." 11 Nisan 2013, Hürriyet http://www.hurriyet.com.tr/planet/23019340.asp


Aynı gün, aynı gazetenin birbirinin tamamen zıttı bu iki ayrı haberini okuduğumda, aklıma Galileo'yla birlikte cahiliye dönemi geldi...

Galileo'yu hatırladım; çünkü onu yargılayanlar bilime ve akla karşı duran kilise ve din adamlarının, "din" adı altında insanları kontrolleri altına alıp, saçma sapan söylemleriyle egemenliklerini sürdürmeye çalışmalarıydı. Dolayısıyla akıldan ve bilimden uzak bir dönemin insanlar üzerindeki etkisi ne yazık ki bugün de müslümanlar üzerinde sürdürülmeye çalışılıyor... Ki bu da bana cahiliye dönemini hatırlattı.


İslâmiyet şeklî değil müftü efendi...

Aç insanlar etrafımızda kol gezerken vicdanlar susmuş, gözler kör olmuş, kulaklar sağırlaşmış vaziyette nasır tutan kalpleri uyarmak yerine, kendi nefsine hakim olamama endişesiyle olsa gerek, insanların giyimi kuşamıyla uğraşmak "Allah adına",  "din adına" çığırtakanlık yapmak mı müslümanlık oluyor?


İşi gücü bırakıp başkalarının kulluk vazifelerini takibe ve baskı altına almayı kendilerine "görev" sayanlar bilsinler ki;  öte yandan akıl ve bilimi elden bırakmayanlar evreni keşfetmekle meşgûller...


Müftü efendi, Müftü efendi!  ilk emri "oku!" diye başlayan yüce bir dine mensubuz... Siz gençleri  bilime ve akla dayalı eğitime  niye davet etmiyorsunuz?

Asıl göreviniz bu olmalıyken (ilim Çin'de olsa arayınız)...  basın önünde dünya kamuoyuna bu kadar basit ve küçültücü söylemlerde bulunmak da neyin nesi oluyor? Bu sorumsuzlukla, "şekilciliğe sapmak"la kimlere hizmet etmeye çalışıyorsunuz?


Şunu da unutmayınız ki; "Her doğru her yerde söylenmez"...


İslam dini vicdan işidir, müftü efendi! Ne yazık ki sizin gibilerin yüzünden yüce dinimiz cehaletin esareti altına alınmak isteniyor. Vicdan'dan uzak, bilim'den ve akıl'dan yoksun yaşamak dinimizin emri değil!

Sefaletle boğuşan insanlar gün geçtikçe daha da çoğalıyor, insanlar bu sebeplerden dolayı ahlaksızlığa hızla yöneliyor, yöneltilmeye zorlanıyor... Hâl böyle olunca bunlar  güvenliğimizi tehdit etmiyor, felaketin çığırtkanlığı olmuyor da, kadınların giysileri "felaketin çığırtkanlığı" oluyor öyle mi?!

Ne derler, "dervişin fikri neyse, zikri de odur"...


Sevgi ve saygılarımla!


Image"Haksızlık Karşısında Susan Dilsiz Şeytandır" Hz. Muhammed (A.S.)

12 Nisan 2013 Cuma

Ümit KAFTANCIOĞLU...













Asıl adı Garip Tatar olan Ümit KAFTANCIOĞLU, Ardahan'ın Hanak ilçesine bağlı Koyunpınar köyünde doğdu.

Ölümünün 33. yılında onu anmak,  hatırlamak ve de hatırlatmak istedim. O, zengin halk kültürünün yanısıra zengin Türkçe diliyle yazdığı eserlerinde, Anadolu coğrafyasında yaşayan halkın yaşam mücadelesini konu etti...

Ümit KAFTANCIOĞLU'nun Türkçemizin zenginliğini kullanarak yazdığı eserinden, hemen bir hatırlatma yapalım:


"Aşır:

- Arpayı böyle ufalayın, üfleyin atın ağzınıza. Bir ufak bastırın içinizi, dedi, sonra derine daldı:

- Ah oğul, ah! Buna şükredin. Benim bu karalı başıma neler gelmedi? Buna şükredin. Pişmiş tavuğun başına gelenler hiç. Urus'a verdi Osmanlı buraları. Biz de istemedik Urus'u, Kars'taki büyükler de bizi el altından arkalıyor. Molla İbram deden var ya, o başımız, köyün başı. Çete kurduk. Urus'a gün mü gösteriyoruk? Hanak'ta, bir avuç yerde kaldı Urus. Gelemedi, köyümüze, buralara. Geldi mi tepeliyoruz. Tutamıyor, yakalayamıyor. Ermeni kâfiri yerimizi söyledi Urus'un Neçelik'lerine. Bir gece Yelatan'da Ayımağaraları'nda uyurken yakaladılar bizi. Abdalemgil'in Ali, Lalaligil'in Bekteş, Dudaklı Hasan, ben. Varız bir sekiz mi, on mu? Sürdüler bizi Ahilkelek'e. Gardaşım Hasan da yanımda. Yedi yıl yattık delikte. Sonra yerin altından yol vurdukça kaçtık. Geçmiş gün, bir aya mı kırk güne mi geldik çıktık. O gelişimi iyi bilyorum. Batum'dan, Hopa'dan, Zigana'dan vurduk. Ne yiyerek? Arpa. Nerden buluyoruz?  Urus'un ordusunun atlarının, ya da yoldan geçen atın, öküzün bokunun içinden seçip de yiyorduk. Yaaa!.. Sen tertemiz arpayı beğenmiyorsun!"  YELATAN sf: 206


Ve yine,

"Kötülükler iyiliklerin değerini, çirkinlikler güzelliklerin niteliğini, yokluklar varlıkların anlamını, yoksullar zenginlerin kalesini oluşturur." diyor "Yaşama Sevinci"nde

Onu saygıyla anıyoruz...


Sevgi ve saygılarımla!


Image"Haksızlık Karşısında Susan Dilsiz Şeytandır" Hz. Muhammed (A.S.)

10 Nisan 2013 Çarşamba

Yaşasın Türk Milleti! Yaşasın Türkiye Cumhuriyeti!









Atatürk'e göre Anadolu, en aşağı 7000 yıllık Türk yurdu! 


"Bu memleket, dünyanın beklemediği, asla ümit etmediği, bir müstesna mevcudiyetin yüksek tecellisine sahne oldu. Bu sahne en az 7000 senelik Türk beşiğidir! Beşik tabiatın rüzgarlarıyla sallandı; beşiğin içindeki çocuk tabiatın yağmurlarıyla yıkandı, o çocuk tabiatın şimşeklerinden, yıldırımlarından, kasırgalarından evvela korkar gibi oldu, sonra onlara alıştı, onların oğlu oldu! Bugün o tabiat çocuğu tabiat oldu; şimşek, yıldırım, güneş oldu, Türk oldu! Türk budur: Yıldırımdır, kasırgadır, dünayayı aydınlatan güneştir!"


"Adınızı değiştirin yoksa ceza var

Artık bu kelimeleri kullanmak da yasak!

Adında "Türk, Türkiye ve Cumhuriyet" kelimesi bulunan şirketlere, "İsminizi değiştirin" biçiminde uyarılar gönderilmeye başlandı." 9 Nisan 2013 http://haber.gazetevatan.com/adinizi-degistirin-yoksa/528522/1/gundem


Bir yandan "Türkiye Cumhuriyeti" ifadesi kalkıyor söylemleri ortada geziyor...

Öte yandan  ABD’nin Dışişleri Bakanı, "Türk Halkı" ifadesini "Türkiye Halkları" ifadesi ile değiştirmeye kalkıyor...



Tüm bu gelişmeler karşısında insanın içi acıyor...

Nasıl acımasın ki?


Tarih boyu defalarca başlatılan "Haçlı Seferleri"yle bile yok etmeyi başaramadıkları  kimliğimiz  ve TÜRKlüğümüzün bugün bir şekilde elimizden alınmaya çalışıldığını görüyorum... 

Kimliğimizin sembolü bayrağımız, andımız, İstiklâl Marşımız, devletimizin adı, Cumhuriyetimiz, dilimiz, milliyetimiz, kültürümüz ağır  saldırı karşısında,  tehdit ve tehlike altında... 

"Nasıl yani?" demeye kalmadan, her biri tek tek itina ve özenle değersizleştirilip, itibarsızlaştırılmaya varacak boyuta getiriliyor...

Elin Amerikalısına bakar mısınız? Daha kıtaları keşfedilmemişken biz, çağ atlatıp, tarih yazıyorduk!!!

Mazileri, tarihi şunun şurasında 2-3 yüz yıllık var yok! Eee... Gelmiş binlerce yıllık birikimi, deneyimi ve devlet geleneği, tecrübesi olan milletimize "TÜRK diye bir şey yok, siz Türkiyelisiniz" demeye kalkıyor, iyi mi?!

Sen kimsin?!.. 

72 milleti bir araya getirmiş kovboy çeteden gelen, oradan buradan toplama bir maziye sahip değil misin? Hangi hakla ve de küstahça bize "soyunu sopunu unut..." demeye cüret edebiliyorsun?

Bir diğer  yandan da... insanlığa ders vermeye kalkan kirli, eli kanlı Avrupa, bu gelişmelere adeta "ağzının suyunu akıtarak"  bakıyor... Ki bu anlı şanlı(!) Avrupa'yı yakın tarihteki Türklere yapmış olduğu zulmüyle birden hatırladım:


"Türk olmak suçtu!
Son bir kaç haftadan beri Bulgaristan Komünist Partisi'nin aldığı bir kararla artık bu ülkede Türk ismi ve Türk varlığı diye bir şey kalmayacaktı. Edinilen bilgiye göre devlet bu sorunu çözmeye o kadar kararlıymış ki, Türk nüfusun yüzde onunun imha edilmesi bile göze alınmış. Yirminci yüzyılın sonunda böyle bir vahşetle karşı karşıya kalan Bulgaristan Türkleri için varoluşlarının en kötü günleri gelip çatmıştı. Bu asrın sonunda bu tutuklamalar, kurşuna dizme olayları Patagonya'da değil, bir Avrupa ülkesi Bulgaristan'da yaşanıyordu. Bundan böyle ben Mehmet, ağabeyim Ahmet, kız kardeşlerim de Emine, Fatma, Hayriye olmayacaklardı!? Bunları düşünmek bile insanı kahrediyor." http://www.gocmenizbiz.com/belene-kampi.html



Bu yazı 1989 yılında Türk oldukları için Belene Kampı'nda, Bulgar zulmüne maruz kalan...

Peki; bugün Belene Kampı'ndan kaçarak Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ne sığınılan güzel ve yalnız ülkemde, "Türk'üm" demek "suç" oldu,  öyle mi?

O vakit burası neresi?!


Sevgi ve saygılarımla!



NOT: Sayfama üyeliği ve yazılarıma yapmış olduğu samimi yorumlarıyla tanıdığım ÇAĞATAY Bey'in geçirmiş olduğu elim kaza neticesinde, vefatını büyük bir üzüntüyle öğrendim. Çok üzgünüm...  Duyduğum derin acıyla kendisine Allah'tan rahmet diliyorum... 

Image"Haksızlık Karşısında Susan Dilsiz Şeytandır" Hz. Muhammed (A.S.)

6 Nisan 2013 Cumartesi

DÜNYA'yı KANSER Ettiniz Be...


















"Karşılaştığınız sorunları o sorunları yarattığınız düşünce düzleminde kalarak çözemezsiniz" A.Einstein


1-7 Nisan "Kanserle Savaş Haftası"

Bugün etrafımıza baktığımızda  pek çok kişinin kanserli olduğunu ya da kanserden öldüğünü görüyor, işitiyoruz...

Çağımızın hastalıkları arasında en önemli yer tutan KANSER'in sebeplerine derinden bakıldığında hiç de öyle masum sayılacak boyutta değil...

"Çevre bilimi ile uğraşan bilim insanlarının verilerine göre iktidar sahipleri dünyamızın kritik noktada olduğu gerçeğini bilerek geleceği tasarlamalıdır" deniliyor...

Hâl böyleyken...

Doğanın dokusuyla  çıkar ve menfaat uğruna oynayan kartellere bizim de bir çift sözümüz var:

Yediğimiz içtiğimiz pek çok ürünlerin genetiğiyle oynayarak sonumuzu hazırlamak isteyenler,

Soluduğumuz havadan, yaşam kaynağımız toprağa kadar pek çok yaşamsal ana damarları temelinden sarsmanın planlarını hazırlayanlar,

Tohumda tekelleşmenin yolunu açanlar,

Doğadaki var olan bitki çeşitliliğini hızla yok etmeyi "kâr" sayanlar,

Teknoloji diye diye kurulan baz istasyonları, kontrol edilemez boyuta ulaşan silah sanayi'nin kimyasal vb. alandaki  silahları üretenler,

Bağımlılık derecesine vardırılan rant sağlayıcı unsurların  hayatımızın her alanına yerleştirilmesine sebep olanlar,

Ve yine sözde "kanserle mücadele" kapsamında kurulan ve geliştirilmesi istenen ilaç sanayiinin daha fazla rant elde edebilmesi için uğraş verenler,


Sağlık...

Sevgi...

Vicdan...

Samimiyet...

Bu unsurlar masum olan  tüm insanlara yakışıyor,

Ama gözü dönmüş tekelci sermayeye hiç yakışmıyor...

Söz konusu menfaat olduğunda, doğaya ve canlılığa dair en acımasız kararların alınmasında rol alanlar...

İnsanlığa dair böylesi sahte "gün" ve "hafta" kutlamalarıyla kendi vicdanlarını aklayabilirler...

Ancak biline ki, doğa sizi de affetmeyecek...

Zira;

Doğa yok ediliyor...

Canlılık ölüme terk ediliyor...

En masum güzellikler  kirletiliyor...

Diyeceğim... doğa düşmanları için;

Dağ, taş, tepe demeden her tarafı deldiniz geçtiniz...

Nehir, ırmak, akarsu, toprak... Allah ne verdiyse.... pervasızca talan ederek, doğanın dengesini altüst ettiniz...

Adeta... meydan okudunuz...

Doymak bilmez açgözlü'lüğünüz, ihtirasınız, güç gösteriniz... En nihayetinde cehaletiniz, sevgisiz'liğiniz, ruhsuz'luğunuz hat safhaya ulaşırken...

Ve gözü dönmüş tekellerin doğaya karşı açtığı savaş ortadayken...

Dünyayı her hücresine kadar saran kanser virüsü, oraya buraya sıçrarken...

Neyin mücadelesinden bahsediyorsunuz?!


Her geçen gün hızla yayılan beton yığınlarıyla birlikte  insanlığa pompalanmak istenen ahlaksızlıklar...

Dünyayı kanser ettiniz, insanlığı bitirdiniz be...

Asıl insanların topyekûn "doğaya ve insanlığa savaş açanlar"a karşı savaş açması gerekirken...

"Kanserle Savaş Haftası" öyle mi?

"İdareyi elinde tutanların vizyon sahibi olup, ufuk açıcı olması elzemdir. Bunun için de her şeyden önce daha fazla akıl ve daha fazla sevgiye ihtiyaç var." tespiti ortadayken...


Sayın yetkililere selam olsun...


Sevgi ve saygılarımla!


Image"Haksızlık Karşısında Susan Dilsiz Şeytandır" Hz. Muhammed (A.S.)

2 Nisan 2013 Salı

Hayrettin KARACA ile Söyleşi'm -2- "Dünyanın En Büyük Ödülünü Aldım!"...


24 Mart 2013 günü TEMA  Vakfı'nın Kurucusu ve dünyaca ünlü Karaca Arboretum'un sahibi Toprak Dede Hayrettin KARACA ile yapmış olduğumuz söyleşiye kaldığımız yerden devam ediyoruz:

Bir kız 20-22 yaşına gelmiş, 22 olmuş. mahalle ona damat bulur, evlendirir. Damat evi beğenmedi, o beğenmedi, bulurlar. Damadın ve gelinin evinde eğer yatacak oda yoksa, bir tane oda varsa, ev tutulur damada... ev döşenir. Bilirim, mahalle yapar.  mutfak eşyalarını biz almıştık. Ben buna şahit olduğum için söylüyorum. Damada iş bulunur. Aç insan yok zaten... Şimdi herkes birbiriyle giymek için yarış yapmaaaz! Yapmaz yapmaz yapmaz... Ayıptır, çok ayıptır!

Şimdi...

Biz mahalle çocukları, dışa sarkan dallardan biz yerdik. Çünkü o göz hakkıdır, o. Evvela kiraz olur, kirazı yeriz, sonra dut olur, kara dut olur, ekşi kara dut olur, onları  bitiririz., Sonra elma, armut, ayva... Onlar kolay yeniyor ya... Eğer bir yerde daha kalmışsa, ona özeniyorsak, birimiz gideriz  ağaca tırmanırız, o dalı sarkarız. Biliriz mahalleli  olarak iki kişi gideriz, biri arkasını döndürür sırtına alır ötekini çıkarır .  Sen gidersin onları eğersin aşağıya...  Göz hakkı! İçerideki ev sahibinindir, yukarıdaki kuşların, dışarıdaki, gelen geçenindir.

Eğer ev sahibi seni görürse; "Dur evladım dur dur dur! Geliyorum. Bekle bekle geliyorum. Sakın çıkma, çıkma ben geliyorum"...  Gelir seni alır kucağına, oraya çıkarır.. Sonra "Tut bakayım orayı... yavaş yavaş" der, "Acele etme... yavaş yavaş, aferin sana, ne güzel söz dinliyorsun aferin!"... Sonra bekler, alır seni kucağına; seni bir sever, bir sever, bir sever.. Seni indirir, sonra popona da bir tokat; hadi git oyna der...

Kültür mü bu?

kültür...

Biri hastaysa bütün mahalle hastadır...

Kültür değil mi?

Kültür...

Son olarak bir şey daha anlatacağım size:

Anneciğim bana 15 günde bir kurabiye yapar. Ama siniye yapar. Bizim fırına sığmaz o. Mahalle fırınına gidecek... "Aferin benim oğlum, Uslu durdu, ben şimdi ona kurabiye yapacağım." der. Ben yaramazlık yapmadım hiç... Şimdi, yuvarlakların yanında  bir tane kuş yapar, bir tane kelebek yapar, bir tane de tavşan yapar. Ama her zaman bunları yapar. Kuşların gözlerine üzüm kor, burnuna bir şey koyar. Kelebek mi, kelebek iki kanadı vardır... üzüm, ortasına da susamlar koyar...  Anacığım bayağı artistti...

Ben siniyi götürürüm fırına...

Ne vakit geleceğim? "İkindi ezanı okununca gel,  öğlen ezanından evvel gel"...Tabii, hep ezan, ezanla  konuşulur... Evden parayı alır, giderim. Tabii 5 dakikada gider, ama gelirken 15 dakikada gelirim. Sini kafamda, biri de ağzımda. E, Yiyorum. Bir elim burada, bir elim burada..

Bir gün geldim, bir tane yenmiş... Anacığım: "Ah ne yaptın oğlum! Ne yaptın evladım! Ne yaptın sen, ne yaptın? Ben sana söylemiyor muyum, bu yapılır mı bu, ne yaptın?" Ne yapmışım biliyor musun? Fırıncının çırağı var; benden 2 yaş büyük. Ona vermemişim... "Anneciğim mahalleye işe gitmiş, yoktu!" "Bekleyeceksin evladım, bekleyeceksin!"

Göz hakkı, göz hakkı... Fırıncı almaz zaten... Ama o, çıraktır! O çocuktur! Onun göz hakkı vardır!

"Bir daha n'olur yapma oğlum! Olur mu evladım? Çok günah, çok günah.. bekle evladım!" Eğer dışarıdaysa beklerim, oradaysa almazsa, ben "al" derim. Benim gözüm tavşandaysa, ve onu alırsa, hiç ses çıkarmam! Memnun olurum hatta... Eve gelirim, bir tane yemişim, kalmış bir tane... Anacığım alır siniyi, beni kucağına oturtur: "Aferin benim aslan oğluma! Aferin!" der. Anacığım göklere çıkarır beni.

Kültür bu, değil mi?

Kültür...

Akşama sofraya otururuz. Bir yerden yeriz, yemek biter. Babamın adı, "Halil".  "Halil, senin oğlun bugün ne yaptı, biliyor musun?"  "N'oldu?" işte bunu yaptı... "A benim Paşa oğlum, gel bakayım, gel bakayım" der, beni dizine oturtur. Beni, sever, sever, sever... işte benim oğlum şöyle olacaktır, böyle olacaktır...Seni hazırlıyor...

Bu kültür, kısmen de olsa Anadolu'da var hâlâ... Çünkü ben köy köy gezmişim... Şimdi işte  bu kültür, dünya kurtuluşunun bir enerjisidir! Çünkü "dünya kurtuluş hareketi, Anadolu'dan başlayacaktır" diyorum.

Şimdi peki ne yapacağız biz? O kültüre döneceğiz...

-Özür dilerim, o kültüre dönüş için sanırım millet olarak, bir felaket yaşamamız gerekecek herhalde..

Ama başladık... Felaketten evvel başladık. Hayrettin'in bir yerlerde sözü geçiyor... Sen merak etme... sen rahat ol! Köylerden başladım, kasabalara geldim.

90 yaşını aşan bu bilge insan, adeta Hz. Musa'nın asa'sı olmak ister gibi inanılmaz enerjisiyle durmaksızın üretiyor, gayret gösteriyor...  Meydan okuyor bugünün doymak bilmez "gözü aç" ve duyarsız kalmış hımbıl  insanlarına...

Devam ediyor Hayrettin KARACA, ulusunu ve vatanını korumaya hazır bir Cumhuriyet neferi olarak dimdik ayakta; kültür emperyalizmine meydan okuyarak, feryat edercesine...

Şimdi, dil ve kültür, bir ulusun en temel varlığıdır!  

Yamalı geziyorum.. Yalova'ya gelin... Benim çoğu elbisem yamalıdır. Bu (süveter) 34 yaşında. Bu (pantalon) belki 25-30 yaşında. Param var ama hakkım yok! Almam! Bu kültür, dünya  kurtuluş hareketinin başlangıcıdır. BM'in ilk defa verdiği bir ödülü TEMA aldı.  Şimdi işte dünya barışı Türkiye'den dediğimi size anlatmadım. Şimdi 1998 TEMA'nın  kuruluşunun 6. yılındayız. Ben diyorum ki, hem yönetim kurulu başkanı, hem de mütevelli heyeti başkanıyım, ikisini de bana vermişler. Efendim ben diyorum ki, artık ben yönetim kurulu başkanlığını bırakıyorum, bunu gençlere bırakıyorum..  Biz bugün varız, yarın yokuz. O açıdan bunları gençlere bırakalım,  biz de onların yöneticisi olalım.  Onlara yol gösterelim, onları bilgilendirelim.. Ama gençlere bırakalım. Başarılı olamadım. Benden 3 yaş küçük birisi oldu...  Sonra yavaş yavaş yaşlıları emekliye koyduk, hatırlarını kırmadan.

TEMA gençlerin elinde. TEMA'nın 16 bölüm faaliyeti vardır. Burada çalışanların ortalama yaşı 35'i geçmez.. Eskilerden bir-iki kişi daha kaldı. Onlar da paralarla uğraşıyorlar. Şimdi gelenler canavar gibi.. Dışişlerinden sorumlu görevlimiz 29 yaşında.. Dünyada 1000'in  üzerinde kişi ve kurumlarla ilişkisi var. Şaşırmayın sakın! Basıyor 1000 kişiye gidiyor, onlardan cevap geliyor...

Bunların çoğu kadın... Bunların hepsi "Dünya barışı hareketi Anadolu'dan.." Ben de onlarla bunu paylaşıyorum. Bunlar bugün kurumlarla, devletlerle ilişki içerisindeler.. Bacaksızlar! Bilgi paylaşılırsa ürer... Şimdi bunlar, TEMA'yı Şili'den, Güney Afrika'dan bilenler var.. TEMA'yı  Yeni Zelanda'dan biliyorlar.. TEMA buraya kadar gelmiş efendim.. TEMA dünya kurtuluş hareketidir dediğimizin sebebi bu... Biz düğmeye bastığımızda, onlarla  hep beraber olacağız.. Bunu 20 bine çıkarmak istiyorlar.. Ama 10 bin de kafî diyorlar..20 bin kişi yalnız TEMA ile değil, alıyor kitabı okuyor.. Birbirlerine... biri diyor ki, "sizinle aynı görüşte olan biri var, onu sizinle görüştüreyim diyor..."  Biri Japon, biri Polonyalı...

Ortak düşünceye sahip olan dünya insanları da bir araya geliyor. İnanılacak gibi değil...

İşte Atatürk'ün çocukları bunlar...

Atatürk'ü mümkün değil, unutturamayacaklar!

Ben, 40'ın üzerinde  belki de 45'e gelen  uluslararası ve ulusal ödül alıyorum; plaketler hariç o 400'ü bulmuştur.  Yalova'ya gelin görün, ama mutlaka gelin! Ama yazın gelin, ben oradayken gelin..

Şimdi ben pek çok ödül aldım.. Ama ben dünyanın en büyük ödülünü aldım... Onu herkes alamaz.. Ben aldım o ödülü!

Nedir o biliyor musunuz?

Ben "Türkiye Cumhuriyeti Vatandaşı" olma ödülünü aldım. Her ödülün sana verdiği bir görev vardır! O ödüle layık olman lazımdır!



Bu sözlerle birlikte göğsümün hiç bu kadar kabardığını hatırlamıyorum... Biliyorum ki o gurura hepimiz lâyık olmak zorundayız... Öte yandan Sanki o şerefli ödülü taşımaktan intikam almak istercesine bugün, bölünmez bütünlüğümüzün çimentosu olan TÜRK'lük vurgusuna ve kurucu önderimiz  ATATÜRK'e hiç olmadığı kadar alçakça saldırıların yağmur gibi aktığı bir dönemde söylenen bu sözler, yüreğimi heyecanla dolduruyor...


Şimdi ben o ödüle lâyık olmaya çalışıyorum... Ben hiçbir siyasi  kurumun üyesi olmadım; ve taraftarı olmadım; Atatürk'ten sonra... Ama ben Atatürkçüyüm! Benim kütüphanemi göreceksiniz gelince... İstanbul'a da gelin. İstanbul'a da... Çay veririm, kahve veririm. Oturacak yerde veririm, her bir şey var, hallederiz onu...

Gelin, gelin... orada da konuşalım, kitapları görün ...  8 bin kitabım var (Yalova ve İstanbul olmak üzere) Ama Atatürk ile her şeyi almışımdır.. Şimdi dil ile uğraşıyorum... Dil ve kültür giderse, ulus gider! Bugün 11 oldu... il ve ilçelerde belediye karar verdi; yabancı isimlere artık izin verilmeyecek!

-Ne mutlu... Bu ne zaman çıktı?

Tarsus'da 12 yıl evvel ve  Adana'da, Seyhan'da  15 sene evvel.. Aklıma geldi bu, ben bunu Türkiye'ye yayayım..  Şimdi 11 oldu. Yalova'ya söyledim, bundan geri kalmayın.. Yalova meclisi karar çıkardı, yabancı kelimeler kullanılmıyor... Bugün İzmit meclisi de... 11 oldu.

Şimdi, bir yerden başlamak lazım..

Şimdi ben konu dışında böyle bir görev sahibiyim...

İstediğiniz bilgiyi istediğiniz zaman istediğiniz konuda size vermeye hazırım.. Şimdi gençler, bundan önce başka hiçbir görevimiz yok! Halka inmedem hiçbir şey olmaz! TEMA halka inmiştir. Köylerde Tema temsilcisi vardır! Köylerde muhtarlarda...

TEMA Vakfı'na "Land for Life" Ödülü BM tarafından verildi...




-Evet, TEMA'nın Birleşmiş Milletler (BM) Çölleşmeyle Mücadele Sekretaryası önderliğinde ilk kez verilen "Land for Life Ödülü"ne layık görüldüğünü duymuştum...

Ama bunu gazeteler yazmadı, televizyonlar vermedi..  Kimler vardı? Devletler olarak girmişler, devletlerin üst kademeleri vardı, bakanları vardı ve dünyada hizmet yapmış, dedelerinden kalmış 3 devir 4 nesil buna adamışlar  vardı... Efendim,  vakıflar, dernekler vardı.. Ama TEMA 1. oldu!

Şimdi fruktozun çocukları nasıl zehirlediğini okuyor, inceliyorum...



Size kitaplar vereceğim.. Gelin Yalova'ya da gelin.. Yalova tabii dünyaca meşhur arboretum var..
Halka inmeden bir şey olmaz... Şimdi o gençler var ya... daha halka inemediler. "Neden?" Yeniden bir sistem kuruluyor. Yönetim kurulumuz ve idare kurulumuz şu an meşguller.. Bizim yönetim kurulu başkanımız hanımdır, onun yardımcısı hanımdır. Bunlar epeyce meşguller. İşleri bitsin artık onları İstanbul'da göremezsin...  Ben köy köy gezdim.. Niçin gezdim, Yalova'daki arboretuma bitki bulmak için gezdim.  Ben gördüklerimle erozyonu tanıdım, orada erozyonla tanıştım.. Erozyanla 1955 yılında da mücadeleye başlamışlar ama başarılı olamamışlar. Ama bunu TEMA başardı! Neden TEMA  başarılı oldu? TEMA halka indi...

Ben Atatürkçüyüm.. Atatürk'e olan sataşmak halkı yavaş yavaş uyandırdı..

Çok güzel oldu!

Ama ben size müjdeyi veriyorum: Yavru TEMA'yı kurduk. Ama size söz veriyorum, en geç 3 sene sonra onlar kürsüye çıkacaklar! O minik TEMA'lar konferans verecekler..  İnanamazsınız onlar geliyor... Türk Türk...

Türk, zekidir, çalışkandır!

Ben kendimi övmesini seviyorum ya... Bayılıyorum.. Bayılıyorum..

-Hak ediyorsunuz...

Bu yaşta bu coşkulu ve heyecan verici  çalışma...

Fransızların dil üzerinde endişeleri var..

"Fransızlar İngilizce'ye savaş açtı" İşte bu konuda Fransa parlementosunda çıkan "yasa tasarısı"nı okuyorum...

Fransızlar, dünyada en az 7 milyon insanı öldürdüler.

"Fransızlar 1954-1962 yılları arasında... Fransızlar Cezayir halkının sosyal ve kültürel hayatını Fransızlaştırma...

Cezayir'de ne kadar Arap, İslam ve Türk kültürü varsa bunu sistemli bir şekilde unutturulmasını hedef olarak seçmişlerdir. Bu unutturmadan doğacak boşluğu kendilerinin dolduracağını düşünüyorlardı..."
 
Bilgi ilgi ve tepki diye bir yazım var. Bir olay oluyor kimseden tepki yok...

Tepki toplumu olmamızı istiyorum... Olumlusunu alın öne..

Bir köylüm, bir muhtar bana haber veriyorlar... Sen de vereceksin! Kim olursa.. O muhtara telefon açıyorum, inanılmayacak bir şeyler yapmış: "Muhtarım seni alnından öpüyorum... Cennetliksin sen, bu yaptığın bu yaptığın var ya...  sana nasıl teşekkür edeceğimi bilemiyorum. Allah senden razı olsun! Sen cennetliksin!" Muhtar ne diyor; ben yalnız değilim yav.. Böylelikle yayılmış oluyor. 2. kişi de diyor; "ya muhtar sen ne yapmışın.. Allah razı olsun senden.." O muhtar ne düşünüyor? Ya ben yalnız değilim ya..

Bir köşe yazarı.. Cesaretle bir şey yapıyorsa... Ona hemen telefon açarım... belge de gönderirim. Bazen çerçeveli teşekkür de gönderirim. Bunu yapacaksınız! Ama olumlu ya bu.. Hak ettiği kadar... Ben vatandaş olarak yalnız olmadığımı anlayacağım.. Bir hareket başlatıyoruz buradan. Ben yalnız değilim dedirtecekisniz.. Bu şarttır! Bunu mutlaka yapacaksın! Hepiniz bu olumluyu sakın kaçırmayın... Bu bir toplumun kendi kendine güvencesidir. Yalnız olmadığını kendi kendine güvencesi... Bu bir toplumun kendi, kendi kendine güvenini ortaya koyacaktır. Bunu yapın mutlaka! Olumluya... Onları çoğaltalım, yaptığına asla pişman olmasın! Buna ihtiyacımız var!


Şimdi bir de tersi var. Cumhurbaşkanına yazarım. "Nike" gördüm; yabancı sermayeye hizmet ediyor.. Görürsem yazarım.. Anayasa mahkemesine yazarım... Herkese yazarım.

Ama yalnız kalıyorum, tek kalıyorum...

Bireysel... Sen yazsan, sen yazsan... Bu tepkiler karşısında kimse duramaz!

Çünkü ben Atatürk'ün mirasını korumak zorundayım, bana emanet etmiş. Bana verdiği görev var. Her şartta olsa dahi...

Ben Anayasa mahkemesine yazmışım.. Çünkü ben Atatürkçüyüm.. Her şartta...

Bir en büyüktür! Şimdi sizden istediğim vatandaş olarak... bunu paylaşın gençler!  3 olalım, beş olalım, 40 olalım, 50 olalım... bir yerden başlayın..

Bugün TEMA buraya gelmişse halka indiği için gelmiştir.. Ama iddia ediyorum, azami 3 sene sonra  minik TEMA'lar 3 yıl sonra bize ders verecekler.. Öğretmen yapıyor bunu.. Öğretmen öğretmen, öğretmen!

Öğretmen olağanüstü bir değerdir Türkiye için. Hepsi değil.. Ama hanım öğretmenler! Ben...
Türkiye'yi hanımlar kurtaracak. Bacılarım, analarım kurtaracak... İstiklal Savaşını okuyun... okuyun Sevr imzalanmış! Fransız güneydoğudan giriyor, İtalyanlar güneybatıdan giriyor, İstanbul çevresi İngilizler tarafından, Yunan da giriyor, Pontus da konuşuluyor...  O günü düşünün... daha Amasya Tamimi yok! Atatürk'ü Mustafa Kemal olarak biliyorlar, ama Türkiye'de böyle bir hareketin olacağına dair daha.. Atatürk bize bir şey demedi. Çünkü arkadaşlarını daha ikna edemiyor...

Oturuyorsun, Amasya'da konuşuyorsun... Atatürk'ün dokuz arkadaşı da "manda" istiyor...

15 saat konuşuluyor...
"Anladık, tamam anladık" diyor..

"Para yok", bulunur, "ordu yok", kurulur diyor, Atatürk

Şimdi...
1. Büyük Meclisini satır satır okuyun!

Kendi partisinin içerisine muhalif koyuyor. Hep muhaliflerin yanında oluyor.. Çünkü ona ihtiyacı var!

Yaa.. bu Atatürk bambaşka bir şeydi.. Gelmez böyle biri daha...

Bir en büyüktür. Ben en büyüğüm, sen en büyüksün!

Amerikalı Kimyager... 9 sene uğraştı ve Amerikan Senatosuna ve kimya sanayiine karşı başardı!

Size bir Hayrettin'i anlatacağım. Hayrettin  İstanbul'da ABD konsolosluğunda bir toplantıya çağırıldı gitti. Nihat arkadaşımız da var. O bir masanın başında oturuyor, ben bir başka.. Ben yanımdakine bildiklerimi anlatıyorum: Yani Amerikanın da pek sağlam mal olmadığını anlatıyorum. Olmaz bu iş; yaşamak için yaşatmak gerektiğini falan..  

Mistır KARACA sizden bir şey rica etsem, acaba bizim arkadaşlarımıza bunları anlatır mısın? Meğerse o senatör'müş... Nihat'a söyledim böyle böyle söylüyor, gidebilir miyiz? Gittik...

Bizi bir karşıladılar bir karşıladır ayyy... Bizi bir tatil köyüne götürdüler,  Olağanüstü şeyler var.. Orada her şeyden ayrılıyorsun... Huzur içinde olduk 1. gün bizi konuşturmadılar "dinlenin dinlenin yoruldunuz..."  dediler. 2. gün 15 dakika konuşacağız. 15 dakilkaya sığdırman gerekir. Nihat konuştu çok güzel konuştu ama onu alkışlamadılar. Ben 16 bölüm başlıklarını şu konu, bu konu; şu yararlı bu yararsız anlattım son 5 dakikaya bunları toparladım.

Sonuç: benim derdim neticedir, hatice değil.. Netice bunu yapacaksın!" dedim. Konuşmam bitti.  bir alkış bir alkış...

Çıktı kürsüye, 34 senatör var. "Gördünüz mü, işte böyle olacağız." dedi, "Mister KARACA gibi olacağız..." İşte mister Karaca buralara kadar geldi...

Sizinle gurur duyuyoruz...

Hollanda parlementosunda 4 kere konuştum.  1500 kişiye konuştum...

Kimim ben, kimim?

Dünya insanı

Yok!

Atatürk'ün.. Ama ben lise mezunuyum, ingilizcem var. Ama karar verdiğim her şeyi yaparım! Her şeyi  yaparım! Beni kekemeliğim buraya getirmiştir!


Şimdi biz mahalle çocukları oynuyoruz. Köşe kapmaca oynuyoruz, birdir bir oynuyoruz. Orada dil'e  lüzum yok. Ama ben ağır kekeme oldum. Anam  dedi ki; (3,5 yaşındayken) "sen geldin, bir şey anlatıyordun bana,  anlatamadın" dedi..  "Bir türlü konuşamadın"...  Bir şeyden korkmuşum herhalde...  Sonra ilkokula başladık. Efendim, kekeme olduğum belli, beni oyuna almıyorlar. Kızlarla oğlanlar oynuyorlar. Ama beni oyuna almıyorlar. Ben de kendimi ispat etmek zorunda hissediyorum. Ben de yaparım diyorum, mesela.. Ben köy köy gezmişim harman yıkamışım, buğday beklemişim. 7 saat beklerim, kurusun diye şeyler  tavuklar, kuşlar gelmesin. Yıkadılar buğdayları. Kalk derler, "kalkmam, kalkamam! Ben yapacağım." Kendimi ispat etmek hırsım var.

Hırs yaptım! Kekemelik beni buraya getirdi!

Benimle hep alay ediyorlar, "keke meke" falan filan. Benle ne top oynayan var, ne bir şey.. Ve bir tesadüf oldu... Bandırma'daki evimizde bayağı büyük bir hamam vardı. Kurnası falan tam bir hamam... Ben orada şarkı söylüyorum. "Aaa kekemelemiyorum ben!" Şarkı söylerken hiç kekemelik yok.. O halde ben kekeme değilim, dedim. Bu bana yol gösterdi. "Keee mal" diyemiyorsun ama, "Kemal" diyorsun. Bitti gitti işte... "Bu kitabı beğenmedi", "Bugün salı mı acaba"... sonra gittikçe hızlandı, buraya kadar geldi.

Ama hırs beni buraya getirdi!

Sene 1950'ler.. Yedek parça alacak kadar dövizimiz yok. Ben Türkiye'yi sanayi mamulu ihracatı kurtaracak diye çıktım orta yere. Ve 1961'de ilk Türk tirikosunu, sanayii mamülünü ben ihraç edebildim. Kafaya koyuyorum. Ve bütün 5 kıtaya da mal satacağım dedim.  Ve 1965'de 5 kıtaya mal satmıştım ben. Ve İlk aldığım ödüldür benim! Sanayii bakanlığı bana ödül vermişti...

Hırs!

Ben, 1974'de işimi oğluma teslim ettiğim gün; 38 ülkeye mal ihraç ediyordum. 1800 müşterim vardı. Bu olacak şey değil bu... Azim ve karar!

Hırs hırs..

Kekemelik beni işte... Kendimi ispat etemek şey var ya... buraya geldim ama o zehra öğretmen var ya muallime, Muallime Zehra öğretmenim olmasaydı ben buraya gelmezdim, gelemezdim!

Ne oldu bak:

Kızların saçını çekiyorum değil mi, acıyor.. Bağrttırıyorum. Çünkü kendimi ispat etmek zorundayım. Beni almıyorlar oyuna! Oğlanlara bir şey yapamıyorum, kavga falan olacak diye. Kızların saçlarını çekiyorum.  Kızlar beni Zehra öğretmene şikayet ediyorlar, anlaşılıyor bu...  İşte o Zehra öğretmenim benim kekeme olduğumu biliyor zaten..  "Hayrettin gel  bakayım, gel gel" dedi, gittim.  Eyvah, cetvelle beni dövecek! "Uzat ellerini" dedi, uzattım...  Ama o "Aaa arkadaşlarım, bakın bu ele... ne güzel bu el yav... bu el yaramazlık yapabilir mi? Ver  ötekini", onu da uzattım; "Ayy ayyy.. ikisine de bakın, ne güzel eller bu eller, ne güzel eller ne güzel öyle değil mi? Şimdi bu eller hiç yaramazlık yapabilir mi?" dedi. Ben bir daha kızların saçını çekemedim...

Ama...

Latin Alfabesi ilk çıkmış, 1929... Öğretmen, "Ali topu tut." yazıyor sen söyle diyor, Sonra "söyle bakalım" diyor, o bilemiyor, ötekine soruyor o da bilemiyor... "üzülme öğrenir öğrenir" diyor.. Onu siliyor başkasını yazıyor, onu siliyor başkasını yazıyor. Sonra sıra bana geliyor: Sen sen, sen Hayrettin  gel. Bizi, 4-5 kişiyi çağırıyor. Alın bakalım tebeşiri, yaz bakalım: Benden önce bir öğrenciye "Tüfek" diyor, o yazıyor. Bana "kitap" yaz diyor, yazıyorum. Ötekine okutuyor, bana yazdırıyor. Kekemeyim diye beni çocuklar arasında koruyor...

Ama hep böyle...




İlk evliliğim çok önemli
13 yaşındaydım, sabahleyin üzüm topladım çıkıyorum, çayırın içinde bir kız. Küçük bir kız bana baktı, ben de ona baktım aşık oldum. 13 yaşındaydım .. Evimizin arasında bir çayır var.  Bakıyorum kız pencereden perdeyi açıyor, benim ona baktığımı görünce perdeyi kapatıyor. İşte böyle gitti.. Ben de her sene tatilimi orada geçiriyorum. İşimiz gittikçe açığa çıktı. Bu defa perde kapanmıyor. Sonra evin sahibi -ben ona abla diyorum- bana dedi ki, (o dalgayı çakmış tabii.) mısır kıracağız. Koca bir sofra "imece"...   "Türkan'ı çağırayım mı?" İsminin  Türkan olduğunu  o vakit öğrendim...

Türkan da geldiii... İkimize de yer ayırmış, tam benim karşıma. Yani 3 metre falan var. Şimdi ben ona bakıyorum, o kafayı indiriyor aşağıya, o bana bakıyor bu defa ben indiriyorum kafayı aşağıya. O gün öyle geçti. Tabii Hayrettin göklere çıktı. Onu yakından gördü.  Hakikaten güzelliği anlatılacak gibi değil...

Babam beni evlendirmeye karar verdi. Bandırma'dayım, 19 yaşını bitirdim. İşe girmişim. Aynı işi ben yürütüyorum. Babam benim başımı bağlamak istiyor. Ama "belli olmaz şimdiden evlendireyim de" diyor herhalde. Bana Karacabey'den bir kız getiriyor, güzeldi, beğenmiyorum. İşte oradan getiriyorlar, buradan getiriyorlar beğenmiyorum!

Benim evde misafiri olduğum evin, abla dediğim.. onlar da biz de çalışıyorlar. Babası belediye başkanıydı. Haşim Hoca. Şimdi ben hepsini reddediyorum. Ondan sonra gittim ablaya; "Abla beni evlendirmek istiyorlar. Sen biliyorsun Türkan'dan başkasını alamam!" dedim. "Ben Türkan'ı istiyorum ama söyleyemiyorum, sen söyle babana" dedim. Babası Manyas'a gidecek, Onlara söyleyecek. "Hayrettin seni istiyor" diye.

Babası doktor subay... Haşim Hoca bana diyor ki; "Gideceğim ben oraya.. Ama iki satır bir şey yaz. Belki ben yapıyormuşum gibi olacak." Türkan'a yazdım: "Seninle evlenmek istiyorum." Şimdi gidiyor Haşim Hoca, bunu söylüyor. Babası "Biz karışamayız, Türkan'a sormak gerekir. Evet, Hayrettin'i tanıyoruz  biz bir yerden. Ama Türkan'a sorun." diyor.

Türkan’a sormuş Haşim Hoca. Kağıdı da vermiş. Türkan hiçbir şey söylemiyor, söyleyemiyor... Türkan'dan ses yok. 4 gün orada kalıyor. Tam Haşim Hoca giderken yolunu kesiyor; "Ben Hayrettin’i istiyorum" diyor... Sonra onun ilk defa sesini nikah kıyılırken kısık bir "evet"le  duydum..

İşte o günler böyleydi. Söyleyemezdin aşkını... Nikahta duydum sesini...

Ama Türkan'ın güzelliğini bırak... O kadar sosyal bir kişi ki, Türkan'ın olduğu yerde kimse dedikodu yapamaz. Onun insanlık tarafı var..

Ama Veremden öldü!

Gelirseniz size kitabımı da veririm, Hayrettin KARACA diye. Mutlaka gelin...

BİTTİ.


 Sevgi ve saygılarımla!


Image"Haksızlık Karşısında Susan Dilsiz Şeytandır" Hz. Muhammed (A.S.)