26 Haziran 2014 Perşembe
El İnsaf!
Napolyon Bonapart ve George Washington gibi emperyalist devlet komutanlarını, emperyalistlerle işbirliğine girmiş Osmanlı padişahına karşı , asker üniformasını çıkararak emperyalizme başkaldıran Mustafa Kemal ATATÜRK'e benzetme yapılıyor, iyi mi?
El insaf...
Kurtuluş Savaşı'nı Türklerin tek başına bütün emperyal dünyaya karşı kazandığı emsalsiz mücadele'nin halk kahramanı; ve yaptığı çağdaş devrimlerle dünyayı kendisine hayran bırakan Mustafa Kemal ATATÜRK, padişahlığı kaldırarak, şeriat devleti yerine Cumhuriyeti kurdu.
Kızılderilileri, "vahşi hayvanlar"a benzeterek "tamamen imha edilmesi"ni isteyen İngiliz asıllı komutan Washington ile ''ben daha hayattayken topraklarını kaybetmiş, bedbaht bir askerim..." diyen Napolyon'un kişisel çıkarları uğruna cumhuriyeti yıkarak kendisini İmparator ilan eden emperyalist bir generali, Mustafa Kemal ATATÜRK'le kıyaslamak ve özdeşleştirmek kimin haddine?
"ABD askerleri katlettikleri Kızılderilileri açtıkları bir çukura topluca gömdü. Organlarını kopardılar. Bartolome de Las Casas'ın yazdığı ‘Kızılderili Katliamı' adlı eser, zulmü şöyle
anlatıyor: "Sırf eğlence olsun diye, kadın erkek demeden yerli halkın ellerini, burunlarını ve kulaklarını kesip kopardıklarını ve bunun bölgenin değişik yerlerinde defalarca tekrarlandığını kendi gözlerimle gördüm. Memeden kesilmemiş bebekleri annelerinin göğsünden alarak onları en uzağa fırlatma konusunda birbirleriyle yarıştılar..."
Kızılderililere tahammül edemeyen bu zorbalar; onları "halk" olarak bile görmüyordu. ABD'nin kurucusu ve ilk Başkanı George Washington'un sözleri de tezi doğruluyordu. Washington, yerlileri vahşi kurtlara benzeterek, “Bu vahşi hayvanların (Kızılderilileri kastediyor) tamamen imha edilmesi gerekiyor” diyordu. Sonuçta da öyle oluyordu. ABD'nin bir başka Başkanı Theodore Roosevelt de Washington'dan geri kalmıyordu: "Ben en iyi yerli (Kızılderili) ölü yerlidir demek istemiyorum ama 10'da 9'u öyledir" diye konuşuyordu."
Öte yandan, kelle koparan, ciğer söken... vahşi barbarların bugün bölgemizde ve coğrafyamızda boy göstermesi hiç şüphe yok ki arkasındaki emperyal güçlerin plânları ve silah desteği sayesinde...
Bu sayede hem İslam'ı "aşağılıyorlar", hem de amaçladıkları gibi bölgenin zenginliklerine sahip oluyorlar..
Yöntem ise çok basit... Tıpkı Washington'un yıllar önce Kızılderililere yaptıkları hunharca katliamı onayladığı gibi, bugün de aynı senaryo ve yöntemler sinsice uygulanıyor...
Görüldüğü üzere Büyük ATATÜRK'e "örnek" tutulmaya çalışılan maalesef bu zevatlar...
El insaf...
KAYNAK:
. www.uhim.org/images/tarihte/1277372079.pdf
. Vikipedi
Sevgi ve saygılarımla!
"Haksızlık Karşısında Susan Dilsiz Şeytandır" Hz. Muhammed (A.S.)
Etiketler:
George Washington,
Kızılderili katliamı,
Napolyon Bonapart
24 Haziran 2014 Salı
Bizi Biz Biliriz...
"Babam Muharrem ERTAŞ, düğünlerde, köylerde çalardı. Babam çok sevgisini belli eden bir insan değildi. Dokunmadan severdi bizi. Babam beni öpmedi ama bir defa kokladığını hatırlıyorum. Öbür kardaşlarımı bilmem ama ben kendim için diyorum. Benim küçüklüğümde gaz lambası yoktu. Karanlıkta oturulurdu. Hayvanların yem torbalarında yiyemediği saman irileri toplanır. Arada bir onlar ocağa serpilirdi. Öyle parlayan alevin ışığıyla insanlar arada bir birbirinin yüzünü görürdü. Bir ocağımız olurdu Ağzında bir şeyler yakılırdı. Yemek de ısınma da o ocakla olurdu. Titreye titreye geçirirdik kışı. Gazyağı çok sonra geldi bizim oraya. Ekmekten başka bir yiyeceğimiz yoktu, onu da bulursak. Yok öyle yağlı muğlu yemek! Karşı köyde belki bir öküz möküz ölürse onu bizim köye getirirler köylüler paylaşırdı. O zaman ancak bir et yerdik. Biz doğduğumuzdan beri yoksulduk, varlığı görmedik ki yoksulluktan şikâyet edelim. Biz şöyleyi böyleyi görmedik ki daha iyisi için hayal kurabilelim. Evimizin köyümüzün dışından başka bir yer görmezdik ki."
Nasrettin Hoca bir gün damdan düşer.
"Hoca ne ettin? Nasılsın? Şuran ağrıyor mu" diye soranlara içerleyen Hoca:
"Siz bana damdan düşen birini getirin" der.
Neden Hoca?
"Çünkü damdan düşenin halini damdan düşen anlar."
"O bir Anadolu toprağının insanı, bizim insanımız, Yozgat'ın bozlağı gibidir. Şanlıurfa'nın hoyratı gibidir, bozkırın tezenesi gibidir. Tıpkı Neşet Ertaş gibi. Neşet Ertaş'ın tezenesi sazını çalardı, duygusunu, aşkını onunla ifade ederdi..." CHP Genel Başkanı Kemal KILIÇDAROĞLU
Vallahi biz,"Bozkırın Tezenesi" olarak Neşet ERTAŞ'tan başka kimseyi tanımıyoruz...
Zira Anadolu'nun bağrından özüyle, sözüyle çıkan ve bir eli yağda, bir eli balda bir hayatın içerisinden gelmeyen Neşet ERTAŞ, bu toprakların acısını, kederini sevincini bire bir yaşayarak "bozkırın tezenesi" olmuştur...
Anadolu insanı tarihten bu yana hep çile çekmiş, acı yaşamış.. O sebepledir ki, o, yaşadığı acılarını saza söze dökmüş... Ustamız "ahu gözlerini sevdiğim dilber"i, "ahirim sensin"i, "aman dünya ne dar imiş"i, "canana doyulur mu"yu, "çiçek dağı"nı, "gönül dağı"nı, "hapisanelere güneş doğmuyor"u, dahası"kendim ettim kendim buldum"u, "neredesin sen"i, "tatlı dillim güler yüzlüm"ü çalıp söyleyebilmek için ancak KENDİ TOPRAĞININ İNSANI olmalı...
Dolayısıyla... Anadolu'yu anlamak, Anadolu insanı olmaktan geçtiği gibi bu millete merhem olabilecek kişi de, bu topraklarda doğmuş, bu topraklarda büyümüş bu toprağın insanı olması lâzım...
Sevgi ve saygılarımla!
"Haksızlık Karşısında Susan Dilsiz Şeytandır" Hz. Muhammed (A.S.)
Etiketler:
Bozkırın Tezenesi,
Kemal KILIÇDAROĞLU,
Muharrem Ertaş,
Nasrettin Hoca,
Neşet ERTAŞ
19 Haziran 2014 Perşembe
"Kumpas" Bozuldu!
:)
"Mesele esir düşmekte değil, teslim olmamakta bütün mesele!"
SELAM OLSUN ŞANLI ORDUMUZUN YİĞİT KOMUTANLARINA...
Sevgi ve saygılarımla!
"Haksızlık Karşısında Susan Dilsiz Şeytandır" Hz. Muhammed (A.S.)
16 Haziran 2014 Pazartesi
Din Kültürü... Öğretmenlerimizin DİKKATLERİNE!
Sevgili Peygamberimiz Hz. Muhammed'in doğumundan vefatına kadar geçen tarihsel (takvim) verileri üzerinde yazmış olduğum yazıdan yola çıkarak, konunun uzmanı Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi, Doç Dr. Sayın Casim AVCI'dan sorular eşliğinde edindiğim bilgileri aynen paylaşıyorum:
"Soruların cevabı için şu ön bilgilerin dikkate alınması gerekmektedir:
1. İslâm'dan önce Araplar'ın kullandığı belirli bir takvim yoktu. Bir olayın tarihini önemli olayları esas alarak ifade ederlerdi. Meselâ, "X olayı Fil Vak'asından beş yıl önce/sonra gerçekleşti", " Y olayı Abdülmuttalib'in ölümünden üç yıl önce/sonra meydana geldi" vs. derlerdi.
2. Yıl olarak kameri yıl (ay yılı) esas alınıyordu. Ancak kamerî aylar 29 veya 30 gün olduğu için bir kamerî yıl 354 gündür. Şemsî yılın (Milâdî takvimin esas aldığı güneş yılı) 365 gün olduğu dikkate alındığında ay ve güneş takvimi arasında yılda 11 günlük fark ortaya çıkmaktadır. Dolayısıyla Araplar belirli tarihlerde yapılan ibadet veya kutlamaları önceki yıla göre 11 gün erken yapmış oluyorlardı. Meselâ, 9 Zilhicce günü hac için Arafat'a çıkan Araplar, tarih aynı olmuş olsa bile önceki seneye göre 11 gün erken çıkmış olurlardı.
3. Araplarda dört ay haram ay olup, bu aylarda kan dökmek, savaşmak yasaktı. Bunlar Zilkade, Zilhicce, Muharrem ve Recep ayları idi. Hac, umre ve panayırlar için bu aylar dikkate alınırdı. Ancak Araplar gerek hac ve gerekse panayırları her yıl önceki yıla göre 11 gün erken değil, çeşitli sebeplerle sabit bir mevsimde gerçekleştirmek istiyorlardı. Bazan da peşpeşe gelen Zilkade, Zilhicce ve Muharrem aylarında savaşma ihtiyacı hissediyorlardı. Bu vb. sebeplerle kamerî yıl ile şemsî yıl arasındaki 11 günlük farkı kapatmak için kamerî takvimi şemsî takvime uyarlıyorlardı. Nesî adı verilen bu işlem için özel bir görevli vardı. Bu görevli meselâ, üç yılda bir 12 aya bir ay ekler ve bu durumu hac günlerinde ilan ederdi. Dolayısıyla zilhicceden hemen sonra gelmesi gereken muharrem ayı bir ay sonra gelirdi. (Eğer nesî uygulamasının Câhiliye döneminde düzenli yapıldığı düşünülürse üç yılda bir ay ilave edilmiş olacağından kamerî-şemsî farkı dikkate alınarak 33 yılda toplam bir yıl ilave zaman söz konusu olacaktır). Nesî uygulaması İslâm döneminde Veda Haccı’nda (h. 10/m. 632) yasaklanmıştır.
4. İslâm’dan önceki Araplar’da belirli bir takvim kullanılmadığı gibi Hz. Peygamber ve Hz. Ebû Bekir döneminde de kullanılmamıştır. Hz. Ömer döneminde hicrî 16 (m. 637) yılında takvim meselesi görüşülmüş ve Hz. Ali’nin teklifiyle Hz. Peygamber’in Medine’ye hicreti takvim başlangıcı kabul edilmiş, muharrem ayının da yılın ilk ayı olması kararlaştırılmıştır. Kısacası, hicrî takvim de Hz. Peygamber zamanında değil, Hz. Ömer’in halifeliği döneminden itibaren kullanılmaya başlanmıştır.
Bu ön bilgilerden sonra soruların şöyle cevaplanması mümkündür:" Doç. Dr. Casim AVCI
T.G. 1- Hicri takvimin başlangıcı 622. Hz. Muhammed'in doğumunu nasıl ifade edeceğiz? Yani net olarak bir tarih (hicri takvime göre) nasıl olacak?
C.A. İslâm’dan önce Araplar’da belirli bir takvim kullanılmadığı için Hz. Peygamber’in doğumu ile ilgili kesin tarih verilememektedir. Ancak onun ilk vahyin gelişi, hicret ve vefatı sırasındaki yaşı gibi noktalar dikkate alınarak doğum yılı milâdî 569, 570 veya 571 olarak kabul edilmektedir. Onun 9 veya 12 Rebîülevvel’de doğduğuna dair rivayetler de milâdî olarak ay ve günün hesaplanmasına yardımcı olmaktadır. Meselâ, Astronomi alimi Mahmud Paşa Hz. Peygamber’in doğum tarihini 20 Nisan 571, Muhammed Hamidullah da 17 Haziran 569 şeklinde kabul etmektedir. Muhammed Hamidullah Araplar’ın yukarıda bahsedilen Nesî uygulamasını Hz. Peygamber’le ilgili tarih hesaplamalarında dikkate almak gerektiğini vurgulamaktadır.
Hz. Peygamber’in vefat tarihi için de onun hicretten sonra Medine’de on yıl yaşadığı ve hicrî 13 Rebîülevvel 11 tarihinde vefat ettiği dikkate alınarak milâdî 8 Haziran 632’ye karşılık geldiği belirtilmektedir.
Şu halde hicrî takvim Hz. Ömer döneminde belirlenmiş ve hicret esas alınmıştır. Hicret de milâdî 622 yılına denk gelmektedir. Dolayısıyla Hz. Peygamber’in doğumu için “Hicretten önce 53 yılında doğmuştur” denilebilir.
T.G. 2- Dolayısıyla Hz. Muhammed'in peygamberlik ve hayatı ile ilgili tarihler, zincirleme etkileneceği için bilmemiz gereken tarihleri hangi takvime göre anlatacağız?
C.A. Siyer ve diğer İslâm tarihi kaynaklarında Hz. Peygamber’in hayatı ile ilgili bilgiler verilirken bunların peygamberlikten veya hicretten kaç yıl önce veya sonra meydana geldiğine ya da o sırada Hz. Peygamber’in kaç yaşında olduğuna dair ifadeler mevcuttur. Birçok olayın yıl, ay ve gün olarak veya sadece yıl olarak hicrî tarihleri verilmektedir. Bu vb. bilgilerden hareketle olayların milâdî karşılıkları hesaplanabilmektedir.
T.G. 3- Madem ki Miladi takvim kullanıyoruz, o halde hicri takvimi neden araya sıkıştırıyoruz? Bu durum müslümanları rencide etmez mi? Zira hicri takvim tek başına yeterli olmuyor. Doğumu "miladi" diyoruz, hesaplarken "hicri" takvimi kullanıyoruz, bu da bizi komik duruma düşürmüyor mu?
C.A. Yukarıdaki açıklamalardan anlaşılacağı gibi İslâm dünyasında Hz. Ömer döneminden itibaren hicrî takvim kullanılmakta ve olayların tarihleri hicrî takvime göre verilmektedir. Dolayısıyla olayın esas tarihinin bilinmesi önemlidir. Ancak günümüzde milâdî takvim kullanıldığı için anlaşılır olması ve kolaylık sağlaması bakımından milâdî karşılıkları da verilmektedir. Bu bakımdan hicrî tarihleri milâdî tarihe (veya tersi) çevirme kılavuzları hazırlanmıştır. Faik Reşit Unat’ın çalışması veya Türk Tarih Kurumu web sayfasındaki kılavuz bunların başında gelmektedir.
Şu halde İslâm tarihiyle ilgili herhangi bir olay esasında hicrî tarihle kaydedilmiş olup böyle bilinmekte ancak günümüz için milâdî karşılıkları verilmektedir. Bu bakımdan “hicrî takvimi araya sıkıştırmak” gibi bir husus, hele hele “rencide edici” veya “komik durum” söz konusu değildir. Hz. Peygamber’in doğumunun milâdî olarak ifade edilmesinin sebebi hicrî takvimde esas alınan hicretin henüz gerçekleşmemiş olmasıdır. Veya “hicretten önce 53 yılında doğmuştur” da denilmektedir.
T.G. 4- Hicri takvim neden ve nerelerde kullanılıyor?
C.A. Yukarıda belirtildiği gibi İslâm dünyasında Hz. Ömer döneminden itibaren hicrî takvim kullanılmakta olup kaynaklarda olaylar anlatılırken hicrî tarihleri verilmektedir. Günümüzde milâdî takvim kullanılmakla birlikte dinî ibadetler, mübarek gün ve gecelerin kamerî takvime göre hesaplandığı malumdur (Ramazan orucu, Aşure günü, Ramazan ve Kurban bayramları, hac, kandil geceleri vs.)
T.G. 5- Jul Sezar'ın doğum gününe atfen başlayan (başlangıcı 584 olan) "Rumi takvim"i neden kullanıyoruz? Zira eskiler bu takvime göre hesap yapıyorlar.. Dolayısıyla "rumi takvim" de Hz. Muhammed'in hayatı ile ilgili tarihleri hem karşılayacak durumda değil, hem de İslami bir değeri yok.
C.A. Rumi takvim Osmanlı döneminde XVII. Yüzyıldan itibaren özellikle malî konularda kullanılmaya başlanmıştır. Malî yılbaşının, kamerî aylar gibi her yıl 11 gün erken gelmeksizin belirli bir tarihe sabitlenmesi gibi sebeplerle tercih edilmiştir. Kısacası bu takvimin kullanılması dinî bir konu değil, o günün ihtiyaçlarını karşılayabileceği düşünülen malî bir hususla ilgilidir.
T.G. 6- Kısacası bu konuda netleşmek için ne yapabiliriz?
C.A. Şüphesiz takvim meselesi çok önemli ve bir o kadar da zor bir konudur. Özellikle günümüzden geçmişe dönük hesaplamalar çeşitli sebeplerle zorluk arz etmektedir (kamerî ayların hilâlin görünmesine bağlı olarak 29 veya 30 gün sürmesi, milâdî takvimde geçmişte yapılan birçok değişiklik ve düzenlemelere ek olarak Şubat ayının dört yılda bir 29 gün olması, kaynakların aynı olayın tarihini farklı vermesi vs.). Bu bakımdan konunun tarihî sürecinin ve problemlerinin doğru bilinmesi, kaynakların verdiği tarih bilgileri ve günümüzdeki bilimsel gelişmeler ışığında problemlerin çözümüne gayret gösterilmesi gerekmektedir.
Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi, Doç Dr. Sayın Casim AVCI'ya değerli görüşlerinden ve katkılarından dolayı teşekkür eder, saygılar sunarım...
Sevgi ve saygılarımla!
"Haksızlık Karşısında Susan Dilsiz Şeytandır" Hz. Muhammed (A.S.)
11 Haziran 2014 Çarşamba
Ey Kürt Kardeşim...
Ey mavi göklerin beyaz ve kızıl süsü,
Kız kardeşimin gelinliği, şehidimin son örtüsü,
Işık ışık, dalga dalga bayrağım!
Senin destanını okudum, senin destanını yazacağım.
Sana benim gözümle bakmayanın
Mezarını kazacağım.
Seni selâmlamadan uçan kuşun
Yuvasını bozacağım.
Bayrağımızı indirmek,
İstiklal Marşımızı susturmak,
Ve..
Biz yediden yetmişe hepimiz bu vatanın asıl sahibi ve askeriyiz...
Türk ordusu hepimiz'in demektir.
İndirilen Al Bayrağımız bizim namusumuz, vatanımız, özgürlüğümüzdür...
"Bayrak, Türk Devletini temsil eder. Bunun onurunu korumak her Türk'ün vazifesidir"
Ey Kürt kardeşim...
Bizi birbirimize düşürecek çok tehlikeli bir girişimi yapmakla kime hizmet ettiğini hiç düşündün mü?
O tehlikeli hareketin neticesinde; ola ki senin ölümünle biten bir sonuca ulaşılsaydı, akabinde Allah korusun oluşabilecek bir kardeş boğazlaşmasından yani planlanan bir "iç savaş"tan kim nemalanacaktı?
Bu yaptığın senin, o gencecik ruhunu ele geçiren şeytanların, elini ovuşturarak beklediği bir planın başlangıcı...
İnanmıyor musun? Bak komşu devletlerin halklarına...
Hepsi kan ağlıyor!
Hepsi perişan!
Hepsi sürünüyor!
Ölen ölene.. Can pazarı yaşanıyor...
Sahi...
Tarih: 20 Mart 2003
Yer: Irak
Sözde "özgürlük" ve "demokrasi" getirmek için emperyalistler Irak'a girdiğinde,
Hep birlikte dünya kamuoyu şunu gördü; ABD askerleri Irak'ta ilk iş olarak Irak bayrağını indirerek yerine, göndere ABD bayrağını çekti...
Bak Sevgili Kürt kardeşim,
Ortak bayrak, ortak vatan, ortak dil, ortak gelecek, ortak değerlerimiz bizim yaşamsal unsurlarımızdır. Bu ana unsurları korumak ve kollamak, hepimizin öncelikli ve de hayati görevidir. Temelde her alanda beraber olduğumuz vatanımızı parçalamak isteyenlere asla fırsat vermemeliyiz.
O bayrak, çok planlı bir şekilde ama en önemlisi tahrik gücü oldukça yüksek patlamaya hazır bir bomba gibi Türk milletine kurulmuş bir TUZAKtır!
Çok şükür ki Kürt vatandaşlarımız bu durumu fark etti...
"Ey özgür uluslar! Şu özdeyişi aklınızdan çıkarmayın: Özgürlük elde edilebilir ama, kaybedildi mi, bir daha ele geçmez artık." Jean-Jacques ROUSSEAU, Toplum Sözleşmesi sf:42
Aydınlık dolu yarınlar Yüce TÜRK milletiyle olsun...
Sevgi ve saygılarımla!
"Haksızlık Karşısında Susan Dilsiz Şeytandır" Hz. Muhammed (A.S.)
8 Haziran 2014 Pazar
Miladî mi, Hicrî mi?..
Miladî 20 Nisan 571 yılında Sevgili Peygamberimiz Hz. Muhammed dünyaya geldi. Ve yine miladi takvime göre 632 yılında vefat etti.
Çocukluğumuzdan başlayan bilgilendirme sürecinde verilen "ezber" şu oldu:
Miladi 571'de doğdu, miladi 632'de vefat etti. Peygamberlik dönemini 23 yılda tamamladı ve 63 yaşında vefat etti. İşte bu bilgileri zihnimize kazıdık ve bu doğrultuda bilgi aktarımını devam ettirdik.
Vallahi düne kadar ezberletilen bu bilgiyi bilimsel açıdan kendimce teyitleme gereği nedense duymamıştım. Ancak matematiksel bir hesaplama yaptığımızda "632-571=61" ettiğini görüyoruz. Peki, bu ne anlama geliyor? Pek çok şey... Mesela Sevgili Peygamberimize 40 yaşında gelen peygamberlik tarihi, 23 yılda Kur'an-ı Kerim'in tamamlanması gibi pek çok tarih bilgileri zihinsel karışıklığa ve algı yanılmasına sebebiyet veriyor, bu bir!
Asıl önemlisi ve gözden kaçan da,
Akıl ve bilimi esas alan İslam dini ve onun Peygamberi'nin bu "ezber"e dayalı "bilgi" ile bilimden uzak 'mış gibi görüntüye sebebiyet vermesidir. Bilerek ya da bilmeyerek, bu durum ister istemez insanlarımızın (özellikle okumayan cahil kesimlerin) zihinlerinde "bilimi boş ver, söylenilene bak" düsturunu açığa çıkartıyor, bu da iki!
Halen okullarda din dersi öğretmenlerimiz, camilerde Kur'an hocalarımız bu önemli noktayı öğretirken verilerde tarihler "miladî takvim", ama hesaplamada "hicrî takvim"i esas alıyorlar gibi görünse de, öyle değil... Zira ortada bir takvim karmaşası var.
Devam edelim; tüm bu hesaplamalar "rumî takvim"e göre hesaplandıysa, "rumî takvim"in başlangıcı: 584'tür. O vakit Hz. Muhammed'in doğumu eksiye gidiyor. "Hicri takvim"in başlangıcı: 622. Peygamberimizin doğumunu nereye oturtacağız?
Hz. Muhammed'e peygamberlik 40 yaşında mı, 39 yaşında mı, yoksa 41 yaşında mı geldi?
Kur'an-ı Kerim 21 yılda mı, 23 yılda mı tamamlandı?
O sebeple demem o ki..
İslam'ı ve onun Peygamberi olan Sevgili Peygamberimizin hayatının tarihsel verilerini bilimsel tabanlı ve zihin karmaşası yaratmadan, net bir şekilde öğretilmesine özen gösterilsin. Dolayısıyla bilgi ve tecrübe kuşaktan kuşağa aktarılacağı için akıl ve bilim sahibi olarak yüce dinimizi çocuklarımıza öğretirken olayları, "miladi takvim"e göre veriyorsak miladî hesaplamayla, yok "hicri takvime"e göre veriyorsak hicri hesaplamayla, ya da "rumî takvim" ise...
Benim kafam inanılmaz karıştı...
Bu vesileyle...
Sevgili Peygamberimiz Hz. Muhammed 8 Haziran 632 tarihinde vefat etti. Yani "MİLADÎ TAKVİM"e göre bundan tam 1382 yıl önce... Dolayısıyla bugün miladî takvim olarak Sevgili Peygamberimizin vefat yıldönümünü idrak ediyor, O'nu sevgi ve muhabbetle anıyoruz...
Sevgi ve saygılarımla!
"Haksızlık Karşısında Susan Dilsiz Şeytandır" Hz. Muhammed (A.S.)
Etiketler:
HİCRİ TAKVİM,
HZ. MUHAMMED'İN VEFATI,
Miladi TAKVİM,
RUMİ TAKVİM
4 Haziran 2014 Çarşamba
Eş Başkan'a İthaf Olunur!
"BDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş,"Bizim görüştüğümüz hiçbir aile 'çocuğumuz kaçırıldı' demedi. Orada oturan bazı aileler istihbarat tarafından kendilerine verilen ücret karşılığında o eylemi yapıyorlar. Çocukların da dağa gittiği yok" dedi." 3 Haziran 2014
"PKK'nın kaçırdığı oğlu için 3 ineğini sattı
5 çocuk annesi Lütfiye Bozoğlu, 2 ay önce kandırılarak dağa götürülen oğluna kavuşmak için 3 ineğini satarak Diyarbakır'a geldi.
Oğlundan 2 aydır haber alamadığını ifade eden Bozoğlu, "Diyarbakır'a oğluma kavuşmak için geldim. Çobanlıkla geçimimizi sağlıyorduk. Durumumuz iyi değildi. Ama oğlum bize çok düşkündü. En büyük umudumuz Sedat idi. Bana, 'Anne ben okuyacağım, sizi saraylarda yaşatacağım. Sen ağlama anne, seni bu çileden kurtaracağım' diyordu" diye konuştu." 3 Haziran 2014, Haber 7
Selahattin DEMİRTAŞ'a ithaf olunur!
Sevgi ve saygılarımla!
Eş Başkana...
AĞLARSA ANAM AĞLAR GERİSİ YALAN AĞLAR
"Haksızlık Karşısında Susan Dilsiz Şeytandır" Hz. Muhammed (A.S.)
Etiketler:
Dağa kaçırılan çocuklar,
Diyarbakır,
Lütfiye Bozoğlu,
Selahattin DEMİRTAŞ,
Üç Hürel
3 Haziran 2014 Salı
KCK'yı Padişah Yapmışlar...
"Cennet anaların ayakları altındadır" Hz. Muhammed
"Ey kahraman Türk kadını! Sen yerde sürünmeye değil, omuzlar üzerinde göklere yükselmeye layıksın" ATATÜRK
Etnikçiler, mezhepçiler...
İş başında!
İnsanlar iş-aş derdinde kıvrana dursun, beri yandan bazı aymazlar yok etnik kökenin şu, yok mezhebin bu...
Bu milleti ayrıştırmakla görevlilerin ne vicdanı, ne ahlâkı kalmış...
"Bir insanı gerçek haliyle tanımak istiyorsanız ona yetki verin." A.Lincoln
Çiçeği burnunda Diyarbakır Belediye Başkanı Gültan KIŞANAK, bismillah, ayağının tozuyla işe başlar başlamaz, "görev"ini yerine getirmekte gecikmemiş. Hani kendisinin de anne olduğunu da unutmuş ki...
"Kışanak, Kürt anaları dövdürdü
PKK tarafından kaçırılan çocuklarını kurtarmak için Diyarbakır Büyük Şehir Belediyesi önünde kimseye zarar vermeden barışçıl şekilde oturma eylemi düzenleyen annelere Kışanak tahammül edemedi. Her konuşmasında özgürlük, eşitlik ve protesto hakkından söz eden Kışanak’ın, PKK aleyhinde barışçıl bir eyleme dahi tahammül edememesi, ikiyüzlülüğünü de ortaya koydu..." 02 Haziran 2014, Yeniakit
Belediye ekiplerince saçlarından sürüklenerek kovulan anneler;
"Bize buranın yasak olduğunu söylediler. Biz biraz ileriye gittik. Oraya da geldiler ve bize hücum edercesine saldırdılar. Bizi dövmek istediler. ‘Burada durmayın, cehennemin dibine gidin.' , ' Bizim çocuklarımızla oynuyorlar, niye kendi çocuklarını dağa göndermiyorlar...' dediler."
Vay be... Hani Ağa'lığa ses çıkarmayarak, Türkiye Cumhuriyeti Devleti ile kavga eden, insan hakları diye avaz avaz bağıran bu hanım değil miydi?
Sahi...
Cevval... Sebahat TUNCEL' de polis tokatlamıştı değil mi?
Böyle işte... Ellerine fırsat geçti mi, ne halkı düşünürler, ne adaleti...
Hal böyleyken...
Oh ne âlâ... Devletin polisine TOKAT, halkına da DAYAK, öyle mi?
Masum halkımızı ağa'lardan kurtarmak yerine eli sopalı ağa'yı aratmayacak davranışını kınıyor, baş kaldırdığı ve ekmeğini yediği Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin kendisine tanıdığı şefkati aynen masum halkımıza da kullanmaya davet ediyorum...
40 katır mı, 40 satır mı?
"HDP İstanbul Milletvekili Sırrı Süreyya Önder, PKK’nın kaçırdığı iddia edilen çocuklarla ilgili konuştu. Kaçırma iddialarını yalanlayan Önder, Kandil’in 18 yaş altındaki çocukları göndermek için elinden geleni yaptığını iddia etti. Pozantı’da tecavüze uğrayan çocukları hatırlatan Önder, bugün konuşan siyasetçilerden kimsenin o gün bu iğrençliğe ses çıkarmadığını iddia etti." 2 Haziran 2014
Vayyy... Aleni eli kanlı tedhiş örgütünü savunup, yetmiyor bir de avukatlığını milletin meclisinde yapacaksın.. Üstüne üstlük bir de kaymağını yediğin ülkeye ağız dolusu hakaretler yaparak, onu aşağılayacaksın... Ne "güzel"miş!!!
Süreyya Bey, Süreyya Bey... Şüphesiz ki yapılan yanlışlar, kabul edilemez davranışlar her yerde vardır.. Önemli olan bu davranışları tespit edip yok etmektir.. O halde... siz niye varsınz? O yanlışlıkları düzeltmek sizin görevleriniz arasında değil midir? Hangi insan evladı bu iğrençlikleri sahiplenir de savunur? Ruh hastalarının yaptığı davranışları kim onaylar? Bu alçaklığı yapanları ortaya çıkartıp, adalet önüne getirmek için niye çaba sarf etmezsiniz?!.. Yoksa bu tür iğrençlikleri, ülkeyi ve milleti galeyana getirerek isyan bayrağı açmaya "zemin" hazırlamak için, fırsat olarak mı görmektir sizin göreviniz? Dahası insanlara, ölümü gösterip sıtmaya razı etmeye mi çalışıyorsunuz?!
Kısaca amacınız; üzüm yemek mi, bağcı dövmek mi, netleşin!
Bu milleti ezmek kimin haddine? Kanunlar, anayasa niye var?
Olmuyor Süreyya Bey olmuyor! Ekmeğini yediğin devletine, devlet adamlarına hakaret etmekle HALK LİDERİ, boynuna puşi bağlamakla da HALK ADAMI olunmuyor...
Sorum çok açık..
"İleri demokrasi" olduğu söylenilen devletlerin hangisinde buna izin verilir? Besle kargayı oysun gözünü..
Yuh olsun sizlere...
Sevgi ve saygılarımla!
"Haksızlık Karşısında Susan Dilsiz Şeytandır" Hz. Muhammed (A.S.)
1 Haziran 2014 Pazar
Çocuklarımız Kaçırılıyor, Yol Kesiliyor...
Kaçırılan Çocuklar
"Diyarbakır’da PKK’dan çocuklarını isteyen annelerin sayısı her geçen gün artıyor. Büyükşehir belediyesinin önünde çadır kuran aileler, çocuklarının geri gönderilmesini istiyor...
2 anne ile başlayan oturma eylemi dün itibarıyla Emniyet kayıtlarına göre 75’e ulaştı." Zaman, 31 Mayıs 2014
Diyarbakır'ın Lice ilçesi ile Muş'un Varto ilçesinde "göstericiler" ile askerler(imiz) arasında çatışma çıktı, 16 asker(imiz) yaralandı.
"Türkiye Cumhuriyeti'ni kuran Türkiye halkına Türk milleti denir." Mustafa Kemal ATATÜRK
PKK "GÖSTERİCİ" değil, eli kanlı tedhiş örgütüdür; bu bir!
Abdullah ÖCALAN da "takdir edilecek" kişi değil, bebek katilidir; bu da iki!
Bu bağlamda... Güney Doğu Anadolu bölgemizde son günlerde yaşanılan yol kapatmak, kimlik kontrolü vs. gibi kabul edilemez olayların yaşanması tamamen vatanımızın ve milletimizin bölünmez bütünlüğüne karşı saldırıdır!
Öte yandan, yine bu bölgemizin çocuklarını dolayısıyla vatandaşlarımızı dağa kaçıranları protesto eden ve yüreğimizi dağlayan annelerimizin feryatları canımızı yakıyor...
Konu üzerinde Erdal SARIZEYBEK'in açıklamalarını dehşetle dinledim ve okudum. O açıklama aynen şöyle:
"PKK BİR HIRİSTİYAN ERMENİ İTTİFAKI'dır!
Bu gerçeği...
Evet, tekrar ediyoruz, PKK adında küresel çete bir Kürt örgütü değil, aksine bir Hıristiyan Ermeni ittifakıdır.
Bin yıldır Haçlı savaşları içerisindeyiz. Onca savaşlara maruz kaldık, silahla bizi yenemediler, Anadolu'yu biz Türk Milleti'nden alamadılar.
Baktılar ki bizi yenmek kolay değil, şimdi kendi içimizden bizi vurmaya kalktılar.
Kürt kılığına girdiler, Kürt kimliğine büründüler, Kürt kardeşlerimizi kendi kardeşlerine düşman edebilmek için her yolu denediler, önce Ermeni ASALA'yı kurdular, baktılar tutmadı, Ermeni PKK'yı kurdular.
Kurdukları tuzak anlaşılmaması için Kürt çocuklarımızı kaçırdılar, Ermeni ittifakına Kürt süsü vermeye çalıştılar.
Belge mi istiyorusunuz; işte belge: HOYBUN!
HOYBUN NEDİR?
PKK yayın organı bakın HOYBUN'u nasıl anlatıyor:
"...İlk olarak 5 Ekim 1927 tarihinde Lübnan’ın Bihamdun kentinde kurulan Xoybun Cemiyeti, “Kürdistan’ın bağımsızlığı” için Agirî Ayaklanması’na destek vererek, büyük başarılara imza atmasına rağmen, devlet topyekün bir imha konsepti yürürlüğe koydu.
Xoybun Cemiyeti, Agirî bölgesinde kurtarılan topraklarla birlikte yarı devlet konumuna geldi. O dönem şartlarında bir devlet için temel olabilecek adımlar atıldı.
Düzenli Kürt peşmerge ordusunun ilk temelleri atıldı. Kurtarılan tüm topraklarda, Kürt bayrağı dalgalandırıldı. Esir alınan askerler, savaş kurallarına göre insani muamele gördü.
Yapılan her eylemin raporu tutuldu. Her şey bir tüzük ve program çerçevesinde yapıldı. Xoybun mühürü, bir devlet mühürü gibi işlevselleştirildi"....
1930 Ağrı isyanı bir Ermeni isyanıdır, bazı Kürt kardeşlerimiz inandıkları kişiler tarafından bu isyana sürüklenmiştir(Seyit Abdulkadir ahvadının yaptığı gibi).
Yani HOYBUN demek PKK demek!
Peki "hoybun" ne demek!
İşte... size anlatmaya çalıştığımız budur.
Bize de söz hakkı verilseydi, daha fazlasını daha fazla belgeyle bilmeyenlere anlatacaktık ama olmadı...
Biz ayrımcılık yapmıyoruz, biz Kürt kardeşlerimize kurulmuş tuzakları anlatıyoruz.
Biz Anadolu'ya göz dikmiş, Türk varlığına ve yurduna göz dikmiş olanların sinsi ve kalleş planlarını anlatıyoruz.
Bizim yurdumuza, milletimize, tarihimize göz diken ve bizi kardeşlerimizle düşman yapmaya hatta çatıştırmaya çalışan bizim düşmanımızdır, kim olursa olsun!
İbret için okuyunuz...
http://www.sarizeybekhaber.com/haberler/hoybun-bir-ihanet-belgesi-h466.html " Erdal SARIZEYBEK
Sevgi ve saygılarımla!
"Haksızlık Karşısında Susan Dilsiz Şeytandır" Hz. Muhammed (A.S.)
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)