30 Ekim 2008 Perşembe

"Mustafa" Filminin Ardından...










Günlerdir "Mustafa" filmi üzerinde konuşuluyor. Hem de ne konuşma!.. Benim de şahsen kafam bir hayli karıştı. Neden mi? Bakınız izah etmeye çalışacağım; İlk evvela Can Dündar’ın senaryosunu yazıp yönettiği Mustafa filminin sponsorluğundan son anda vazgeçen Turkcell ( Türksel), “Bizim Turkcell olarak toplumun her kesiminden müşterimiz var. Böyle bir filme sponsor olarak müşterilerimizin bir kısmını karşımıza alma riskini üstlenemeyiz” diyerek bir yerde ticari zihniyetinin altında siyasi çıkarlarının da yattığını ortaya çıkartarak zihnimi bulandırdı. Ardından bu filmin söylentileri tam da ülkemiz üzerine karabulutların çökmesiyle aynı zamanlara denk gelmesi doğrusu filmi izlemeden kalbime sızı çoktan düşümüştü.

******

Filmin gösterime girmesiyle beraber üzerinde yapılan yorumlar aslında kafamda oluşan soru işaretlerine yanıt vermede gecikmedi. Konu üzerinde konuşuldukça söylenilen Türksel'in yaptığına karşın telefonları iptal ettirmek yönünde tepkiydi. Ardından belki de bu söylemler film için bir reklam amacı olarak kullanılmış olabilir diye düşündüm. Nitekim bu düşüncelerim şimdi daha da kuvvetlendi. Şimdi gazete haberleri ve diğer yorumları bir kenara bırakarak kendi kalbime düşen sızıları sorgulamak istiyorum.

*******

Can DÜNDAR, bu ağır koşulardan geçerken her işi bırakıp, Ata'mızın özel yaşamına el atması "acaba bizlere ne kazandıracak?" sorusunu buradan sizlerle paylaşmak isterim. Atatürk Türk Milleti için çok özel bir kişi. Her insan gibi Atatürk'de bir insan. O'nun da insani hisleri elbette vardır; bu duygular insanın özel yaşamı arasındadır. Kaldı ki Atatürk'ü bir eğitimci olarak anlatırken onun devlet adamlığını, cephedeki askeri dehasını, devrimci ruhunu, ülkesi ve halkı için her fedakarlığı gözünü kırpmadan ortaya koymasını, kültürünü, dilini, inancını sonuna kadar savunarak yüceltme kararlılığını ve kısaca yoktan var ettiği cumhuriyeti üzerinde durmamızdır. Şimdi kim söyleyebilir ki, bunun dışındaki olaylar bizim merakımızı uyandırıyor? Ben biliyorum ki, karıştırılmaya çalışılan "kimsenin bilmedikleri" diye reklamlarla bu sorgulamalar bizleri hiç mi hiç ilgilendirmiyor!!! Ha, bir de bu filmin bize ne kazandırdığını doğrusu sormadan geçemiyeceğim!!

******

Zaman zaman ortaya atılarak, Atatürk'ün özel hayatı içerisine giren bir çok kitaplar ve sorgulamalar yapılmaktadır. Bu sorgulamaya Can DÜNDAR'da katılarak, görüldüğü üzere şimdiden bizleri ikiye ayırdı bile! Atatürk'ün alkol ve sigara kullanması abartıyla satır arasına yerleştirilerek, Atatürk'e karşı olan bir kesimin eline koz vermek anlamı taşımaz mı? Bunu sürekli gündemde tutarak bizlere ne kazandırılmış oluyor doğrusu çok merak ediyorum! Kaldı ki, bu türden alışkanlıklar her zaman vardır. Yine Atatürk'ün iç dünyasını sözde sorgulamak bizlere ne kazandırıyor? Hem büyük Atatürk'ün yalnızlık çektiğini iddia etmek doğrusu büyük haksızlık olarak düşünüyorum. Yüzünü dahi görmediğim atamızın şimdi bile on milyonlarca hayranı var... ki, o dönemde "yalnız" hissi nasıl yakıştırıldı? Yaşlı olarak gösterilmeye çalışılmasına ise sadece tebessümle bakıyorum. İnsanları yaşlarıyla değerlendirmek olaya magazinsel bir yaklaşım kazandırmaktan başka bir şey değildir. Bu da ancak magazini yaşamlarının bir parçası olarak görenlerin ruhu olsa gerek...
****

Yine Atatürk'ü "diktatör" olarak nitelemeye çalışanlara da bir sorum olacak; Saddam Hüseyin, Hitler şu anda aklıma gelen kişiler. Acaba bu insanlarla Atatürk'ü aynı sınıfa sokmak bir insafsızlık örneği değil midir? Mesela milletini tebaadan yurttaşlığa yücelten büyük Atatürk'ün nasıl olur da bu zihniyeti göz ardı edilir? Yine kulluktan uluslaştırmaya giden yol nasıl olur da, diktatörlükle ört bas edilmeye çalışılır? Her alanda milletini ve değerlerini koruyarak yücelten ve bütün dünyanın takdirini kazanmayı günümüzde dahi sürdüren bu büyük şahsiyet, birileri tarafında illa da bir karalama kampanyasına dönüştürülmeye çalışmak, büyük bir haksızlıktır! O halde diktatör anlayışı bir yerde yanlış kullanılıp, yanlış kişiler üzerinden örnekler yapılmaktadır!...

*******

Konu üzerinde bir kez daha altını çizmek istediğim önemli not şudur; Atatürk'ün özel yaşamı, sözde iç dünyası niçin didiklenip, karıştırılmaya, çarpıtılmaya çalışılıyor? Biz buradan ne elde edeceğiz? Bir ülkenin felsefesi ve ideolojisini oluşturan, kendisini o ülke halkına adayan insan için bu yapılanlara nasıl bir anlayışla bakmak gerekiyor? Zira büyük Atatürk "Beni görmek demek, mutlaka yüzümü görmek demek degildir. Benim fikirlerimi, benim duygularımı anlıyorsanız ve hissediyorsanız, bu yeterlidir." diyor. Yani aziz Türk Milleti için önemli olan Ata'mızın ülkesi için yaptığı fedakarlık ve üstün hizmetleridir! Bu böylece de gelecek kuşaklara aktarılarak kalplerimizdeki sevgisi gittikçe güçlendirileceğine gölgelemek kimlere çıkar sağlıyor, bir düşünmek gerekir.

****

*Çağımızın en büyük liderlerinden biriydi.Türkiye’nin,dünyanın en ileri ülkeleri arasında hak ettiği yeri almasını sağlamıştır. General Mc.Artur (A.B.D 1938)
*Atatürk,yalnız Türkiye’nin değil bütün Doğu’nun Ata’sı idi. Altes Veli Han(Afganistan,1938)
* Atatürk,kişilik ve yeteneğin dev gibi bir simgesiydi. National Tidense Gazetesi(Danimarka,1938)
* Çökmüş bir ülkeye geçmişin tarihsel değerini geri veren Atatürk olmuştur. Massagero Gazetesi (İtalya 1938)
* Atatürk,tarihte ülkesinin en büyük adamlarından biri olarak kalacaktır. Le Morgen Bladet Gazetesi
* Atatürk Türkiye’yi utanma ve çöküntüye uğramaktan kurtardı. Gazete Polka(Polonya 1938)
*Atatürk’ün ölümü yalnız Türk Ulusu için değil,O’nun örneğine çok muhtaç olan bütün doğu ulusları için de büyük kayıptır. Eleyyam Gazetesi(Suriye 1938)
*****
Görüldüğü üzere dış basından bir kaç örnekle ve günümüzde dahi hala yüzyılın en büyük adamı seçildiğine göre, biz kendimiz niçin Atatürk'ü sorgulama ve oralardan bir şeyler çıkarmak peşindeyiz?

*******

Mazlum milletlere örnek bir davranışla emperyalizme, zulme, baskıya karşı durmak elbette ki, bir tarafı rahatsız edecektir! İşte o yüzden Atatürk ideolojisinin ve İslamın özünde olan ve Hz. Muhammed'in de şiddetle karşı durduğu emperyalizmin hedefi haline gelen değerlerimize saldırı her zaman olacaktır. Buna karşı durmak bizlerin haklı davasıdır. Nitekim en son "Medine'nin Mücevherleri" adlı kitabın yazarı Amerikalı gazeteci Sherry Jones'in Hz. Muhammed'e saldırmaya kalkmadı mı? Demek ki, çıkarlara ters olan değerler her daim HEDEF olmaktadır!

****

Türksel'in yaptığına gelince; gerekçeleri bizleri gerçekten derinden yaralamıştır. Yani bu ülkenin ekmeğini yiyip, ona karşı durmak elbette ki sorgulanması gerekir! Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu büyük önder Atatürk'e sahiplenmek her Türk vatandaşı gibi kurum ve kuruluşların da birinci görevidir! İki yüzlü davranmak, varsa da yoksa da "para" demek ahlaki değildir! Kaldı ki, bu anlamda Recep İvedik tiplemesi için Şahan Gökbakar ile yıllık 2.5 milyon YTL’lik reklam anlaşması yapmıştır. Burada da bu tiplemeyle bizim insanımız ve kültürümüzle alay edilmektedir! Demek oluyor ki, Türksel'in çıkarları ve amacı bizim amacımızla örtüşmediği gibi hesaplarımız da uymuyor! Şayet, "Mustafa" adlı filme yukarıda saydığımız gerekçelere dayalı bir itiraz olsaydı, o vakit bu düşüncem de yanıldığımı düşünürdüm!
****
Bir de AB bildiğiniz üzere "Kemalizm'den vazgeçin, duvarlardan Atatürk resimlerini kaldırın" diye habire fırsat buldukça beyanatlarda bulunuyorlar. Bunun için de boş durmamak ve bir şeyler yapmak gerekiyor değil mi? Zaten bu neviden saldırıları, bu çerçevede değerlendirmek gerekiyor! Aynı şekilde de İslamın ilk şartı olan Kelime-i Şahadet "Eşhedü en la ilahe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abduhu ve Resuluhu" den Hz. Muhammed'i çıkarmamız yönünde küstahça cüretkarlık sergilmeyi de eksik etmiyorlar! İşte anlaşıldığı üzere çıkarlarına ters olan her bir şeyimiz üzerinde oyunlar oynanabiliyor!

****

Mustafa Kemal ATATÜRK'ün Türk Milleti'nin kalbinde derin bir sevgisi vardır. Bu sevgi her geçen gün daha da büyüyor. Bilerek ya da bilmeyerek yapılan karalamalar bizleri asla etkilemeyecektir! Bilakis milletimizi birbirine bağlayan önemli bir unsur olacaktır! Gelişen bütün bu olayları sağduyuyla gözlemleyebilen asil halkımızın elbette ki, değerlendirebilme yeteneği de vardır! Bu değerler bizimdir! Asla hiç birinden taviz vermeyeceğiz! Sevgi ve saygılarımla!

28 Ekim 2008 Salı

Büyük Türk Ulusunun Bayramı Kutlu Olsun!











29 Ekim 1923; Türk Halkı Cumhuriyet rejimini benimseyerek kabul etti; ancak, 23 Nisan 1920 Cumhuriyet yönetimine fiili olarak adım atıldığı tarihtir. Bundan sonraki gelişmeler adım adım Türk Halkı'nı Cumhuriyet'e taşımıştır. 1 Kasım 1922 tarihiyle Saltanatın kaldırılması, 24 Mart 1924 tarihiyle Halifeliğin kaldırılması ve nihayet "hukuk devleti" ilkesinin anayasamıza girerek "hukukun üstünlüğü" kavramıyla TÜRKİYE CUMHURİYETİ tarihimizin en büyük dönüşümü olarak kabul edilmiştir. Atatürk'ün bu eşsiz eseri, tüm müslüman alemi içerisinde önder ve örnek oluşuyla da bir üstünlük olarak kabul edilmektedir.


*******

Cumhuriyet, halkın kendi kendisini yönetmesi biçimidir. İşte buradan bakılarak, yönetenler siyasal bakımdan halka sorumlu durumdadırlar. Halkı ise tebaa olmaktan çıkarıp, vatandaşlık durumuna yüceltir. Oysaki monarşik yönetimlerde yönetilenler tebaa durumundadırlar. O halde, burada tebaanın hükümdarı denetleme ve ya iktidarına karşı gelme gibi durumları söz konusu değildir. Zira yöneten de tebaaya karşı siyasal anlamda sorumlu değildir. İşte, büyük Atatürk bu anlayıştaki yönetimi kabul etmeyip, halkın iradesini öne çıkararak yeni bir düzeni Türk Halkı'na sunmuştur. Ve bu konuda şöyle demiştir: "Cumhuriyet, demokratik idarenin tam ve mükemmel bir ifadesidir. Bu rejim, halkın gelişimini ve yükselişini sağlayan, onlardan esirlik, soysuzluk, dalkavukluk hislerini uzaklaştıran bir yoldur." Görüldüğü üzere tebaa olanlar hükümdarın iktidarına ve tüm buyruklarına buyun eğmek zorundadır. ( Saddam hükümdarıyla idare edilen ve sonu felaketle biten Irak Halkı buna çok yakın bir örnektir.)


**********


Atatürk Devrimleri'nin ana amacının ırksal ve dinsel ögelere bağlı olmayan aklın ve bilimin egemenliğinin kabul edildiği Türk ulusunun yaratılması olduğunu bilerek bir de ümmet ve tebaa anlayışı hakim olan ülkelerin durumuna bir bakalım: Irak en sıcak örnek olarak gözlerimizin önünde büyük bir acı ve kıyımın yaşandığı müslüman ülke. Bakınız, bu ülke halkı cemaat ve etnik ayrımcılık anlayışı ile bir birliktelik sergilemektedir. Ne mi oluyor, işte tebaa olan bu insanlar kendi cemaat liderlerinin istek ve işareti doğrultusunda birbirlerini haklama peşindeler. Oysa ki, topraklarını işgal eden güçleri bir kenara bırakarak birlik ve beraberliklerini parçalayan unsurlara hizmet, artık cemaatlerin bir görevi haline dönüşmüştür. İşte bunu farkeden işgalci güçler müslümanların bu zaafını kullanarak, her daim bu coğrafya da istediklerini çok rahat elde etmeyi sürdürmektedirler. Geride bir tek Türkiye Cumhuriyeti yani Atatürk Cumhuriyeti bu planı bozmaktadır. Onun da tek nedeni Atatürk felsefesi ve ideolojisidir. O yüzden olsa gerek ki, Avrupa Birliği küstahça açıklamalar yaparak "KEMALİZM den vazgeçin ve duvarlarınızdan Atatürk resimlerini kaldırın!" diyebilme fütursuzluğunu sergileyebilmektedir. O halde şu gerçeği çok iyi anlayabilmeliyiz: Bizleri başka türlü bölme cesaretini gösteremeyecekleri için ulus devlet anlayışımızı her alanda saldırılarla zaafiyete uğratarak gerçekleştirebileceklerdir. Tıpkı, diğer islam dünyasında uyguladıkları anlayış gibi. Nitekim de bu planları başarıyla gerçekleşmektedir.


******

1919 yılında Atatürk'ün Samsun'a hareketiyle başlayan Kurtuluş Savaşı, dünya üzerinde emsalsiz bir örnek olarak bizlerin gururu olmuştur. Evet, o yıllarda vatanın her karış toprağı işgal altındaydı. İşte bu bağımsızlık savaşı aslında çağdışı kalmış ve ömrünü tamamlamış bir imparatorluğu kurtarmak için değil, ana yurdumuz olan topraklar üzerinde bağımsız bir Türk devleti kurmak içindi. Osmanlı İmparatorluğu yerine ulusal Türk devleti; Osmanlılık yerine ulusçuluk; ümmet yerine ulus anlayışı benimsenmiştir. Atatürk Devrimi'nin amacı ulus oluşturulmasını sağlamak, ulusal Türk devletini kurmak ve çağdaşlaştırmaktır. Atatürk, "benzerlikleri" kurumsallaştırarak, ulusal kimlik bilincini yaşanmış ve yaşanmakta olan "ortak tarih", "ortak kültür" ve "Türk milleti mensubiyetine" dayandırmıştır. Bu anlamda bir hatırlatma yapacağım: Mareşal TİTO Yugoslavya'da "ayrılıkları" kurumsallaştırmıştı! İşte o yüzden fazla yaşama şansı olmayan Yugoslavya bugün paramparça oldu! O halde Atatürk'ün büyüklüğü bir kez daha ortaya çıkmıştır.

*******

Şimdilerde ulus anlayışının modası geçtiği gibi söylemlerin sadece bizi ayrıştırmak için olduğunu hatırlatarak devam edeceğim. Madem ki, artık küreselliğin gereği "tek bayrak, tek millet, tek vatan" analayışı yanlışsa niçin ABD ve diğer Avrupa ülkeleri kendi menfaatlerine aykırı oluşan tüm unsurları yani ulus anlayışını terk etmezler? AB kendi içinde menfaatlerini tüm hızlarıyla korumakta olduğu bir gerçektir. Oysaki onların ortak olguları olan dinsel anlamdaki birliktelikleridir. Bu sebeple kendi aralarında halklarına vize uygulamadan giriş çıkışlar serbesttir. Ekonomik anlamda birbirlerini destekleselerde kendi öz çıkarları her zaman korunma altındadır. Unutmayalım ki Amerika Birleşik Devletleri'nde her milletten insan vardır. Ancak bu kişiler kendilerini "Amerikalı" diye tanımlamaktadır. AB'nin mantığına ve işleyişine ilk bakışta sanki ulusal kimlik bilinci, yurttaşlık anlayışı geri plana itiliyor gibi gözükse de bazı gerçekler bunun dışındadır. Örneğin, Fransa'da tek ulus anlayışı anayasal güvence altındadır.


*******

Cumhuriyetimizin 85. yılını büyük bir gururla kutlayacağız. Millet olarak bu gururumuzu büyük bir coşkuyla hissederek yaşayacağız. Bunun yanında ait olma kimliğimiz olan vatanımızla, bölünmez bütünlüğümüzle Atatürk Cumhuriyeti'nin ilelebet payidar kalacağını bir kez daha kararlılıkla tüm dünyaya göstereceğiz! Bilinmelidir ki! Bu millet gerekirse topyekün bir kurtuluş mücadelesi daha verir; ama vatanıyla millletiyle ulus bilincinden asla taviz vermeyecektir! Bedeli ne olursa olsun, bu kararlık sürdürülecektir! Zira biz Mustafa Kemal'in yolundan yürümeyi yaşamsal bir kararlılık olarak biliyor ve inanıyoruz! Bu kararlılığın içerisinde hiç bir ayrıma yer verilemez! Hepimiz bir bütünüz ve birbirimize saygılıyız! Bunun dışındaki düşünceler zorlama ve dışarıdan enjekte edilen hain planların parçasıdır. İşte bu tuzağın bizler çoktan farkındayız! Ne zamandan beri, derseniz? Yıl 1919'dan beri biz bu oyunu biliyor ve farkındayız!


TÜRK ULUSU'nun Cumhuriyet Bayramı kutlu olsun! Nice Bayramlara!.. Sevgi ve saygılarımla!

22 Ekim 2008 Çarşamba

Televizyonun Çocuklar Üzerindeki Etkisi


















Şiddetle savunduğum ve her fırsatta anlatmaya çalıştığım, basın, televizyon ve diğer kitlesel iletişim aracılığıyla yozlaştırılmaya çalışılan çocuklarımız, toplumumuz ve oradan milletimiz! Öğrencilerimle hemen hemen hergün yaşadığım ve artık sıradanlaşan olaylardan bir tanesine değinmek istiyorum. Çocuklar, hele de 7-8 yaş çocuklarımız; hepsi birbirinden şeker harika güzellikteki gözbebeklerimiz! İşte onlar, yaşları gereği birbirlerine muzip davranışlarını sergilemekten kaçınmazlar. Bu arada da gördüklerini ve bildiklerini de hiç kesintisiz ortaya koyarlar.

*****

"Gördükleri nelerdir?" İşte burada, kitlesel eğitim dediğimiz araçlar vesilesiyle yönlendirmeler meyvesini vermektedir. Hergün beyinlerine kazınmaya çalışılan neyse, onu aynen uygulamaya özenirler. Televizyonlar, bizlere ne işliyor? Küfürler havada uçuşuyor. Öyle hal aldı ki, düz ara gün ışığı görmemiş cümleler çarşaf çarşaf ortada! Argo, küfürlü cümlelerle insanlarımızı güldürmek adı altında ve özellikle de çocuklarımıza aşılanıyor! Ben bir eğitimci gözüyle isyan ediyorum! Amacın ne olduğu bile bilinmeyen bu gidişat için, kesin olan bir tek şey vardır ki, o da genel ahlak olarak verdiğimiz edep ve davranışlarımızın artık sıfırlanma noktasına geldiğidir. Yani "ayıp" kavramı yerle bir oldu!


*****

Tekrar konuya dönecek olursam, bu şeker gibi pırıl pırıl zeki mi zeki çocuklarımız kendi aralarında, işte bu türden davranış ve söylemlerde bulunuyorlar. Ondan sonra sorgulamalar başlıyor. "Nereden gördü, nereden duydu?" ardından, aileler birbirini suçluyor! Suçu başka yerde aramaya gerek yok! Farkında bile olmadan, hani eğlenerek, gülerek izlediğimiz programlar var ya? İşte orada bir durup düşünmek gerekiyor! Evet, bu anlamda ciddi olarak bir eğitim sorunuyla karşı karşıyayız.

******
Televizyonlar adeta bizlerin yok olması için elinden geleni yapmakla meşgul! Her alanda yapılan tahribatları izlemek benim için bir ızdırap ve utanç tablosuna döndü. Eminim ki, sizler de böyle düşünüp, bunların sonlanmasını istiyorsunuzdur! Tüm bu gelişmeler gerçekten kaygı ve endişe verici. Üstelik bir de tüm bu yaşanılanları "espiri" adıyla sözde sanatçılar nerdeyse ipliğimizi pazara çıkartacak şekilde ele alıp, dalga geçerken, bir yandan da sanat anlayışıyla (!) güldürme yolunu seçtiler. Bunu yaparken de bizleri kullanıyorlar. Bakınız bir de bol bol para kazanarak hayatlarını devam ettiriyorlar. Söyler misiniz, insan kendi ayıbını ortaya çıkararak ya da buna zorlanarak dalga geçip, millete maskara olabilmeyi düşünebilir ve kabul edebilir mi? İşte bizler ne yazık ki, bunu kendi milletimiz ve kültürümüzle yapıp, sonucunu düşünemez ve göremez olduk! Ne hallere düştüğümüzü farkedebilecek miyiz, merak ediyorum? Haydi isterseniz bir yerden başlayalım; mesela kendi ailemiz ve çok değerli varlıklarımız üzerinden yola çıkarak tenkit ve alaya başlayalım. Sonra da bunlarla gülelim, güldürmeye çalışalım! "Nasıl olur?" demeyin oldu bile! Bakınız, birileri bunları yaparak cebini dolduruyor! Ama geride milletini ne hallere düşürdüğünün hesabı hiç önemli değil!

******
Çocuklarımızın her yaptığı davranışın, her söylediği sözün altında bir model yatmaktadır. O model elbette öncelikli olarak aile olmalıdır. Ardından kitle iletişim araçları vasıtasıyla en iyi modeller seçilmelidir. Ancak bu araçlar tam tersi yönünde hareket ediyor. İşte o yüzden burada anne ve babalara çok önemli görevler düşmekte!..


"Kültür, okumak, anlamak, görebilmek, görebildiğinden anlam çıkarmak, ders almak, düşünmek ve zekayı geliştirmektir." diyen büyük Atatürk'ün sözünü çok iyi anlamak ve görmek gerekir! Sevgi ve saygılarımla!

19 Ekim 2008 Pazar

Türkiye Cumhuriyeti Devleti Bir Bütündür! Bölünemez!



















"Milli sınırlar içinde bulunan yurt parçaları bir bütündür; birbirinden ayrılamaz." Mustafa Kemal ATATÜRK

Şırnak'ta terör örgütü PKK'ya karşı düzenlenen yürüyüşe yaklaşık 20 bin kişi katıldı.

İşte bu!...

Vatanın bölünmez bütünlüğü üzerinde Türk Halkı kararlı bir şekilde isteğini dile getiriyor. Milletimizin birlikteliği için Kürt, Türk, Laz, Çerkez beraberce omuz omuza savaşarak bu vatanın sınırları çizilmiştir.

İşte o günden bu yana durmak, bitmek bilmez bir planın parçası haline getirilmeye çalışılan etnik ayrımcılığı dayatan İngiliz, Amerikan, İsrail ve Ermeni işbirliği içerisindeki bu bölücülüğün adresi PKK dır. Bu kılıfla ortaya atılan tedhişin yıllar içerisinde adı zaman zaman değişerek önümüze konuldu. Tabii, Avrupa'da bu işin içerisinde; hatta karargahı diyebiliriz.

Demek oluyor ki, ülkemiz üzerinde gözleri olanlar, çıkarlarına hizmet için bu eli kanlı tedhiş örgütünü yaşatmaya ve desteklemeye çok hevesli bir şekilde devam etmektedirler.

*******

Onlar isteye dursunlar, planlarını gözü dönmüş olarak son süratle yürüte dursunlar; bir de bizim ahval ve durumumuza bakalım istiyorum. Türk Milleti'nin genleri efendi kabul eder mi acaba? Var olduklarından bu yana kime uşaklık etmiştir diye sormadan edemeyeceğim! Her daim hükmetmeyi ve bağımsızlığı kendilerine düstur edinen bu asil millet ve kardeşlerimiz Kürt halkı bu planı çoktan kavramış ve oyuna gelmemek için dirençlerini ortaya koymuşlardır.

O halde sözde Kürt halkını temsiliyetle olay çıkaran ve elini kana bulayanlar ise yukarıda bahsettiğimiz devletlerin destekleriyle oluşturulan kişilerdir. Bu kişlerin yarattığı tedhiş karşısında güvenlik güçlerimiz mücadelesini sürdürmekte ısrarlı ve kararlı olduğunu ortaya koymaktadır. İşte bu nedenledir ki, mehmetciklerimiz ne yazık ki şehit düşmektedir.

Analar, babalar, evlatları için gözyaşı dökseler de "vatan sağolsun!" demeyi kendilerine gurur görüyorlar. Hangi millet bu fedakarlığı gösterebilir? O halde bir milletin, cephede savaşan evlatları dünyayı hayretler içerisinde bırakan kahramalıklar sergiliyorsa, hiç şüphe duyulmasın ki, bu milletin bütün bireyleri aynı duygu içerisinde, o başarıları göstermeye muktedirlerdir. Zira Türk halkı bunu "Kurtuluş Savaşı"nda tarihe ve dünyaya emsalsiz destanlar yazarak göstermiştir.

***********

Bu arada, bu şanlı tarihimize ve geçmişimize ihanet edenler de vardır. Ancak şu sıralarda insanlarımızın kafalarını karıştırmaya yönelik son derece tehlikeli ve kaygı verici gelişmeler yaşadığımız üstü kapatılmayacak kadar ortada. Her yönüyle bizleri çok yakından ilgilendiren bu olağanüstü gelişmeleri sürdüren kişleri, araştırdığımızda karşınıza bir o kadar da parmak ısırtacak ifadeleri görüyoruz. Affedersiniz, edep dışı sapıkça düşünceleri uluorta şekilde yayınlayarak, kendilerine bir entellik havaları sergileyenler, bir ayağı dışarıyla bağlı olanlar ve hatta o ülke için hizmete yarışanlar masum halkımızın duygularıyla alay etme cesaretini kendilerinde bulmakta hiç bir sakınca görmemekteler. Kandil'e gidip, oralarda söyleşi yaptıktan sonra güzel ülkeme dönüp, "kalbim Kandil'de kaldı" deme cesaretini ve cüretini bulabiliyor.

Şimdi sormak isterim; hangi ülkenin gazetecisi ülkesini parçalamaya ve bölmeye çalışanların yanına gidip de oraları ballandıra ballandıra anlatabilir? İşte bu kişlerin basında bangır bangır "demokratikleşme" adıyla bizlere etnik milliyetçiliği dayatıp, kabul ettirmeye çalışıyorlar. Nasıl oluyor bu, diye kendi kendime soruyorum; o zaman bunun anlamı ülkenin fiili ve resmi olarak bölünmesi demektir! Bu neviden istekleri biz kabul etmiyoruz! Kürt kardeşlerimizin de böyle bir talebi yok! Ama dışarıdan bastırarak "illa ki, siz ayrılacaksınız!" diyorlar. Onun için de ellerinden geleni yapıyorlar.

********


Onlar istiyorlar da biz "evet" mi diyeceğiz? Tabii ki de HAYIR! Zaten Türkleri bir türlü Anadolu toprağında kabul edemediler. Hangi millet vatanından kovulma tehditi yaşıyor? Bir bakar mısınız? İngiliz, Fransız, İtalyan vs. hiç biri, ama hiç biri yurtlarından kovulmak gibi bir kaygısı YOK! Kendi aralarında sıkıntıları, ayrılma istekleri belki vardır; ancak yurtlarından kovulmak gibi yaşamsal bir tehdit altına girmediler. Bize gelince; tek istekleri bir an evvel bizlerin bu topraklardan çıkarma istekleri tarih boyunca sürdü, sürdü ve sürüyor! Örnek mi? Haçlı Seferleri!

Şimdi yaşadığımız ne? Tabii ki, bir haçlı saldırısı daha yaşıyoruz. Bakalım, PKK olgusunu kimler destekliyor, ve ne istiyorlar? Bir tek "Kürdistan" hayali değil ki!!! Bakınız, "Büyük Ermenistan" hayali gündemden düşmüyor. Yavaş yavaş istekleri önümüze sunuluyor! Oradan "Pontus Rum" dayatmaları,batıdan Yunanlıların bitmek tükenmek bilmeyen istekleri ve dayatmaları, Kıbrıs'da "helenizm" istekleri, İstanbul'da Vatikan modeli ayrı bir din devleti kurma hayalleri ve dahaları!...

**********

Görüldüğü gibi Anadolu topraklarını bize çok gören bu haçlı zihniyeti, planlarını hayata geçirebilmek için dinsel ve milliyetçilik anlamda etnik kökene dayalı ayrımcılığı kurcalayıp, ulus bütünlüğünü yok ederek istediklerini elde etme peşine düştüler. İşte o yüzden de içte birbirimize düşürme yollarını habire planlıyorlar.

Türk Halkı aynı zamanda müslüman bir millet. İşte bir kozları da bizleri tıpkı, Arap Yarımadasında olduğu gibi dinsel mezhepsel ayrıma koşup, cemaatleştirmektir. Bu vesileyle, halkın saflaşması, birbirine düşman ettirilmesi çok kolay olacaktır. Zira Irak'ı kaça ayırdılar? Bakınız, bir taraftan Şiiler, diğer taraftan sünniler, öte yandan Araplar ve Kürtler diyerek ulus olamamanın acıları ortada. Gerçek işgalci güçler bir tarafa bırakılıp, birbirlerini boğazlama işte böyle gerçekleştirilmektedir.


Büyük Atatürk, o yüzden bizleri bir millet olarak bir arada tutmayı ön görmüş ve bunu da bir kimlikte birleştirmiştir. Bu kimlik bizleri rahatsız etmiyor! Bir arada yaşayabilmek ve bu coğrafyada tutunabilmek için olmazsa olmazların başında ulus olmak ŞARTTIR! Yoksa bizlere yaşama hakkkı tanınmayacağı KESİNDİR! Örnek mi? Yugoslavya. Yugoslavya'yı paramparça ettiler. Binlerce müslüman katledildi. Etnik ayrımcılığa dayalı kışkırtmalarla gelinen nokta artık Yugoslavya diye bir devlet yok! Şimdi nasıl demokrasi bu? Demek ki, demokrasi, insan hakları derken "BÖL, PARÇALA, YÖNET" anlayışı hakim kılmaktadır.


**********

İçerisine düşürülmek istendiğimiz durum bundan ibaret. Derhal ama derhal! Bizlerin ayrım gözetmeksizin, birbirimizi hoş görerek kenetlenmek durumunda olduğumuzu anlamamız gerekiyor! Etnik anlamda düşmanlık sergiletmeye çalışanların çabalarını boşa çıkartmalıyız! Sıkıntılarımızı kendi aramızda zaman içerisinde görüp, düzeltme yolunu yapacağımız kesin; ama kimseyi karıştırmadan, kurumlarımızı yıpratmadan, değerlerimize sahiplenerek ortak kültürümüzle bu zor günlerin aşılmasını Yüce Türk Milleti'ninin dikkatlerine sunmayı sorumluluk kabul ediyorum!

Bu asil milletin geçmişte olduğu gibi bugün de ayrışmadan, beraberce yaşamayı sağduyululukla sürdüreceğinden kimsenin endişesi olmasın! İşte ŞIRNAKLI vatandaşlarımız bu kararlılığı dünya kamuoyuna göstermiştir. Bu kıvancı onlarla paylaşıyor ve kendilerini yürekten kutluyorum.

Sevgi ve saygılarımla!

16 Ekim 2008 Perşembe

Kur'an'da 10 Emir!..











"Viyana Kardinali Christoph Schönborn, Diyanet İşleri Başkanı Ali Bardakoğlu’nu ziyaretinde, "Krizi Tanrı’nın bir cezası olarak da görmek mümkündür" dedi. Kardinal bu sözleriyle, Papa 16. Benedikt’in görüşlerini desteklerken Bardakoğlu, ’Krizin ilahi bir uyarı’ olmadığını savunarak, "İnsanın kendi eliyle ürettiklerinin yine kendine dönmesi olarak görebiliriz" yanıtı verdi."

*********

Papa 16. Benedikt küresel krizi işte bu şekilde tanımlayarak, dini anlamda insanlara bir mesaj verdi. İşte bu noktada Papa'nın sözleri üzerinde durmak istiyorum. Öncelikle, Kardinalin Papayı destekleyen sözlerine bir bakalım: "Ekonomik krizi tanrının bir cezası olarak görmek mümkündür. Ancak bu cezaya kendi hatamız ve eksikliklerimiz de katkı yapıyor. Başkalarının hataları da bunlara ekleniyor. Örneğin bir baba hesapsız hareket ettiğinde onun içine düştüğü mali krizi ailenin tümü göğüslemek zorunda kalıyor. Bizlerin ölçüsüz harcamalar yaptığını, parayla kazançla ilgili spekülasyonlar yarattığımızı görüyorsunuz. Tüm bunlar tanrının cezasıyla bireysel sorumsuzlukları bir araya getiriyor. Dolayısıyla biz küçük dünyada ahlaki değerleri öne çıkarmalıyız. Aşırı ihtiraslardan kaçınmalıyız. Bu konuda hepinize Kuran’da yeri olan 10 Emir’i hatırlatıyorum."

*************

Evet, görüldüğü üzere Papa ve Kardinal aynı çizgide görüşler ortaya koyarak nasıl bir ilahi düşünce ortaya koyuyorlar hayretle bakıyorum. Şimdi, kendileri burada, ölçüsüz para harcamaları ve bununla bağlantılı ahlaki konulara değinip, Kur'an'da 10 emiri hatırlatıyorlar da, acaba bu emirler içerisinde yer alan diğer ilahi buyrukları niçin dillendirmezler? Niçin insanlar katledilirken hem de bunu bir "haçlı seferi" olarak nitelendirenlere destek verirken hatırlatma gereği duymadılar? Hatta araştırmacı yazar Aytunç ALTINDAL'ın bir söyleşisinden, bir alıntı ilave etmek istiyorum:"Papa 16. Benedikt, Bush yönetiminin yürüttüğü politikaları destekliyor. 2. Jean Paul kominizmle mücadele için göreve getirildi. Şimdiki Papa da İslam ve Asya ile mücadele için görevde". İşte bu düşünceler ve yapılanlar gösteriyor ki, gelinen nokta hiç de Papa'nın ve Kardinal'in düşündükleri gibi değil! Onlar olayı başka yönde değerlendirerek dikkatleri ve vicdanları rahatlatma peşindeler!.. O halde bir de Kardinalin dediği üzere Kur'an'da 10 emire bakalım nasıl anlatılıyor:


***********

Hıristiyanlar, 10 Emir'in iki taş levhaya kazınmış olarak; Müslümanlar ise vahiy ile Hz. Musa'ya bildirildiğine inanırlar. Tevrat'ı oluşturan kitaplarda bu 10 emirin çeşitli devirlere ait birbirinden farklı anlatımları vardır. Ben, Tevrat'a göre bizi ilgilendiren maddeleri buradan aynen yazacağım;

6- Katletmeyeceksin.

7- Zina etmeyeceksin.

8- Çalmayacaksın.

9- Komşuna karşı yalan şehadet etmeyeceksin.

10- Komşunun evine tamah etmeyeceksin; komşunun karısına yahut kölesine yahut eşeğine yahut komşunun hiçbir şeyine tamah etmeyeceksin.

Pekii, Kardinal'in uyarısı üzerine yukarıda yazdığım 5 maddenin hangisi yerine gelmiş? Irak'da, Afganistan'da, Filistin'de, Balkanlar'da, kafkasya'da özellikle müslümanlara yapılanlar acaba neydi? ilahi buyrukların hangisine uyuyor?


************


Kur'an-ı Kerim'de ise 10 emir; Bakara suresi 83-84. ayetlerde anlatılır:

83. ayet: "Bir vakit İsrailoğullarından söz alıp: 'Allah'tan başkasına ibadet etmeyin. Anaya babaya, akrabaya, yetimlere, yoksullara güzel muamele edin, insanlara tatlı söz söyleyin, namazı hakkıyla eda edin, zekatı verin" demiştik. Sonra pek azınız hariç sözünüzden döndünüz. Hala da yüz çevirmektesiniz."
84. ayet: "Hani sizden, birbirinizin kanını dökmeyin, birbirinizi ülkenizden çıkarmayın diye söz almıştık, siz de bunu kabul etmiştiniz. Buna siz de şahitlik edersiniz."


***************


O halde Diyanet İşleri Başkanımız sn. Ali BARDAKOĞLU harika ve yerinde bir cevap vererek şahsen benim yüreğime su serpmiştir. Yapılan değerlendirme aynen şöyledir:

*****************


"Gönlümüz ister ki, insanlık biraz da Allah’ın seçkin bir varlık olarak yaratmasını algılayıp, maddeyi ve dünyayı aşan daha yüce hedeflere doğru yürüyebilmelidir. Bunu biz bir ilahi ceza olarak algılamak yerine, insanoğlunun maddi unsurlar ve aşırı dünyevileşme üzerine kurduğu sistemin zaman zaman kendini cezalandırması olarak, yani insanın kendi eliyle ürettiklerinin yine kendine dönmesi olarak görebiliriz."

*******

Kapitalizme de dokunduran sn. BARDAKOĞLU, şöyle konuştu: "Allah dünyayı üzerinde yürümemiz, üzerinde olmamız için yarattı. İnsanoğlu dünyayı iyi algılayamazsa, madde ve kár peşinde koşmayı yaratılışın tek amacı görmeye başlarsa dünyanın üzerinde olmaz, dünyanın altında kalır. Büyük sermaye şirketlerin, uluslararası şirketlerin gökdelenlerde oturup, yolda yürüyenleri karınca gibi görüp kárını ikiye katlaması da zarar içinde olması da bizim değerlendirmelerimizi değiştirmez. Sorunlar, ’ne pahasına olursa olsun, benim olsun, daha çok olsun’ demek yerine sahip olduğu her şeyi diğerleriyle paylaştığında, bunu öğrendiğinde azalmaya başlar."

HÜRRİYET

*****************

Tekrar yaşanılan savaşlara ve akabinde gelen ekonomik krize değinmek gerekirse, Ali BARDAKOĞLU'nun söylediklerini iyi okumak gerekiyor. Evet! Vahşice yapılan katliamlar, sermayenin durmak bilmeksizin büyüme ve "hep bana" hırsının geldiği nokta, işte bu çöküş oldu. Kendilerini (kapitalizmi) kurtarmak için, her şeyi yapmak mübahtır anlayışı hakim kıldı. Gelinen noktada kapitalizmin sistemi içinde olan, "yapmayacakları şey yoktur" anlayışı ne yazık ki sorgulanmıyor da, bir şekilde işin içinden sıyrılma yolları aranmaya çalışılıyor ya da görmezden geliniyor.

***************


İşin maddi yönüyle ilgilenmeyi bırakıp, asıl ilahi yönü olan maneviyatına bakılmalı. Yani kendilerinin katlettiklerine, zina ettiklerine, ki onbinlerce müslüman kadına tecavüz edilmiştir! İşte bu yönde bir değerlendirme yapılarak bence dünya kamuoyuna insanlığın, nasıl bu kadar zalimleşebildiğini duyursunlar. Elbette bunu yapmak öncelikli olarak din sorumlularının görevleri arasındadır. Fakat, savaşlara göz yumar, üstelik de destek verilirse elbette ki, bütün bu yaşanılanlar gözardı edilir! Çünkü Vatikan bu acımasızlığın bir parçası haline gelmiştir. İşte o yüzden, Ali BARDAKOĞLU'nun beyanatları ve değerlendirmeleri, kanayan vicdanların sesidir! Mazlumların sesidir! Kimsesizlerin sesidir! Çünkü hem yüce dinimizin buyruklarını dile getiren temsiliyetleriyle ve hem de mazlum milletlere örnek olan Atatürk Cumhuriyeti'nin bir ferdi olarak gereğini yerine getiren, saygınlık ölçüsünde gerçek bir cevap olmuştur! Bu anlamda kendilerine buradan şükranlarımla beraber saygılarımı iletiyorum.


*************


Sonuç olarak, Kur'an'da 10 emir gerçekten tüm insanlığa gerçek ahlakı, gerçek erdemi ve vicdanın gereğini emretmiştir! Bu hangi din olursa olsun ortak kabuldür. O halde içinde bulunduğumuz şu dönemde, insanın insana reva gördüğü zulmü asla kabul etmiyor; bilakis uyarı anlamında telkinlere işaret edilmektedir. Buradan yola çıkarak ve dayanak gösterilerek, milyonlarca insana yapılan vahşeti görülmeyecek, sadece maddi anlamda ahlaki ders almayı işaret edeceksin!... İşte Diyanet İşleri Başkanımız buna izin vermedi! Sevgi ve saygılarımla!

14 Ekim 2008 Salı

Yarışma mı, Kumar mı?











"Var mısın, yok musun?" bu bir yarışma. Televizyon kanalının birinde sürdürülen ve zaman zaman yüksek satış yapan gazetelerin sayfalarına haber olacak kadar da değer verilen bir yarışma!..
***********
Ülke ve dünya gündeminin ağır sorunları karşısında, televizyon kanallarımız bizlere meşgul olabileceğimiz programları üstün bir titizlikle (!) hazırlayıp ekranlara yerleştiriyor. Bununla da kalmayıp, milletçe iştirak ederek heyecan duymamız konusunda da doğrusu son gayret ve çabasını esirgemiyor. Onları yürekten kutlamak, artık boynumuzun borcudur diyerek üzerinde biraz konuşmak istiyorum:
************

İnsanları yarışma adı altında bir yerlere toplayarak, havadan bol para nasıl verilir; işte bu yarışma ve muadilleri yoluyla bizlere yaşatılarak gösterilmektedir. Daha bir derinden analiz edersek; havadan para kazanmak da diyebiliriz. İnsanlar umudunu yitirmemeli ve umutsuz yaşanmaz ilkelerini elbette her insan gibi ben de kabul ediyorum; ama allah aşkına bu programları hangi kefeye koymamız gerekir diye de sorgulamadan edemiyorum! Resmen umut dağıtılıyor! İnsanların ne onuru kaldı, ne haysiyeti! Hepsini de beş paralık ettirdiler! Yarışma denildiği zaman akla kültürel bir süreç gelirdi; işte bilgi yoklaması, bir marifetin sergilenmesi, insanların özel yeteneklerini ortaya çıkarılması, amaç; kısaca güzel şeylerin rekabet ortamında değerlendirilerek sonucun ödüllendirilmesiyle tatlı bir heyecanı yaşatmaktır. Hatta okullarda bunun ders olarak konu edilip, hedefin yenmek kadar yenilmenin de kabullenilmesi gerektiği olduğu anlatılır. Çeşitli derslerle ve konularla çocuklarımıza bu amaç verilerek, sosyal ve kültürel olarak gelişmelerine destek olunur.

*************

Şimdi benim anladığım yarışma böyledir. Pekii, televizyonlarda önümüze sunulana ne dememiz gerekiyor? Bakınız; geçenlerde babası çocuk doktoru, annesi diş hekimi olan bir yarışmacıyı tesadüfen gördüm ve bu kadar eğitimli bir ailenin çocuğunun oralarda ne işi olabilir diye programı izledim. Hayretlerle, sözüm ona yarışmayı takip ettim. Gördüğümü ve anladığımı sizlerle paylaşmak sanıyorum yerinde olacaktır. Ben bir eğitimciyim; bu gözle baktığım ince ayrıntıları da atlamadan, duyduğum kaygıları belirtmem gerekir. Boş vermek ya da "bana ne!" demek olamaz. Bu türden programlar toplumu bozmaktan öte bir şey değildir! Daha önceleri de yarışma adı altında çeşitli programları seviyesizce ve gururların ayaklar altına alınması şeklinde bizlere sundular. Üzgünüm ki, aziz milletimizin büyük bir çoğunluğu da bu programlara teveccüh göstererek keyifle izlediler. Şimdi sorarım, bu yarışma bizlere ne veriyor? Durum öyle bir hal aldı ki, artık eğitimli ve toplumun önderleri sayılacak nitelikteki kişileri de bu neviden programlara çıkarmaya başladılar. Amaç ise milletimizin artık bunlara ilgi göstermemesini hissedip, bu endişeyi gidermek için "bakınız bu programlara sıradan kişiler katılmıyor" diyerek ilgi ve alakalarının kesilmesini önlemektir. Bilindiği gibi geçmişte "şovmenlik" adı altında kimler neler yaptı, ne şekilde ilgileri artırma peşine düşüldü; izlenme oranlarının yüksek tutulması için insanları affedersiniz edepsizliğe itmeler, pantolonlarını indirmeler ve daha neler neler!...

************

Tekrar söz konusu programa dönecek olursak, öncelikle doktor anne ve babanın büyük bir keyifle ve heyecanla üniversite öğrencisi kızlarını stüdyoya getirip, utanılacak bir şekilde para almak için gayret sarfetmeleridir. Dikkatinizi çekerim para kazanmak demiyorum! Çünkü burada para kazanılacak hiç bir eylem ve işlem yoktur. Sadece basit davranışlar neticesinde yüksek miktarda para almak vardır. Bu kişileri izledikçe yerin dibine battığımı hissettim. Bu ne kadar gurur kırıcı bir olaydır!

**********

Buradan şunu da çıkarmak artık mümkün olabiliyor; insan ahlaki olmayan her şekilde para kazanma yoluna gidebilir! Öyleyse tek amacımız para para para!..Gerçi bu kapılar çoktaan açıldı. Hatırlayalım insanları telefonda defalarca yalvartıp, ağlatıp paralar vermediler mi? Ardından çığlıklar attırmadılar mı? Rezaletin bini bir para şekilde insanlarımızın haysiyetlerini ayaklar altına aldırmadılar mı? Yetmedi "ponpon kızlar" adıyla genç kızlarımızın ahlaklarını yerle bir ederek teşhirlerle para kutularını şans adıyla dağıtmadılar mı? Üstelik bu teşhirleri isimlendirip, ayrıca da bir özentiye sokmadılar mı? İşte nerelerden, nerelere geldik!!! Oysa televizyonlarımızda gerçek anlamda kalitesiyle parmak ısırtacak bilgiye dayalı yarışmalar vardı. Ne oldu onlara?
*****************

İnsanların, sorgulayan, denetleyen, yorumlayan, araştıran yönlerinin yok edilmesine mi uğraşılıyor? Bilimsel, akılcı ve analitik gelişimlerin yolu mu kesiliyor? Yoksa insanları hayali bir yaşama iterek bedavacılığa, kısa yoldan köşe dönücülüğe, oradan kumar alışkanlığına mı sevk ediliyor?
***************
O halde zar atarak da yüksek paraların kazanıldığını çocuklarımıza ve gençlerimize tavsiye edip, yönlendirerek özendirelim! Nasılsa her türlü kumar gurubuna giren şans oyunlarını, hayatın bir parçası gibi kabul edip reklamlara aldık, oradan işte bu şekilde ki programlarla kabul ettirip, günlük yaşantımızın olmazsa olmazı haline dönüştürdük. Hatta toplumumuza umut dağıtmayı ülkü haline getirdik! Yatıp kalkıp bu neviden programları düşünür olduk! Neredeyse işi gücü bırakıp, yan gelip yatarak nasıl zengin oluruzu hayal eder duruma geldik! Alnının teriyle para kazanmak sorgulanır duruma getirildi!
****************
Küçücük çocuklarımıza ve gençlerimize verdiğimiz eğitim bu mu olacak? Daha net söylemek gerekirse, bu programlar kumarın alt yapısını veriyor ve kumara özendiriyor. O halde acilen bu programların sonlandırılmasını dileyerek aziz milletimizin dikkatlerine sunmak isterim. Sevgi ve saygılarımla!

12 Ekim 2008 Pazar

AFRİKA ve OBAMA











Afrika denildiği zaman, yüzyıllarca dünya kapitalizminin gelişmesine ve büyümesine hizmet eden, sömürülen insanları düşünürüm; yine bir ırkın ezilişi ve horlanmasına rağmen dimdik yaşamaya gayret gösteren ve kara derileri yüzünden aşağılanan insanlar aklıma geliyor. Gerek kıtayı, gerekse insanlarını her alanda sömürerek aciz ve fakir duruma getiren Batılı devletler bu utancını ve ayıbını günümüzde de sürdürmeye devam etmektedir. Pekii, Afrika gerçekte fakir midir? Ve ölesiye açlık ve sefalet içinde olan Afrikalılar hakikaten insanın insana reva gördüğü zulmün pençesi altında yaşamaya mahkum mudur?

********

Evet, bu sorgulamaları yapmanın önce insanlık adına görevimiz olduğunu düşünüyorum. İnsanlığı savunan, adına hümanizm dedikleri insanlık ülküsünün bu kıtaya ve üzerindeki canlılara geçmişte ve günümüzde hiç bir zaman uygulanmadığını bilmeyen yoktur herhalde. Kıtanın gerçekte fakir olmadığı çok açık ortadadır. Her alanda sömürülen bu kıta ve insanları üzerinde bir zamanlar ecdadımız olan Osmanlı İmparatorluğu da kuzey kısmında, hüküm sürmüştür. Osmanlı'nın hakimiyeti sonlandıktan sonra, Arap yarımadasında olduğu gibi, bu topraklarda da açlık, fakirlik, salgın hastalıklar kol gezmiştir. Yetmiyormuş gibi kimyasal ve nükleer atıkların toplandığı yer haline dönüşmüştür.
**********

Afrika’da bulunan altın ve elmas rezervleri yanı sıra bir çok madeni ve yer altı zenginlikleri açısından en önde gelen yerler arasında bulunmaktadır. Ancak bu zenginliklerini kendileri yerine başkaları kullandığı için Afrika fakir ve yoksul, Avrupa ve Amerika zengin ve müreffeh olmuşlardır. Avrupalılardan sonra Afrika’yı sömürmek artık Çin ve Japonya’ya kaldı ve şimdi de Afrika’da Çin ve Japon rekabeti var. Bu anlamda Çin'in ve diğer devletlerin ekonomik yatırım ve planlarını ayrıca inceleyerek ele almak gerekiyor.
*********


Evet, Afrika aynı zamanda bir petrol zengini olan kıta. Bu nedenle ABD gözünü bu kıtaya çoktan dikmiş durumda. Hatta yıllar öncesinden "DARFUR" meselesi diye bir konuyla alt yapı hazırlanmıştır. "Nedir o?" derseniz; Sudan'ın başına bela edilen bir mesele. Bu mesele Sudan'ın kendi etnik ve siyâsi şartlarının değil, İngiliz sömürgeciliğinin kasıtlı uygulamalarla ortaya çıkardığı sonra da Amerikan emperyalizminin sürekli canlı tutmaya çalıştığı bir meseledir. İşte bunun gibi Afrika ülkelerinin belini doğrultamadığı bir sürü olaylar ve bitmek tükenmek bilmeyen iç savaşlar. Bunları kim icat ediyor derseniz, malum çıkar odakları!

*******


Gelelim, asıl konuya: ABD pek yakında başkanını belirleyecek. Hiç beklenmedik bir isim, Amerikan tarihinde belki de bir ilk gerçekleşecek. Barack OBAMA! Evet siyahi bir başkan adayı var. Hatta daha da ileriye gidelim, OBAMA'nın babası Kenya'lı bir zenci. Daha sonra annesi 2. evliliğini yapıyor ve Endonezyalı bir müslümanla evleniyor. 4 yıl Cakarta'da yaşıyor. Kısaca, OBAMA için müslüman diye söylentiler de duyuyoruz. Aslında kendisi bir hıristiyan. İngiltere'de ki üvey kardeşi öyle diyor.
*******


Şimdi bütün bunları niçin yazarak sorguladığıma gelecek olursak; ABD durup dururken niçin bu kimlikte ki bir kişiyi başkan yapmak istiyor? Kendimce gördüğüm noktayı sizlerle paylaşmak istiyorum. Tabii ki de Afrika'yı ele geçirerek hakimiyeti elinde tutmak istiyor. Bakınız, Çad'da ki petrol yataklarını çoktan işletmeye başladı bile. Halen buradan elde ettiği petrolü, Kamerun üzerinden döşediği boru hattıyla Atlas Okyanusu’na taşımaktadır. Ne var ki geçen iki yılda Çad’da yaşanan iç gerginlik esnasında devlet başkanının, ABD’ye karşı güveninin azalması ve Çin ile yakın münasebetler kurması bölgedeki dengeleri alt üst etmeye yetti. Bu gelişme ise ABD’yi bölgede iyice gergin bir konuma getirdi. Demek ki, kaleyi içten fethetmek gerekiyor ve Afrika halkına yakın ve sempatiyle yaklaşmanın en kestirme ve zekice olduğu ortadadır ( Bu arada önemli bir ayrıntı olarak gördüğüm, Afrika ülkelerinin büyük bir bölümü müslüman!). Hele de, gördüğümüz üzere Afrikalıların OBAMA'yı inanılmaz desteklediği de ortadayken. Kim bilir kendilerine ne yararı olacak? Zaman içerisinde hep birlikte görürüz! Şayet OBAMA seçilirse, ki öyle olacağına kalben inanıyorum. (Mesela, BUSH'u mahkeme kararıyla, bir yer de cebren getirmediler mi? )
*******

Sonuç olarak; Afrika kıtasında esen doğu rüzgarını kesmek belki de Barack OBAMA sayesinde olacaktır. Fakat bir gerçek var ki, o da; Afrika ve Afrika halkı geçmişte olduğu gibi yine açlık ve sefalete devam edecektir. Bir sömüren gider, yerini bir başkası alır. Bu arada da zirveler yapılır, yardım kampanyaları düzenlenir, sanatçılar konserler verir, tek AFRİKALILAR aç kalmasın! İnsanlığın yaşadığını göstermelik de olsa ayakta tutmak için! Harika (!) değil mi? Oysa Afrika için, yardım kampanyası düzenlemek yerine, onların ayakta durabilmesini sağlamak en evla ve güzel olanıdır. Bu arada BM var; ama bakınız! Bu kurum sanki böyle bir durum yokmuş gibi eli kolu bağlı oturuyor. Arada bir istatistik bilgilerle olaya hakim olduğunu dünya kamuoyuna duyuruyor; o kadar! Afrika kaderine çoktan terkedilmiş, sömürülmeye devam ediliyor; belki de mevcut yaşamları bile kendilerine çok görülecek. Sevgi ve saygılarımla!

5 Ekim 2008 Pazar

Şehidim Hakkını Helal Et!..
















Yine haince ve alçakça bir saldırı!.. Bu defa Hakkari / Aktütün Karakolu! Üstelik aynı yere 5. saldırı! Toplam 43 şehit vermişiz! Dün mü? Tam 15 mehmetçiğimizi şehit verdik! Biliyorum, bütün ülke halkım yasta! Hepimizin yüreği yanıyor! Allah, şehit yakınlarımıza ve milletimize sabır versin! Yasta olmayan bir tek televizyon kanalları. Onlar hala oynuyor, gülüyor, eğleniyor ve bitmek tükenmek bilmeyen bir pembe eğlence aleminin dünyasında akıllara ziyan tutulma yaşıyorlar! Bir kez daha altını çizmek istediğim konu, televizyon kanallarının yabancılara satılmasının ve ele geçirilmesinin nasıl tehlikeler arzettiğini bu vesileyle sizlerle paylaşmak istedim! Yani ulusal birliğimizin ve milli şuurumuzun yok edilmesi işte böyle yavaş yavaş yapılıyor! Bir taraf kan ağlarken, diğer taraf düğün, bayram yapabiliyor!..
******

Evet, bizler bayram ertesi huzur ve güvenle yaşamımızı sürdürürken, Hakkari'nin sınır bölgesinde, bir türlü kabul etmek istemediğimiz bir savaş sürdürülmektedir. Nedir o savaş? Yıllardır ortada gezen bir haritanın gerçekleştirilmesi üzerine verilen sinsice planlar. "Büyük Kürdistan" hayali, gerçekleştirilmek adına içerisinde müttefikimiz(!) ABD, içlerine girmek için yıllarca çabaladığımız Avrupa Birliği yer almaktadır. Sonuçta ise el altından yürütülen asıl hedef "Büyük İsrail" projesidir.
**********

İsrail bizim topraklarımızın da içinde bulunduğu bölgeyi kendilerine yurt edinmek peşinde ve hesabı içerisindedir. Üstelik bunu yaparken kutsal kitaplarının isteği olarak da görüp, benimsemekteler. İşte bu planlarını gerçekleştirebilmek için de, birilerini kullanmak gerekiyor. Maalesef, burada kullanılan kişiler Kürt halkı. Dikkat ediniz, Mesut Barzani'nin dinsel anlamda yahudi kökenli Kürt aşiret lideri olduğunu sanıyorum hepiniz biliyorsunuzdur. Demek ki, hesaplar sadece ve sadece büyük güçlerin çıkarları ve gelecekleri için planlanmıştır. Yoksa Kürt hakları, insan hakları falan hepsi boş ve kocaman bir yalan! Burada önce maşa olarak kullanılacak, daha sonra kullanılan kişiler ve topluluklar için gereği yerine gelecektir. Yok bu düşüncelerimizde bir yanlış varsa, o halde Filistin halkı niçin gün yüzü görmüyor dersiniz? Yıllardır, eziyet ve zulüm çekmiyorlar mı? Yıllardır kendi topraklarında yabancı muamelesi görmüyorlar mı? Yıllarca kendi zenginlikleri içerisine açlık, sefalet, yokluk yaşamıyorlar mı? O halde, taa buralara uzanıp hak, hukuk dağıtmaya çalışanlar kendi bölgelerindeki zulümleri niye görmezden gelip gaddarlık sergiliyorlar?

**********

Şimdi gelelim kendi asıl meselemize; Biz Türk halkı olarak Kürt, Türk, Laz vs. hepimiz bu vatanı beraberce kurduk! Birbirimizle et tırnak gibi olmuşuz. Bin yıllarca aynı kültürü paylaşıp, aynı türkülerle ağlayıp, gülmüşüz! Düşmanlık bizim kitabımızda yok! Beraberce Çanakkale'de düşmana karşı savaşıp, beraberce aynı meclisin çatısı altında kararlar alıp hayata geçirmişiz. Bu millet kendi arasında bu anlamda ayrım gözetmeksizin yaşamayı, kendine gurur ve zenginlik olarak almıştır. O halde dışarıdan bizleri ayırmak çabası içerisinde olan güçler var. Bizi birbirimize "düşman" etmeye çalışanlar var. Bizim sorunumuz ise bölgede acilen eğitimin hızlandırılmasına, aile planlamasının önemi üzerinde durularak halkımızın bilgilendirilmesine, toprak reformunun hayata geçirilmesine ve ağalık sisteminin derhal sonlanmasına gayret sarfetmeliyiz! Gerekirse bu anlamda seferberlik ilan etmeliyiz.

********

Bu arada dün yapılan hain saldırıya dünya basınında ve özellikle İngiliz gazetelerinin üst manşetlerinde "ayrılıkçı Kürtler, asi Kürtler" olarak nitelendirilerek yer verilmiştir. Bu ne demek oluyor? Biz bu hareketi destekleriz! Bu olaylara "tedhiş" gözüyle bakmayız! Bunu yapanlara "tedhişçi" demeyiz! Yeri ve zamanı geldiğinde el altından yürüttüğümüz operasyonlara doğrudan müdahil oluruz! anlamı çıkmaktadır. Zaten aksi şekilde düşünmek fazlaca iyi niyet olur! Askeri desteği ABD'nin yaptığı, siyasal desteğin AB tarafından gerçekleştiğini artık bütün millet olarak hepimiz biliyoruz. Pekii, Kürt kardeşlerimiz bu gelişmelerin farkında mıdır dersiniz? Sağduyulu olanların hepsi farkındadır. Birde aşiret ağaları emrinde olan yöre insanlarımıza ise onlar çeki düzen vermektedir. Bu arada bütün bu elim olayların ardında yatan bir gerçek daha var: O da bölgedeki güç dengeleri üzerinde halka psikolojik baskı uygulamak; yani Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin gücünü ve hakimiyetini yıpratmaya yönelik çalışmalardır.
*******

Bütün bu hain çalışmalara karşın bizler her zamankinden daha sıkı birliktelik sergileyerek, tehlikeli oyunlara geçit vermemeliyiz! Milletçe, devletimizin üstünlüğü ve hakimiyetine güvenerek bir yumruk olmak zorundayız! Bunun dışındaki arayış ve yanlış düşünceler bizlerin; yani hepimizin felaketi demektir! Unutmayalım ki, kendi içimizde oluşturduğumuz düşmanlığın bizlere yarar yerine zarar vereceği kesindir! Zira amaç da bizleri en kısa zamanda birbirimize düşürüp, fırsattan istifade tepemize binmektir! Son bir merakımı da sizinle paylaşmak istiyorum: Dünyanın hemen her tarafında sudan bahanelerle milletleri birbirine düşürüp, devletleri parçalayan bu güçler nedense 1974 yılından bu yana bir tek kişinin dahi burnu kanamadan yaşayan iki ayrı devletten birisi olan, KKTC'yi tanımayarak, bastıkları yerden boğazlayıp, Rum halkıyla birleşin diye dayatıyorlar. Dini, dili, kimliği, kültürü ve herşeyiyle ayrı bu insanları illa da siz birleşeceksiniz diye tutturmuş gidiyorlar! Haydi hayırlısı!...
**************
On beş fidanımızın şehit edilmesi, iki askerimizin akıbetinin bilinmediği ve yirmi askerimizin yaralı olması, yüreğimizi dağlıyor! Türkiye olarak kan ağlıyoruz! Onlar için canımız feda olsun! Devlet ve milletçe yanlarındayız! Türk Silahlı Kuvvetleri, Türk halkının gözbebeğidir! Onların gücü, bizim varlığımız demektir! Buradan TSK'ya minnet ve şükran borcumuzu iletmenin haklı gururuyla, verdikleri kahramanca mücadelelerinin yanında olduğumuzu onurla bildirmeyi görev sayıyorum. Hepimizin başı sağolsun! Sevgi ve saygılarımla!

3 Ekim 2008 Cuma

Çocuklarımız ve Geleceğimiz
















Ekim ayının ilk Pazartesi, Dünya Çocuk Günü'dür. Çocukların iyi yetiştirilmesi ulusların ortak sorunudur. Çünkü, dünya olarak geleceğimiz sağlıklı yetişmiş çocukların eline teslim edilecektir. Bu anlamda dünyanın geleceği de sağlıklı bireylerden oluşan toplumların, insiyatifine terk edilecektir. Çocuklar ne kadar iyi eğitilir, ne kadar sağlıklı olursa toplumların da geleceği o kadar güçlü olur. Çocukların bedensel, ruhsal ve ahlaki olarak en düzgün koşullarda yetiştirilmesi şarttır. İşte bu yüzden çocukların en iyi şekilde yetişmesini istemek, bütün ulusların ve toplulukların ortak sorunudur. Nitekim bu anlamda BM "Çocuk Hakları Bildirisi"ni 1959 yılında yayınladı.

******


Evet, tüm çocukların haklarını, evrensel boyuttaki haliyle bakıldığında harika bir anlayış var. Şimdi tüm bu şartları gözeterek ülkemiz ve dünya üzerindeki çocukların durumlarını ele almak istedim. Biliyoruz ki artık, dünyadaki çocukların çok az miktarı iyi imkanlarla hayatlarını idame ettiriyorlar. Peki büyük bir kısmı ne durumda dersiniz? Hiç de öyle iç açıcı değil! İnanılmaz acıların içerisinde çocuklar. Çok uzakta değil; yanı başımızdan başlayalım: Irak'lı çocuklar hangi haklara sahipler? Herşeyin üstünde olan yaşama hakları bile yokken, Birleşmiş Milletler'in ortaya koyduğu insanca hakları aramak kimin ayıbını ortaya çıkarır? BM'in varlığını sorgulatmaz mı dersiniz? Yine Afrika'lı çocukların bir lokma ekmeğe muhtaç olmaları kimin ayıbı? Dünyanın çeşitli yerlerinde savaşlar yaşayan ve bu savaşlarda askerlerin sayısından çok, çocukların ölmesi kimlerin ayıbı? Çocuk üzerinden rant sağlayan ve insanlık ayıbının üst düzeye vardığı çocuk istismarları kimlerin suçu? Minicik bedenler üzerinden sağlanan rant üzerine kurulmuş ekonominin getirisi mutlu ve huzurlu geleceğin alt yapısını dinamitlemez mi?

********
Tarihin sayfalarına kara lekelerle girmiş bir kaç isimle konunun önemini vurgulamak isterim. Hitler; " 4 sene boyunca fakir bir hayat sürdü. Sokaklarda yaşayıp, dilencilik bile yaptı. Herkes ona pis bir dilenciymiş gibi davranıyordu; özellikle zengin yahudiler!.. Yahudiler o zamanlarda çok iyi işlere sahiptiler ve en zenginler arasındaydılar...Hitlerin yahudilere olan nefreti böyle başladı.." ABD başkanı Bush'un geçmişte alkolik olduğunu basından biliyoruz. Bush'un yaşamı bizi ilgilendirmiyor; ama şu anda yaşanılan insanlık acısının ve suçunun baş sorumlusu olduğu herkesce bilinen bir gerçektir. O halde, icraatları tüm dünya insanlığını yakından ilgilendirmektedir. Demek ki, sağlıklı yetişmeyen çocuklar daha sonra, ruhlarında oluşan derin yaralarla insanlık adına çok acı olayların gelişmesine neden olabiliyorlar. Bu anlamdaki kişilerin geçmişleri ve yaşamları incelendiğinde, derin yaraların izleri görülecektir. Unutulmamalıdır ki, gerçek anlamda akıl ve ruh sağlıkları tam gelişmemiş olanların, bir şekilde kendilerine ve etraflarına mutlaka yansımaları olacaktır.Onun için çocukların yetiştirilmesi tüm ulusların ortak meselesidir. Bizler sağlıklı bir hayat sürdürmek istiyorsak, geleceğimizin teminatı saydığımız çocuklarımıza mutlaka düzgün ortamlar sağlamalıyız. Bu bütün dünya insanlığının, hakikaten hayati bir sorunudur.

*******
Ahlakın hayal edilemeyecek düzeyde çökmesinin, insanlığın zararına olduğuna, yaşadığımız bu süreçte ne yazık ki acı deneyimlerle şahit oluyoruz. "Bütün bu acımasızlıkların sorumlusu kimlerdir?" diye sorarsak, aslında birey birey hepimizin suça ortak olduğu kesin. Haa, Batı'nın ortaya koyduğu insani anlamdaki bildirgeler, insan hakları anlayışı, hak, hukuk, adalet, demokrasi hepsi ama hepsinin, ayaklar altında çiğnendiğine yaşayarak ve ibretle şahit oluyoruz! İşte ahlakın yerle bir olduğu, insanlığın yok edildiği, bireysel hırsların ön plana çıktığı ortam ve kişlerce, toplumların yaşama hakları çoktan ellerinden alındı! Dünyadaki gelir adaletsizliğinin yansımaları ise vicdanların yaralanmasına nedendir. Hele din kullanılarak Yüce Yaradan'ın yarattıklarını katletmek insanlık tarihine kara bir leke olarak geçmiştir! Çocuklarımıza da "insanlık ayıbı"na örnek olmamıza vesile olmuştur. Yine unutulmamalıdır ki, bu yaralı ruhlar, acılar içerisinde kıvranarak bir şekilde büyüyen çocuklar bir süre sonra yönetimi devralacaklardır! Ne gördülerse onu işleyeceklerdir. Bilmem onlardan ne bekleriz, nasıl bir anlayış ve ahlaklı tutum isteriz?

*********

Her türlü çocuk istismarının korkunç ve tüyler ürpertici boyuta ulaştığı bu ortamda, duyduğum utancın ve ızdırabın acısıyla bir eğitimci olarak da sorumluluğumuzu millet olarak sorgulamak isterim.

*******

Sonuç olarak; milletçe ecdadımızdan aldığımız yönetim ve devlet anlayışımızla, imanımızın, inancımızın kudretiyle çocuklarımıza en iyi ortamı sağlamak öncelikle bireysel sorumluluğumuz altındadır. Büyük ATATÜRK'ün "İnsaf ve merhamet dilenmekle millet işleri görülemez; millet ve devletin şeref ve bağımsızlığı elde edilemez, insaf ve merhamet dilenmek gibi bir kural yoktur. Türk milleti ve Türkiye'nin çocukları, bunu bir an akıldan çıkarmamalıdır." sözü ve uyarısıyla çocuklarımızın Dünya Çocuk Günü'nü yürekten kutluyorum! Sevgi ve saygılarımla!