10 Eylül 2016 Cumartesi

Gizli Düşman: "Tefrika"!



Bölgemizde ve coğrafyamızda millet, ulus olamanın önemi her geçen gün daha da belirirken,

Öte yandan...

Sen necisin?

Süleymancı.

Sen?

Nur cemaaatinden.

Sen?

Menzilci.

Ya sen?

Falanca'ların, filanca'ların  havada uçuştuğu bir  hale geldik neredeyse.

Yani "şucu, bucu"....

Biraz daha açalım;

"Bizden olanlar, bizden olmayanlar"

O halde bu durumda birarada yaşayan insanlardan millet olur mu?

Şüphesiz ki "HAYIR!"

Pekii ne olur?

Yığınlar olur. Kabileler olur.

Dolayısıyla  girdi mi "tefrika"

Kolay lokma olur şeytanlar için, yığınlar.

Zira ne diyor Âkif?

"Girmeden tefrika bir millete, düşman giremez; 
Toplu vurdukca yürekler, onu top sindiremez. 

Bırakın eski hükümetleri meydandakiler 
Yetişir, şöyle bakıp ibret alan varsa eğer. 

İşte Fas, işte Tunus, işte Cezayir, gitti! 
İşte Irak'ı da taksim ediyorlar şimdi."


Dolayısıyla  dün Milli Şairimizin dikkat çektiği gibi oluyor bugün

Irak'ta, Suriye'de...

Ve de Türkiye "taksim" edilmek isteniyor

Hal böyle olunca,  konuya bakış açılarıyla ve  mesajlarıyla topluma asıl yön verecek önemli kurumlarımızdan birisi olan,

Diyanet İşleri Başkanlığı'nın "cemaatler" konusundaki görüşleri şüphesiz ki çok önemli.

Hani,  "böl-parçala-yönet" var ya...

Büyük İskender, filozof hocası Aristo'ya sorar:
"Zapt ettiğim topraklardaki insanları yönetimim altında tutmak için ne yapmalıyım?

Ülkenin ileri gelen insanlarını sürgüne mi göndereyim?
Hapse mi atayım?
Yoksa kılıçtan mı geçireyim?"

Aristo; 
"Sürgünde toplanıp sana karşı başkaldırırlar" der ve ilk şıkkı eler.

"Hapishaneler militan yuvası olur; kontrolden çıkar" der ve ikinci şıkkı eler.

"Kılıçtan geçirirsen onlardan sonraki kuşak intikam hırsıyla büyür, tahtını sallar" diyerek,  üçüncü şıkkı da eleyerek, ona şöyle bir nasihat verir:

 "İnsanların arasına nifak tohumları ekeceksin. onlar birbirleriyle savaşırken sen kendini hakem olarak kabul ettireceksin, ama anlaşmaya giden bütün yolları tıkayacaksın."

Aristo'nun nasihatıyla birlikte müslümanların yumuşak karnı olan cemaat konusunu işin ehlinden anlamak gerekir diye düşünüyorum.


Dolayısıyla daha önce 28 Aralık 2011 tarihinde yayınladığım yazımda, 13. Diyanet İşleri Başkanı Dr. Tayyar ALTIKULAÇ'ın hatıralarını kaleme aldığı, -3 ciltten oluşan- "Zorlukları Aşarken" üzerinde insan vicdanını derinden  etkileyen bölümlerinden bahsetmiştim.  Bu defa Diyanet adına kendilerinin, cemaatlere bakışını ve tutumunu açıklayan bölümünü,  dolayısıyla 3. basımı çıkan "Zorlukları Aşarken" kitabını tekrar inceledim.

Ve içinden geçtiğimiz bu sıkıntılı günlere ışık tutmak amacıyla Dr. Tayyar ALTIKULAÇ'ın, Diyanet'te hizmet verdiği dönemden  günümüze kadar geçen süre içerisindeki Süleymancılar dahil,   bugün devlet içerisinde "paralel devlet"  yapılanmasına dönüşen  Gülen  cemaati  ve diğer cemaatler  hakkındaki düşüncelerini ele alarak  paylaşmak istedim.

"Bizim karşı olduğumuz, bazı farklı tercihlerin, ayrılık ve fitne konusu haline getirilmesidir. Geçmişte din görevlisi yetiştirme konusunda kendilerini ön plana çıkararak resmi din eğitimi kurumları aleyhine çalışmalarıdır. Diyanet camiası içinde gösterdikleri ayrılıkçı tutumlarıdır. Görev disiplinini tanımamalarıdır. Diyaenet'ten gelen emirleri değil Kemal Kacar'ın emirlerini dikkate almalarıdır.

Süleymancılar, Kemal Kacar ve adamları, "Bizi düşman gözüyle görüyor, din eğitimi kurumlarında okuyanları ve hatta kendi çarklarından geçmemiş bütün din görevlilerini karşılarına almakta ve aleyhlerinde bulunmakta hiçbir sakınca görmüyorlardı." 2. Cilt sf: 773-774

Hatıralarında konuya ilişkin dikkat çeken ayrıntılarıyla gözlemlerini anlatmaya devam ediyor Dr. Tayyar ALTIKULAÇ:

"Peki söz konusu kapalılık devam ediyor mu? Evet, maalesef ediyor. Hatta bu kapalılığı Diyanet'in şemsiyesi altında sürdürüyorlar. Diyanet bu konuyu bilmekle birlikte, bunların bana göre anlaşılması zor bir hoşgörüye mazhar olduklarını görüyoruz. Resmi öğreticiyi kursun bir yerinde oturtup öğrencilerle karşılaştırmadıklarını, asıl eğitim görevini kendi elemanlarıyla sürdürdüklerini.. bu resmî öğrencilerden bazılarının çeşitli vesilelerle anlattıklarından öğreniyoruz." sf:774


"KAPALILIK" ne demek, derseniz?

Yine Sn. ALTIKULAÇ'ın aynı cemaatle ilgili  paylaştığı, ve  gözden kaçırılmayacak kadar oldukça önemli ve hassas bir anısıyla (zira cemaatlerin en tehlikeli yönü olarak algıladığım durumdur, kapalılık) birlikte izninizle açıklayalım:

"29.06.2010 Salı günü Gürcistan'da Diyanet'in Tiflis müşaviri Ahmet Erdem'le birlikte bu şehirden otomobille Batum'a gittik. Batum yakınlarındaki Kobuleti ilçesini geçtikten sonra bir Kur'ân kursuna uğradık. Burası Süleymancılara aitmiş.(...)

Öğrenciler üç gruba ayrılmış olup bu gruplardan biri 8-10 yaşındaki çocuklardan oluşuyor. İdarecilerden bu çocukların günlük programlarını sordum, hangi saatte yatıp kalktıklarına, yemek saatlerine ve ders programlarına kadar 24 saati bu çatı altında nasıl geçirdiklerini öğrenmek istedim. 

-Şu saatte sabah namazına kaldırıyoruz.

-Sonra?

-Şu saate kadar dersler devam ediyor.

-Sonra?

-Şu saatte akşam yemeği.

-Sonra?

-Yatsı namazı, şu saatte yatırıyoruz.

-Sonra?

-Gecenin bir vaktinde teheccüd namazına kaldırıyoruz.

-Sonra?

-Sabah namazı. Haftada iki defa tesbih namazı kıldırıyoruz.

8-10 yaşındaki çocuğu teheccüd namazına kaldırıyorlar ve haftada iki gün de tesbih namazı kıldırıyorlar, ama programın herhangi bir yerinde bu çocuğun oyun saatinden hiç söz eden yok. Bu çocukların 24 saat içinde oyun oynamaya hiç mi hakları yok, diye soruyorum. Ben sorunca "var" diye cevap veriyorlar. 

Beş vakit namaz için söylenecek söz elbette olmaz. Bu çocuklar zaten bunun için buradalar. Ama bu yaştaki çocuğa, uykusunun en tatlı yerinde teheccüd namazı neyin nesi? Dinin aslında olmayan tesbih namazıyla bu çocukları dinden soğutmak mı istiyorsunuz? Ben kendilerine bunları söylemeye çalıştım." 2. Cilt sf:775

Bir eğitimci olarak bu soruların ve verilen cevapların ne kadar önemli olduğunun  altını hiç düşünmeden kalınca çizmek isterim. 

Ve...

"Din ve Kur'ân hizmeti yapan veya yaptığını iddia eden bir cemaati eleştirmek değil, bir hatırat kitabında olması gereken kadar başımdan geçenleri ve yaşadıklarımı tarihe not düşmekten ibarettir. Keşke hizmet yıllarımda bu cemaati yöneten ve ona yön verenler örtülü hareket etmeselerdi ve teşkilat içinde tefrika unsuru olmasalardı da, ben de, müfettişlerimiz de, müfettişlerimiz ve diğer din görevlilerimiz de kendileriyle uğraşmak zorunda kalmasaydık." 2. Cilt sf:779


Öte yandan, 

12  Mart 1971 muhtıradan sonra hizmet verdiği  Diyanet'te başkan yardımcısı olduğu zamanda,  "Süleymancılarla uğraşıyorsunuz da, Nurcuların üzerine niçin gitmiyorsunuz?" sorusunu kitabına taşıyan Dr. ALTIKULAÇ, bu konuya şöyle açıklık getiriyor:

"Nurcuların Diyanet teşkilatı içinde örgütlenme gibi bir çabaları yoktur. Şurada burada bu cemaate sempati duyan görevlilerimiz varsa, bunların kayda değer bir görev kusurlarına da rastlamıyoruz. Böyle bir durumda elbette gerekeni yaparız. Devletin müesses nizamı açısından bu cemaatin sakıncalı yanları görülüyorsa, bunları izlemek bizim görevimiz değildir. Biz Diyanet teşkilatıyız, polis teşkilatı değiliz." 2. Cilt sf:779-780

O sebeple,  Dr. Tayyar ALTIKULAÇ gerçek anlamda  "din adamı" kimliğini ve sorumluluğunu üstlendiği İslâm dininin gereği olarak gördüğü "Kur'ânî değerler" üzerinden cemaatlerin, "Hak, liyakat" ve "emanetin ehline verilmesi" düsturuyla hareket ederek, tüm müslümanların birbirini kucaklaması, aralarına "tefrika" unsuru girmeden sevgiyle birleştirici   hizmetlerde buluşmanın doğruluğuna inanmış olduğunu,  kitabında çeşitli örneklerle açıklamıştır. 

Dolayısıyla  sorumlulukları gereğince  bu türden  faaliyet ve hareketlere karşı mesafeli bir duruş ortaya koyduğunu belirten Dr. Tayyar ALTIKULAÇ, Gülen cemaatiyle ilgili düşüncelerini kısaca,

"Hak, liyakat, emanetin ehline verilmesi gibi Kur'ânî değerlerimiz tamamen gözardı edilerek "bizden olanlar, bizden olmayanlar" ayrımına göre mevzi kazanmanın ön planda tutulduğu.." (2. Cilt sf:789) olarak özetlemiştir.


"Bizden olanlar, bizden olmayanlar" anlayışından hareketle, tefrikayla hareket eden  Gülen cemaati ne yazık ki bizi 15 Temmuzlara taşıdı!



Dolayısıyla...

Mehmet Akif ERSOY'un dizeleriyle noktalamak isterim bugün yaşadıklarımızın -cemaatçiliğin İslâm toplumlarına  getirdiği kan ve gözyaşının- özünü....

Ayrılık Hissi Nasıl Girdi Sizin Beyninize? 

Müslümanlık sizi gayet sıkı, gayet sağlam, 
Bağlamak lazım iken, anlamadım, anlıyamam, 

Ayrılık hissi nasıl girdi sizin beyninize? 
Fikr-i kavmıyyeti şeytan mı sokan zihninize? 



Sevgi ve saygılarımla!


"Haksızlık Karşısında Susan Dilsiz Şeytandır" Hz. Muhammed (A.S.)

3 yorum:

  1. Bu yorum bir blog yöneticisi tarafından silindi.

    YanıtlaSil
  2. Tayyar ALTIKULAÇ'ın "Zorlukları Aşarken" kitabından, "Gülen Cemaati" hakkındaki görüş ve değerlendirmelerini aldığım yazıma, İSİMSİZ bir okuyucudan gelen "yorum" üzerine açıklamamdır:

    "Gerçekten 'devlet içinde örgütlenmiş paralel bir yapı' ile karşı karşıya bulunulmaktadır. Fetullah Hoca'nın gözyaşlarına inanıp kendilerine destek veregelmiş samimi dindar kesimler şaşkınlık içindedir. Bu yapı herhalde birkaç yılda oluşmadığına göre devletin yetkili kurumlarının bu durumu bugünlere kadar niçin görmediği ise yorumlanamamakta, toplumun şaşkınlığı bir kat daha artmaktadır. Çünkü bu adamların 'atı alıp Üsküdar'ı geçmeleri', herhalde Köroğlu'nun geçişi gibi olmamış, yıllar alan stratejik süreçlerden sonra gerçekleşmiştir." 3. Baskı, sf:788


    Dolayısıyla...

    "Zorlukları Aşarken" kitabının 1. Baskısından yola çıkarak bir takım çıkarımlarda bulunan isimsiz bu arkadaşa, öncelikle aynı kitabın 3. Baskısını da okuduktan sonra bir değerlendirmede bulunmasının daha doğu olacağını belirtirim. Kaldı ki, aynı (1. Baskı) kitapta söz konusu değerlendirmenin devamında Sn. Tayyar ALTIKULAÇ, şöyle devam etmektedir:

    "Ben şahsen bu konuda duyulan endişelere katılmamakla birlikte muhatabımın "bizden olanlar-olmayanlar" diye ifade ettiği ve vaktiyle beni de rahatsız ettiğini daha önce belirttiğim anlayış bu gün hâlâ -sınırlı çevrede de de olsa- devam ediyorsa veya etmediği halde böyle bir algılama samimi dindarları rahatsız ediyorsa bu hizmet kadrosunun bu konu üzerinde durması gerekir. öyle bir şey yoksa da bunun üzerinde durulmalı, hizmetlerin açıklık içinde yürütüldüğüne dair anlayış üzerine gölge düşürmemek için gereken özen gösterilmelidir." sf:773

    Yani, "bizden olanlar-bizden olmayanlar" anlayışı üzerinde önemle durulmasının altı çiziliyor, bu bir! İkincisi ise, "samimi dindarlar"ın rahatsızlığının giderilmesi ve de faaliyetlerin açıklık içerisinde yürütülmesi vurgusu var.

    Dahası ilerleyen bölümde "Işıkçılar"la ilgili anlatımlar arasında dikkat çeken önemli bir LİYAKATını paylaşarak Sn.ALTIKULAÇ'ın bu ülkeye ve milletine, dolayısıyla da Türkiye Cumhuriyeti Devletine olan samimi bağlılığını hissettiren cümlelerini -1. Baskı kitabından- aynen aktaracağım:

    "Şahsen beni şu veya bu kadar eleştirmiş olmalarının da benim açımdan bir önemi yoktur. Onlara karşı bu hoş görülü yaklaşımımızla Süleymancılarla ilişkilerimizi kıyaslamanız doğru değil.

    Süleymancıların yaptıkları şahsımı hedef almaktan ibaret olsa, onu da önemsemem. Ama onlar bir taraftan Diyanet'in şemsiyesi altında olmak isterken diğer taraftan "özerk cumhuriyet" olarak faaliyet göstermek istemişler, bununla kalmayarak teşkilat içinde ayrımcılık yapmışlar ve fitne unsuru olmuşlardır. Kurum olarak disiplinimizi ve görev verimimizi dejenere etmeye çalışmışlardır. Böyle olunca da onlarla nefislerimiz adına değil, kamu yararı adına mücadele etmek zorunda kalınmıştır. Bunu lütfen görmelisiniz." sf: 779

    Hal böyle olunca da Sn. Tayyar ALTIKULAÇ'ın yazdıklarından yola çıkarak görev ve sorumluluk bilinciyle hareket edip, davranış gözettiğini, hatıratını dikkatle okuyan benim gibi herkesin göreceğini, dolayısıyla da yazdıklarımda yanılmadığımın altını çizerek, önemle bir kez daha vurgulamak isterim. Saygılarımla.

    YanıtlaSil