29 Haziran 2015 Pazartesi

Daha Ne Kadar Erteleyeceğiz!!!




"Kant, dünyayı algılamamızda hem "duyu"ların hem de "us"un  rol oynadığını söylüyordu... İnsan aklı dünyayı algılayışta önemli bir rol oynar."

Ve insanların "etrafındaki şeylerin nedenini araştırmak gibi bir özelliği" olduğuna dair, "Sofi'nin Dünyası" kitabında verilen bir örneğe dikkat çekmek isterim:

"- Odanın ortasında bir kedi düşün. Odanın içine bir top yuvarlasak kedi ne yapar?
...topun arkasından koşar.

- Peâlâ, ya sen olsan odadaki. Önünden birden bir top yuvarlansa sen ne yapardın? Arkasından mı koşardın?

- Her şeyden önce dönüp topun nereden geldiğine bakardım.

- Evet, çünkü sen bir insansın. İnsan olduğun için de her olayın nedenini bulmak istersin. Nedensellik yasası senin bir parçandır." Jostein Gaarder, S.Dünyası sf:372


Dolayısıyla... şuan da  bölgemiz ve güney sınırımız kaynayan bir kazan... Ve plânı hazırlayanlar, bölge insanlarını tıpkı "odanın içine yuvarlanan topun arkasından koşan  kedi" gibi istedikleri şekilde yönlendiriyorlar.  Zira baksanıza, mübarek RAMAZAN ayının içerisinde olmamıza rağmen... aralıksız katliamlar devam ediyor... Kardeş kardeşi katlediyor.. Ölen de öldüren de "müslüman"... Bölgemiz etnik ve mezhepsel bir iç çatışma altında... Değerlerimiz, kutsallarımız hallaç pamuğu gibi  atılıyor... İnsanlar evlerinden barklarından en önemlisi de yurtlarından  ediliyor... Bölgenin demografik yapısı ırkçı ve mezhepçi yaklaşımlarla değiştiriliyor...

Sonuç: 

Kant'a göre; "insanın dünyayı algılayışını belirleyen iki tür koşul vardır. Birincisi duyularımızla algılamadan önce hakkında bir şey bilemeyeceğimiz dış koşullar ki buna bilginin maddesi diyebiliriz. İkincisi de... insanın içinde olan koşullar ki buna da bilginin biçimi diyebiliriz."

O vakit, daha fazla kan dökmeden, ülke bütünlüğümüz parçalanmadan  "dönüp topun nereden geldiğine bakma"daha ne kadar erteleyeceğiz!!!



Sevgi ve saygılarımla!




"Haksızlık Karşısında Susan Dilsiz Şeytandır" Hz. Muhammed (A.S.) 




26 Haziran 2015 Cuma

Güzel Bir Yaz Dileğiyle...



Bugün itibariyle tatile girdik...

1 Eylül 2015'te yeni başlayacak eğitim-öğretim yılına kadar "mola"...

Yani önümüzde iki aylık bir dinlenme süreci var.

Ne mi yapacağım?

Hiç şüphe yok ki öncelikle resmî anlamda hiçbir yere sorumlu olmamanın keyfini çıkaracağım...

Ve yine,

Yarım kalan kitaplarımla birlikte, yeni yepyeni kitaplara başlamanın heyecanını şimdiden duymaya başladım bile...

Herkese güzel ve sımsıcak bir yaz dileğiyle...




:)


Sevgi ve saygılarımla!


"Haksızlık Karşısında Susan Dilsiz Şeytandır" Hz. Muhammed (A.S.) 

22 Haziran 2015 Pazartesi

Du Bakali N'olecak



"Türkiye, Avrupa’nın "en huzursuz" ülkesi 

Ekonomi ve Barış Enstitüsü dünyanın en huzurlu ülkeleri sıralamasını yayımladı. Raporda, Türkiye Avrupa ülkeleri arasında 36. ve son sırada yer alırken dünyada ise 162 ülke arasında ancak 135'inci oldu." 22 Haziran 2015

Du bakali n'olecak

Aziz Nesin'in kısa hikayesi, özünde olaylar karşısında katılımda bulunmak veya bir şeyler yapmak  yerine, "bakalım şimdi ne olacak?" bekleyişindeki halkların durumunu hicveder

Dolayısıyla...

E adamlar ellerinden geleni yaptılar. Biz hâlâ mutluluğu bulamadık!  Onun için,  elin adamı ne yapsın? Haklı valla... özellikle bölgemize "barış",  "demokrasi", "özgürlük" getirmek için çırpınıp durdular...

N'apsınlar...

Yüzyıllık projelerini uygulayabilmek için her bir şeyi yaptılar, seyrettik..

Yok "Arap baharı" dediler,  seyrettik..

Yok "turuncu devrim" dediler,  seyrettik..

Yok "tehlike, yeşil kuşak" filan dediler,  seyrettik..

Yok "AB süreci" dediler, seyrettik..

E maazallah hepsini uyguladılar..

Biz hepsine de, "du bakali n'olecak" dedik..

Bombaların patlamadığı yer kalmadı..

Her yer savaş, her yer ceset...

E baktılar ki hâlâ biz, "kıymet kadir" bilmiyoruz...

N'apsınlar... bu defa da "iyi niyet elçisi" artist Angeline Jolie'yi devreye soktular.. Ki,  sırf biz mutlu olalım diye.. Valla başka bir niyetleri yok.. "İyi niyet elçisi"  işini gücünü bıraktı, fellik fellik bölgeyi gezdi, geziyor...



Sırf o "güzel yüzü"nü biz  "mutlu bahtiyar" olalım diye, bizden mahrum bırakmadı, bırakmıyor... Kadın cevval... ameliyat oldu, hasta haliyle teee oralardan buralara canhıraş koşuşturuyor.. 

Onun içindir ki...  "iyi niyet elçisi" nereye gitse, hemen ardından ülkelerin (Irak, Suriye, Libya, Afganistan, Mısır...) ocağına incir ağacı dikiliyor, bombalar patlıyor, cesetler havada uçuşuyor...

En son Angelina Jolie, ülkemizde görüldü... 



E bundan da mutlu olamadıysak...

El âlem ne yapsın?

Anketler nasıl sonuç çıkarsın..

:)


Sevgi ve saygılarımla!

"Haksızlık Karşısında Susan Dilsiz Şeytandır" Hz. Muhammed (A.S.) 

19 Haziran 2015 Cuma

Cehennem Sıcaklığı...











"Eğil de kulak ver, bu sessiz yığın / Bir vatan kalbinin attığı yerdir." Necmettin Halil ONAN


Birlik-beraberlik, bütünlük, ortak ülkü... gerçekleşince topluluklar millet haline gelir.  İnsanlar ait olduğu milletle ve üzerinde yaşadığı toprak parçasıyla gurur duyar, ki bunun adına vatan denir.  Dolayısıyla ait olduğu milletin ortak paydası olan dil birliği, kader birliği, tarih birliği, kültür birliği, inanç birliği, ve şuur bilinci böylece kendiliğinden meydana gelir.

Bu birliktelik ırk, cinsiyet, inanç gözetmeksizin ulusu oluşturur. Bundan böyle..  kaderde, tasada ve kıvançta bir ve beraber olan bir millet,  birbirlerini seven, sayan, kolayca anlaşabilen, birlikte hareket edip başarabilen ulus millet olarak varlığını sürdürür.


İşte Türkiye Cumhuriyeti Devletini yoktan var eden büyük önder Mustafa Kemal Atatürk, Türk ulusunu bu anlayışla var etti.. 

Dolayısıyla...

Hani vatan diyoruz ya... 




Hani gözümüzden sakındığımız, hani hiçbir şeyimiz olmasa da varlığıyla bile,  sımsıcak duygularımızı rahatça yaşamaya el veren; kitleleri,  yığınları kalabalık olmaktan çıkarıp millet yapan; ve bugün, kurucu önderimiz  sayesinde bölge coğrafyasında huzur içinde yaşarken, diğer taraftan komşu devletlerin cehennem yangınına çevrilmiş ülkelerinden can havliyle milyonların oraya buraya kaçıştığı bir ortamda; yine Büyük Önder Atatürk'ün sayesinde bilgisayarın karşısında "özgür"ce küstahlık etme fütursuzluğunu gösterenlerin, kıymet nedir bilmeyenlerin  de ne yazık ki içinde barındığı topraktır, bu şehit kanıyla sulanmış aziz vatan...

Ve...

"Birleşmiş Milletler raporuna göre 2014’te savaş ve çatışmalar nedeniyle yerinden, yurdundan edilenlerin sayısı rekor seviyede arttı. Yaklaşık 14 milyon insan göç etmek zorunda kaldı. Zorunlu göçten en çok nasibi alan Türkiye ise misafir ettiği mülteci sayısı ile birinci oldu" 18 Haziran 2015


Bugün bölgemizde yaşanan acı senaryonun bire bir aynısı  olan, 1919   Kurtuluş savaşı yıllarındaki  cehenneme çevrilmiş, yanmış kül olmuş teslim alınmış  topraklarımızı özgürlüğüne kavuşturarak Anadolu insanını  kulluktan vatandaşlığa, Büyük Türk milletini de tebaadan  millet olmaya yükselten ve yücelten  Büyük Önder Mustafa Kemal ATATÜRK'ü "cehennemdeymiş gibi gösteren"ler,




BM raporuna göre; cehenneme çevrilmiş ülkelerinden kaçan milyonlar,

Fütursuzca söylenen ve "cehennem" benzetmesi yapılan, yani Atatürk'ün kurduğu Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ne kendilerini zor atıyorlar, iyi mi?

Dolayısıyla...

Siz hangi cehennem sıcaklığından bahsediyorsunuz!!!



Sevgi ve saygılarımla!




"Haksızlık Karşısında Susan Dilsiz Şeytandır" Hz. Muhammed (A.S)

17 Haziran 2015 Çarşamba

Rahşan Af'fı





Af...

"Affı kader kurbanları için istemiştim, niyetim bu değildi." bu sözlerle savundu kendini Rahşan Hanım...



Serpil Yeşilyurt.

"Kaçırıldı. Tecavüze uğradı. 90 yerinden bıçaklandı. İşkenceyle öldürüldü. Katiller yakalandı: Yaşları 13 ile 17 arasında değişen 4 tinerci
Serpil Yeşilyurt, 20 yaşındaydı... Çocukları çok seviyordu. Anaokulu öğretmenliğini seçmişti kendine meslek olarak. Atakent'teki Prenses Anaokulu'ndaki miniklerin Serpil Ablası'ydı. Annesi Hanım Yeşilyurt'la birlikte oturuyorlardı. Geçen Cumartesi akşamı, yakında oturan bir akrabanın kına gecesine gitmek üzere hazırlanıp çıktılar evden. Yürüyerek gideceklerdi. Bilmiyorlardı ki, Azrailleri ile karşılaşmalarına çok az vardı...

Birden bir otomobil durdu yanlarında. Gayrı ihtiyarı dönüp baktılar. 4 kişi vardı otomobilde. Dört genç. Yaşları Serpil'den bile küçük... Serpil ile annesi şaşkınlık içinde ne olup bittiğini anlamaya çalışırken, araçtan inenler Serpil'i yakapaça otomobile bindirdiler.

Hanım Yeşilyurt'un şaşkınlığı dehşete dönüşmüştü. Kızını kurtarmaya çalıştı o serserilerden. Serpil'in koluna yapışmıştı, bırakmadı. Onu da attılar arabaya. Ümraniye'de olup bitmişti bütün bunlar. Çekmeköy ormanlık alanı çok yakındı oraya." 08 Ekim 1998, Sabah Gazetesi

(Bundan sonrası tam bir vahşet! T. G.)

(...)


"Serpil'i paramparça bedeniyle oracıkta bırakan tinerciler arabalarına atlayıp uzaklaştılar oradan. Parti bitmişti. Daha önce çaldıkları otomobili bir yerlerde bırakıp evlerine dağıldılar. Bütün bunlar olup biterken polis ve jandarma çoktan harekete geçmişti. Önce 40 yaşındaki Hanım Yeşilyurt bulundu. Kaçırıldıktan bir saat sonra, 30 yerinden bıçaklanmış ve defalarca tecavüze uğramış olarak kaldırıldı hastaneye..." Sabah Gazetesi

İsmail Ayvacıoğlu, Serdar Kaçmaz, İsmail Çolak ile Savaş Tüblek, 1998'de İstanbul Ümraniye'de anasınıfı öğretmeni Serpil Yeşilyurt ve annesi Hanım Yeşilyurt'u kaçırdı. Serpil öğretmene tecavüz edip öldüren zanlılar, tecavüz ettikleri annesini ise ağır yaraladı. Suç tarihinde yaşları küçük olan sanıklar, "21 yıl hapis cezasına çarptırıldı. Tinerci oldukları belirlenen 4 kişi "Rahşan affı"ndan yararlanıp 2005'te serbest kaldı."


Halbuki, genel affın ülkede toplumsal barışın sağlanması amacıyla çıkarıldığı söylenir. Afların sıklıkla çıkarılması ülkedeki adalet kurumuna duyulan güveni sarsar... Dolayısıyla "Rahşan Affı" diye bilinen ve  2000 yılında çıkarılan afla birlikte adi suçluluların salıverilmesiyle ortaya çıkan bu kabus, hiç şüphe yok ki toplumsal vicdanın kanamasına vesile olmuştur. Belki - o gün için- Rahşan Ecevit'in gönlünde yatan fikir suçlulularının affa uğraması için olabilir, ama gelinen nokta saçma sapan bir yere vardı... Ve yine  bence devletin sadece kendisine karşı işlenmiş suçları affetme yetkisi olmalı, kişilere karşı  işlenmiş suçları devlet affetmemeli..

Gelinen noktada ise,

Nice Serpil Yeşilyurt ve  Hanım Yeşilyurtların inanılmaz bir sapkınlığın kurbanı olmasıyla millet olarak, toplumsal bunalıma sürüklenmek oldu. Ve buna  da "af" denildi, iyi mi!


Sonra mı?


"3 Mart 2009 akşamı Münevver KARABULUT'un cansız bedeni çöp toplayıcı bir kişi tarafından çöp konteynerinde parçalanmış halde bulundu. Yapılan adli tıp incelemesi sonucunda başı gövdesinden ayrılmadan önce bıçak darbeleriyle yaralandığı daha sonra öldüğü tespit edildi."

Ve...

Mersin'in Tarsus ilçesinde tecavüz girişimine direndiği için bir minibüste öldürülen üniversite öğrencisi Özgecan ASLAN. 20 yaşında gencecik bir kız olan Özgecan, hayatının baharında tecavüze uğrayarak bıçaklanıp yakıldı, hunharca katledildi. 



Biz mi? 

Vallahi her zaman olduğu üzere yine suçluları lanetledik, eylemler yaptık, bağırdık çağırdık...

Katiller mi?

Hiç sormayın... "İyi hâl" filan derken İNDİRİM alıp tekrar aramıza karışanlar gırla gidiyor...

Ne zamana kadar? 

Taa ki  bir sonraki kurbana kadar...


Bu anlamda...

Katiller aramızda cirit atıyor!

Kısa bir süre önce  2. bir Özgecan dehşetinden kıl payı kurtulan, ve çok  yakınım olan cancağızımı korkunç bir olayla karşı karşıya bırakan  "Rahşan Affı" adaletsizliğini bir kez daha lanetle anarken, vesile olanlara da "yazıklar olsun!" diyorum...


Umarım...  Bir gün Rahşan Hanım, "Rahşan affı" diye anılan bu rezilliğin geride bıraktığı ve tarihe geçen bu vahşi olayların, hesabını vereceği "yerde",  mağdurlarından dileyeceği "af"fın kendisinin çıkardığı yasa  kadar çabucak, kolayca ve cömertçe bulur (!) ... 




Sevgi ve saygılarımla!


"Haksızlık Karşısında Susan Dilsiz Şeytandır" Hz. Muhammed (A.S)

11 Haziran 2015 Perşembe

"Keleş"ten Değil, Sevgiden Bahset



Dünyanın gözü kulağı üzerinde olan bir seçimi geride bıraktık... Umut ediyorum ki bu seçim, güzel ve yalnız ülkeme, milletime hayırlara vesile olur. Ve dünyanın gözü kaldığı topraklarımızın kanla değil, bereket tohumlarıyla beslenmesine sebep olacak iradenin adresi; Atatürk Cumhuriyeti'nin kudretiyle taçlanır inşallah...

Amin!

Şimdi bir vatandaş olarak dikkatle takip ederek, tedirginlikle merak ettiğim birkaç sorum olacak...

Sorum çok açık:

Hani.. 

1- "19 Mayıs Pontus Rum Soykırımı Anma Günü. 353 bin Rum öldürüldü, 1 milyon 250 bin Rum mübadeleyle sürgün edildi." S. DEMİRTAŞ

"Hiç tereddütsüz Ermeni soykırımını kabul ediyoruz" S. DEMİRTAŞ.

Bu talihsiz   ifadelerinizin arkasında duracak mısınız?

Ve bu ifadelerin Türk milletine ve Türkiye Cumhuriyeti Devletine karşı girişilmiş "gaflet, dalalet hatta hıyanet" olduğunu, hâlâ görmemekte ısrar ediyor musunuz?

2- "Türkiye partisi" olduğunuzu iddia ettiğiniz üzere, size oy veren; ve bu ülkeden başka gidecek bir ülkeleri olmadığını çok iyi bilen samimi bir o kadar da size içten inanan Türk ulusuna karşı hakikaten kucaklayıcı mı olacaksınız, yoksa ayrıştırıcı, bölücü tutum ve davranışlar içerisine girerek, Türkiye'ye ve Türk ulusuna  2. bir SEVR'i dayatmanın çabasına mı destek vereceksiniz?

3- Seçimin hemen arkasından, insanın tüylerini diken diken eden, "Bu memleketten defolup gideceksiniz. Bize uzattığınız o keleşi size çevirmesini biz çok iyi biliyoruz" söylemini nasıl yorumlayacağız?

Her şeye rağmen görüldüğü üzere bu büyük millet, Kürdüyle, Türküyle, Çerkeziyle...

Sizi kucakladı!..

Ya siz?




Sevgi ve saygılarımla!



"Haksızlık Karşısında Susan Dilsiz Şeytandır" Hz. Muhammed (A.S)

8 Haziran 2015 Pazartesi

Dünya Bir Oyun Sahnesi...



Haftasonuna girerken televizyonda peş peşe iki film izledim.

"Gümüş Eyerler"... 

Filmin konusu:

"Huzurlu , sakin ve kendi halinde olan bir kasabadan tren yolu geçecektir ve çevredeki tarla fiyatları birden artmıştır. Kasabalı tarlalarını satmak istemez. Ancak o tarlaları almakta kararlı olanlar kasabalının üzerine bir çete (tecavüzcü, gaspçı, katil, hırlı-hırsız kim varsa bir araya getirilip kurdukları cani ordusunu) salacaktır..."

Nasıl? Bu senaryo hiçbirimize yabancı değil, değil mi?

Dolayısıyla, bugün  -özelde- içinde yaşadığımız kanlı coğrafyanın başına musallat edilen IŞİD, bu filmdeki "çete"nin tıpa tıp aynısı...

Eee.. ne de olsa senaristler aynı..

Neyse pazar günü bir film daha izledim,

"Hayalet Biniciler"...  Amerika İç Savaşı'nın yaşandığı yılları anlatıyor.

"İç savaşın karşısında savaşan ve acımasız akıncılar tarafından kaçırılan aileler"in ve birbirine düşman edilen insanların hikâyesi.

Ve bu filmden satır arası aldığım iki önemli mesajı aynen not ettim:

"Benim gibilerle anlaşmaya kalkarsan, böyle riskleri göze almalısın" diyerek yaptığı  anlaşmaya sadık kalmayan kimselerin, menfaati dün olduğu gibi  bugünde her şeyin üstünde tutan,  o düşündürücü ve çok önemli uyarısı.

Bir diğeri ise, intikam ve nefretin,  sağduyunun sesi ile yerini barışa ve  aklıselime bırakan, satır arası mesaj:

"Bu cinayetlerin bir sonu gelmeli"...

Bugün bu iki cümleyi çok dikkatle incelediğimizde, emperyalist güçleri arkasına alanlara

Diyeceğim o ki:

Oyuncular belli, senaristler belli...

"Dünya bir oyun sahnesi, bizler birer oyuncuyuz. Bütün erkekler ve bütün kadınlar, sırası geldiğinde girerler ve çıkarlar bu oyun sahnesine...” W.Shakespeare


Dolayısıyla... 

Dünyayı bir oyun sahnesi olarak görebilmek  ve  dünyayı anlamanın en kestirme yoludur, sinema.

Bugün yaşamakta olduğumuz olaylar gibi...



Sevgi ve saygılarımla!


"Haksızlık Karşısında Susan Dilsiz Şeytandır" Hz. Muhammed (A.S.) 

4 Haziran 2015 Perşembe

Terörü Saldın Çayıra, Halkı da Mevla Kayıra



https://www.youtube.com/watch?v=3qbMrJIm9bE



"Terör örgütü mensuplarının ve yandaşlarının seçmene yönelik tehdit ve baskıları.." 3 Haziran 2015, trthaber.com


16. yüzyıl'da Kazak Abdal'ın, halkın büyük yoksulluk içinde olduğu ve baskının yükseldiği bir dönemde yazdığını  düşündüğüm -Eşeği Saldım Çayıra- şiirine ait olduğu iddia edilen hikâye , şöyle:


''Bir zamanlar bir köyde zalim mi zalim bir ağa yaşarmış. köylüye etmediği zulüm, çektirmediği eziyet kalmamış. Gel zaman git zaman bu ağa yaşlanmış. Ölümüne yakın toplamış köylüleri meydana, demiş ki: "Yıllardır size yapmadığım kötülük kalmadı. Ne kadar beddua etseniz, ne kadar ceza verseniz azdır. Siz en iyisi ben ölünce cesedimi köyün girişindeki ağaca asın. Halimi gören kötülükten, zulümden vazgeçsin, doğru yolu bulsun. En azından ölünce faydalı olayım insanlara, vasiyetimdir."

Aradan bir süre geçmiş, ağa ölmüş. Vasiyetini yerine getirip asmışlar cesedini ağaca. Birkaç gün sonra köyü jandarma basmış. Ağaca asılı cesedi görüp, Hepiniz birleşip öldürdünüz ağayı diye köy halkını bi güzel dayaktan geçirmişler. Köylüler ne kadar dil döktüyse inandıramamışlar suçsuz olduklarına. Ağa giderayak son şakasını yapmış meğerse. Bunun üzerine Kazak Abdal almış sazı eline, vermiş veriştirmiş önüne gelene...''

Hazır konu, saz-söz, ağalık filandan olunca...

Diyeceğim...

Hani bugünlerde bir saz modası estiriliyor ya...


Anadolu insanının gönlünü kazanmak öyle, "sazı eline alıp çalmak"la olmuyor...

Zira o saz, Anadolu insanının yüzlerce yıl çektiği acılarının dert ortağı...

Ağıtlarının, sevinçlerinin dili olmuş, sözü olmuş.

Dolayısıyla... 


40 bin insanımızın canına mal olmuş, Batılı emperyalist haçlı güçlerin ekmeğine yağ sürmüş, feodal düzen sahiplerine diyeceğimizi, 

Kazak Abdal'ın sözüyle; Anadolu insanımızın sazından çıkan öfkesini,  aradan geçen yüzlerce yıla rağmen anlamını ve değerini yitirmemiş o türküyle noktalayalım:


Eşeği saldım çayıra
Otlaya karnın doyura
Gördüğü düşü hayıra
Yoranın da...

Münkir münâfıkın soyu
Yıktı harap etti köyü
Mezarına bir tas suyu
Dökenin de...

Derince kazın kuyusun
İnim inim inilesin
Kefen dikmeye iğnesin
Verenin de...

Dağdan tahta getirenin
Mezarına götürenin
Talkınını bitirenin
İmâmın da...

Kazak Abdal söz söyledi
Cümle halkı dahleyledi
Sorarlarsa kim söyledi
Soranında...



Sevgi ve saygılarımla!

"Haksızlık Karşısında Susan Dilsiz Şeytandır" Hz. Muhammed (A.S.) 

3 Haziran 2015 Çarşamba

Ruhun Şad Olsun...


                                                                       
Yıl 1918-1919 ve Karayılan Hikayesi

Ateşi ve ihaneti gördük
ve yanan gözlerimizle durduk
bu dünyanın üzerinde.
İstanbul 918 Teşrinlerinde,
İzmir 919 Mayısında
ve Manisa, Menemen, Aydın, Akhisar :
Mayıs ortalarından
Haziran ortalarına kadar
yani tütün kırma mevsimi,
yani, arpalar biçilip
buğdaya başlanırken
yuvarlandılar…
Adana,
Antep,
Urfa,
Maraş :
düşmüş
dövüşüyordu…


Ateşi ve ihaneti gördük.
Ve kanlı bankerler pazarında
memleketi Alaman’a satanlar,
yan gelip ölülerin üzerinde yatanlar
düştüler can kaygusuna
ve kurtarmak için başlarını halkın gazabından
karanlığa karışarak basıp gittiler.
Yaralıydı, yorgundu, fakirdi millet,
en azılı düvellerle dövüşüyordu fakat,
dövüşüyordu, köle olmamak için iki kat,
iki kat soyulmamak için.


Ateşi ve ihaneti gördük.
Murat nehri, Canik dağları ve Fırat,
Yeşilırmak, Kızılırmak,
Gültepe, Tilbeşar Ovası,
gördü uzun dişli İngiliz’i.
Ve Aksu’yla Köpsu,
Karagöl’le Söğüt Gölü
ve gümüş basamaklı türbesinde yatan
büyük, aşık ölü,
şapkası horoz tüylü İtalyan’ı gördü.
Ve Çukurova,
kıyasıya düzlük,
uçurumlar, yamaçlar, dağlar kıyasıya
ve Seyhan ve Ceyhan
ve kara gözlü Yürük kızı,
gördü mavi üniformalı Fransız’ı.
Ve devam ettik ateşi ve ihaneti görmekte.
Eşraf ve ayan ve mütehayyizanın çoğu
ve ağalar :
Bağdasar Ağa’dan
Kellesi Büyük Mehmet Ağa’ya kadar,
düşmanla birlik oldular.
Ve inekleri, koyunları, keçileri sürüp, götürüp,
gelinlerin ırzına geçip,
çocukları öldürüp
ve istiklali yakıp yıktıkça düşman,
dağa çıktı mavzerini, nacağını, çiftesini kapan
ve çığ gibi çoğaldı çeteler
ve köylülerden paşalar görüldü,
kara donlu köylülerden.
Ve bizim tarafa geçenler oldu
Tunuslu ve Hindli kölelerden.
Ve Türkistanlı Hacı Ahmet,
kısık gözleri,
seyrek sakalı,
hafif makinalı tüfeğiyle
dağlarda bir başına dolaştı.
Ve sabahleyin ve öğle sıcağında ve akşamüstü
ve ayışığında ve yıldız alacasında geceleyin,
ne zaman sıkışsa bizimkiler,
peyda oluverdi, yerden biter gibi o
ve ateş etti
ve düşmanı dağıttı
ve kayboldu dağlarda yine.


Ateşi ve ihaneti gördük.
Dayandık,
dayandık her yanda,
dayandık İzmir’de, Aydın’da,
Adana’da dayandık,
dayandık, Urfa’da, Maraş’ta, Antep’te.

Antepliler silahşör olur,
uçan turnayı gözünden
kaçan tavşanı ard ayağından vururlar
ve arap kısrağının üstünde
taze yeşil selvi gibi ince uzun dururlar.

Antep sıcak,
Antep çetin yerdir.
Antepliler silahşor olur.
Antepliler yiğit kişilerdir.

Karayılan
Karayılan olmazdan önce
Antep köylüklerinde ırgattı.
Belki rahatsızdı, belki rahattı,
bunu düşünmeğe vakit bırakmıyordular,
yaşıyordu bir tarla sıçanı gibi
ve korkaktı bir tarla sıçanı kadar.
Yiğitlik atla, silahla, toprakla olur,
onun atı, silahı, toprağı yoktu.
Boynu yine böyle çöp gibi ince
ve böyle kocaman kafalıydı
Karayılan
Karayılan olmazdan önce.


Düşman Antep’e girince
Antepliler onu
korkusunu saklayan
bir fıstık ağacından
alıp indirdiler.

Altına bir at çekip
eline bir mavzer
verdiler.

Antep çetin yerdir.
Kırmızı kayalarda
yeşil kertenkeleler.
Sıcak bulutlar dolaşır havada
ileri geri…

Düşman tutmuştu tepeleri,
düşmanın topu vardı.
Antepliler düz ovada
sıkışmışlardı.
Düşman şarapnel döküyordu,
toprağı kökünden söküyordu.
Düşman tutmuştu tepeleri.
Akan : Antep’in kanıydı.

Düz ovada bir gül fidanıydı
Karayılan’ın
Karayılan olmazdan önceki siperi.
Bu fidan öyle küçük,
korkusu ve kafası öyle büyüktü ki onun,
namlıya tek fişek sürmeden
yatıyordu yüzükoyun.

Antep sıcak,
Antep çetin yerdir.
Antepliler silahşor olur.
Antepliler yiğit kişilerdir.
Fakat düşmanın topu vardı.
Ve ne çare, kader,
düz ovayı Antepliler
düşmana bırakacaklardı.

"Karayılan" olmazdan önce
umurunda değildi Karayılan’ın
kıyamete dek düşmana verseler Antep’i.
Çünkü onu düşünmeğe alıştırmadılar.
Yaşadı toprakta bir tarla sıçanı gibi,
korkaktı da bir tarla sıçanı kadar.

Siperi bir gül fidanıydı onun,
gül fidanı dibinde yatıyordu ki yüzükoyun
ak bir taşın ardından
kara bir yılan
çıkardı kafasını.
Derisi ışıl ışıl,
gözleri ateşten al,
dili çataldı.
Birden bir kurşun gelip
kafasını aldı.
Hayvan devrildi kaldı.

Karayılan
Karayılan olmazdan önce
kara yılanın encamını görünce
haykırdı avaz avaz
ömrünün ilk düşüncesini .
"İbret al, deli gönlüm,
demir sandıkta saklansan bulur seni,
ak taş ardında kara yılanı bulan ölüm."

Ve bir tarla sıçanı gibi yaşayıp
bir tarla sıçanı kadar korkak olan,
fırlayıp atlayınca ileri
bir dehşet aldı Anteplileri,
seğirttiler peşince.
Düşmanı tepelerde yediler.
Ve bir tarla sıçanı gibi yaşayıp
bir tarla sıçanı kadar korkak olana :
KARAYILAN dediler.

"Karayılan der ki : Harbe oturak,
Kilis yollarından kelle getirek,
nerde düşman varsa orda bitirek,
vurun ha yiğitler namus günüdür…"

Ve biz de bunu böylece duyduk
ve çetesinin başında yıllarca namı yürüyen
Karayılan’ı
ve Anteplileri
ve Antep’i
aynen duyup işittiğimiz gibi

destanımızın birinci babına koyduk.

Nâzım Hikmet

3 Haziran 1963... 

Ölümünün 52. yılında...

Dünyaca tanınmış büyük edebiyatçımız Nâzım Hikmet'i derin saygı ve sevgiyle anıyorum...



Sevgi ve saygılarımla!

"Haksızlık Karşısında Susan Dilsiz Şeytandır" Hz. Muhammed (A.S.)