29 Mayıs 2014 Perşembe

Bayılıyorum Şu "Düzenli Dünya"ya












Şair  Melih Cevdet ANDAY, düzenli dünyaya ne kadar bayıldığını ve her şeyin nasıl da bir düzen içinde yürüttüğünü "DÜZENLİ DÜNYA" şiirinde dile getiriyor.

Diyor ya...


"Altta ölüler, 
Üstte diriler 
Gel keyfim gel!"


* Soma ’daki maden  faciasının meydana geldiği Soma Kömür İşletmeleri’ne ait kömür ocağında elektrikçi olarak çalışan  Cemal Yıldız, 19 yaşındaydı ve üniversite masraflarını karşılamak için madende çalışırken öldü.
Cemal'in annesi;
"Ben oğlumu yemedim, içmedim, büyüttüm. Memlekete faydalı birisi olsun diye. Oğlumun ölüm haberiyle yıkıldım. Madende çalışmasını istemedim, tehlikeli olduğunu söyledim. Ama ısrar edip işe girdi.”



* Dershane parasını biriktirmek için çalıştığı kaydedilen 19 yaşındaki Erdoğan Polat, Şişli’de yapımı devam eden bir rezidans projesinin inşaatında, 15. kattan düşerek hayatını kaybetti. 10 Nisan 2014



DÜZENLİ  DÜNYA 

Bayılırım şu düzenli dünyaya 
Kışı yazı 
Baharı güzü 
Gecesi gündüzü sırayla. 
Ağaçların kökü içerde 
Bütün ağaçların kökü içerde 
Dalların başı yukarda 
İnsanların aklı başında 
Bütün insanların aklı başında 
Beş parmak yerli yerinde 
Baş işaret orta yüzük serçe. 
Diyelim kalksa da serçe 
Orta parmağa doğru yürüse 
Ne haddine! 
Yahut akasyanın biri 
Başını toprağa daldırdığı gibi 
Bir gezintiye çıksa 
Merhaba kestane, merhaba çam 
Selâmün aleyküm, aleyküm selâm 
Kimsin nesin nerelisin derken 
Laf açılır mı bizim akasyanın kökünden 
Bir uğultudur başlar rüzgârda 
Kökü dışarda, kökü dışarda... 
Yahut ne olur koca bir dağ 
Baş aşağı gelsin... 
Aman Allah göstermesin. 
Bayılırım şu düzenli dünyaya 
Altta ölüler 
Üstte diriler 
Gel keyfim gel!

Melih Cevdet ANDAY



* Bayılıyorum üç dört çocuk yapanlara  

"Türkiye’de doğum yapacak olan Ataizi önceki gün katıldığı bir davette ayaküstü gazetecilerin sorularını yanıtladı. Amerikalı eşi Benjamin Harvey’in sanılanın aksine maço olduğunu belirten Hande Ataizi “Aslında ben öyle sert değilim evde sizin görmediğiniz bir tarafım var” dedi. Doğacak bebeğinin hem Türk hem de Amerikan vatandaşı olacağını söyleyen oyuncu “Ben burada tanıdığım bildiğim doktorum varken dışarıya gitmeyeceğim. Burada hastanede şımarma lüksüm de var. İnşallah kafası çalışan bir çocuk olur da Amerika’da okur ” diye konuştu." 29 Mayıs 2014


* Ünlü şarkıcı Serdar Ortaç nişanlısı Chloe Loughnan ile birlikte Etiler Limonata'da akşam yemeği yedi.

"Elinde spor çantası ile dikkat çeken Serdar Ortaç, spor yaptığını o arada da Chloe’un solaryuma gittiğini söyledi. Geçtiğimiz gün Serdar Ortaç’ın nişanlısı Chloe Loughnan’a düğün hediyesi olarak BMW Z4 marka araba aldıkları konuşulmuştu. Serdar denediklerini ama beğenmediklerini söyledi. Çıkışta ise yeni aldığı başka bir BMW araba ile görüntülendi.." 29 Mayıs 2014

Valla, hakikaten bayılıyorum şu düzenli dünyaya...

Mesela...

"Diyelim kalksa da serçe 
Orta parmağa doğru yürüse "



Sevgi ve saygılarımla!

"Haksızlık Karşısında Susan Dilsiz Şeytandır" Hz. Muhammed (A.S.)

26 Mayıs 2014 Pazartesi

Diyarbakır Olmuş DiyarBETON

















Dedim ya, Diyarbakır'a geziye gittik... Bu harika ilimizi ve gezimizi keyifle taçlandıran bir akşam yemeği sefamız oldu. Hani... türkülere, hikayelere, şiirlere, kitaplara konu edilen ve Dicle Nehri kenarında yer alan Kırklar Dağı. Bu dağ aynı zamanda buranın seyir tepesi olarak anılmaktadır. Zamanında kırk evliyanın dağdaki mağaralarından birine girip bir daha çıkmadıkları rivayet edildiği için  dağa "Kırklar" adının verildiği söyleniyor.


"Eyvan" gecesi, sıra gecesinin Diyarbakır usulü olanı. Eyvan "avlu" demek. Eskiden konu komşu, mahallede bir evin "avlusunda" toplanır, eğlenirlermiş.

Hal böyle olunca, hazır Diyarbakır'dayız biz de bu geceyi tarihi Erdebil Köşkü'nde yaşadık.  Doğası, havası inanılmaz güzel... Tabii içindeki dostlar da güzel olunca bizim de mutluluğumuz katmerlendi..

Her şey güzel güzel olmasına da, karşımızda insanı derinden sarsan ve o canım güzelliği yok eden,  Diyarbakır'ın tam kalbine saplanmış bir hançer gibi ucube binaların inşaasına  başlanmış, Kırklar Dağı'nın imara açıldığını gördük. O muhteşem güzelliği yok edecek bu binalara imar izni "nasıl verilir?" diye insan sormadan edemiyor doğrusu...   Vallahi inanılır gibi değil! Aynı duygular herkesin yüreğini yakıyor. Ki bu durum, Diyarbakır halkını da gerçekten mutsuz ettiği söylendi..

Anlaşılan o ki, Diyarbakır Belediye Başkanı asıl ilgilenmesi gereken bu önemli sorunları unutmuş... 

Yazık ki bu durum hem Diyarbakır'a, hem Diyarbakırlılara, hem de Diyarbakır'ın tarihine ve kültürüne  bir ihanet olarak kalacaktır! Dolayısıyla korunması gereken tarihi bir mirasımız daha yok edilmenin eşiğinde...

Tarihten gelen halkın mirası, halka bile sorulmadan talan ediliyor...


Sevgi ve saygılarımla!


"Haksızlık Karşısında Susan Dilsiz Şeytandır" Hz. Muhammed (A.S.)

22 Mayıs 2014 Perşembe

Hani Temizlik İmandandı?




Haftasonu eşimin "Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi" buluşması münasebetiyle Diyarbakır'daydık... Harika bir gezi oldu. Gezi kapsamında Mardin, Midyat, Hasankeyf de vardı.

Müthiş güzelliklere ve zenginliklere sahip bu bölgeye yakışmayan bir kaç nokta üzerinde durmak istiyorum:

"Neredeyse tamamen yıkılmış olduğu için, günümüzde Dicle'nin iki yakasını bağlayamayan ama, buna karsın güzelliğini yitirmeyen simgeleşmiş Roma Köprüsü ile de görülmeye değer," aynı zamanda "dünya mirası kapsamında" da olan tarihi  miraslarımızdan birisidir Hasankeyf.

 Mardin'in 5 km. kadar dışında bulunan çok eski bir Süryani manastırı olan Deyrulzafaran Manastırı  terasından doğa harikası  bir Mezopotamya ovası manzarası ile avlusunda gerçekten huzurla oturabileceğiniz,  muhteşem  bir yer... kapıdan içeri girdiğiniz anda o bölgeden başka bir coğrafyaya çıkıyor gibisiniz... Zira bölgenin sıcak havasına rağmen üfül üfül esen bir yerde...

Oradan ayrıldıktan sonra Hasankeyf'e geldik. Kaleye çıkmak yasak.  Dolayısıyla  aşağıda bulunan camiinin bulunduğu mekana hep birlikte girdik.

Ne yazık ki büyük bir hayal kırıklığıyla birlikte ezilen ve isyan eden ruhumu tarifsiz bir sızı kapladı...

"İnsana huzur verecek  şeyler yok bizim camiimizin bulunduğu alanda. Ne bir temizlik, ne bir intizam ne de çevre düzeni...

Bakımsızlık diz boyu...

Nerede otursam diye düşünmekten üzerime korku bastı. Sonra biraz önce ziyaret ettiğim manastırı düşündüm. İkisi arasında yaptığım mukayeseyle birlikte gördüğüm manzara korkunç bir uçurum  çıkardı karşıma. İkisi de ibadet yeri... Üstelik ikisi de aynı coğrafyada neredeyse bitişik sayılacak kadar birbirine yakın topraklar üzerinde.. Zira birisi "cennet" gibi çiçeklerle bezenmiş, bir diğeri yemyeşil bir ağacın gölgesinde inşa edilmesine karşın zerre kadar, insanda huzur bırakmayan bir tablo vardı. Yani gördüğüm şu ki; her yer çöp, havada da,  inanılmaz keskin tuvalet kokusu vardı. Kötü kokularda, sinekler sıcakla boğuşur gibiydi... Camiinin karşısı tuvalet ve abdest alma yeri.. buralar çırılçıplak ortada.. Diğer tarafta manastırda ise tuvaletler öyle uluorta yerde değil.. Camiinin kapısı düzensiz şekilde ayakkabılarla dolu, sinekler vızır vızır.. Camiinin içerisindeki, uzaktan görebildiğim kadarıyla, dikkatimi ilk çeken, tavandaki inanılmaz örümcek ağları ve kirliliği oldu..

Pes vallahi, pes!!! 

Allah aşkına.. "temizlik imandan gelir" diyoruz ama, camiinin durumu ortada.. Üstelik turistik ve dünyaca tanınmış bölgenin bir  camiisi bu... Ruhum daraldı. Kendi kendime söylendim öfkeyle... Zira hiç olmadık yerlere teee, dışarılardan lale filan getirtilip oraya buraya dokusu uysun uymasın ekenler, yine dokusu coğrafyasına uyar mı uymaz mı hiç düşünülmeden  -yurt dışından- "görgüsüzce" ağaçlar getirtilerek dikmeye kalkanlar, nedense söz konusu camii olunca bunların hiçbirisini aklına dahi getirmemiş. Öte yandan bu  içler acısı manzara İslam dinini "aşağılatmaktan" öteye geçemeyecek kadar "zavallı" hale düşürüyor...

 Bu duruma sebebiyet olarak düşündüğüm acı gerçek; acaba "sahipsiz" bırakılmaktan mıdır? Zira aynı topraklarda iki ayrı ibadet yeri. E, o zaman niye aralarında uçurum var?

Bu işlerin, sadece halkın koruması ya da ne bileyim yöre halkının anlayışına teslim edilemeyecek kadar önemli olduğu ortada değil mi? İnsan camiiye girdiği zaman oradan çıkmak istememeli! Burada ise, bir an önce o mekandan ne yazık ki çıkma hissine kapılıyor insan..

Üzülerek ifade edeceğim ama,  ben, manastırın güzelliğine büyülenirken ne yazık ki kendi ibadethanemin bulunduğu mekandan çıkmak için sabırsızlandım!!!

O vakit..

Bu durumda insanı görüntü itibariyle cezbeden hangisi olacaktır? 

İslam coğrafyasında İslam dinini yaşayan insanların, sahip olduğu kendi topraklarında ibadetini yaptığı mekanlarının bu kadar ucuz ve kalitesizliği barındırması, bizlere reva mı?

En özel, en kutsal yerlerimizi alt yapısı hazırlanmadan, iyi düşünülmeden alelade bir şekilde  dünyaya açmak, bölgenin örnek gösterildiği Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ne yakışıyor mu?

Milletler tarihleri ve kültürleriyle varlıklarını sürdürürler... İslâm dini ve İslam anlayışını yerle bir etmeye maruz bırakacak bu yaklaşımlar gerek ülkemize, gerek inancımıza gerekse köklü tarihimize ve geçmişimize büyük bir ihanettir!!!

Ki o sebeple olsa gerek, camiinin sözde avlusuna girdiğim andan  itibaren ruhum acı ve sıkıntıya büründü. Dahası kendimi inanılmaz aşağılanmış hissettiğimden olsa gerek, rehber arkadaşın bir kaç adım ileride, tarihi mekanın anlatımlarını bile dinlemeyi reddettim!

Bu aşağılanmayı kendime ve ülkeme yakıştıramadım. 
Orası "yol geçen hanı" filan değil! 
Orası sıradan bir yer değil! 
Orası "kuş uçmaz, kervan geçmez" misali  ıssız bir yer hiç değil! 


Manastır örgütlü ve kurumsal bir yapıyla işliyor, dolayısıyla maddi olanağı o sebeple var diyenlere,

Bizim de bırakın halktan toplanan hayır paralarını, koskocaman bir Diyanet'imiz var... Dahalarını saymaya bilmem gerek var mı?

Diyeceğim...

Bu ayıptan öte neredeyse 3. dünya ülkelerini aratmayacak görüntülerin bir an evvel ortadan kaldırılması için Diyanet'in ve Turizm Bakanlık yetkililerinin derhal harekete geçerek orada bulunan camiinin en az yanıbaşındaki manastır kadar temiz, iç açıcı, ferah bir konuma getirecek çalışmaların ivedilikle başlatılması kaçınılmaz olmuştur!!!

İlgili kurum ve sayın yetkililere duyurulur!


Sevgi ve saygılarımla!

"Haksızlık Karşısında Susan Dilsiz Şeytandır" Hz. Muhammed (A.S.)

19 Mayıs 2014 Pazartesi

Eşsiz İrade'nin Özetidir Bu...


















MUSTAFA KEMAL PAŞA SAMSUN'DA

Mustafa Kemal Paşa 19 Mayıs 1919'da Samsun'a geldi. Bir süre çalıştıktan sonra kentin postanesine gitti. Görevli bulunan PTT memuru o günü söyle anlatıyor:
Hava yağmurlu ve elektrikliydi. O zamanlar paratoner sistemi olmadı­ğı için telleri toprağa vermiştim. Saat gece yarısına yaklaştığı bir anda kapıdaki nöbetçi koşa koşa geldi, bir haber verdi. Mustafa Kemal Paşa geliyor. O sırada, Mustafa Kemal Paşa tek odadan ibaret telgrafhaneye girdi. Ayağa kalktım.
- Buyurun Paşam.
- Derhal Havza ve Amasya ile görüşmem gerekiyor dedi.

- Hava elektrikli, telleri toprağa verdik, sizi görüştüremem!
- Bu, vatanın kurtuluşu ile ilgilidir. Muhakkak görüşeceğim, ya ölürüz, ya vatan kurtulur, dedi.
Ceketin cebinden ipek mendilini çıkarıp maniplenin üzerine koydu. Benim için telleri devreye sokmaktan başka yapacak bir şey kalmamıştı.
- "Sen ölürsen ben de ölürüm" dedi.
Elimi bırakması için söylediğim ısrarlı sözlere aldırmadı, elimi uzun süre bırakmadı. Önce Havza'yı aradım. Derhal cevap geldi. Nöbetçi memur, Kemal Paşa'nın adamlarının emir beklediklerini söyledi. Paşa şifreli bir not verdi, yazdım. Gelen şifreli cevaba elimi bırakmadan baktı. Bir kağıda çabu­cak şifreli bir şeyler yazdı. Havza'ya iletmemi söyledi. Amasya ile de istedi­ği konuşmayı yaptı, sonra;
"Oh çok şükür, şimdi vatan kurtuldu." dedi ve maiyetiyle gitti. Birden aptallaşmıştım. Oturduğum yerden kalkamadım. Mustafa Kemal Paşa hayatını ortaya koyan bir kişiydi. Fes kapmaya, mevki elde etmeye gelmiş biri olamazdı. O bir gerçek vatanseverdi, Atatürk'e hayranlığım yağmurlu bir gecede böyle başladı işte...
Ahmet Remzi COŞKUNER

Mustafa Kemal Atatürk'ün eşsiz iradesiyle Türk milletini bağımsızlığa taşıyan ruhun en kısa özeti; işte bu...
Ve bugün haksızlıklara karşı bir ulusun dünyaya başkaldırdığı günün 95. yılı... 

Büyük Türk Ulusu'nun 19 Mayıs Atatürk'ü Anma  Gençlik ve Spor Bayramı Kutlu olsun...

Sevgi ve saygılarımla!

"Haksızlık Karşısında Susan Dilsiz Şeytandır" Hz. Muhammed (A.S.)

15 Mayıs 2014 Perşembe

"Ocak"ımız Çöktü!




GERMİNAL, Emile ZOLA'nın, maden işçilerinin yaşadığı zorlukları ve çileli yaşantısını anlatan  dev bir eser. Kitap okunduğunda, hayatı sorgulayarak ona göre yaşam tarzımızı gözden geçirmek kaçınılmaz... Zira insanın tüylerini ürperten ve derin bir "iç" çekmemize vesile olacak kadar sefil bir hayatı gözler önüne seriyor ZOLA.


1860'lı yılların Faransa'sındaki madencilerin yaşamını konu ediyor. Ve bu kitap, olağanüstü bir gözlemle yazılmış. Zira kitabın yazımı sırasında Zola'nın elinde not defteriyle dolaştığı,  nerede bir madenci grevi varsa orada olduğunu romanın  önsözünden okuyoruz.

Aşırı yoksul madenci mahallelerindeki açlık, yoksulluk, ahlaksızlık..

İşte kitaptan yüzyıl öncesinden bugünümüzü özetleyecek cümleler:

"Ücretleri yükseltmek kolay mı? Çelik gibi sarsılmaz bir tasayla en alt düzeyde, işçilerin ölmeyecek kadar kuru ekmek yemelerine ve bol bol çocuk yapmalarına yetecek düzeyde tutarlar... Ücret daha aşağı düşerse işçiler açlıktan geberir, yeni işçi isteği de ücreti yükseltir. Çok yükseğe çıkarsa, çok artan talep bunu düşürür.. Aç midelerin dengesidir bu, yaşamboyu açlığa mahkûmiyettir bu." Germinal (Oda Yayınları) Emile Zola, sf:149

"Germinal" Fransızca'da: "filize ait" anlamına gelir. Daha sonra... "tohum yeşerince" denmiştir.

"Şimdi nisan güneşi tam gökyüzünde, doğum sancıları çeken toprak anayı ısıtarak bütün görkemiyle ışıldıyordu. Toprak ananın verimli bağrından yaşam fışkırıyor, tomurcuklar yeşil yapraklar halinde patlıyor, tarlalar başvermek için sabırsızlanan tohumların itişiyle ürperiyordu.Tohumlar sıcağa ve ışığa kavuşmak için dört bir yandan kabarıyor, uzuyor, ovayı yarıp dışarı fırlıyordu. Özsuyu fışı fışır sesler çıkararak yükseliyor, çatlayan tohumların filizleri büyük bir öpücük sesi halinde ortalığa yayılıyordu. Arkadaşlar, sanki toprak düzyine yaklaşmışlar gibi, üst üste gitgide daha açık seçik vuruyorlardı kazmalarını. Cana can katan, her yandan gençlik fışkıran o sabah, gökte alevler saçan güneşin altında yüzen ova işte bu uğultuya gebeydi. Topraktan insanlar bitiyordu, sabah izlerinde ağır ağır kapkara, öc alıcı bir ordu filizleniyordu; bu ordu pek yakında bütün toprağı çatlatacak olan gelecek yüzyılların ürünleri için boy atıyordu. " Zola/Germinal, Sf:524


Evet bugün tarih; 15 Mayıs 2014... 

Ve mayıs güneşi toprağı nisandan daha fazla ısıtıyor... Toprak ana daha bir coşuyor.. Ama Soma'daki arkadaşlar yüzyıl öncesindeki arkadaşlar gibi toprak düzeyine yaklaşamadan kazmalarıyla birlikte, üst üste istiflenerek can verdiler... Ve toprağın altında can pazarı yaşanıyor dünden bugüne... 

14 MAYIS 2014 SOMA'nın üzerine kara maden çöktü... "Topraktan insan bitiyordu"nun aksine Soma'da dünden bu yana topraktan insan  bitmiyor!

19. yüzyıl Fransa'sının çileli hayatı,  ne yazık ki  bugünün -21. yüzyılın- "Modern Türkiye"sini anlatıyor...

Kan, ter, açlık ve gözyaşıyla yoğrulmuş çileli insanların acılarını bugün Soma'dan yaşıyoruz. 

Yazık çok yazık...

Canımız çok yanıyor...


Sevgi ve saygılarımla!


"Haksızlık Karşısında Susan Dilsiz Şeytandır" Hz. Muhammed (A.S.)

14 Mayıs 2014 Çarşamba

Maden Ocağının Dibinde....














Lütfen İzleyin...


Yüreğimiz yanıyor,

Soma halkına  Allah sabır güç kuvvet versin...

Canımız fazlasıyla acıyor...

Görev şehidi madencilerimize Allah'tan rahmet diliyorum...

Yüce Türk milleti var olsun...

Ayırdılar seni dünyadan...

Sevgi ve saygılarımla!


"Haksızlık Karşısında Susan Dilsiz Şeytandır" Hz. Muhammed (A.S.)

12 Mayıs 2014 Pazartesi

Şaşırdınız Be!


Vahşi Batı...

Yugoslavya'yı paramparça ettin...

BM eliyle 8 bin müslümanı katlima maruz bırakarak Kosova'yı ayırdın...

Oh ne âlâ, geldi "özgürlük", "demokrasi"...

Irak'a saldırdın, çoluk çocuk demedin milyonlarca insanı kırdın, katlettin,

Oh ne âlâ, geldi "özgürlük", "demokrasi"...

Libya'yı haşat ettin, binlerce insanı kırdın geçirdin...

Oh ne âlâ, geldi "demokrasi", "özgürlük"...

Afganistan'a daldın TALİBAN diye yamyam kılıklı yeni bir  "islam" yaratarak müslüman coğrafyasını hallaç pamuğu gibi attırdın... Müslümanı müslümana kırdırdın...

Oh ne âlâ, geldi "demokrasi", "özgürlük"...

İşine gelmeyen yerleri böldün, parçaladın, tarumar ettin...

Bunları bir kenara bırak...

Ermeni "soykırımı" filan derken...

Bismillah...

Kıbrıs'la başlandı!

"Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), Kıbrıs Barış Harekatı ve sonrasında Ada'nın bölünmüş kalması sebebiyle Türkiye'ye verdiği tazminat cezasını karara bağladı. AİHM, Türkiye'yi 90 milyon Euro tazminat ödemeye mahkum etti."12 Mayıs 2014

40 yıl önce, meşru müdafa hakkımızı kullanarak yapılan bir savaşı tazminata "mahkum" ediyor...

1963'den 1974'e kadar  Ada'yı kana bulayan EOKA'nın zulmünden kurtarılan soydaşlarımız,  o gün bugündür kimsenin burnu bile kanamadan "Barış Harekatı" sayesinde huzur içinde yaşıyorlar...

Vay be...

1915 derken 1974...

Şimdi sırada tazminat ödetmek üzere, 1919 Kurtuluş Savaşı'mız mı var?


ŞAŞIRMIŞSINIZ SİZ!


Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacaktır...



Sevgi ve saygılarımla!



"Haksızlık Karşısında Susan Dilsiz Şeytandır" Hz. Muhammed (A.S.)


10 Mayıs 2014 Cumartesi

Ellerinden Öpüyorum...



Mustafa Kemal ATATÜRK...

Bu memleketi memleket,

Bu toprakları vatan yapan,

Yanmış, yıkılmış bir avuç külden

Yeni yepyeni bir devlet kuran,

Tebaadan ulusa,

Ümmetten yurttaşa

Kocaman bir ulus yaratan,

Türk kadınını köleden,

Başı dik, alnı açık özgür hale getiren

Yüz yılda bir...

Eşsiz Ata'mızı dünyaya getiren

Zübeyde Hanım'ı 

Sonsuz sevgi ve saygıyla anıyorum...

Bu vesileyle başta sevgili anneciğim olmak üzere

Bütün  annelerin ellerinden öpüyorum...


Sevgi ve saygılarımla!



"Haksızlık Karşısında Susan Dilsiz Şeytandır" Hz. Muhammed (A.S.)

9 Mayıs 2014 Cuma

Ha Rasputin...

















Mustafa Kemal Atatürk, 30 haziran 1925 tarihinde şöyle konuşuyordu:

"Efendiler ve ey millet! İyi biliniz ki, Türkiye Cumhuriyeti, şeyhler, dervişler, müritler, meczuplar ülkesi olamaz. en doğru, en gerçek tarikat (yol) uygarlık tarikatıdır. Uygarlığın buyurduğu ve istediğini yapmak insan olmak için yeterlidir. Tarikat başkanları bu dediğim gerçeği bütün açıklığı ile algılayacak ve kendiliklerinden derhal tekkelerini kapatacak, müritlerinin bundan böyle olgunluğa eriştiklerini kabul edeceklerdir."

BONEY M RASPUTİN


Adı Grigorij Jefimoviç Rasputin: 22 ocak 1869'da, Ural dağları'nın yakınındaki Pokrovskoye köyünde doğdu.  29 Aralık 1916'da öldü.

Küçük yaşta manastıra gönderildiği için eğitimini manastırda aldı.  Hlısti mezhebine katılarak  oradan edindiği bilgi ve etkilerle kendine özgü bir din oluşturup, tarikat kurdu.
1886'dan 1901'e kadar Rasputin 15 sene boyunca Rusya'da gezip her yerde vaazlar verdi. 1905'te St. Petersburg'da Rasputin'in de katıldığı büyük bir dini toplantı yapıldı. Orada saygın din adamlarıyla tanıştı ve kendisine saygın bir çevre edindi.

1907 yılında Çar'ın oğlu Aleksey ırsi olan hemofili hastalığı sebebiyle ve doktorların  tüm müdahalelerine rağmen çocuğun iç kanamalarını durduramazlar. Çariçe Aleksandra, oğlunun hastalığını ancak Rasputin'in  tedavi edebileceğine inanır. Saray camiasında varlığı bilinen Rasputin bu durumda son çare olarak Çariçe tarafından çağrılarak ve hipnotizmayla çocuktaki kanamaları durdurur.  Dolayısıyla bundan böyle Rasputin Çar ailesi için çok önemli birisiydi...

Çar'ın orduların başına, cepheye gittiği dönemde Rasputin diğer hanedan mensupları ile birlikte sarayda bulunmaktaydı ve Çariçe Alexandra Fyodorovna ile ülkenin yönetiminde söz sahibi olmaya başlamıştı. Çar, doğrudan eşinden aldığı mektuplarla ülkeyi ve savaşları yönlendiriyordu. bu durum önce sarayda daha sonra da halk arasında yaygın söylentilere ve tepkilere, moral bozukluklarına yol açıyordu. Bu duruma Ortodokslarda katıldı...


Nihayetinde 1. Dünya Savaşı Rasputin'in ölümüne sebep oldu. Hanedandan Prens Felix Yussupov  ve birkaç arkadaşı Rasputin'i silahla öldürüp buzlu Moyka Nehri’ne attılar.

Demem o ki.. Her dönemde ve her toplumda adına ister cemaat,  ister şeyh denilsin bu türden kişiler çıkıyor ve -din'i kullanarak- toplumu istediği şekilde yönlendirip kullanmaya kendilerini muktedir görebiliyorlar.

Bunun açık kanıtı ortada...




"Tarikat Şeyhi Nazım Kıbrısi öldü, yerine oğlu geçecek."

"Müritleri, şeyhin tabutuna dokunmak ve öpmek için birbirleriyle yarıştı."

Yok aslında birbirlerinden farkları...

Ha Rasputin, ha bizdeki şeyhler, şıhlar...





Sevgi ve saygılarımla!



"Haksızlık Karşısında Susan Dilsiz Şeytandır" Hz. Muhammed (A.S.)