30 Nisan 2010 Cuma

Bir Zamanlar...
















"Başkaları için kendinizi unutun o zaman sizi de hatırlayacaklardır." Lev Tolstoy


"Bir varmış, bir yokmuş. Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, çok güzel bir ülkede mahalleler varmış. Bu mahallelerin çocukları birbirlerini çok severlermiş. Dışarıdan gelen parolalı bir ıslığa uçarak aşağı iner, beraber olacakları anları iple çekerlermiş. Kavga da etseler kin tutmaz, her gün yeniden dünyalar kurarlarmış. Herkeste sevgi, paylaşma ve arkadaşlarını kollama duygusu yavaş yavaş gelişirmiş.


O zamanlar, çocuklar evden okula servis ile değil, buluşarak giderlermiş. Onların yolunu gözlemezmiş; evdeki bilgisayar, şehrin en iyi dershanesi, hazırlık kursları. Bilmezlermiş; hamburgeri, MTV'yi, internet'i, cep telefonunu, tetris'i. Bilirlermiş duvarların üzerinde sohbeti, anket defterleri doldurup, sevgileri keşfetmeyi. Horoz şekercisini, elleri leş gibi macuncunun, tornavida ile koyduğu rengarenk macunu. Eve gitmeyi unutmayı, hava kararınca dayak yemeyi, sonra da bir ıslıkla tekrar aşağıya, kukalı saklambaça kaçmayı. O hakkında türlü şeyler söylenen evdeki garip adamdan korkmayı... Küsmeyi, aynı kıza asılmayı, torbalarla misket toplamayı, gıcır köstek ayırmayı, değiş tokuşu, kaybedince kapışı...


Teksas'ı, Tommiks'i, Konyakçı'nın dişlerini... Paramparça Red Kid'leri. İç içe konan naylon topları, taştan kale direklerini. Üç korner bir penaltıyı. Üzerine apartman yapılan top sahalarını, sonra o apartmana taşınan yeni dostları ve onları kapma yarışını. Taşınanların kırmızı kamyonlarını. İlk ergenliği, boyların ölçülmesini Hey dergisini Otobüsteki biletçinin lastik sarılı kalemini. Yoğurtçuyu, kalaycıyı, hallacı...


Evlerin arkasındaki odun kömür depolarını... Yakan topun yakışını. Adam alırken, adım hesabını, iki çocuğu en iyi arkadaşla takası...


Mantarlı gazoz kapaklarını, yaldız kazımayı. Yandaki mahalle ile alınan kavgayı, her kavganın çıkarttığı kahramanı – ödleği. Kan kardeşliğini. İp atlama, lastiğe basma, topaç virtüözlüğünü. Çelik çomağı, kırılan camları - toplanan paraları. Açık hava sinemalarını, frigo buzu. Silik seksek çizgilerini...

Sonra zamanla, bu güzel ülkede durumlar değişmeye başlamış. Yaşlar ilerledikçe, bu birliktelik, kollama, koruma duyguları, bu mahallelerin çocuklarının başlarına çok işler açmış.


Daha sonra işsizlik, enflasyon, köşeyi dönme, adamını bulma, malı götürme falan derken, herkes yüzünde soluk bir bakış, içinde hayatın yenilgisi, çaresizlikleri, tatminsizlikleri ile başbaşa kalmış.


Çocukları mı? Çocukları şimdi koca koca apartmaların arasında, nefes alınmaz bir havada, evlerinde, sanal bir dünyada, emniyet içerisinde yalnız yaşıyorlar. Anneleri-babaları onları çok seviyor. Beta kapmasın diye kalabalık ortamlara hiç sokmuyor. Hafta sonları hep beraber "Karum" ya da "Akmerkez"deler. Okul servisi çocukları neredeyse yataklarından alıyor. Çocuklar, trafik kaygısıyla köşedeki markete dahi gönderilmiyor.


Babalar şirketlerin bilançolarını, çocuklar da dershane reytinglerini izliyorlar. Hepsi birer test uzmanı, sayısal - sözel yuvarlanıp gidiyorlar. Seksek oynamayı değil ama taban puanları çok iyi biliyorlar. Hayata açılan pencereleri "Windows 98"; onlar ekrana - ekran onlara bakıyor ve koca bir hayat dışarıda akıp gidiyor. Ve şehrin dışında ağaçlar, tırmanacak, salıncak kuracak, kalp kazıyacak mahalle çocuklarını bekliyor.


Paylaşmayan, yalnız, bencil, kafesler içerisinde, gürbüz, güvenlikteki çocukları. Hiç sopa yememiş, ağaçtan düşmemiş, topu yandaki bahçeye kaçmamış, dizlerinde bir metrekare kabuklar olmamış çocukları..." ALINTIDIR


Sevgi ve saygılarımla!

27 Nisan 2010 Salı

Kral Çıplak!!!














"İnsanlar daima yüksek, soylu ve mukaddes hedeflere yürümelidirler. Bu tarzda yürüyenler ne kadar büyük fedakarlık yaparlarsa o kadar yükselirler. " ATATÜRK


Sözde soykırım yalanı, üzerimize yapıştırılmaya hızla devam ediliyor. Bu anlamda sık sık gündeme getirilen büyük yalanla birlikte tehdit ve şantajlarla millet olarak bizi köşeye sıkıştırmaya gayret ediyorlar!!! Neymiş efendim; "büyük felaket"miş!.. Dikkat ediniz; bu ifade Ermeniler arasında "mets egherna" yani İsa'nın çarmıha gerilmesi için de kullanılmaktadır. Ve bu yaklaşımla aynı zamanda "dini" motifler vasıtasıyla dünya kamuoyuna, psikolojik bir baskıyı "ustaca" sürdürülmeye çalışıldığı gerçeğini de, iyi okumak gerekiyor.


Aslında işin özü "TEHCİR"le başlamaktadır. "Tehcir ise Arapça asıllı bir kelimedir; “bir yerden başka bir yere göç ettirmek, yer değiştirmek, hicret ettirmek” manasını taşır. Bununla birlikte; “Tehcir Kanunu” diye adlandırılan kanunun adı da aslında “Savaş zamanında hükümet uygulamalarına karşı gelenler için askeri tarafından uygulanacak önlemler hakkına geçici kanun”dur."


Osmanlı Devleti'de Ermenilerin içeride çıkardıkları isyana karşın, kendini korumak için bu en doğal yönteme başvurmuştur. Tehcir esnasında bir takım olumsuzluklar, şüphesiz ki meydana gelmiştir! Zira gerek savaş ortamında, gerekse ağır kış koşulları münasebetiyle gelişen tatsız ve üzücü olaylar dahilinde değerlendirmeyi de unutmamak gerekir. Ama en önemlisi Osmanlı Devleti'nin Ermenileri, o zamanın koşullarında en düzgün şekilde yerlerine ulaştırılması için elinden gelen her şeyi hem insani, hem de büyük devlet anlayışıyla yerine getirmiş olmasıdır. Nitekim İngilizlerin kışkırtmasıyla "Millî Şehit"imiz Boğazlıyan Kaymakamı Mehmet Kemal Bey, bu uğurda vatan severliğin bedelini canıyla ödedi.


Bugün ise her zamanki gibi her alanda Türklere yapılan katliam ve canilikler hiçbir zaman görülmediği gibi, adından dahi söz edilmiyor. Mesela yakın geçmişte şehit edilen onlarca diplomatlarımızdan söz eden yok!!! Bırakınız üzerinde konuşmayı, failleri bile bulunamadı!!! Hunharca ve alçakça öldürülen diplomatlarımızın katilleri, ellerini kollarını sallaya sallaya geziyorlar!!! Öte yandan "Hocalı Katliamı" ise tüm dünyanın gözleri önünde gerçekleşti!!!


Şimdi ise bir bir parlementolarında bu sözde soykırımı kabul edenlerin, şöyle bir geçmişine bakacak olursak, hepside şu anda soykırımın bir parçası olarak geçmişte yaptıkları gibi bugün de Irak'ta, Afganistan'da yüzleri kara bir şekilde orada duruyorlar!!!


Bunların bir tek amacı var; o da Sevr'i tekrar hayata geçirerek, Türkiye'yi parçalara ayırmaktır. Yani "Büyük Ermenistan", "Büyük Kürdistan", "Megali İdea"da Yunanistan'ın büyük hayalleri ile dayatılan taleplerin bu şekilde önümüze konulmasıdır! O zaman da bu durumu içimizde iyi anlamaktan başka yapabileceğimiz hiçbir şey yok! Zira diplomatik açıdan haklılığımızı ne kadar iyi anlatılmaya çalışılsa da Batılı güçlerce, asla bu kabul görmeyecektir! Çünkü olmayan bir şeyi zaten varmış gibi gösterenler, bizzat kendileri değil mi?..

O halde dünyada ne yazık ki "yalnız" olduğumuzun bilinciyle, millet olarak üzerimizde oynanmak istenen bu gerçeği, iyi anlamak zorundayız!


Ayrıca asıl soykırımcı Batılılar, bizim üzerimizden kendi ellerini yıkıyor ve olmayan vicdanlarını dünya kamuoyu önünde rahatlatmaya çalışıyorlar! Hepsi bu... Öteki türlü bırakın tarihi, halen sürmekte olan zalim işgalleriyle -Irak ve Afganistan'da- yürütülen soykırımı kimse ne görüyor, ne duyuyor, ne de konuşuyor!!!

Ee, o zaman "kral çıplak" diyebilecek masum bir çocuk, var mı aralarında?!

Sevgi ve saygılarımla!


23 Nisan 2010 Cuma

"Çıt" Yok!
















23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı'nın 90. yılını tüm ulus olarak büyük coşku ve heyecanla kutlayacağız... Özellikle de çocuklar, kendilerini onurlandıran Büyük Atatürk'ün eserlerini sahiplenmeyle beraber bu bayramı kıvançla kutlayarak, sevinçlerini haykıracaklar... Onların bu özel günlerine biz de göğsümüz kabararak millet olarak iştirak edip, kutlayacağız.


Buraya kadar her şey çok manidar ve güzel. Ancak bir kaç gün önce patlak veren büyük bir rezaletle mağdur olan iki çocuğumuz var ki, onların acısı, bütün bir mutluluğumuzu bir anda neredeyse yok edip bizi derinden sarsıyor...

"Siirt'te dördü kardeş, 7 ilköğretim okulu öğrencisi kıza 14-70 yaş arası onlarca erkek tecavüz etti.
10 Nisan’da Siirt Cumhuriyet Başsavcılığı’nın talimatıyla, kızların ifadelerinde adı geçen erkeklerden 100’ü sorgulandı, 17’si tutuklandı, 25’i gözaltında. O günden beri bu olayla ilgili tek satırlık bilgi şehirden dışarı sızmadı. Adeta kasabanın sırrı söz konusuydu. Üstelik kız kardeşlerden ikisinin, iki yıldır çok sayıda erkeğin cinsel istismarına maruz kaldığı şehrin malumuydu." Hürriyet, 21.04.2010


Bu haber öyle sıradan bir haber değil! Ve yenilir yutulur cinsten hiç değil... Habere göre yöre halkı, olayı biliyor; ama kimseden "çıt" çıkmamış... Failler ise her renk insandan oluşuyormuş... "Okulun müdür yardımcısı, kızların sınıf arkadaşları, Siirt’in tanınmış ailelerine mensup esnaf, hacı dedeler, bir asker, bir polis..." Bu durum karşısında ise derinden bir sızıyla "uff!..."demekten başka bir şey hissedemiyorum... Düşünün bir defa; bu çocuklar iki yıl önce birisi 12, diğeri ise 14 yaşındaydı... Ellerine tutuşturulan bir-iki lira veya çikolata-şeker karşılığında bedenleri, korunmasızca saldırıya uğruyor!!! Uff, gerçekten inanılması güç; ve çok ürkütücü!..


Neler oluyor böyle bu insanlara?!.. Bu çocuklar kendi çocukları da olabilirdi!.. Bu nasıl bir acımasızlık ve sapkınlık!!! Hadi bir kişi, bilemedin bir kaç kişi bu rezaleti yaptı!!! Peki neredeyse bütün şehrin insanları nasıl olur da aynı vicdansızlığı işleyerek bu ağır günaha ortak olabiliyorlar?!.. Bu nasıl bir insanlık (!) suçudur?!.. Allahım hangi çağda yaşıyoruz?!.. Bu çocukların kabahati neydi?!.. Yazıklar olsun, bu suçu işleyenlere!.. Yazıklar olsun, bu günahı bilip de ses çıkarmayanlara!.. Yazıklar olsun, suçu örtbas etmeye çalışanlara!..


Bu mu Müslüman olan bir topluluğun Müslümanlığı? Bu mu insan sevgisi? Bu mu çocuk hakları? Bu çocukların düştüğü durumdan, o çevre toplumunun en azından bilenlerin, duyanların ve şüphelenenlerin, hemen hepsi sorumludur!


Bölgenin sosyolojik durumuna bakıldığında söylenecek bir gerçek var ki; o da gerçek bir Kur’an mümini bu duruma asla izin vermez!!! Yöre halkı, bu utanç verici durum karşısında; "Yeminlerini bozan, peygamberi yurdundan çıkarmaya kalkışan ve üstelik size tecavüzü ilk defa kendileri başlatan bir kavimle savaşmaz mısınız? Yoksa onlardan korkuyor musunuz? Oysa Allah, -eğer siz gerçek mü’minler iseniz- kendisinden korkmanıza daha lâyıktır." Tevbe Sûresi, 13. Ayet'i bilir ve en azından korkmaktan vazgeçerdi!.. O halde ikide bir "muhafazakar"lıktan dem vurmayı ağızımızdan eksik etmemeyi, bu durumla nasıl anlaşılır kılacağız?!..


Diğer taraftan "insan sosyal şartların ve içinde yaşadığı dönemin birleşiminde edilgen bir varlıktır. İnsanın toplum içinde ona uyumlu yer edinmesi ancak eğitimle mümkündür." O halde eğitim alanında eşitsizlikten daha tehlikeli bir şey yoktur... Demem o ki bu bölgelerimizde, acilen "bilimsel" akla dayalı eğitimden hızlı bir şekilde tüm yöre halkının yararlanması gerekmektedir. Bunun dışında meşruiyetini sözde inançtan alan, birtakım dayatma hurafelerle insanların beyinlerini yıkamak; olsa olsa toplumun sürüklendiği bu insanlık dışı nokta olacaktır!


Sonuç olarak; çocuk ruhlarına rağmen, bedenen yaşadıkları ağır sorumlulukların müsebbipleri, kocaman kocaman "anlı şanlı" saygın (!) sıfatlarıyla bu alçakların, toplumda ellerini kollarını sallayarak gezinmelerini soysuzluğun ta kendisi olarak algıladığımı belirtmek isterim!!!

Evet bu yavrucaklar, ruhlarında onarılması güç yaralarla birlikte alınlarına sürülen "kara leke"yi ömür boyu taşımaya mahkum edildiler!

Bugün bu çocuklar, Büyük Atatürk'ün kendilerine armağan ettiği bayramlarını acaba diğer çocuklar gibi neşe içerisinde, çocuksu duygularla kutlayabilirler mi dersiniz?!

Sevgi ve saygılarımla!

20 Nisan 2010 Salı

Sizi Nasıl Sevelim ki?!















"İngiliz yayın kuruluşu BBC’nin 28 ülkede yaptığı bir ankette Türkler, ABD, Fransa, Kanada ve İngiltere’ye en olumsuz bakan halk çıktı. Türkler’in hiçbir ülkeye olumlu bakışı, olumsuz bakışından fazla değil. Türkler’in en olumsuz baktığı ülke ise İsrail. AB ve ABD karşıtlığı da geçen yıla göre artış gösterdi" 20.04.2010, Vatan Dış Haberler Servisi


Görüldüğü üzere anket sonuçları Batılı dostlar (!) için, hiç de içaçıcı değil! Zira her fırsatta Türklerin kendilerine bakışını adım adım takip etmekteler... Peki niye bu sonuçlar çıkyor diye kendilerini hiç sorguladılar mı acaba?!..


Dün olduğu üzere bugünde ülkemize ve bölünmez bütünlüğümüze göz dikenler; PKK tedhiş örgütünü besleyip başımıza bela etmediler mi?!.. Arkasında bulunan AB ve ABD sayesinde silah sağlayan eli kanlı bu terör örgütüne yardım ve yataklık edenler bunlar değil mi? Ortalarda gezen haritalar aracılığıyla yeni yeni sınırlar çizerek ülkemizi parçalamaya yönelik onur kırıcı davranışlarla Türk halkının sabrını zorlamaya kalkmak, bize karşı dostluk mu ihtiva ediyor acaba?!


Diğer taraftan yanıbaşımızda -Irak'ta- gerçekleşen işgalle birlikte etrafa her ne kadar "demokrasi, özgürlük" gibi söylemler yaymaya çalışılsada Müslüman kardeşlerimizi öldürüp, akıl almaz işkenceleri, dünyaya göstere göstere zalimliğin ortaya dökülmesi karşısında kendilerine, nasıl bir güven duymamız gerekir!!!


Her alanda üzerimize "kara bulut" gibi çöken Batılı dostlar (!), "dünya kendilerine aittir" anlayışıyla hareket ederek, bir de insanlarla alay eder gibi "İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’ne göre herkes eşittir ve en kutsal hak, “yaşama” hakkıdır." düşüncesiyle bir yandan da kendisine itaat etmeyen Müslüman halkı öldürmekten geri durmuyor... İşte Afganistan, Irak, Pakistan, Filistin, Balkanlar ve Kafkaslardaki soydaşlarımızın akıbeti ortada... Ha, bu arada kendi sınırları içerisinde yaşayanlara da bir şekilde "entegre" adı altında baskı ve tehditlerle hürriyetlerini kısıtlamalar -mesela İsviçre'deki minare yasağı gibi- ayrıca cabası...


Sağlıklı koşullarda herkes sevilmeyi, beğenilmeyi ve istenilmeyi arzular. Ancak bu koşulların oluşması için gerçekten de sağlıklı sayabileceğimiz ilişkilerin olması gerekiyor... Oysa Batılı dostlar (!) bizi, her fırsatta en hassas yerimizden vurmaya çalışarak TAHRİK etmeye hızla devam ediyor!!!


Zira hemen hergün verdiğimiz şehitlerimizin sayısını sayamaz olduk! Bu şehitler hepimizin canını yakıyor... Ülkemizi bölmek istiyorsun!.. Bizi birbirimize düşman etmek istiyorsun!.. İnancımızı, etnik kökenimizi kullanarak bizi, bize kırdırmak istiyorsun!.. Ülke zenginliğimizi gasp etmek istiyorsun!.. Doğal varlıklarımıza el koymak istiyorsun!.. Bizi köle olarak kullanmak istiyorsun!.. Yarınımızı elimizden almak istiyorsun!..


Eee, bu koşulların neresini beğenip de sizi sevelim ve güven duyalım a dostlar?!..


Sevgi ve saygılarımla!

17 Nisan 2010 Cumartesi

Kuyruk Sallamıştır!!!













"Balçova İlçesi'nde ipini koparan bir aygır, İnciraltı Atlı Spor Tesisleri'nin çitlerini yıkıp, aralarında yarışlarda koşan şampiyon İngiliz atı Dinyeper'in yavrusu Happy Girl'ün de bulunduğu 5 dişi atla çiftleşti. Sabah tesise gelen Mustafa Akın, aygırı dişi atların yanında ve çiftleşmeyi sürdürürken görünce dünyası yıkıldı." 14.04.2010 / Radikal


Evet; bu defa biraz gülerek üzerinde düşünülmesi gereken ince bir konuya değinmek istiyorum...


Haberi okuduğum zaman gülmeden edemedim. Zira bu haber üzerine insanlardan sonra hayvanlarında çıldırmış olduklarına kanaat getirdim. Nasıl denilir, aklıma atalarımızın güzel ve özlü bir sözü geldi; "Körle yatan şaşı kalkar". Vallahi öyle de olmuş desek, yanılmamış olacağız... Hem insanların çıldırmış olduğunu biz söylemiyoruz; açın günlük gazeteleri, neler neler okuyacaksınız bakın da görün..! Ee, o zaman ehlileştirdiğimiz hayvanların da bu hale gelmesinde şaşılacak bir şey yok gibime geliyor...


"Akın, "Suç var, suçlu aygırı yakaladık, bağladık. Ancak kimi suçlayacağız? Polise, 'atlarımızın ırzına geçildi' diyoruz. Onlar da 'ne yapalım' diyor. diye konuştu...
...

Aygıra, "Coşkun" adını koyduklarını da anlatan Akın, çiftlikteki bir eşeklerinin de "mağdure" olduğunu belirterek, "Gülizar adlı eşeğimiz de mağdure. Depresyona girmiş. Saklanıyor, bizden kaçıyor" dedi."


O vakit bu olayın ardından bakınız neler konuşabiliriz: Mesela suçlu aygırın haneye tecavüzünü... Olay mahalinde birden fazla atlara "zorla" tecavüze kalkışmasını... Tecavüz ettiği atların soylarının bozulmasına kadar bir dizi suçların ortaya çıkması işten bile değil... İyi de bütün bu suçları işleyen aygıra, "hafifletici" nedenleri de gözönünde bulundurulmasından biraz söz etsek diyorum... Kısaca bu suçta soylu atların hiç mi kabahati yok? Mesela, davetkâr kişnemiş olabilir, kuyruk sallamış olabilir... Bu durum karşısında güçlü aygır, doğanın kendisine bahşettiği güdüsünü insan mı ki, tartarak kontrol altına alabilsin?..


Demem o ki... bizim ceza yasalarımızda kadına karşı fiili tecavüz ve cinayet olaylarında çeşitli "tahrik" unsurları sıralanarak, işlenmiş suçlar hafifletilmiyor mu?!.. O zaman aygırın sahibini, "sorumsuz bir at sahibi" olarak nitelendiren Mustafa Akın'a da, aygırın sahibi tespit edildiği vakit, hesabını sormak üzere yasal yollara başvuracağı şeklinde ki beyanatını şöyle bir gözden geçirmesini, acizane öneririz... :)


Sevgi ve saygılarımla!

11 Nisan 2010 Pazar

"The Pacific"; İzmir Yangını Büyüyor!

















“Bir zamanlar gelir, beni unutmak veya unutturmak isteyen gayretler belirebilir. Fikirlerimi inkâr edenler, beni yerenler çıkabilir. Hatta bunlar benim yakın bildiğim ve inandıklarım arasında bile olabilir Fakat ektiğimiz tohumlar o kadar özlü ve kuvvetlidir ki, bu fikirler Hint’ten, Mısır’dan döner dolaşır, gene gelir, feyizli neticeleri kalpleri doldurur”. Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK



"'The Pacific' isimli dizide, 1922 yılında İzmir'in Yunan işgalinden kurtarılmasıyla ilgili Türkler'in İzmir'i yakıp yıktığı ve Yunanlı ailelerin canlarını zor kurtardığı ithamları (bence itham yerine iftiraları demek, daha doğru olacaktır! T. G.) yer aldı." 31 Mart 2010


Ezelden beri hep inandığım bir gerçek var: "Nedir o?" denildiğinde Amerika'yı Amerika yapan sinemalarıdır -tabii bunun içerisinde televizyon dizi ve programları da dahil-; yani Hollywod. İşte bir o kadar da Amerika'nın siyasetine önemli ölçüde destak sağlayan da yine Hollywod'tur! Buradan özetle söyleyebileceğimiz "Pentagon+Hollywod" işbirliği ile Amerika'nın dış siyasetinin etkisi bu şekilde ortaya çıkyor...


Konu derin... ancak bizim için onur meselesi olan ve konumuzla ilişkili olduğu için bu noktaya değinmeden geçemeyeceğim... Zira ortada iftiralarla dolu ve tarihe yeniden "tarih yazmak" gibi, kötü bir niyet var... Filmle birlikte uzun süreden bu yana fısıltı şeklinde ortada dönen ve bizlerin gerçek anlamda vermiş olduğu KURTULUŞ SAVAŞI'nı bir "soykırım"a çevirme gayretleri özellikle Yunanlılar tarafından sürdürüldüğüne şahit oluyoruz. Zira Yunanistan'da konuya ilişkin "soykırım anıtı"nın bir yenisinin daha dikilmesi ("Yunanistan`ın Selanik kentindeki Kordelyu Belediyesi tarafından bir sözde Pontus Rum `soykırım` anıtı açıldı."), söylediklerimize kanıt olarak orada duruyor...



Hâl böyle olunca da, şimdi ABD tarafından kurgulanan bu filmin amacı, dayanağı olmayan sözde tarihe, yeniden bir "tarih yazmak değil de nedir?!" diye sormak isteriz! İzmir'i tartışmaya açmak için fikirler verilip, romanlara konu yapmak, sinemalar ve diziler çevrimek aslında zihniyetin aynı; politikaların değişken olduğunun net bir göstergesidir. Zira Sevr'i, Batılıların yüzyıllardan beri Türk ulusunu yok etmeyi hedefleyen ve halen de bu planlardan vazgeçmeyenlerin oyunlarına bir yenisiyle tekrar sahneye çıkarıyorlar... "Türklerin yeri Orta Asya" diyenler, ki Wilson prensiplerinde yer alan bu düşünce, yerini hâlâ canlı olarak korumakta ve uygulamakta da ısrarlı olanlar, niyetlerinden vazgeçmediklerini bu şekilde göstermiş oluyorlar...


Pekii, bize "soykırım"cı demeye çalışanlar, Yunan Başbakanı Venizelos'un AtatürkNobel'e aday göstermesine bu durumda, ne diyecekler acaba?.. Doğrusu çok merak ediyorum! Diğer taraftan Batılı devletlerin Atatürk'e göstermiş olduğu saygı ve hayranlık nereden geliyor? Şayet bu türden -soykırıma yönelik- davranışları gerçekten Atatürk göstermiş olsaydı, bugün bu denli övgülerle birlikte gösterilen yüceltici itibar da neyin nesi oluyor diye, sormazlar mı adama?


Bugün ciddi anlamda KURTULUŞ tarihimize büyük bir saldırı sözkonusu. Zira iddia edilenlerin tersine Türkler, tarih boyu savaşlarda HOŞGÖRÜ gösteren bir millet olarak dünya üzerinde haklı yerini almıştır. Öteki türlü olsaydı, bugün Anadolu'da çeşitli etnik kökene sahip vatandaşlarımızın yaşaması mümkün müydü dersiniz?..


Geleneğimizde olan hoşgörü temeli dün olduğu gibi bugünde yerini korumaktadır. Farklı inançlarda olan insanların kendi dinlerini yaşaması temel esastır. Fatih Sultan Mehmet'in İstanbul'u fethinden hemen sonra getirdiği din hürriyeti bunun en büyük kanıtıdır. Zira 29 Mayıs 1453 yılında "Ben tebaamda Müslümanı camide, Museviyi havrada, Hıristiyanı kilisede görmek isterim." diyebilen bir soyluluğu yaşatmıştır atalarımız. Diğer taraftan Yunan bayrağını ayaklar altından kaldırtarak, çiğnenmesine karşı duran Atatürk, "Bir milletin istikbalini temsil eden bayrak çiğnenmez..." diyerek, milletlerin onuruna duyduğu gerçek saygıyı samimice ortaya koymuştur!!!


O halde bunca insani ve haysiyetli davranışları sergileyen aziz milletimiz ve atalarımızla birlikte, Büyük Önder Mustafa Kemal Atatürk'e bunca kin, nefret ve öfkenin bir tek açıklaması olabilir; o da Türkleri bu coğrafyadan söküp atmak!!!

Sevgi ve saygılarımla!

7 Nisan 2010 Çarşamba

"Medeni"lerin Medeniyete Kayıtsızlığı...


















1727 yılında inşa edilmiş, Nevşehir'de Damat İbrahim Paşa Külliyesi içerisinde yer alan kütüphaneyle öğrendim; kütüphanenin ne olduğunu... ve sıra sıra raflarda dizilmiş kitapların bizlere sessiz sedasız arkadaşlık etmek üzere okuyucu beklediklerini... Oraya her defasında büyük bir heyecanla gittiğimi çok iyi hatırlıyorum. Zira çocuk halimle oradan başka yere gitmeme izin vermezdi sevgili annem...


Bu yüzden de olsa gerek kütüphane benim için hep sımsıcak bir mekan olarak hayallerimi süslerdi... Şimdi hayal meyal külliye içerisindeki tarihi odalarda, sayısız kitapların sınıflandırılarak tanzim edilişi, beni, sınırsız hayallere taşıdığını hatırlıyorum... Aslında neyin ne olduğunu anlayamadığım şeylere rağmen memurların bizimle sessiz sedasız, ama büyük içtenlikle ilgilenerek çalışmamıza yardımcı olmasıyla da bir yana; kütüphane, yüreğimi hep heyecanlandırmıştır... Orada olduğum süre içerisinde neler düşünürdüm neler... Hazırladığım ödevlerin, ertesi gün öğretmenim üzerinde bırakacağı derin izleri düşlerdim mesela.


Diğer taraftan resimsiz olan kitapları elime alarak yazılarına baktığımda; okunması güç olarak değerlendirip, yerine resimli kitaplar istediğimi anımsıyorum. Zira kütüphanenin o muhteşem ağırlığı altında kendimi büyükler gibi okuma havası içerisine sokmaya çalıştığımı da hatırlıyorum... Özellikle büyüklerimle geldiğim kütüphanede beni, çocuk bölümüne almalarına karşın içten içe kızgınlıkla karşıladığımı gülümseyerek özlemle anımsıyorum...


Kütüphane aynı zamanda bir toplumun hafızası gibidir. Eski çağlardan beri insanlığın hizmetinde olan kütüphaneler, toplumlar için hayati önem taşır. Burada buluşur bilim, sanat, kültür... Düşünmenin yolunu açar. Medeniyetler burada buluşur. Velhasıl hazinedir kütüphaneler. Ve dolayısıyla bir toplumun ve ülkenin çökertilmesinin de kütüphanelerden geçtiğini 2003 yılındaki Irak'ın işgal edilmesiyle bir kez daha öğrenmiş oldu insanlık. "Irak'ta müzeler ve kütüphaneler yağmalanıp, kundaklandı. Binlerce el yazması kitap ya çalındı, ya alevlere teslim edildi."


"Bağdat Kütüphanesi'nin yanması bir rezalet. Bilinçsiz ahali kütüphaneyi yağmalıyor. Amerika kendi ülkesindeki eserleri koruyor ama Irak'a aynı özeni göstermiyor..." Prof. Dr. İlber ORTAYLI A.Ü. Siyasal Bilgiler Fakültesi

"Millî Kütüphane'de olanlar bir facia. Sadece Irak'ın değil bütün insanlığın geçmişini yağmalıyorlar..." Nazan ÖLÇER Türk İslam Sanatlar Müzesi Müdürü


Kütüphane, medeniyet demektir. Nasılki Sezar'ın ordusuyla yakılan İskenderiye Kütüphanesi bugün halen belleklerimizde bir medeniyetin yok edilmesi olarak görülüyorsa, bir o kadar da günümüzde Saray Bosna'da Sırp saldırılarıyla yok edilen Üniversite Kütüphanesi gibi Irak'ta işgal ve saldırıyla yağmalanan Ulusal Müze ve Ulusal Kütüphane ile de anlaşılıyor ve görülüyor ki, sözde medeni ülkeler medeniyetin nasıl da bir çırpıda yok edilmesine göz yumabiliyorlar...


Ülkemizde 1964'ten bu yana Mart ayının son pazartesi başlayan haftası "Kütüphaneler Haftası "olarak değerlendirilmektedir. Bu vesileyle kütüphanelerin önemi üzerinde halkımızın acilen bilgilendirilmesine hız verilmesi gerekir. Ancak yazılı ve görsel basının buna ne kadar önem verdiği üzerinde ayrıca düşünmek gerekiyor. Öte yandan okuma alışkanlığını kazandırmak ülkemizin en önemli ihtiyaçları arasında yer aldığının vurgulanması gerekir diye düşünüyorum. İnsanların bol bol kitap okuması ve kitap edinmesi dileğiyle...

Sevgi ve saygılarımla!

3 Nisan 2010 Cumartesi

"Dikkat! Fahişe Çıkabilir"
















"Kitleler cezalarla düzene sokulursa yozlaşmış olur, karizma ve nezaketle yönetilirse bilinçli ve dürüst olur." Konfüçyüs



İtalya'da trafik işaretlerine bir yenisi eklenmiş... Vatan'ın haberine göre; kent caddelerine, üzerinde “Dikkat! Fahişe çıkabilir” yazan, trafik işaretleri diken Mogliano Belediye Başkanı, uygulamayla birlikte "tahammül sınırlarını aşan ve caddeleri dolduran kadın ve transseksüel fahişelere karşı vatandaşlarının yanında olacakmış..."


Vallahi ne diyelim; haberi okuduğumda ilk aklıma gelen, İtalya başbakanı Silvio Berlusconi oldu. Zira ne bileyim Berlusconi'nin icraatları da trafik levhasında belirtilen uyarıda olduğu gibi, uyarılacak davranışlarla gündeme geldiği için; zihnimdeki ilk çağrı bu yönde oldu.


Diğer taraftan haberin içeriği aslında Berluconi'ye "uyarı" gibi olmuş desem daha doğru bir tespit olacak sanki... Hatta bir adım daha ileri düşünecek olursak, bazı cadde ve sokaklara "Dikkat! Berlusconi çıkabilir" uyarı levhası asılması da yerinde olacaktır diye düşünüyorum. Zira Berlusconi, bırakın İtalyan halkını, bütün dünya kamuoyu önünde yaptıklarıyla, bu trafik levhasını aratmayacak davranışlarıyla, bir yerde halka örnek tutulmasına vesile olmakla kayıtlara çoktan geçti bile...


Nitekim de durum onu gösteriyor olsa gerek ki, halk da, başbakanlarını takip ederek gereğini yerine getirmeye başlamış bile... O zaman da habere gülmek mi gerekir, yoksa düşünmek mi diye sorgulamadan geçemeyeceğim doğrusu. Ha, biz de güzel bir söz var; ne derler, "Balık baştan kokar."... Eh artık bundan sonra bu türden levha ve uyarılara İtalyan halkı alışmalı bence!!! Sizce de öyle değil mi?

Bu arada, sırada Fransa -Nicolas Sarkozy- var gibime geliyor... :)

Sevgi ve saygılarımla!

2 Nisan 2010 Cuma

Ruhun Zekayla ve Beceriyle Mayalandığı Sanat; TİYATRO















"Tiyatro, adamı insan eden sanattır"



27 Mart Dünya Tiyatrolar Günü; insanın insanı insana, insanla anlatımıdır tiyatro. Ve hayatımızın bir parçasıdır aslında... Üstelik güzel sanatların en çekicisidir tiyatro. Bizleri eğitirken eğlendiren; eğlendirirken düşündüren, hayatın içinde var olan umudun, acının, sevincin , neşenin ve hüzünün anlatımıdır. Burada insanın hayatının bir çırpıda anlatımı vardır... Bir arada yaşayan insanların birlikte güldüğü, birlikte ağladığı ve hep birlikte düşündüğü tiyatro salonları... Kısaca insani duyguların yaşanıldığı yerlerdir buralar.


Tiyatro; köy seyirlik oyunları, orta oyunu, gölge oyunu ve meddahlık olarak bizim kültürümüzde çoktan yerini almıştır. Ancak içinde bulunduğumuz zamanda ne yazık ki bu güzel alışkanlıklar, yerini televizyonlara teslim etmiştir. İnsanları "aptallaştıran" uyuşturan, sorgulamadan uzak bir yaşamın parçası haline getiren televizyonlar sayesinde, sözde eğlenceyi bir takım şarlatanların elinde oyuncaklaştıranlar, insanı insan yapmaktan öteye geçtiler... Her alanda bizi teslim alan televizyonlar sayesinde, topluca bir yozlaşmaya sürüklendiğimizi fark etmek için daha nasıl bir durum yaşamamız gerektiğini, kendi kendimize sorgulatmak isterim!


Sanattan uzak kalmak bir toplumun yok olması demektir. Zira insan ve sanat birbiriyle paraleldir. Bunların tehlike altına girmesi insanın geleceğinin büyük endişeler içerisinde olması anlamı taşımaktadır; ki şu anda da sanat öyle bir durumda maalesef...


İnsanlığın bulunduğu sorunların çözümlerini arayanlar arasında bilim adamları, felsefeciler, toplumun kanaat önderleri ve şüphesiz ki sanatçılar en önde yer alacaktır. İşte bu durumda sanatın önemini bir kez daha çok iyi okuyarak, gereken hassasiyeti göstermek zorunda olduğumuzu belirtmek isterim. Ancak sanat dediğimizde televizyonlardan bizlere dayatılarak, zorla kabul ettirilmek istenen şarlatanlıklar değildir!!!


Sözün özü, tiyatrosuz toplumlar, yeni doğmuş bebek gibidirler diyerek, düşünen, sorgulayan toplumların var olması dileğiyle...


Sevgi ve saygılarımla!