23 Nisan 2011 Cumartesi

Bursa Garnizon ve Jandarma Bölge Komutanı Tuğgeneral...

















Bugün TBMM'nin kuruluşunun ve halkın egemenliğine sahip olmasının 91. yıldönümü... Bu bağlamda makamlara sembolik olarak çocukların oturması geleneği doğrultusunda bu yıl Bursa Garnizon Komutanı benim öğrencim... :)

Sevgili öğrencim Yağız Furkan YILMAZ, Bursa Garnizon ve Jandarma Bölge Komutanı oldu... Harika mı harika idi... Onun o koltukta kararlı ve vurgulu bir şekilde kutlamakta olduğumuz bayramımızın, ne anlama geldiğini anladığını anlatması, bizi derinden etkiledi...


Bursa Garnizon ve Jandarma Bölge Komutanı Tuğgeneral Sayın Zeki ES'in büyük bir coşku ve gurur ifadeleriyle "Yağız Komutan"ı öperek tebrik etmesi karşısında hepimiz gururla karışık duygulu anlar yaşadık. Üstelik sayın komutanımızın -gözle görülür- hasta olduğu bir zamanda... Her şeye rağmen bizleri kabul ederek zaman ayırmaları, ordumuzun yaşatma arzusunu yaşama arzusundan üstün kılan o yüce anlayışının devamı gibiydi. Bu nazik ve sıcak yaklaşımlarından dolayı sayın komutanımızın şahsına ve Türk Silahlı Kuvvetleri'ne sonsuz şükran duygularımızı saygılarımızla iletmek isteriz.

Bu vesileyle;

Sevgili çocuklarımın Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı kutlu olsun!

Ve işte sevgili öğrencim Yağız Furkan YILMAZ'ın o konuşması:

"Yarın 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı. Bu sebeple Büyük Önder Atatürk'e olan sonsuz bağlılığımızı ve sevgimizi huzurlarınızda hatırlatmak isterim.


Bugün ben, Bursa Garnizon ve Jandarma Bölge Komutanı olarak baş komutanımız Atatürk'ün, yeri ve zamanı geldiğinde hiç tereddüt yaşamadan vatan savunmasında kararlı olduğunu anlatan bir anısını sizlerle paylaşmak istiyorum:


"Kurtuluş Savaşı sonrası Fransa kralı Atatürk'ü ziyaret eder. Atatürk, onu sivil kıyafetleri ile karşılama salonunda karşılar. Fransa kralı direk konuya girerek, Akdeniz ve Güneydoğu'nun kendilerine verilmesi konusunda konuşmaya başlar. Atatürk, kraldan müsaade ister ve yukarı kata çıkar. 5 dakika sonra merdivenlerden üniformasıyla inen Atatürk, kralın karşısına gelir ve "Şimdi konuşalım" der."


Görüldüğü gibi Ata'mız, yeri geldiğinde devlet adamı, yeri geldiğinde de cesur bir asker olmuştur. Ve her zaman kahraman Türk askeri vatanını korumada hep kararlı ve cesur olmuştur...

Biz bugün çocuğuz... Atatürk, bize bu bayramı armağan etmesiyle aslında cumhuriyeti ve TBMM'yi koruma sorumluluğunu daha çok küçük yaşta omuzlarımıza yüklediğini anlıyorum. O yüzden bu büyük armağanın sorumluluğunu ve bilincini kavrayarak büyümek zorundayız! Şayet biz bu armağanın yüceliğini ve ne olduğunu iyi anlayamadan büyürsek, işte o zaman vatanımız ve cumhuriyetimiz tehdit ve tehlike altına girecektir! Ve yine o zaman vatanımız, bayrağımız, bağımsızlığımız esaret altında yok olup gider...


Sözümün başında bugünün çocuğuyuz dedim. Evet; emanet aldığımız armağanımızın bugün değerini iyi anlayamazsak, yarının büyüğü olamayacağımızı ben, Bursa Garnizon ve Jandarma Bölge Komutanı Tuğgeneral Yağız Furkan YILMAZ olarak belirtmeyi vatan görevi sayarım arkadaşlar! Ve bir asker olarak, Mustafa Kemal Atatürk'ün askeri olmaktan gurur duyuyorum! Onun ışığında vatanımız bölünmez bütünlüğüyle sonsuza dek dimdik ayakta olacaktır!

Hepimizin Ulusal Egemenlik Bayramı kutlu ve mutlu olsun! Ne mutlu Türk'üm diyene!

Garnizon ve Jandarma Bölge Komutanı Tuğgeneral Sayın Zeki ES'in yüksek müsaadeleriyle bu sözlerimin 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı töreninde şeref defterine mesajım olarak geçirilmesini saygılarımla emirlerine arz ederim!"

Ben de Yağız'ı kutluyorum...

Onları çok seviyorum!

Ve onlarla gurur duyuyorum...

Sevgi ve saygılarımla!

Image"HAKSIZLIK KARŞISINDA SUSAN DİLSİZ ŞEYTANDIR." HZ. MUHAMMED (S.A.V.)

21 Nisan 2011 Perşembe

Anlayacağımız...












Atatürk, 7 Şubat 1923 tarihinde, Balıkesir'deki Paşa Camii'nde verdiği hutbede kendisini dinleyenlere İslâm'ın yüceliğini şöyle açıklamıştır:

"Ey millet, Allah birdir, şanı büyüktür. Allah'ın selameti, sevgisi üzerinize olsun. Peygamberimiz Efendimiz Hazretleri Allah tarafından insanlara dini gerçekleri duyurmaya memur ve elçi seçilmiştir. Bunun temel esası, hepimizce bilinmektedir ki, Yüce Kuran'daki anlamı açık olan ayetlerdir. İnsanlara feyz ruhu vermiş olan dinimiz son dindir. En mükemmel dindir. Çünkü dinimiz akla, mantığa, gerçeğe tamamen uyuyor ve uygun düşüyor." Atatürk'ün Söylev ve Demeçleri, cilt 2, sf: 93


Miladî 20 Nisan 571; Peygamberimiz Hz. Muhammed'in doğum günü.

23 Nisan 1920; Atatürk, Türkiye Büyük Millet Meclisi'ni açtı.


Anlayacağımız; nisan ayı, bizim için mutlu günlerin yaşandığı zaman dilimidir. Zira manevi hayatımızın yegane önderi Sevgili Peygamberimiz Hz. Muhammed'i ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin kurucu lideri Mustafa Kemal Atatürk'ü bu ay içinde yoğun olarak sevgi ve özlemle anıyoruz...

Değinmek istediğim önemli bir nokta -erdemli davranış- üzerinde izninizle durmak isterim:

" Peygamber efendimiz kendisine Mekkeli müşriklerin "Bizimle uğraşma biz sana makam verelim, mal mülk verelim, Mekke’nin en güzel kadınlarını verelim, Sen eminsin, işlerimizde sana danışalım", talebine (...) Allah'ın Resulü açık bir şekilde o tarihi cevabını vermiştir:

'Ayı bir elime, güneşi diğer elime verseniz ben bu davadan geri dönmem' ".16.04.2011, Behiç KILIÇ



"Almanya, tüm Osmanlı toprakları üzerinde buyurgan olabilmek amacıyla, Osmanlı generallerine ve aydınlarına sandık sandık altınlar dağıtarak Müslümanları cepheye sürüyordu.

Mustafa Kemal Alman Rüşvetini reddediyor

Mustafa Kemal bile, Birinci Dünya Savaşı anılarında, kendisine sandıkla Alman altını rüşvet gönderildiğini anlatırken şöyle diyordu:

Yıldırım Ordusu Komutanlığına atanıp İstanbul'dan Halep'e hareket edeceğim günün gecesi idi. (...) Bir genç Alman subayı, Akaretler'deki 76 numaralı evime geldi, ufak ve zarif sandıklar içinde, Falkenhayn tarafından bana bazı şeyler getirdiğini söyledi. (...)

-Bunlar nedir? dedim.

Alman subayı dedi ki:

-İstanbul'dan ayrılıyorsunuz, size Mareşal Falken-hayn tarafından bir mikter altın gönderilmiştir.

(...) Tercümanlık eden Türk subayına dedim ki:

-Bu sandıklar bana yanlış geldi. Ordunun Levazım Reisine gönderilmek lazımdı; benim için fazla külfettir.

Subay sözlerimi Alman subayına nakletti.

Alman derhal:

-Efendim o da başka, dedi.

(...)

O halde verdiğiniz altınları size iade edeceğiz. Aldığınıza dair siz bir belge veriniz. (...) Kolayca tahmin etmek mümkündür ki Mareşal Falkenhayn beni, belki benden başka birçoklarına böyle sandıklarla altın vererek iğfal etmek yolunda idi." Cengiz ÖZAKINCI, Türkiye'nin Siyasi İntiharı Yeni-Osmanlı Tuzağı sf:225/228


Menfaat karşılığı para almak, toplumların felaketi anlamına gelmektedir. Ve yine birlik, beraberlik ve kardeşlik duygularını temelden yok eden, güven duygusunu zedeleyen alçaklık olarak görülen davranışlardan biridir. Gerçek anlamda İslamiyeti kavrayan müminler bu davranışları asla kabul etmez!

"Aranızda birbirinizin mallarını haksız yere yemeyin. İnsanların mallarından bir kısmını bile bile günaha girerek yemek için onları hakimlere (rüşvet olarak) vermeyin." Bakara Sûresi, 188. Ayet


Demem o ki... Kendi menfatlerini bir kenara bırakarak milletinin çıkarlarını her şeyin üstünde tutmak, yüce dinimizin temel esası olmakla birlikte vicdan sahibi herkesin de davranışı olmalıdır!

Bu vesileyle, Ulusal Egemenlik Bayramımız Aziz Türk Milletine kutlu ve mutlu olsun...


Sevgi ve saygılarımla!


Image"HAKSIZLIK KARŞISINDA SUSAN DİLSİZ ŞEYTANDIR." HZ. MUHAMMED (S.A.V.)

14 Nisan 2011 Perşembe

Sevimsiz Algılamadan... "Sevimli Bir Anı"


















"ABD’de yayımlanan dış politika ve siyaset dergisi Foreign Policy büyük bir rezalete imza attı. Dergi, internet sitesinde yer alan "bıyıklı diktatörler" konulu bir listede, Hitler, Franco gibi isimlerin arasına Atatürk’ü de dahil etti." 31 Mart 2011, Hürriyet Dış Haberler


"Diktatör" sıfatı "verilen" Büyük Önder ATATÜRK için Amerika'nın kurucusu ve ilk Başkanı, George Washington'un bile Mustafa Kemal Atatürk'e layık görülen bir tanımlamaya mazhar olamadığı ortada iken,

Ve de...

UNESCO, Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Kuruluşu(B.M.E.K.Ö.)'nun 152 ülkesinin oybirliği ile yapmış ve dünyaya dağıtmış olduğu Türkiye Cumhuriyeti Kurucusu Mustafa Kemal ATATÜRK tanımlamasına dikkat çekmek isterim:

Atatürk;

Uluslarası anlayış işbirliği ve barış yolunda çaba göstermiş üstün bir kişi,

Olağanüstü yenilikler gerçekleştirmiş bir devrimci,

Sömürgecilik ve emperyalizme karşı savaşan ilk lider,

İnsan haklarına saygılı dünya barışının öncüsü,

Bütün hayatı boyunca insanlar arasında renk, din ve ırk ayırımı gözetmeyen eşsiz bir devlet adamı,

Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu.



Hâl böyleyken, Atatürk'e fütursuzca dil uzatma cüretkarlığı gösteren Washington Post grubuna bağlı Foreign Policy dergisine buradan sormak istiyorum:


Amerika Birleşik Devletleri devlet başkanlarının Washington'da bulunan ve resmî ikametgâhı olan Beyaz Saray(The White House)ı mesela ele alalım; burada neden "beyaz" sıfatı kullanımış ki?..

Üstelik de o dönemlere (1800'lü yılların başı) zenciler korkunç şekilde aşağılanırken...

O halde niye ısrarla ve faşistçe "beyaz" sıfatı kullanılıyor?

Yoksa beyazlara ithafen bir isimlendirme olarak mı düşünüldü?!..

Şüphesiz ki o dönemin içinde bulunduğu hassasiyeti dikkate alarak düşünürsek, "beyaz" yerine başka isimlendirme yapılması gerekirdi...

O halde "faşist" tanımlaması belki de ABD'nin kendisini yeniden gözden geçirmesi açısından önemli bir tartışma olarak düşünüyorum...

Ama bu değerlendirmeyi Büyük Önder Atatürk'e çirkin hakaretlerde ve iftiralarda bulunarak değilde, kendi geçmişleri ve sinsi ruh yapılarını gözden geçirerek...

Söz hazır sakal, bıyık üzerinden açılmışken; konuyla ne kadar alakalı bilemem ama... "Atatürk'le Çoban" anısına izninizle değinmek isterim:


"Atatürk arada bir güzel güzel havalarda kırlara çıkmayı severdi. Bir arabaya atlar, bir süre gittikten sonra arabadan iner, biraz da yaya dolaşırdı.

Böyle bir gezinti sırasında dağ başında, kendisini tanımayan bir çobanla ahbaplığa girişmiş, sürüden, koyundan söz ettikten sonra aralarında şöyle bir konuşma geçmiş:

- Sen Atatürk'ü bilir misin?

- Bilmez miyim efendi? Ona Gazi Paşa da derler.

- Peki, ne yapmış Gazi Paşa?

- Efendi, onun neler yaptığını sen benden iyi bileceğin.

- Onu görmek ister misin?

Ah, Efendi, istemem mi, ama ben onu nerden göreyim?

-Öyleyse bana bak, o bana benzer.

Çoban övünme saydığı bu söz üzerine dudak bükerek:

- Haydi ordan! Senin kılığında Atatürk mü olur?

Sakalın bıyığın bile yok, karşılığını vermiş.

Ata, çobanın bu küçümsemesini sevimli bir anı diye anlatır ve şöyle bitirirdi:

- Çobanın masum hayalini bozmadan ve onun kafasında bıyıklı sakallı kalmaya razı oldum." Mehmet Ali AĞAKAY

:)

"Faşist" algılaması "yaratan" bıyık üzerinden Ata'mıza kinayeli bir şekilde dil uzatan küstahlara... Bu da kapak olsun!


Sevgi ve saygılarımla!

Image"HAKSIZLIK KARŞISINDA SUSAN DİLSİZ ŞEYTANDIR." HZ. MUHAMMED (S.A.V.)

11 Nisan 2011 Pazartesi

Esaret Altında Asalet















Dün Türk Emniyet Teşkilatı'nın 166. kuruluş yıldönümüydü.
Türk Polisi, halkımızın huzur ve emniyetini canı pahasına korumayı 166 yıldır görev edinmiştir...

Onların bu mutlu gününü özellikle bir polis kızı olarak yürekten kutluyorum... :)

Öte yandan...

"İngiltere'nin en çok okunan ücretsiz dağıtılan gazetelerinden Metro Gazetesi... Yunanistan'dan bahsederken Türkiye sınırları gazetedeki haritada Yunanistan olarak göstererek büyük bir skandala imza attı.
Ancak Yunanistan'dan bahsederken haberde yer alan haritada, Türkiye sınırlarında Greece yazdığı görülüyor. Ayrıca haritanın üzerinde Yunanistan bayrağının bulunması da dikkat çekiyor." Vatan, 11.04.2011

Anlaşılan İngilizler, Türk milletinin sabrını ve gücünü tekrar sınamaya çalışıyorlar...



O vakit bu haberle birlikte zihnimde çağrışan ve okuduğumda göz yaşlarıma hakim olamadığım, yiğit bir subayımızın gurur veren onurlu davranışını tarih sayfamızdan kaleme alan Turgut ÖZAKMAN'ın kitabından, izninizle dikkatlere sunmak isterim:


"İSTANBUL HÜKÜMETİNİN Harbiye Nazırı Ziya paşa her zamanki yumuşaklığı ile, "Beyler.." dedi, "..İngilizlere kafa tutamayız. Adamların hiç şakası yok. Daha geçen gün, bir bahane icat ederek İzmit’i tekrar işgal ediverdiler.”

Sarı atlas döşeli büyük oda, nezaretin ileri gelen subayları ile doluydu. Hürriyet ve itilaf partisi yanlısı olan birkaç gerici subay dışında hepsi, Anadolu’ya geçmeye çoktan hazır, Ankara’nın İstanbul’da kalmalarını gerekli gördüğü namuslu askerlerdi.Kapı açıldı, kapının boşluğu içinde yaver göründü :

"Emrettiğiniz yüzbaşı geldi efendim."

"İçeri al."

Nazır subaylara bilgi verdi :

"Az önce sözünü ettiğim talihsiz olayın faili."

Yüzbaşı bekletmeden içeri girdi, kaygılı bakışlarla kendisini izleyen subayların arasında hızla ilerleyerek nazırın masası önünde durdu, selam verdi :

"Yüzbaşı Faruk, İstanbul. Beni emretmişsiniz."

Uzun boylu, kumral, yakışıklı, biraz bıçkın havalı bir subaydı. Nazır önündeki bir yazıya bakarak, yumuşak bir sesle, "Oğlum.." dedi, "..dün akşam Beyoğlu’nda, İngiliz inzibat subayı Teğmen Miller’i, emre rağmen selamlamamışsın. Doğru mu?”

"Evet efendim, doğru."

Nazır, dürüst subaya babacanca yol gösterdi :

"Herhalde görmediğin için selamlamadın, değil mi çocuğum?"

"Hayır efendim, gördüm."

Nazırın canı sıkıldı :

"Niye selamlamadın öyleyse? Selamlamanız için emir verilmişti."

"Rütbesi benden küçük olduğu için selamlamadım paşam. Askerlik töresince, önce onun beni selamlaması gerekmez miydi?"

Ziya paşa derin bir kederle ellerini açtı :

"Askerlik töresi mi kaldı a yavrum? Adamlar galibiyet haklarını kullanıyorlar. İngiliz komutanlığı bu sabah olayı protesto etti. Mesele çıkarılacak zaman değil.Hemen şu müzevir teğmeni bul da özür dile. Olayı kapatalım."

Başıyla çıkması için izin verdi.Ama yüzbaşı yerinden kıpırdamadı :

"Paşam, bir de beni dinlemenizi rica ediyorum."

Nazır bıkkınlıkla, "Söyle bakalım" dedi.

"Balkan savaşı’nda teğmendim, Çanakkale’de üsteğmen , Suriye cephesinde yüzbaşı oldum. Ben bu rütbeleri tek başıma savaşarak almadım. Her rütbemde binlerce şehidin ve gazinin hakkı var. Onların hakkını korumak namus borcumdur. Beni affedin, özür dileyemem."
Harbiye nazırı bozuldu :

"Anlamadın galiba. Harbiye nazırı olarak emrediyorum."

Yüzbaşı sükunetle, "Anladım efendim" dedi, apoletlerini (Rütbelerini) bir hamlede söküp nazırın masasına bıraktı :

"Artık emrinizi dinlemek zorunda değilim!"

Selam vermeden dönüp kapıya yürüdü. Oturan subayların, İstanbul’u tutan birkaçı dışında, hepsi saygıyla ayağa fırladı. Hepsinin rütbesi yüzbaşıdan daha büyüktü.
Gözleri dolarak, Faruk yüzbaşıya selam durdular…" Turgut ÖZAKMAN / Şu Çılgın Türkler, sf: 57-58


Sevgi ve saygılarımla!

Image"HAKSIZLIK KARŞISINDA SUSAN DİLSİZ ŞEYTANDIR." HZ. MUHAMMED (S.A.V.)




8 Nisan 2011 Cuma

Cümleten Geçmiş Olsun...
















Misyonerlik...




"İlk kez misyonerlik faaliyetleri anlamında "misyon" kelimesinin kullanılması, Cizvitlerin XVII. yy.'da tarikatın kuruluş tüzüğünde Türkleri Hıristiyanlaştırmak üzere Papa III. Paul’dan özel izin ve görevlendirme istekleri ile ortaya çıkmıştır. Bu da Türkler’in Hıristiyanlaştırılması projesinin, "misyonerlik" müessesesinin özel anlamda kurulmasının temelinde yer aldığını göstermektedir." Alıntı- Vikipedi


Bugünlerde sıkça duyduğumuz ve kimilerine göre "misyonerlik"in serbest, kimilerine göre ise sakıncalı olduğu yönünde üzerinden sürdürülen bir tartışma var. Şüphesiz ki bunların üzerinden çeşitli bahanelerle kendimize haklılık payı çıkartıyoruz... Bu yolla da avunuyor, avundukça da gözümüz hiçbir olguyu görmez oluyor...


Biz, asıl açıktan "misyonerlik" faaliyetinin gözümüzün içine baka baka yapıldığından niye bahsetmeyiz ki?! Zira bu yolla kocaman bir millet yok olup, erime noktasına çoktan geldi bile...

Bakınız televizyondan izlediğimiz diziler, filmler, reklamlarla hiçbir tereddüte yer bırakmadan biz zaten her açıdan değişime girmedik mi?

Nasıl mı?..

Düğün törenlerimiz ne yazık ki kilise nikahlarını aratmayacak nitelikte aynısı taklit edilerek, kültürümüzün bir parçası çoktan oldu bile... Ayakta nikah kıymalar, geçiş merasimi... falan.

Bir nesi eksik?

Pa-pa-zı!!!

Hiç şaşırmayalım...

Ve bilinmelidir ki bu uygulamanın en tutucu ailelere bile sirayet ettiğine bizzat şahitim!


Biz değil miyiz ki, çam ağacı, "noel"i ve "noel baba"yı kabul görüp "olsun bu evrensel" diyerek hep birlikte bu sembolleri, mutlu mesut benimseyen?


Biz değil miyiz ki, başlarımızı rahibeler gibi örtüp, öte yandan tırnağına oje süren, dikkat çekici giyinen ve yüzünü gözünü boyayan?

Ki bu anlamda ya Arapların etkisi altına giren, ya da bu yolla Hıristiyanlığı taklit eden?

Biz değil miyiz ki, ana okulundan başlayarak üniversitelere kadar "kep töreni" adı altında onların taklitlerini bir bir uygulayan?

Ve onların dilini öğrenmek için çırpınıp duran?

Biz değil miyiz ki, üniversite baş yöneticisine bizzat "papaz" anlamı taşıyan "rektör" sıfatını kullanan?

Bizim çocuklarımız değil midir ki, el açıp Allah'a yalvarma yerine, ellerini çene altında birleştirip diz çökerek dua eden?

Kendi radyolarımızdan bizzat "Ahmet, Mehmet... isimleri banal.." diye "aşağılayarak", harıl harıl söyleşiler yapan?

"Haç"ı kolye olarak bilinçsizce bizim insanlarımız büyük bir özenle, göstere göstere takmıyor mu?

Caddelerimiz, sokaklarımız yabancı harfler ve yabancı isimlerle, hatta yabancı cümlelerle istila edilmedi mi?

Ruhlarımız yabancı müziklerle coşmuyor mu?

Sözde "dini bütün" kanallarımız dahi, Hıristiyanlık propogandası yapan (Tutku gibi) filmleri, en kutsal bildiğimiz günlerimizde bile bizlere sunmuyor mu?

Ve dahalarıyla kucaklaşan milletimiz yeterince Batının inancı ve kültürüyle zaten şekillenip yoğrulurken,


Ve elin hıristiyanı hem kültürünü, hem de inancını göstere göstere bize benimsetirken,

Ve ortada bu kadar açık misyonerlik faaliyetleri yürütülürken,

E söyler misiniz, daha neyin tartışması yapılıyor ki?


Sevgi ve saygılarımla!

Image"HAKSIZLIK KARŞISINDA SUSAN DİLSİZ ŞEYTANDIR." HZ. MUHAMMED (S.A.V.)


6 Nisan 2011 Çarşamba

Acı Tabirle...

















"Ahlaki değerler yaradılışa uygun yaşamak üzerine kurulur." More



"Balıkesir’de oturan ve internette arkadaşlık kurduğu kişiyle görüşmek için Bursa’ya gelen 15 yaşındaki B.A. arkadaşına ulaşamayınca bir parkta otururken, 3 kişi tarafından "Dışarıda kalma sana burada kötülük yaparlar" diyerek çağırıldığı evde tecavüze uğradı. Genç kızı eve kapatan şüphelilerin, döverek yaklaşık 60 kişiye para karşılığı fuhuş yaptırdığı belirtildi." 06.04.2011, Hürriyet


"40 kilo baklava çaldı 12 yıl hapsi istendi...
Çalma sebebini açıklayan Zeki Çakmak, "Tatlının tepsisini 15 liradan sattım. Aldığım parayla da okula kaydımı yaptırdım" dedi.
Adana’da, Açık Öğretim Lisesine kayıt yaptırmak amacıyla 40 kilo baklava çaldığı iddiasıyla 12 yıl 6 aya kadar hapis cezası istemiyle yargılanan sanık tahliye edildi..." 05.03.11, Vatan


Ve toplumda "baklava çalan çocuklar" olarak anılan olay...

Her çocuğun canı baklava çeker... Ancak baklava üretip de ona ulaşılmasını sağlayamayan bir toplum olarak, bu "hırsızlık"da üzerimize düşen payın, vicdan muhasebesini yapabildik mi acaba?

Zira olayda çocuklara 9'ar yıl hapis cezası verilmişti...

Tıpkı Jean Valjean'ın ekmek çalmasıyla, kürek mahkumluğu cezası alması gibi...


İnsan için kötü alınyazıları, işte buralardan doğar...

Buna acı tabiriyle, köprü altına atılmak denir...


Bu kötü alınyazılı haberleri üst üste koyduğumda, Victor HUGO'nun ünlü eseri "SEFİLLER (Les Miserables)" aklıma geliyor.


Zira "Sefiller"de yoksul yaşamla birlikte burjuva yaşamının da detaylı bir şekilde ele alınarak anlatılması konu ediliyor. Toplumsal kesimler arasındaki ayrımın, içinde yaşadığımız dünyaya kıyasla keskin bir biçimde anlatımı, insanın kanını dondurmaktadır.


Nitekim Victor HUGO, Fransa'nın toplumsal sorunlarını, halkın hayatındaki vicdanları kanatan kesitlerini ve diğer çarpıcı olayları ayrı ayrı ele almasıyla aslında "o dönemin haksız adalet sistemini ve politik hayatını teşhir etmesiyle de önemli bir belgeye dönüşür" olmasına vesiledir.

Diyeceğim; 1800'lü yılların toplumsal manzarası ile bugünün manzarası arasında bir farklılık görebiliyor muyuz?


Yok aslında farkımız...

Hep birlikte "Sefiller"i yaşıyoruz...


Sevgi ve saygılarımla!

Image"HAKSIZLIK KARŞISINDA SUSAN DİLSİZ ŞEYTANDIR." HZ. MUHAMMED (S.A.V.)



2 Nisan 2011 Cumartesi

Meydan Dayağı Atılıyor!


















"Yüksek Sadakat Grubu, Almanya’da yapılacak 56. Eurovision Şarkı Yarışması’nda Türkiye’yi, "Live it up" (Hayatını Yaşa) adlı parçayla temsil edecek. Grup, Almanya’da yapılacak 56. Eurovision Şarkı Yarışması’na, “Live it up” (Hayatını Yaşa) adlı İngilizce parçayla katılacak."mış.


Düşünürken, konuşurken, yazarken, anlatırken anadilimizi kullanırız. Zira anadilimizi bildiğimiz kadar düşünürüz, konuşuruz, yazarız... Ne kadar kelime biliyorsak o kadardır düşüncelerimiz...


Vallahi ne diyelim, şimdilerde Türkçe'ye evire çevire meydan dayağı atılıyor...

Yani tarafımızdan Türkçe dayak yiyor!


İçinde doğduğumuz kültürümüzü inkar ediyoruz. Bilinçsizce ve umarsızca kendi elimizle işlediğimiz suçluluğumuzun günahını örtecek ne çok bahaneler üretiyoruz... Ürettikçe avunuyor, avundukça teselli buluyoruz. Bu sayede Türkçe'yi kâh utandığımızı gizleyerek aşağılık duyguları altında dövüyoruz, kâh kendimizi daha bir "aydın" havasında bularak, kâh birileri gibi olmaya çalışırken dövüyoruz!


Adı Eurovision Şarkı Yarışması; amacı Avrupa Kıtası üzerinde yer almış ülkelerin kendilerini kültürel anlamda tanıtması ve ülkelerinin, milletlerinin adını duyurmasıdır. Hâl böyle olunca da ülkeler, müzik alanında kendilerini bu sayede tanıtma olanağı buluyorlar.

Peki bu iş böyleyken olay birden nasıl oluyor da ana dilimizi bir kenara itip, ingilizce ile şarkı söylemeye dönüyor?

Bu ne anlama geliyor?..

O vakit biz Türkçe'yi inkar mı ediyoruz?

Ya da ne bileyim, kendi dilimizden mi utanıyoruz?

Üstelik şarkıyı söyleyecek ve sözde bizi temsil edecek Grubun adına da bir bakar mısınız? "Yüksek Sadakat Grubu"!

Aman ne "sadakat" ne "sadakat"... İnsanın zihniyle alay etmekten başka bir şey değil! Evet ortada bir "sadakat" var; ama o "sadakat"ın bize olmadığı kesin...


Öte yandan böylelikle kendimizi Batı'ya daha mı "şirin" göstermiş oluyoruz acaba? Ne bileyim, "bak biz de sizin gibiyiz, hatta sizinle aynı dili konuşuyor, aynı kültürü paylaşmaya çalışıyoruz!" demeye mi getiriyoruz?


Biz bağımsız bir millet değil miyiz? Ne zamandan beri İngilizce konuşup, İngilizce ile hissetmeye başladık? Mesela İngilizce olarak söylenecek bu şarkıyı bizler dinlerken, hiçbir şey anlamayacağız!.. Ama olsun İngilizler anlayacak nasılsa diyerek, kendimizi mi avutacağız? Bu nasıl bir aşağılanma farkında mıyız?

Olsun; "efendi"ler anlıyor nasılsa biz anlamasakta olur mu diyeceğiz?

İnanılır gibi değil!


Çocuklarımıza karşı büyük bir günah işliyoruz! Ama ne yazık ki birileri bu affedilmez günahın üzerini örtecek bahaneleri anında hazırlıyorlar; ve bilinçsizce halkımıza sunuyorlar! Dahası... O körpecik beyinler de ne olduğunu anlayamadan kendi öz kimlik ve kültüründen uzak bir şekilde "Batı hayranlığı" ile yetiştiriliyorlar.

Bu aymazlığı bir şekilde beynimizde aklamaya kalkanlar unutmasınlar ki büyük bir vebali omuzlarında taşıyorlar... Bu anlamsız katılımı ve siyasi bir kimliğe bürünmüş olan bu sözde "yarışma", özü itibariyle Aziz Türk Milletini aşağılamaktan başka bir şey değildir!


Bu anlamda yaşanılanları şiddetle reddederken yazımı izninizle Ziya Paşa'nın, "Âyinesi iştir kişinin lafa bakılmaz. Şahsın görünür rütbe-i aklı eserinde" şeklindeki deyimleşen beyitiyle tamamlamak isterim.

Yazıklar olsun!

Sevgi ve saygılarımla!


Image"HAKSIZLIK KARŞISINDA SUSAN DİLSİZ ŞEYTANDIR." HZ. MUHAMMED (S.A.V.)