28 Eylül 2008 Pazar
Tatil Bayramı!
26 Eylül 2008 Cuma
Türk Dil Bayramı
21 Eylül 2008 Pazar
Ağlayanın Malı Gülene Hayır Etmez!...
Diğer müslüman devletlerin kaderide üç aşağı beş yukarı aynı. Afrika halkının yaşadıkları bundan farksız değil. Bir bakalım, dünya nüfusunun %15'ini kapsayan bir kitle, dünya ekonomisinin %70- 80'nine sahip. Ne kadar büyük bir haksızlık ve adaletsizlik olduğu bu rakamlarla ortadadır. İşte bu haksızlıklar "küresel dünya" adıyla ve söylemleriyle ülkelere dayatılarak bugünlere geldik. Hani ağlayanın mallarına zorla el konuldu, şimdi ise gülenler hakikaten edindiklerinin hayırını göremiyorlar. Yani şimdi haksızlıkları yapanlar ağlamaya başladılar. İşte ilahi adalet bu olsa gerek! Hani derler ya"Allah'ın sopası yok!" işte öyle bir şey, yaşanılanlar...
19 Eylül 2008 Cuma
Açların Sayısı Artıyor!...
14 Eylül 2008 Pazar
Cihan İmparatorluğu: OSMANLI...
13 Eylül 2008 Cumartesi
"11 EYLÜL" Yeni Dünya Düzeninin Başlangıç Tarihi
10 Eylül 2008 Çarşamba
Tarihin Sayfalarına Altın Harflerle Geçen EYLÜL Ayı...
7 Eylül 2008 Pazar
İslam'a ve Kutsal Değerlerimize Yönelik Bir Saldırı Daha!...
Bat'nın İslam Dini ve kutsal varlıklarına karşılık giriştiği saldırılar, ne yazık ki, "düşünce özgürlüğü" adı altında, bugün de hızla sürdürülmektedir. Benim hatırlayabildiğim kadarıyla, mesela, Salman Rüşdi'nin Şeytan Ayetleri kitabı, Danimarka'da yayımlanan Hz. Muhammed karikatürleri ve yine Hollanda'da yayına konulan bir film ve akabinde yanılmıyorsam yapımcının öldürülmesiyle yaşanan sıkıntılar. Evet, şimdi ise tekrar sahneye konulan aynı saygısızlıkla ve küstahça yeni bir örnek daha! "Medine'nin Mücevherleri" adlı kitap; Amerikalı gazeteci Sherry Jones'in Hz. Muhammed'in eşi ile ilişkisini anlatıyor. Ve bu sözde kitap, İngiltere'de basılmaya hazırlanılıyor. İlk önce Sırbistan'da 1000 adet basılan ve daha sonra Sırbistan'daki Müslüman din adamları, kitabın İslamın kutsal değerlerine saygısızlık ettiğini belirttiler. Ve kitap bu ülkede raflardan çekildi. Yine Amerika'daki Teksas Üniversitesi'nden Profesör Denis Spelberg, gibi İslam tarihi çalışan bazı bilim adamları, kitap'ta tarihin bilinçli bir şekilde yanlış yorumlandığını belirtiyorlar.
************ ************
Kitabın basımı, Salman Rüşdi'nin Şeytan Ayetleri kitabı ile Danimarka'da yayımlanan Hz. Muhammed karikatürleri ile karşılaştırılıyor.
Ancak, İngiltere dışındaki ülkelerden yayınevlerinin de kitabın basım hakkını satın aldığını ve Amerika'dan da henüz ismi açıklanmayan bir yayınevinin kitabı basmaya aday olduğunu aktarıyorlar.
********* ************
Şimdi kendi kendime, sade bir müslüman vatandaş olarak sorguluyorum: Niçin bu şekilde ve altında tahrik yatan girişimler oluşturularak, müslüman insanlara huzursuzluk yaratılmaktadır? Mesela siz düşünebiliyor musunuz ki, bir insan durup dururken mensubu olmamasına rağmen, başka bir dine ait kutsallıkları çiğneyerek, hakarete varacak boyutta girişimlerde bulunup, canını, malını ve yakınlarını tehlikeye atmak gibi bir düşünceye girmeyi göze alabilsin? Böyle bir düşünce sağlıklı kişiler için geçerli değildir. Var sayalım ki, sağlıksız kişilikler bu girişimlere kalksın (tıpkı yukarıda ki kişiler gibi); o zaman da bu kişilerin, ortaya atıkları iddialarda ve sunularda "ne kadar sağlıklı ve haklılık payı vardır?" diye, üzerinde düşünmemiz gerekiyor.
********** **********
Buradan yola çıkarak yine şu soru aklıma takılıyor: Ortaya atılan bu kışkırtıcı ve mesnetsiz iddiaları, büyük bir özenle dikkate alan kuruluş ve kişiler, kimlere hizmet için aracılık yapıyorlar? Buradan elde edilecek siyasi sonuçlar acaba, küresel krize zemin hazırlamak mıdır? Açıkcası sürdürülmekte olan savaşlara destek bulabilmek için kendi iç kamuoylarına yönelik projelerine yardım amaçlı planın bir parçası mıdır? Bilmem, beni böyle düşündürmeye sevk eden çağrışımlar hissediyor ve gözlemliyorum. Nitekim, her atılan bu sıkıntılı olayların peşine, İslam dünyası doğal olarak, aşağılandıklarını hissedip, kutsal varlıklarını korumak ve kollamak adına kah ayaklanarak, kah sokalara dökülerek veya diplamasi anlamında, karşı tepki vermeler başlıyor. Netice itibariyle can kaybı dahi yaşanabilen bu gelişmelerde, kimler, ne elde ediyor? Doğrusu bir insan olarak bunu anlamakta zorlanıyorum. Özellkle kendilerini "gelişmiş toplum, insan haklarına saygılı, kişi vicdan ve hürriyetlerine sahiplenen" olarak niteleyen ve göstermeye çalışan batılı devletler, aslında tam tersi ne kadar vicdansızca ve fütursuzca davrandıklarını bu şekilde dünyaya kanıtlamış oluyorlar! Onları bu anlamda yürekten kutluyorum! "Aferin!"
************ *************
Dönelim tekrar yayımlanmaya karar verilen kitaba. Yazar henımefendiye, Hz. Muhammed'in evliliğini araştırmaya başlamadan ve bu muhteşem(!) incilerini döktürmeden önce, bir zahmet günümüz önceliklerine yer versin derim. Kendi halkına ve sonra da dünya kamuoyuna mesleğinin gereğini yerine getirerek yaşanılan acımasızlıkları anlatsın, yazsın, sorgulatsın. Yoksa yazdığı ve içeriği ne olursa olsun, bir dinin kutsallığını ayaklar altına alarak, İslam Dünyasına İslamı ve kutsallarını anlatmaya kalkmasın. Kimsenin bu kişinin "dahiyane" (!) fikirlerini merak ettiği yok! Merak edenler kutsal kitabımız olan Kur'an-ı Kerim'den öğrenir. Ondan ötesi dinimize karşı gelmekten ve Allah'a şirk koşmaktan öte değildir. Yani bu aymazların anlatımlarıyla insanlar yeniden İSLAM Dini'ni keşfederek(!), "Bu vakte kadar yanlış öğrenmiş ve bilgilenmişiz; sağolsun hanımefendi, bizlere gerçeği nihayet gösterdi!" dememiz mi bekleniliyor? Şayet bu şekilde düşünüyorlarsa hiç zahmet etmesinler! Yok, bizim siyasi anlamda bir görevimiz var, onu yerine getiriyoruz diyorlarsa, o vakit durum başka bir hal alıyor; bu noktadan itibaren de aklımızı başımıza almamız gerekiyor demektir.
********* ***********
Tüm bu yaklaşım ve davranışlar gösteriyor ki, İslam Dünyası daima Batı'nın hakaret ve saldırılarına maruz kalmaktadır. Bir şekilde "düşünce özgürlüğü, demokrasi, insan hakları" gibi insanın etkileneceği türden yaklaşım ve kavramlar altında müslüman halkları ezmeyi ve aşağılamayı adeta kendilerine bir görev edinmişler. Bizler ise tüm bu tehdit ve tehlikelerin bilinciyle, her alanda bilinçli, ulus bütünlüğümüze ve bölünmez birlikteliğimize daha bir kuvvetle sarılmayı öncelikli görevlerimiz arasında görmeliyiz! Unutulmamalıdır ki, bağımsızlığını kaybetmiş bir milletin ibadet hakkı da ellerinden alınmış demektir. Bugün özgürce camilerimize gidebiliyorsak, özgürce ibadetimizi yapabiliyorsak ve özgürce yaşamımızı idame ettirebiliyorsak bunu Atatürk sayesinde kazandığımız bağımsız, ulus devlet anlayışına borçluyuz! Yeri gelmişken büyük Atatürk'ün Hz. Muhammed'e ve O'nun peygamberliğine kadar, büyük askeri dehasına hayran olan, Bedir Galibi'ni göklere çıkarırken, "O'nun Hak Peygamber olduğundan şüphe edenler, şu haritaya baksınlar ve Bedir destanını okusunlar" dedi. Ardından:
"- Hz. Muhammed'in bir avuç imanlı Müslümanla mahşer gibi kalabalık ve alabildiğine zengin Kureyş ordusuna karşı Bedir meydan muharebesinde kazandığı zafer, fani insanların karı değildir, O'nun Peygamberliğinin en kuvvetli delili işte bu savaştır." (Atatürk ve Din Eğitimi, Ahmet Gürbaş, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, s.28 )
********
Burada anlatmak istediğim gazeteci sıfatıyla, Hz. Peygamberimizin evliliğini araştırmaya(!) çalışan yazar hanımın, önceliği illa da yüce Peygamberimiz olacaksa o vakit, Büyük Atatürk'ün de işaret ettiği, "Bedir Savaşı"nı araştırsın! Bir zahmet!..
Netice itibariyle yaşanılan bütün bu çirkin olayları şiddet ve nefretle kınıyor, bütün kutsallarımızı ve değerlerimizi bugün, her zamankinden daha fazla koruma ve kollamaya muhtaç olduğumuzun altını çizmeyi kendime bir görev sayıyorum. Sevgi ve saygılarımla!
6 Eylül 2008 Cumartesi
OKTAY SİNANOĞLU ve TÜRKÇE
Sn. SİNANOĞU'nu ne yazık ki, 5-6 sene öncesine kadar tanımıyordum ( Dünya O'nu "Türk Aynştaynı" olarak tanıyor; ama ben tanımıyordum! Bunun benim ayıbım olduğunu da düşünmüyorum). O'nu "Bye bye Türkçe" ile tanıdım. Türkçe'yi nasıl da elimizle yok ettiğimizi, kitaplarını okuyunca kendime gelerek anladım. Öncelikle sorgulamak istediğim, Türkiye'de bu denli dahi ve bilgili kişilerin varlığı niçin gizlenmek istenmesidir? Bütün dünya bu kişiyi tanıyor ve hayranlıkla kendisini izliyor, ancak ait olmaktan gurur duyduğu milleti ise, Oktay SİNANOĞLU'nun bırakınız kitaplarını "O da kim?" der gibi çevresine bakınmaktadır. Acıyla müşahade ettğim, futbol ve magazin kimlikli kişlerin adları ders kitaplarında yer alabiliyor, ama bu denli önemli şahsiyetlerin isimleri de bir o kadar saklı tututuluyor. Televizyonlarda, gazetelerde hergün saçma sapan konu ve kişiler yer alırken, bilimde hizmetleriyle, araştırmalarıyla ün yapmış, kitaplara konu olmuş kişilere nedense bir türlü hak ettikleri yer verilmiyor. Oysa ki, sn. hocamız kitaplarında sık sık konu ettiği Türkçe'nin yozlaştırılmasıyla beraber, kaybolması halinde ülkenin de yok olacağı konusunda ciddi uyarılarıyla birlikte, bizleri bekleyen tehlikelerden sıkça bahsetmektedir. Ayrıca üzerimizde oynanan oyunları ve bunlara karşı alabileceğimiz tedbirleri harika bir anlatımla da ortaya koymuştur.
Oktay SİNANOĞLU, özellikle yabancı dilde eğitimin yanlışlığını anlatan ve bu yanlışın anlaşılması için kitap yazmanın dışında konferanslarla da tehlikeyi fark ettirmeye çalışmaktadır. Sayın Hocamızın, bu konuda ki uyarıları aslında milli bir felaket olarak, kapıda bekleyen sorunların en önemli halkasının anlaşılması ve düzeltilmesi yolunda önemli bir ışıktır. İnsanlarımızın bilinçsizce yabancı dilde eğitime, ısrarla talep etmeleri, zeki çocuklarımızın fizik, matematik, kimya gibi derslerin ingilizceyle eğitilmeye maruz bırakılması bir garabettir! Ayrıca hazırlık sınıfları diye okutulan "bir yılın" çocuklarımız açısından boşa giden zamandır. Maddi manevi kayıpla birlikte devletin de olanakları bu uğurda zarar görmektedir. İşte bu gerçekleri Oktay SİNANOĞLU uzun uzun kitaplarında anlatarak, bizlerin aydınlanmasında önemli rol oynamıştır.
Sömürge ülkelerde dahi rastlanılmadığı bilinen yabancı dilde eğitimin, artık sorgulanmaktan öte, bir an önce kaldırılması yönünde girişimlerin acilen hayata geçirilmesinin şart olduğunu vurgulamak istiyorum. Çocuklarımız kendi dillerinde eğitimini görmenin onurunu ve gururunu mutlaka yaşamalıdırlar. Burada söylemek istediğim, önce ana dilini iyice öğrenmek, ardından bu dil ile geleceğine yön vermenin heyecanını duymaktır. Unutulmamalıdır ki, insanlar hangi dilde konuşursa, o dilin kültürünü benimser. İngilizce bizler için "amaç" değil, "araç" olmalıdır!Topluma yön veren gerek görsel gerekse yazılı basının bizlere hizmeti bilimsel alanda daha ağırlıklı olmalıdır. Bakınız, deprem diye bir gerçek var. Üstelik de yakın bir geçmişte çok ağır şekilde bir deprem yaşadık. Bu konuda bilincimizi yoklayabildik mi? Yine teknolojiyle birlikte bir çok tehlikeyle de karşı karşıyayız. Bu konular halkımıza iyi anlatılabildi mi? Mesela baz istasyonlarının varlıkları ve çevresine saçtıkları tehlikeler! Kimyasal maddelerin kullanımları ve atıkları. Yine kullanılmış pillerin gelişigüzel çöplere atılmasının etrafa verdiği zararlar! Cep telefonlarının kullanımlarıyla birlikte çocuklarımız üzerinde ki tehlikeler! Ve saymakla bitiremeyeceğimiz kadar önemli gelişmelerin insanlarımıza bilgilendirilmemesi konusunda ısrarcı tutumlarımız; özellikle hanımlarımız bu konularda, bilgi sahibi olmak zorundadırlar. Ama buna karşılık televizyonlar ve gazeteler el birliği yapmışcasına hergün şakır şakır oynatarak, hatta şimdilerde evlilik gibi kutsal bir kurumu, ayaklar altına alarak insanları evlendirmeye soyunan televizyon kanallarının, akıllara ziyan konuları işlediği programlarla, toplu halde "UYUTMA" ile cehaleti yaşatmaktadırlar.
O halde yazımın konusu olan "Oktay SİNANOĞLU kim?" sorusunu sorgulamanın bir eğitimci olarak hakkım olduğunu düşünüyorum. Bu vesileyle çifte vatandaşlık teklifini elinin tersiyle iterek, TÜRK olmanın gururunu doyasıya hisseden sn. Oktay SİNANOĞLU'na teşekkürlerimizi iletir, aziz Türk Milleti'nin, büyük küçük demeden kendilerini tanımak ve Türkçe'nin nasıl kaybedildiği hakkında bilgi edinmek için, acilen kitaplarından istifade etmeleri gerekliliğini hatırlatmayı kendime görev sayıyorum. Sevgi ve saygılarımla!
4 Eylül 2008 Perşembe
"ABD'yi Irak'a Tanrı Gönderdi" Diyor...
Alaska valisi PALİN, rahiplerden Irak'taki Amerikan askerleri için dua etmelerini istiyor. "Kadın ve erkek askerlerimiz için dua edelim; onlar doğruluk için çalışıyor" diyen Palin, "Bu ülke için, yöneticilerimiz için, ulusal yöneticilerimiz için dua edelim. Onlar Tanrı'dan gelen bir görev için asker yolluyor. Bu Tanrı'nın planı..." ifadesini kullanıyor.
Sarah Palin, öğrencilerden de Alaska'da inşa edilecek 30 milyar dolarlık doğalgaz boru hattı için dua etmelerini istiyor ve "Doğalgaz hattını inşa etmek için şirketleri ve şahısları bir araya getirecek olan Tanrı'nın iradesidir. Onun için dua etmeliyiz" diyor.
Palin'in konuşmasını içeren video görüntüsü, 2002 yılına kadar üyesi olduğu "Wasilla Assembly of God" kilisesinin internet sitesinde yayımlandı. Site, internet kullanıcılarının hücumu karşısında dün geçici olarak kapatıldı. Bunun yanında 18 yaşındaki oğlunu Irak'a göndereceğini de ifade ettiği haberlerde duyuruldu.
Şimdi bu hayret ve ibret verici açıklamalar üzerinde biraz konuşmak isterim: Sarah PALİN'in muhafazakar taraftarlarına bu şekilde yaklaşması, kamu oyuna bir takım işaretler vermek anlamı mı taşıyor? Doğrusu bu kuvvetle muhtemeldir. Ayrıca bilindiği üzere 11 Eyül olayından sonra ABD başkanı Bush'unda bu paralelde söylemleri olmuştu. 14 Eylül 2001 tarihinde "We are starting a curusade" yani haçlı seferi başlatıyoruz" dedi. Hatta daha da ileri giderek Tanrı'nın kendisini görevlendirdiği gibi bir ifade tarzı olmuştu. Bush konuşmasını "bunun sağlanması için hıristiyan ve medeni dünyanın, islami terörizme karşı birleşmesi gerekiyor" diyerek bitirdi.
Bu doğrultuda İngiltere başbakanı da aynı mesajları verdi. The Independent on Sunday gazetesinin okurlarından gelen soruları cevaplayan Blair, "inanan bir Hıristiyan olarak, Irak ile yaşanacak muhtemel savaş konusunda vicdanının gayet rahat olduğunu" söyledi. Blair, benzer yaklaşımını sürdürerek, "bu savaşın ahlaki olarak yanlış olduğunu düşünsem asla desteklemezdim" dedi.
Blair, geçmişte İngiliz askerini Kosova ve Afgnanistan'a da gönderdiğini, şimdi bu kararlarını yeniden gözden geçirdiğinde doğruyu yaptığına inandığını belirtti.
"16. Benedikt, Bush yönetiminin yürüttüğü politikaları destekliyor. 2. Jean Paul komünizmle mücadele için göreve getirildi. Şimdiki Papa da İslam ve Asya ile mücadele için görevde" Yine "teröristbaşı Öcalan'ın Vatikan'a yolladığı mektuplar çerçevesinde Irak'ın kuzeyindeki ve Türkiye'nin Güneydoğu'sundaki Kürtlerin hamiliğine soyundu. Bu mektuplarda Öcalan dedi ki: "ben kendimi Hıristiyanlığa çok yakın buluyorum ve Anadolu'da yüce Hıristiyanlık dininin kurmuş olduğu yüce Hıristiyan medeniyetini yıkmış olan Barbar Türklere karşı savaşıyorum. Hatta sizi vuran Mehmet Ali Ağca da bu barbar Türklerden birisidir. Onu sizi vurdurmak için özellikle seçtiler."
"Medeniyet dediğin tek dişi kalmış canavar!"
Sevgi ve saygılarımla!
2 Eylül 2008 Salı
Dünya Barış Günü
İnsanlığın en doğal hakkı olan yaşama hakkının elinden alınması; gerek siyasi, gerek ekonomik, gerekse dikta anlayışıyla yapılan zorbalık ve gasbın adı: "SAVAŞ" olarak nitelenmektedir. İnsanlığın var olduğu günden bu yana savaşlar hep oldu. Ancak, yine insalığın "dahi" icatları arasında, silahların keşfedilmesi ve en korkunç şekilde yapılmaya süratle devam edilen nükleer silahlarla, bunların kullanımı için oluşturulan savaşlar!
Burada sizlere aktarmak istediğim bir kaç nokta var: Bir defa ilginç olan "Dünya Barış Günü"nü Avrupa 21 Eylül tarihinde kutlamaktadır. 1 Eylül tarihi ise sadece Türkiye ve KKTC tarafından benimsenmektedir. Edindiğim bilgilere göre, 187 ülkenin katılımıyla gerçekleşen "Barış Günü"nü Avrupa 21 Eylül'de kutlarken, biz ise Asya tarafında gösterilerek 1 Eylül'de kutluyoruz. Neyse bizim amacımız bir insan olarak dünyada barışın sağlanarak, savaşların olmaması dileğidir. Görünürde BM ve Batılı devletler böyle istiyorsa da yönetimlerinin politikaları bu yönde değil! Şimdi sizlere konuya ilşkin özellikle TRT'den yakın tanıdığımız yazar Banu AVAR'ın "Hangi Avrupa" adlı son yıllarda çok ses getiren yazılarından alıntı yaparak (Yeşilgiresun Gazetesi / S. EROL), günün anlamına uygunluğunu sorgulamaya açmak istedim:
"Barış ödülünü, silah sanayinin üzerinde oturan Norveç, edebiyat ödülünü de yine dünyaya silah ve demokrasi ihracıyla uğraşan İsveç veriyor!Peki adına ödül verilen Alfred Nobel kimdir? Dinamiti dünyaya hediye eden adam. Bir silah sanayicisi, bir petrol devi! Edebiyat, hobisi.
….
Tarih bize gösteriyor ve yazıyor ki, "Türkler ancak içten yıkılarak yok edilebilir" Buna izin vermemeyi yürekten diliyorum. Büyük ATATÜRK'ün o ünlü "Yurtta sulh, cihanda sulh" sözünü ilk defa 20 Kasım 1931'de söyleyerek, anayasada yer alan temel dış politika düsturuna araç olmuştur. Bu bağlamda da "Dünya Barış Günü"nü içtenlikle kutluyorum!. Sevgi ve saygılarımla!
1 Eylül 2008 Pazartesi
Kalkınma Köyden Başlar...
Şehirler arası yol üzerinde bilindiği gibi köylülerimizin ürettikleri ürünler, yine kendileri tarafından pazarlanmaktadır. Ürünlerini, gece gündüz demeden, geçen yolculara, satabilmenin beklentisiyle uğraş verirler. Her defasında hiç aksatmadan mümkün olduğunca bu yerlerden alım yapmaktan büyük keyif duyarım. O insanların mutlu ve güleç yüzlerinde ki o anlamlı ifadeleri, sevecen ve masum kalpleriyle bir yandan da sohbet etmenin verdiği pozitif enerjiyle, yol boyu sohbet konumuz olur. İnanılmaz candan davranışlarıyla beklentilerinin dışında yapılan alışverişle olsa gerek, cömertlik ve misafirperverliklerini hiç tereddütsüz açığa çıkarır, "bu da bizden olsun!" diyerek, kendilerince çeşitli ikramlarda bulunurlar. Bu cömertliğin altında şüphesiz ki, insana duydukları sevgi yatmaktadır.Tertemiz kalplerinde yaşattıkları kocaman sevgilerini ve dünyalarını işte bu şekilde dışarı yansıtıyorlar. Ve ben onlarla geçirdiğim bu zamanı asla unutamıyorum. Kendi kendime "insanlığın henüz bitmediğinin gerçek ispatı budur" diyerek, yüreğimde taşıdığım ve aradığım içten samimiyeti bu insanlarda görmenin inanılmaz keyfini kalbime not ediyorum.
......