30 Eylül 2009 Çarşamba

Jean Valjean'dan, Roman Polanskilere















"Yaldızlı sözlerle erdem bağdaşmaz." Konfüçyüs



Yahudi kökenli Roman POLANSKİ, 1977 yılında Amerika'da 13 yaşındaki bir kız çocuğuna tecavüz suçundan aranan bir "suçlu". Zira suçunu kabullenen POLANSKİ, daha sonra Amerika'dan kaçarak Avrupa'da yaşamını sürdürmeye başladı. Ancak, daha sonra İsviçre'de yakalanarak gözaltına alınan film yönetmeni Polanski'ye, politikacılar ve Hollywood'un ağır toplarından büyük destek gelerek, gözaltına tepki verdiklerini öğreniyoruz.


Cenevre cezaevinde bulunan 76 yaşındaki Polanski'nin buraya kadar olan durumu belki de sıradan bir haber gibi gözükse de, bizce önemli olan nokta şudur: Yani ünlü olmak işlenmiş bir suçu, yok saymak anlamı mı taşıyor? İşte burada olayı hayretle ve ibretle izliyoruz. Zira Avrupalılar yani demokrasileriyle övünenenler ya da bizlere öyle gözükenler, bakınız yetkili şahıslarca olayı nasıl değerlendiriyorlar:


Fransa Dışişleri Bakanı Bernard Kouchner; Fransız vatandaşı olan Polanski'nin İsviçre'de gözaltına alınmasını "biraz karanlık" diye niteliyor. Demek öyle; "biraz karanlık" O zaman seçkin insanların dokunulmazlıkları var demektir. İşte o yüzden de bu gibi kişilerin, istedikleri gibi hareket özgürlükleri ve onun da ötesinde toplumu, rahatsız edecek boyutta ve evrensel hukuka ters düşecek suçların işlenmiş olması dahi hiç önem arz etmiyormuş. O zaman nerede kaldı Batılıların, demokrasi ve insan hakları anlayışı? Yani tüm bu kavramlar sadece ve sadece güçlerinin yettiği kişiler ve sıradan halk için mi geçerli?


Roman Polanski, 32 yıl önce bir suç işlemiş ve bunun karşılığı olarak da hak ettiği cezayı çekmemiştir. Bunun için de bulunduğu ülkeyi terk edecek kadar da kurnazca hareket ediyor. Üstelik suçunu kabul etmesine rağmen! Ee, konu ne o zaman? Yani niçin gözaltına alınması bir takım çevreleri rahatsız ediyor? Bu durumda insanların adalete olan güveni zedelenmez mi? "Zümre" olgusu meydana gelmez mi? Nerede kaldı o zaman, hukukun egemenliği? Şayet işlenen suçlar, bir şekilde seçkin kişilerce psikolojik baskı altına alınarak cezasız bırakılmaya çalışılırsa, hukuk ve adalet ilkesi de çiğnenmiş olmaz mı? Adalet duygusunun olmadığı yerde, nasıl bir demokrasiden söz edilebilir, merak ediyorum!

Bakınız 19. Yüzyıl'da Victor HUGO'nun Sefiller (Les Misérables) eserinde yer aldığı üzere, eserin kahramanı Jean Valjean, hayatını idame ettirmek için çaldığı ekmeğin cezası, kürek mahkumluğuna kadar dayanmıştır. Ve bu uğurda dev bir roman olarak karşımıza çıkan eserde, kanun önünde "suçlu" olarak tanımlanan Jean Valjean, yıllar sonra da olsa takipçisi polis müfettişi Javert'den kurtulamadığını biliyoruz. Öyle ki burada olay, bir roman gibi gözükse de bir gerçek var ki; o da işlenen suç, cezasız kalmıyor! Zira V. HUGO'nun romanı aradan 150 yıl geçmesine rağmen bugün büyük bir ilgi ile okunarak insana, ruh derinliklerine kadar inebilecek analizi yaptırmayı başarmıştır. Roman, o dönemin Fransa'sının sosyal, ekonomik, siyasi hatta hukuki yapısını irdelemektedir.
Bugün ise gelin görün ki; 21. yüzyılda yine Fransa'nın resmî kanallarından gelen açıklamaya bakınız!.. Vay vay vay!.. Nereden nereye geldikleri ortada.


Şimdi sorgulamak istiyorum; 19. yüzyılın romanlarında konu edildiği gibi Jean Valjean, her şeye rağmen, iyiliksever, yüce gönüllü, erdemli biri olmayı seçerek, konum olarak da yüksek mertebeye kadar ulaşmıştır. Buna rağmen, adaletin pençesinden kurtulamamaktadır! Harika!.. Zira kanunların ve hukukun herşeyin önüne geçerek herkese, işleyebileceğini gösteriyor! Peki, bu zamanda ne oldu da olaylar, 19. yüzyılın da gerisine gidecek kadar vahim noktaya ulaşabiliyor? Yani Polanski, film yönetmeni oldu diye, "sınıf" atladı diye, yapacağı her şey mübah mı sayılıyor? Zira özellikle " 2002 yılında, kendi yaşam-öyküsünün aynası niteliğindeki “The Pianist- Piyanist”i çekmesi ile gündeme taşınarak aldığı "Altın Palmiye Ödülü" işlediği suçları örtbas edebilir mi?

Tabii ki de "HAYIR!" Yani en azından bir insan olarak bu, kabul edilemez! Evrensel hukukun takipçisi ve uygulayıcıları olarak, kabul edilemez! Ve yine kendilerini "DEMOKRASİ" havarileri gibi gösterenlere ise, hiç YAKIŞMIYOR!

Sevgi ve saygılarımla!

27 Eylül 2009 Pazar

Millî Birlik = Dil Birliği...

















"Türkiye halkı ırksal veya dinsel ve kültürel yönden birleşmiş, bir diğerine karşı karşılıklı hürmet ve fedakârlık hisleriyle dolu ve kaderi, geleceği ve menfaatları ortak olan bir toplumdur." 1922 / Mustafa Kemal ATATÜRK


Toplumları millet yapan en önemli unsurlardan birisi dildir. Zira insanın duygu ve düşüncesini açığa çıkaran bir araç olan dil, aynı zamanda bir duygu bağıdır. İşte bu yüzdendir ki, dil birliği milletlerin bölünmez bütünlüğünün olmazsa olmazları arasında yer alır. 26 Eylül Türk Dili bayramı olarak kutlanıyor. Bakınız konunun önemi üzerinde kurucu önder Büyük Atatürk ne düşünmüştür, hemen belirtelim:


Atatürk, Türk kimliğini Türkçe ile tanımlıyordu. "TÜRK demek, TÜRKÇE demektir. NE MUTLU TÜRK'ÜM DİYENE!" diyordu. Atatürk'ün Kurtuluş Savaşı'ndan sonraki temel davası Türkçe'yi, dolayısıyla Türk kültür ve kimliğini yabancı boyunduruklardan kurtarma-koruma, bunun için de eğitimi her düzeyde Türkçe ile yapmak, halkın yabancı dille eğitime özenmesini önleyecek tedbirler almak olmuştur. Bu konuda da esas aldığı en önemli şeyi şöyle dile getirmiştir: "Kat'i olarak bilinmelidir ki, Türk milletinin dili ve milli benliği bütün hayatında hakim ve esas olacaktır."


Atatürk yine Türkçe dili üzerinde şöyle demiştir; "Türk milletinin dili Türkçe'dir. Türk dili dünyada en güzel, en zengin ve en kolay öğrenilebilen bir dildir. Onun için her Türk, dilini çok sever ve onu yüceltmek için çalışır. Bir de Türk dili, Türk milleti için kutsal bir hazinedir. Çünkü Türk milleti geçirdiği nihayetsiz felaketler içinde ahlâkının, an'anelerinin, hatıralarının, menfaatlerinin, kısacası bugün kendi milliyetini yapan her şeyin dili sayesinde muhafaza olunduğunu görüyor. Türk dili Türk milletinin kalbidir, zihnidir."


Ne yazık ki şu sıralar, her alanda saldırıya uğradığımız gibi dilimiz üzerinde de yıllardan beri süre gelen sinsi çalışmalar daha bir hız kazanarak Türkçe horlanıp, aşağılanmaya terkedilmek istenmektedir. Oysa ki, dilini kaybeden bağımsızlığını ve devletini de kaybedecektir! Bu durum gerçekten çok acı vermektedir. İşte bu durumu kısaca ve net olarak ifade eden bir şiiri, izninizle buradan aktarmak istiyorum:


ARIYORUM

Karamanoğlu Mehmet Bey’i arıyorum
Göreniniz, bileniniz, duyanınız var mı?
Bir ferman yayınlamıştı;

‘Bu günden sonra, divanda, dergahta, bargahta, mecliste,
meydanda Türkçe’den başka dil konuşulmaya’ diye,

Hatırlayanınız var mı?
Dolanın yurdun dört bir yanını,
Çarşıyı, pazarı, köyü, şehiri,
Fermana uyanınız var mı?

Nutkum tutuldu, şaşırdım, merak ettim,
Dolandığınız yerlerdeki Türkçe olmayan isimlere,
Gördüklerine, duyduklarına üzüleniniz var mı?

Tanıtımın demo, sunucunun spiker,
Gösteri adamının showmen, radyo sunucusunun diskjokey,
Hanım ağanın first lady olduğuna şaşıranınız var mı?

Dükkanın store, bakkalın market, torbasının poşet,
Mağazanın süper, hiper, gros market,
Ucuzluğun damping olduğuna kananınız var mı?

İlan tahtasının bilboard, sayı tabelasının skorboard,
Bilgi alışının brifing, bildirgenin deklarasyon,
Merakın, uğraşın hobby olduğuna güleniniz var mı?

Bırakın eli, özün bile seyrek uğradığı,
Beldelerin girişinde welcome,
Çıkışında goodbye okuyanınız var mı?

Korumanın, muhafızın body guard,
Sanat ve meslek pirlerinin duayen,
İtibarın, saygınlığın prestij olduğunu bileniniz var mı?

Sekinin, alanın platform, merkezin center,
Büyüğün mega, küçüğün mikro, sonun final,
Özlemin, hasretin nostalji olduğunu öğreneniniz var mı?

İş hanımızı plaza, bedestenimizi galeria,
Sergi yerlerimizi center room, show room,
Büyük şehirlerimizi mega kent diye gezeniniz var mı?

Yol üstü lokantamızın fast food,
Yemek çeşitlerimizin menü,
Hesabını adisyon diye ödeyeniniz var mı?

İki katlı evinizi dubleks, üç katlı komşu evini tripleks,
Köşklerimizi villa, eşiğimizi antre,
Bahçe çiçeklerini flora diye koklayanınız var mı?

Sevimlinin sempatik, sevimsizin antipatik,
Vurguncunun spekülatör, eşkiyanın mafya,
Desteğe, bilemediniz koltuk çıkmaya sponsorluk diyeniniz var mı?

Mesireyi, kır gezisini picnic,
Bilgisayarı computer, hava yastığını air bag,
Eh pek olasıcalar, oluru, pekalayı okey diye konuşanınız var mı?

Çarpıcı, önemli haberler flash haber,
Yaşa, varol sevinçleri oley oley,
Yıldızları star diye seyredeniniz var mı?

Vırvırık dağının tepesindeki köyde,
Cafe shop levhasının altında,
Acının da acısı kahve içeniniz var mı?

Toprağımızı, bayrağımızı, inancımızı çaldırmayalım derken,
Dilimizin çalındığını, talan edildiğini,
Özün el diline özendiğine içiniz yananınız var mı?

Masallarımızı, tekerlemelerimizi, atasözlerimizi unuttuk,
Şarkılarımızı, türkülerimizi, ninnilerimizi kaybettik,
Türkçemiz elden gidiyor, dizini döveniniz var mı?

Karamanoğlu Mehmet Bey’i arıyorum,
Göreniniz, bileniniz, duyanınız var mı?
Bir ferman yayınlamıştı…
Hayal meyal hatırlayıp da, sahip çıkanınız var mı? (Yusuf YANÇ)


Sevgi ve saygılarımla!

24 Eylül 2009 Perşembe

Çekin Ellerinizi Çocuklarımızın Üzerinden!













"Kötüler kendilerine tahammül edildikçe daha çok azarlar." TOLSTOY


Çekin ellerinizi çocuklarımızın üzerinden!.. Şoke edecek bir haberle eğitim ve öğretime başlamış bulunuyoruz! Zira Gazete Haber Türk'ün üst manşetten verdiği habere göre "Onlar gibi hisset dersi" gerekçesiyle Robert Koleji "etiketli" açılım yaptı. Öğrencilerin alınlarına, "Kürt", "Ermeni", "Yahudi" gibi etiketler yapıştırıldı.

İnanılmaz bir durum! O masum ve tertemiz çocuklarımızın aklında olmayan bir "ayrımcılığı" zorla akıllarına sokmak gayreti olarak algılıyorum bu emsalsiz olayı. Ne demek "onlar gibi hisset"? "Biz" ve "öteki" diye bir anlayışın içerisinde olmayan bu çocukların, akılları karıştırılarak bir şeylerin oluşturulmasına alt yapı mı hazırlanılıyor? Bu vakte kadar bırakınız çocuklarımızı, millet olarak biz böyle bir şeyin peşinde olmadığımız gibi, bu türden farklılıkların farkında dahi olmadık! O halde nereden çıkyor bu türden yaftalamalar? Yani Amerikalı hoca bu durumun nasıl farkına varmış? Yoksa okullarımızda böyle bir ayrımcılık vardı da, bizim mi haberimiz olmadı?


Vahim bir durum! Peki o zaman; asıl bu öğretmen hanım, bu türden uygulamayı kıyım ve vahşet yapan kendi yetkililerine hatırlatsın isterse! Mesela, Filistin'de, Irak'da ve Afganistan'da katledilen insanlar için ne hisettiklerini ve ayrımcılığın ortadan kaldırılması için bir uyum çalışması yapsa diyorum! Harika olur! İşte kendi memleketlerindeki okullarında, çocukların alınlarına "Ben Filistinli bir çocuğum", "Ben Iraklı çocuğum", "Ben Afganistanlı çocuğum", "Ben Müslümanım" gibi belirlemelerle onların, çektikleri ızdırapları anlamalarını sağlasın! Ve karşılıklı ne hissettiklerini algılatsınlar. İşte o vakit bu vahşetin yapılmasına yine kendi halkları müsaade etmeyeceklerdir! Hatta bizzat ölmelerine vesile olan asker çocuklarına "DUR" deme imkanı yaratabileceklerdir... Haa, bir de hani "Amerikalıyız" söylemlerini bir kenara bırakarak, "ben zenciyim", "Ben Kızılderiliyim", "Ben Meksikalıyım", "Ben İspanyolum" falan gibi ayrıştırıcı söylemleri çocuklara söyleterek, birbirlerinin hislerini anlamaya çalışsınlar... İşte o vakit biz de deriz ki; "Onlar gibi hisset" dersi veriliyor!


Bu duruma ilaveten ayrıca çeşitli sorular sorarak körpe beyinleri "kin" ve "düşmanlığa" sevk edebilecek türden çalışmalara da yer verilmiş. "Komşunuz kim olmasın?" Bu nasıl bir soru? Bu nasıl bir yaklaşım? İnsanları etnik ve dinsel anlamda ayrıştırmaya sevk edecek alt yapıyı çocuklarımıza mı oluşturuyorlar?!

Amerika'da bizden çok etnik gruplar var: Zenciler, Meksikalılar, Kızılderililer, Hispanikler, çok kültürlü ve değişik etnik yapıya sahip Avrupalı ırklar ve diğerleri...

Bizi bir yere kadar sıkıştırırlar. Ondan sonra açlık ve yokluk pahasına Kurtuluş Savaşı'nda olduğu gibi vatan topraklarının savunmasında canımızı ortaya koyarız! Biz Kurtuluş Savaşı'nı verirken topla tüfekle vermedik. İnançlı bir halkla verdik. Peki ya Amerika ne yapacak dersiniz? En ufak bir yoksullukta birbirlerini haklarlar. Nitekim şu sıralar petrol zenginleri ABD'den ayrılmak için sinyaller veriyorlar... En ufak bir kıvılcımda etnik farklılıklar birden ortaya çıkar! O vakit Allah muhafaza (!) birbirini boğazlar hale gelecekleri kesin! Zira ulus bilincine erişmemiş toplama, obez millet mi canını ortaya koyacak? Türk milletinin köklü soylu geçmişi ile kıyas götürür mü acaba? Biz, tarih sayfalarına çağ atlatırken Amerika diye bir şey ortada yoktu! Amerikalı hoca hanıma buradan duyurulur!


Kısaca, birilerinin hesap ettiği gibi ayrışmada değil, birliktelikte dünyada eşi benzeri görülmemiş bir hoşgörü kültürüne sahip olan ulusumuzun, binlerce yıldır göstermiş olduğu beraberliği bozmak gayretinde olanlara bir uyarımız olacaktır: Bu çalışmalar beyhude çırpınışlardır! İnanız ki, bu türden davranışlar geri tepmeye mahkumdur! Bu milletin mayasında hoşgörü, dayanışma ve sevecenlik vardır! İşte size iki tane örnek; Mardin ve Hatay illerimiz dil ve din farklılıklarının yoğun olduğu şehirlerdir. Buradaki uyum ve kardeşlik dünyaya örnek teşkil etmektedir. O halde sizler, aradığınız ayrışmaya cevap alamayacağınız kirli emellerinize çok güzel bir örnek olarak bu muhteşem güzelliği bir kenara not alınız! Ne yaparsanız yapın, bu ayrışmayı Allah'ın izniyle bu vatanda, bu millete yapamayacaksınız! Zira biz, Anadolu'nun harcıyla yoğrulmuş mayadan geliyoruz! Tüm dünyaya DUYURULUR!


Sevgi ve saygılarımla!

21 Eylül 2009 Pazartesi

Ramazan Bayramı Bizlere Kutlu Olsun!















"Nankör insan, her şeyin fiyatını bilen fakat hiçbir şeyin değerini bilmeyen kimsedir." Oscar Wilde


Bugün bayram; insanlarımızın sevgilerini açığa çıkardığı, iyi niyetlerin ortaya döküldüğü mutluluğun ise doruk noktada yaşandığı harika duyguların, karşılıklı hissedilmesi anlamı taşıdığı gün.


Bugünün gerçek anlamda insani duygularla yaşanması İslamiyet'in yüceliğini göstermesi bakımından bir kanıttır. Zira İslâmiyet'i kötüleyerek Hz. Muhammed'e hakaretler yağdıran ve bunu kin ve nefretle yapanlara ("Ey iman edenler! Sizden önce kendilerine kitap verilenlerden dininizi alaya alıp oyuncak edinenleri ve öteki kafirleri dost edinmeyin. Eğer mü’minler iseniz Allah’a karşı gelmekten sakının." Mâide Sûresi 57. Ayet), yaşadığımız bu özel ve anlamlı günü hatırlatmakta fayda olduğunu düşünüyorum. Şayet Batılı emperyalist güçlerin karaladıkları gibi İslâmiyet bir şiddet dini olsaydı, bu türden insani duyguları yaşamamız olanaksız olmalıydı! O halde bugün hangi millette bu olgular vardır? Batı'nın maddiyatçı yaklaşımı ve insani duygularının kaybolması değil midir ki, bugün, "ben merkezli" düşüncelerini hayata geçirmek pahasına, kendilerinden olmayanın yaşama haklarını ellerinden almaları ve zulüm etme vahşetine düşmeleri. Hemen buradan yeri gelmişken Bakara Sûresi 120. Ayet'i bir kez daha hatırlatmak isterim;

"Sen onların dinlerine uymadıkça, Yahudi ve Hıristiyanlar senden kesinlikle hoşnut olacak değillerdir. De ki; "Şüphesiz doğru yol, Allah'ın (gösterdiği) yoludur."Eğer sana gelen bunca ilimden sonra onların heva(arzu ve tutku)larına uyacak olursan, senin için Allah'tan ne bir dost vardır, ne de bir yardımcı."


Felsefenin biçimlenmesinde yer alan filozof Kierkegaard, bakınız yaşamının son yıllarına doğru toplumu acımasızca eleştirerek, "Tüm Avrupa iflasın eşiğinde," diyordu. Zira güçlü istekler ve azmin olmadığı bir toplumda yaşıyor olmaktan şikayetlenerek, "Pazar günü Hıristiyanlığı" konusunda Kiliseyi eleştirmekten geri kalmıyordu. Ona göre modern toplumda insan "topluluk" haline dönüşmüş durumdaydı. "Varolan eğitim ve kültür kurumları bireylere kendilerine özgü kimliklerini keşfetme olanağı tanımaktan çok onları sürünün tek tip kişileri olarak yeniden üretmektedir." Aslında bu durum kapitalizmin yaşam biçimidir. Hâlbuki, bu noktada kişilere dayatılan tek tip kimliklerin yerine, kendi öz kaynaklarıyla yoğrulmuş, sorumluluk alabilecekleri, yani gerçek kendileri olmak gerekir. Kısaca bu durumu şöyle örnekleyebiliriz;

"Barbi bebeklerini toplamak neyse de, insanın kendisinin bir Barbi bebeği olup çıkması iyice felaket bir şey..." Justein Gaarder

İşte -bencillik ve tek tip yetiştirilme gibi- her şey bu güzel örnekle, çok net ifade edilmiş. Yine insan, ahlâk değerleri içerisinde yaşamalı; ayrıca "doğru" ya da "yanlış"ı bu değer ölçüsü içerisinde ayırt edecek isteğe sahip olmalıdır. İşte bu durum aynı zamanda kişinin vicdanını da harkete geçirir.


Neyse biz tekrar konumuza dönecek olursak, insanlığın özü olan sevgi, saygı, paylaşım, birliktelik, mutluluğun paylaşımı gibi, kalplerin iyilik ve güzelliklerle donanması anlamındaki bayramlarımızın varlığı, İslamiyet'in bir kez daha yüceliğini ortaya koymaktadır! Maddiyattan uzak, manevi doygunluğu en üst düzeyde yaşamayı biz, bayramlar aracılığıyla beyinlerimize kazıdık. İşte onun içindir ki, bugünlerde hemen herkesin şikayet ettiği şey; "Nerede eski bayramlar!" ifadesi ve dertlenmesidir. O halde bir kez daha anlamalıyız ki; İslamiyet'i değiştirmek gayretinde olan Batılı güçler, bizlerin öncelikle maneviyatımızı kendileri gibi yok edilmesini sağlamaya çalışmalarıdır. Sonrası mı? İşte burasını hepimiz çok iyi düşünmek zorundayız! Şayet insanca yaşama hakkımızı kaybetmek istemiyorsak!


Güzel ve yalnız ülkemle birlikte Müslüman dünyasının Mübarek Ramazan Bayramı kutlu ve mutlu olsun!

Sevgi ve saygılarımla!

18 Eylül 2009 Cuma

Ve Dizi Sona Erdi!..
















"3 Mart'ta Beşiktaş'ta bir çöp konteynırında cesedi bulunan Münevver Karabulut'un katil zanlısı Cem Garipoğlu, 197 gün sonra teslim oldu. Cem'in Çocuk Şube Müdürlüğündeki ifadesinde 'Pişmanım' dediği öğrenildi."


Evet, Cem GARİPOĞLU; Türkiye'nin sayılı zenginlerinin arasından bu sütunlara düştü. Ve bizler tamı tamına 197 gündür, bu haberle yatıp kalkar olduk. Gelişmeleri takip etmek ise adeta Brezilya dizisi gibiydi! Hergün bir yeni iddia, yeni bir delil ve "şok" gelişmelerle konu, kanal kanal ele alınıp, gazete manşetleriyle pişirildi. Doğal olarak ardında da bir çok sorgulamalar bıraktı. Hukukun üstünlüğüne güvenerek adalet aradık. Zira çocuk yaşta sayılacak genç bir kız, vahşice öldürüldü. Olayın hertarafı acilen ele alınarak çözümlenmesi gereken sosyolojik bir vakıa olduğu çok net ortada.


"Aristo der ki, insanların en çok korktukları rüzgârlar, saklı yerlerini açan rüzgârlardır. Alışkanlıklarımızı saklayan o saçma örtüleri sıyırıp atmak gerekir aslında. Niceleri vicdanlarını batakhaneye gönderip davranışlarını kurallara uyduruyorlar. Hainler, katiller bile nezaket kurallarını benimsiyor, ödevlerini bundan ibaret sayıyorlar. O kadar ki haksızlığın kibarlıktan yana, kötülüğün edepten yana bir eksiği olmayabiliyor. Ne yazık ki kötü insan budala da olmayıp kötülüğünü edep altında saklamasını beceriyor." Montaigne


Cem Garipoğlu için yasalar devreye çoktan girdi. Nedir bu derseniz, mesela ilk etapta 18 yaşın altında olması nedeniyle Cem'in çocuk sayılması, cezanın işlemesine yön verecektir! Yine bir şekilde alacağı cezanın kişinin iyi hal ve tutumu karşısında otomatik olarak indirilmesi durumu söz konusu olabilir! Cem'in "pişmanım" ifadesi de cezasını hafifletme gerekçesi olacaktır! Ruh hali vs. durumları ve dahalarıyla ortaya konularak Cem GARİPOĞLU'nun işlemiş olduğu hunharca cinayeti, kamu vicdanının kabul edemeyeceği bir hâl alabilir. Ardından işlediği suçun karşılığını belki de bulmayacak hâle gelecektir. Zira bu gibi endişeli sorularla olaya baktığımızda Montaigne'in konu üzerindeki düşüncesini sizlerle paylaşmak isterim:


"Yasalar doğru oldukları için değil yasa oldukları için yürürlükte kalırlar. Kendilerini dinletmeleri akıl dışı bir güçten gelir, başka bir şeyden değil. Mistik olmak işlerine gelir. Yasa koyanlar da çok kez budala, ya da eşitlik korkusuyla haksızlığa düşen kimselerdir. Nasıl olursa olsunlar, insandırlar sonunda, her yaptıkları şey ister istemez sudan ve değişkendir. Yasalardan daha çok, daha ağır, daha geniş haksızlıklara yol açan ne vardır?"


Buradan söylemek istediğim şudur; ortada işlenmiş bir cinayet var. Ne olursa olsun bu kişiyi savunmaya çalışmak ve olayı unutturmak büyük bir haksızlıkla birlikte beraberinde kargaşa getirir. Kanayan vicdanların sesine kulak vermek gerekiyor. Her ne sebeple olursa olsun, kişiyi masumlaştırmaya gayret göstermek, toplum vicdanında derin yaralara sebebiyet verecektir. Üstelik bu türden olayların azgınlaşmasına kapı açması da kaçınılmazdır. Her ne sebep olursa olsun, bu korkunç katliam affedilemez! Yapan kişi, yasalar önünde çocukta olsa, ortada bir vahşet var ve bunun derhal ıslah edilmesi söz konusudur.

O halde, toplum için sorumluluk aldığımız görevlerde dikkatimizi, adımlarımızı, sözlerimizi, alınterimizi esirgemeden işletmek zorundayız. Nasılları ise, ilgili merciiler belirleyecektir.

Sevgi ve saygılarımla!

15 Eylül 2009 Salı

Ben Kimim?
















"Üç bin yıllık geçmişinin hesabını yapamayan insan, günübirlik yaşayan insandır." Goethe



"Ben kimim?" Evet, şu sıralar bu soru direk olmasa bile, dolaylı yollardan sıkça karşımıza getirilmeye çalışılıyor. Aslında gerçekte herkes tarafından sorgulanması lazım gelen felsefi bir soru bu. Ancak bu durum Batılı güçler tarafından başka amaçlar için kullanılıyor. Cicero'nun tanımlamasına göre, " O, felsefeyi gökyüzünden Dünya'ya indirip şehirlerde barındırdı. Felsefeyi evlere sokup insanları hayat ve töreler, iyilik ve kötülük üzerine düşünmeye zorladı."



Oysa biz ise bu noktada düşünmenin aksine, bir amaca yönelik şartlandırılmaya doğru sürüklenilmek isteniyoruz. Çünkü, buradaki hedef bizleri "etnik" ayrıştırmaya sevk ederek bölünmemizi sağlamaktır. İşte bu neden; emperyalizmi ayakta tutan güçlü bir kozdur. Emperyalist Batılı güçlerin, işlerine nasıl gelirse o yönde kullandıkları "etnik" anlamda ayrıştırmanın sonucunu artık hepimiz çok iyi biliyoruz. Zira çok yakın bir tarihte bu işi, kendi adlarına başarıyla gerçekleştirdiler. Yugoslavya'yı, çok kanlı bir ayrıştırmayla etnik anlamda böldüler, parçaladılar şimdi ise küçük parçalar halinde yönetiyorlar! Olan kime oldu? Tabii ki de Müslümanlara! Sırada neresi vardı? Irak ve Afganistan. İşte oralarda ne oluyor? Demokrasiyi getiriyorlar (!) Sonuç milyonlarca Müslüman öldü !!! Demokrasi, özgürlük geldi (!) ve de etnik anlamda Irak şu sıralar parçalanmaya doğru sürükleniyor. Zira Bush'a ayakkabı fırlattığı için hapse mahkum olan Iraklı gazeteci Muntazır El Zeydi, 9 aylık hapis cezasını tamamlamasının ardından dün tahliye edildi. Yaptığı basın toplantısında "İşte ben özgürüm ama ülkem hala esir" diyerek aralarına atılan nifakla, halkının -Arap, Kürt, Şii, Sünni olarak ayrıştırılıp- birbirine düşürüldüğünün altını çizdi. Biz de buradan bu ifadenin altını çizmek isteriz. Zira gelinen nokta; üzerinde düşünülmesi gereken ibretlik bir durum!



O halde biz, üzerimizde oynanmak istenen bu oyunun parçası olmayacağımıza kesin kararlıyız. Zira -şekiller farlı olsa da- aynı hamurdan yoğrulmuş, ülkemiz için aynı düşüncelere sahip insanlarız biz! Öyle bizlerin, "sen şusun", "sen busun" diyerek ayrıştırılmaya gelmeyecek kadar tecrübe ve sağduyu sahibi insan olduğumuzu unutmasınlar!.. Yeri gelmişken Anadolu insanı olduğumuzu hatırlatmakta fayda var. Burası Anadolu! Biz Anadolu'nun çocuklarıyız! Yani Yunus'un, Mevlana'nın, Hacıbektaş'ın, Pir Sultan Abdal'ın ve dahalarının hamuruyla yoğrulmuş insanlarız! Kimse bizi, birbirimizden ayırmaya kalkmasın... Biz, önce insanız; mayamızda insanlık yatıyor!.. Bu topraklarda binlerce yıl beraberce yaşadık. Bundan sonra da yaşamaya devam edeceğiz!


Bu anlamda büyük ozan Aşık Veysel, taa, yıllar öncesinden konuyu ele alıp ne güzel dile getirmiş; işte o sözleri buradan sizlerle paylaşarak Aşık Veysel'in bizlere insanlık dersi veren dizelerini, birlikte düşünüp, değerlendirelim istedim:


BİRLİK DESTANI

Allah birdir peygamber hak
Rabbil alemin mutlak
Senlik benlik nedir bırak
Söyleyim geldi sırası
Kürdü, Türkü ne Çerkezi
Hep adem'in oğlu kızı
Beraberce şehit gazi
Yanlış var mı ve neresi?
Kur'an'a bak İncil'e bak
Dört kitabın dördü de hak
Hakir görüp ırk ayırmak
Hakikatte yüz karası
Binbir ismin birinden tut
Senlik benlik nedir, sil at
Tuttuğun yola doğru git
Yoldan çıkıp olma asi
Yezit nedir ne kızılbaş?
Değil miyiz, hep bir kardaş
Bizi yakar bizim ateş
söndürmektir tek çaresi
Kişi ne çeker dilinden
Hem belinden hem elinden
Hayır ve şer emelinden
Hakikat bunun burası
Bu alemi yaratan bir
Odur külli şeye kâdir
Alevi sünnilik nedir?
Menfaattir varvarası
Cümle canlı bu topraktan
Var olmuştur emir haktan
Rahmet dile Allah'tan
Tükenmez rahmet deryası
Veysel sapma sağa, sola
Sen, Allah'tan birlik dile
İkilikten gelir bela
Dava insanlık davası...


Sevgi ve saygılarımla!

11 Eylül 2009 Cuma

"Günlük Olayların Gülünçlüğü, Tutkuların Gerçek Acısını Sizden Saklar."














"Gömleğin ilk düğmesi yanlış iliklenince, diğerleri de yanlış gider." C. Bruno


Ülkemiz üzerine felaket, dehşet ve vahşet birkaç gündür yoğun bir biçimde çökmüş durumda. Zira son dört gün içerisinde 11 vatan evladımızı şehit verdik; onlarca felaket kurbanı vatandaşlarımız ve göçük altında can veren işçilerimiz... Hepsinin acısı birbirine karışmış vaziyette! Hangi birine üzüleceğimizi şaşırmış bir halde acılarımızı, yine kalbimize gömmekten başka bir şey yapamıyoruz!..


Bu mübarek ayın mutluluğu acı ve gözyaşına çoktan karıştı bile... Sanıyorum ki yaklaşmakta olan bayramın mutluluğu ve coşkusu, yerini millet olarak yasa bıraktı desek doğru tespit etmiş olacağız! Nasıl olmasın ki; vatan evlatlarının ailelerine düşen yas, bizim de acımız ve yasımızdır! Ya, gözü yaşlı, evsiz barksız kalan vatandaşlarımızın acılarına kayıtsız kalmak mümkün mü? Değil elbette! Ama bu durumu bir kenara bırakan çok sayıda televizyon kanallarından yansıyan görüntüler ise sanki hiçbir şey yokmuşcasına ekranlardan "vur patlasın, çal oynasın" devam ediyor.


Bu durumu endişe ve kaygıyla takip ediyoruz. Zira dün akşam, bu acılarla boğuşan Türk halkının, başka bir düşüncesi yokmuş gibi; ciddi saydığımız bir televizyon kanalından canlı yayınla İstanbul Boğazı'ndan bir röportaj naklen veriliyor. İşte falanca mankenin makyajı, kilosu, ve daha zırva birçok sorularla insanın kanını donduracak kadar kayıtsız program! Ne âlâka şimdi? Buradan şunu mu anlamalıyız yoksa; "Mutlu insan herşeyden önce iyi yemek yiyen ve daha sonra da iyi bir giysiye sahip olan kişi mi" olmalı?


O halde en çok izlenen saatte, "toplumu gerçek bilgilerden" uzaklaştırmak ve insanların beynini sözde modernlik adıyla hiç gereksiz ve kimseyi ilgilendirmeyecek "magazinsel" zihniyeti yerleştirmek neyin nesi oluyor? Bize ne mankenlerin kilosundan! Bize ne falancaların makyajından, sadeliğinden, bisikletle spor yapmasından! Üstelik insanlar bir lokma ekmek için binbir vahşeti yaşarken ve yaşatırken boğazın şıkır şıkır görüntüleri altında lüks yaşamı göstererek, gösterişin kapısını açmak da neyin nesidir?! İnsanları bir çok yanlışa ve sık sık da suça yönelten o içi boş yaşamı çağrıştıran bu türden programlar bizlere hiç bir şey vermiyor. Unutulmamlıdır ki; "Fırtına sırasında uyuyup kalmak, boğulmayı haketmek" demektir.


İşte böylesi zor günlerde milleti, birbirine bağlayan unsurların devreye girmesi gerekirken, bakınız biz nelerle meşgul ediliyoruz!.. Ahlâk, vicdan, sevgi, dürüstlük nedir? Bu duygular nerelerde devreye girer? Vicdani ve ahlâki sorumlulukların çalıştırılması gereken durumlar nasıl ortaya çıkmalıdır gibi "insan" olmanın özelliğini bizlere öğretmek ve bunu yaygınlaştırmak diye bir durumu televizyonların ortaya koyması gerekmez mi? Üstelik bizler için mübarek sayılan bir aydayız! Bu ayın gereklerini yerine getirmek bir tek "kulluk" görevimiz olan "oruç" tutmakla mı sınırlı? Tabii ki de "hayır". Zira burada toplumsal olarak da yerine getirilmesi şart olan, "olmazsa olmazlar" vardır! Gerçek mü'minler bunları bilir! O halde ekranlardan bir zahmet bunları da halkımıza bir bir anlatsınlar! Mesela mı? "Komşusu açken, tok yatan bizden değildir" anlayışını hatırlatalım! Bu ifade öyle sıradan bir anlayış değildir! Üstelik bir tek "açlık-tokluk" hissiyatiyle de sınırlı değildir! İşte yaşanılan acıları, bu hadisle örtüştürmek ve derinlemesine bu kederleri hissederek içselleştirmektir! Daha anlatmamıza gerek var mı, bilemiyorum!


Kısaca diyorum ki; şu sıralarda Türk halkının derdi nasıl "çıtır" olmak meselesi değil! Hele, hiçbir vasfı olmayan kişilerin fizikleri nedeniyle yaşamları bizleri hiç mi hiç ilgilendirmiyor!!! Biz buradan ne öğrenmemiz gerekiyor diye özellikle sayın yetkililere sormamız mı lâzım? Yoksa genç kızlarımızı mı, özendirmeye çalışıyoruz? Doğrusu burayı anlayamadım! Zira bizim şu sıralar birlik ve beraberliğe, dayanışmaya ve acılarımıza ortak bir payda yaparak, vicdanlarımızı dert ortağı yapmağa çok, ama çok ihtiyacımız var!.. Yani, vicdanların bu güçsüzlüklere karşı her zaman uyanık olmasına DİKKAT çekilmesi gerekirken, dışarının boş çekiciliğine karşı aşırı duyarlılığa ilgi çekmek değil tabii ki!..


Sevgi ve saygılarımla!

9 Eylül 2009 Çarşamba

"Gücüne Eşit Hayaller İçin Dua Etme. Hayallerine Eşit Güç İçin Dua Et."

















"Mutluluk, bizi zorlayan kadere karşı kazanılan zaferlerin en büyüğüdür." Albert Camus


9 Eylül 1922; Türkiye Cumhuriyeti'nin temelinin atılmasına vesile olan Bağımsızlık Savaşının başarıyla sonuçlandığı gündür.

Büyük Taarruz'un başladığı günden 9 Eylül'e kadar, Anadolu toprakları düşman işgalinden kurtarılarak bağımsızlığa kavuşmanın üstün onurunu ve gururunu yaşamaya hak kazanmışızdır. Bu tablo inanılır gibi değildir! Dünyada bu bir ilktir. Türk milleti topyekûn bu devasa başarının haklı gururunu o gün olduğu gibi, bugün de yaşıyor ve yaşayacaktır! Bu vesileyle 9 Eylül İzmir'in düşman işgalinden kurtuluşunun 87. yıl dönümü tüm İzmirlilere kutlu olsun!


Bugün ülkemiz, emperyalizmin tehditi ile karşı karşıya kalarak bir kez daha emperyalist güçlerin tehlikeli saldırılarına maruz bırakılmak istenmektedir. Bu tehlikeye karşı her zaman olduğu üzere tüm ulus olarak daha bir kararlı ve azimli olmak zorundayız. Tıpkı 1919'da yedi düvele karşı koyduğumuz mücadele azmi gibi. O azim ki bizi, 9 Eylüllere taşıyarak bu mutlu günü yaşamamıza neden olmuştur!

Evet; 15 Mayıs 1919'da İzmir'in Yunanlılar tarafından işgal edildiği gün, "ilk kurşun"u atan ve şehit edilen Hasan Tahsin'le birlikte ulus olarak milli mücadelemizi başlatmış olduk. Yani Kurtuluş Savaşı'nı başlatan ve kurtulduğu gün, Türk ulusunun özgürlüğünü kazandığı gündür, 9 Eylül.


Bu bağlamda bize bugünleri sağlayan ve emperyalizmi dize getirerek bir enkazdan yepyeni modern Türkiye Cumhuriyeti'nin temellerini atan başta Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ü, silah arkadaşlarını ve ne yazık ki daha dün bu uğurda şehit vermeye devam ettiğimiz yedi vatan evladımızla birlikte Kurtuluş Savaşı Şehitlerimizi saygı, sevgi ve minnet duygularımızla beraber bir kez daha anmaktan kıvanç duyan Aziz Türk milletinin bu mutlu günü, KUTLU OLSUN!

Sevgi ve saygılarımla!

7 Eylül 2009 Pazartesi

Gözün Aydın Türkiyem!




















"Gözyaşları, insan ruhuna yağan yaz yağmurlarıdır." Alfred Austin





Evet, "Gözün aydın Türkiyem!" dünyada bir ilke imza attık! Haberiniz var mı? Yok; eğer haberiniz yoksa, işte şimdi sıkı durun biz haberi verelim: Bundan böyle köpeklere, yedi yıldızlı hizmet verilecek... Dünyada bir ilk, Türkiye'de başladı!
"Antalya'nın Serik ilçesine bağlı Belek Turizm Merkezi'nde bulunan Rixos Premium Otel, 400 dönümlük otel içerisinde 1 dönümlük alanı izole ederek köpek tatil merkezi Holidogs'u oluşturdu." Dahası bakınız ne gibi hizmetler sunulmuş:

"25 adet villa tarzında kulübeden oluşan Holidogs'daki kulübelerde klima, LCD ekran televizyon, DVD, 'armut' diye tabir edilen özel koltuklar ve şezlonglar bulunuyor. Yaklaşık 18 metrekare büyüklüğünde bir havuzun da bulunduğu Holidogs'da sahipleri gibi şezlong üzerinde güneşlenen köpekler için ayrı resepsiyon ve 24 saat hizmet veren veteriner hekim bulunuyor. Tatilleri süresince özel eğiticiler tarafından eğitilen köpekler, tesis içerisine kurulan hoparlörden çalan müzik ile de 5 yıldızlı tatilin keyfini çıkartıyor. Ayrıca kulübe içerisinde bulunan kameralarla sahipleri köpeklerini 24 saat odalarından izleyebiliyor."

Evet daha ne olsun ki?! Bizim düşünemeyeceğimiz (ama köpeklerin bu yeteneği var mı orasını bilemiyorum doğrusu) kadar geniş konfora sahip, lüks içerisinde köpeklerin de tatil bile yapayabileceklerini, akıl edebiliyor musunuz?

Bundan böyle o köpekler, artık ortada fing atabilecekler!..

Hatta hayal edecekleri (!) kadar olanaklara sahip olmanın rahatlığıyla, çöplükte yiyecek arayan "bir deri, bir kemik" kalmış arkadaşlarına hava atabilecekler (!)... Ya da affedersiniz, sahipleri, oraya buraya hava atarak, aslında nasıl da bir ayrıcalık yarattıklarını dillendirerek, keyif çatabilecekler! Hem de kimlere? Kendi zihniyetindeki arkadaşlarına! Haa, belki de bir lokma ekmeğe muhtaç insanlara...

Sözün özünü Montaigne'in bir düşüncesiyle ifade etmek isterim; "İyi niyetlerin, ölçüsüzce yönetildikleri zaman, insanları çok kötü sonuçlara götürdüğü oluyor... Birçokları var ki tutkuları yüzünden aklın sınırları dışına çıkyorlar, haksız hoyratça ve çılgınca davranışlara kapılıyorlar bazen."


Bütün bu gelişmelerden" bize ne oluyor ki?" demeyiniz! Zira her şey çok ince detayıyla düşünülerek, aslında köpeklerin neredeyse bir "insan" olarak düşünülüp, ihtiyaçların da ona göre tasarlanması ihmal edilmemiş olmasını nasıl algılayarak değerlendirmeliyiz, sorusuna cevap aramaya çalışıyoruz.


Görüldüğü gibi tüm bu konfor ve saltanat köpekler için düşünülmüş! Nasıl olur demeyiniz lütfen, oluyor işte. Zira köpeklerin de televizyon izleme, güneşlenme, sportif faaliyetlerde bulunma, klimalı ortamlarda yaşamaya hakları yok mu, diye düşünenlere; yani bu zırvalığa cevap veren insanlara, söylenecek bir kaç cümlemiz olacaktır; ama ondan önce yaşanılan bu kepazelikleri izin verinizde afişe etmeye devam edelim:


Bakınız bu insanlar hakikaten çıldırmış ve ne yaptıklarının farkında dahi değiller! Sözde hayvan sever olarak kendilerini savunan bu çılgınların, aslında bir yerde "ruhsal sıkıntı"larını gidermek için pervasızca arayışlar içerisinde oldukları kesin! Nasıl mı? Bakınız birileri, o güzelim hayvanları kılıktan kılığa sokarak, saçma sapan bir tarzla, "garip" hale dönüştürmeyi, kendilerince bir "iyilik" olarak görüyorlar! Oysa bu durumda bir sektör yaratılmış olduğunun farkında bile değiller.


Devam edelim; yine bu anlamda köpek kıyafetleri, mamaları, aşıları, takıları ve daha envai çeşit, sözde ihtiyaçlar adına paralarımız heba edilerek, yurt dışına milyonlarca dolar, para akışı sağlanmakta. Ayrıca tüm bu yaşanılanlar şımarıklıktan öteye geçmemektedir! Amaç eğer hayvan sevgisiyse, buna biz de varız! Ancak bu anlamda değil! Zira bırakınız ülkemizde ve dünyada milyonlarca çocuk açlıktan ölüme tehlikesi ile yüz yüzeler... Bu durum ortadayken insanlarla alay eder gibi bu türden olayları nasıl yorumlamalıyız, sizce?!

Bu nasıl bir anlayıştır? Akla, izana sığar bir yanı var mıdır? Bu türden gelişmelerle toplumda ve insanların ruhunda açılacak yaraları "kim?" ve "kimler?" nasıl giderecekler? Demek oluyor ki insanlık, gerçekten "azmış" ve gerçekten ne yapacağını şaşırmış bir konuma kadar ilerlemiş! Hâl böyle olunca da diğer taraftan insanlar saldırganlaşarak, cinnet geçirme noktasına gelirlerse, hiç şaşmamak gerekecek!


Sözlerimi izninizle Montaigne'in muhteşem düşüncesiyle bağlamak istiyorum:
"...Bırakın, çocuklarınız halkın ve doğanın yasaları içinde büyüsün: aç kalmasını, güçlüğe göğüs germesini öğrensinler; hayatın çetinliği onlar için gittikçe çoğalmasın, azalsın. Babamın beni böyle büyütmekte bir başka maksadı daha vardı: beni halka bağlamak, bizden yardım bekleyen insanların haline ortak etmek istiyordu; gözlerimin, bana sırtını çevirenlerden değil, kollarını açanlardan yana bırakmasını daha doğru buluyordu. Bu düşünce ile beni düşkün insanlara bağlamak, borçlu bırakmak istedi. İstediği oldu: Zayıf zavallı insanlara kolayca bağlanabiliyorum. Bunu hem şerefli bir iş sayıyorum, hem de içimden öyle geliyor."

Evet; bir bu düşünceye kendinizi bırakınız, bir de insanların pervasızca isteklerine verdiğimiz örneği ele alarak, ahalinin ruh halini kıyaslayıp, sorgulayınız. "Allah akıl, fikir versin" amin!

Sevgi ve saygılarımla!

2 Eylül 2009 Çarşamba

Yoksa "Yüxexes"le Havalı mı Oluyoruz?














"Ülkesini, yüksek istiklalini korumasını bilen Türk milleti, dilini de yabancı diller boyunduruğundan kurtarmalıdır." ATATÜRK


"Dream TV, yabancı ve Türkçe yayın yapan müzik kanalıdır.Süper Kanal'ın kapanması ile yayına başlamıştır... Lirix adlı programında ise video kliplerin Türkçe sözlerini yayınlamaktadır.
Ayrıca haftasonu, Müzik Hattı,Evdeki Ses,Punkart,Coke'n Music ve de yüxexes adlı birçok programları bulunmaktadır."

Evet, Kanal D Dream, "yüxexes" yani Türkçe okunuşu ile "yüksek ses" ifadesini bu şekilde yayınlıyor! Görüldüğü gibi, "ks" sesini "x" harfi kullanarak bizlere ifşa ediyor! Zira ne olduğu belirsiz, ama bizim için aşağılanmanın pekâlâsı olan bu ifadeyi, nasıl algılayarak, yorumlamak gerekir diye sormadan edemeyeceğim. Nasıl yani, "ks" sesini biz, bu vakte kadar "x" harfi ile mi ifade ediyorduk? Burasını gerçekten anlayamadım!.. Üstelik bu işin içinde olan görev ve sorumluluk bilinciyle çocuklarımıza büyük bir gururla güzel Türkçemizin 29 harften oluştuğunu anlatarak, öğrenmelerini sağlıyorum. Zira anayasamız da öyle diyor! Bunun dışında "x" harfinin Türkçe'ye ait (!) olduğunu bilmiyordum. Çok şükür, bu gibi birilerine hizmet için varlığını ortaya koyan kanallar sayesinde, "rezalet" seviyesindeki sözde programlar aracılığıyla öğrenmiş olduk! Vallahi tebrikler!.. Böylece her sesin karşılığı olan bu büyük Türk alfabesinin, nasıl saldırıya uğradığını bu şekilde görüyor ve utanç duyuyorum! Yazıklar olsun!..


Gelelim işin özüne; bu durumun bizce anlaşılır ve izah edilir, hiçbir açıklaması yoktur! Olayı, tamamiyle Türkçe'nin bozulmak istenmesi ve alfabemize "x, w, q" harflerini dahil etme çalışmalarının bir ayağı olarak görüyorum. Zira bu anlayışı halkımıza benimsetmek, kabullendirmek ve de zihin karmaşası yaratma gayretleri, basın yayın ve reklamlar aracılığıyla yapılmaktadır. Üstelik burada başarılı da oluyorlar! Kaldıki bu durumun tahribatı en fazla küçük çocuklarımız ve gençlerimiz üzerinde olmaktadır. Zira çocuklarımız gelişmeleri ayırt edecek donanıma sahip olmadıklarından, yabancı dilin esareti altında olduğunun bilincinde bile değiller! Artık aşina olarak gördüğümüz ve oradan şartlanarak kabullendiğimiz unsurlar arasında, kanal adları vs. gibi sözde özel isimlerde, bizim olmayan bu harfler koşulsuz kullanılarak, yaygın hale geldi, getirildi! Çare ise, derhal bu duruma müdahale edilerek, Türkçe'nin korunmasına yönelik çalışmalar başlatılıp ciddi anlamda tedbirlerin ivedilikle alınması yönünde olacaktır! Korkunç gelişmelereden de anladığım üzere, Türkçe'nin dışarıdan destekli saldırılar altında yozlaştırılmaya terkedilmesi gerçeğidir. Ulus olarak bu durumun farkına varılması ve duruma müdahil olunması, Prof. sn. Oktay Sinanoğlu hocamızın da sıklıkla dile getirmeye çalıştığı gibi, bu türden oluşumlara ilgi göstermemek gerekliliğidir. Hatta bu durumu aşağılayıp, adres sahiplerine tepkilerimizi dile getirmek gerekir!


Buradan Kanal D'ye soruyorum; "Dream" nedir? Bize bu isimle seslenerek neyi hedefliyorsunuz? Biz Türkçe konuşmuyor muyuz? Anladığımız ve anlattığımız dil Türkçe değil mi? O halde Türkçe isim kullanmaktan utanıyor musunuz? Yok eğer amacınız başka ise, bunun gerekçesini Türk kamuoyuna açıklama nezaketini bizden esirgemeyiniz lütfen! Yine bu kanalın sözde, Türk halkına verdiği hizmet (!), "yüxexes" de olduğu gibi, ne Türkçe, ne de İngilizce olmayan, saçma sapan bir ifadeyi layık görüyorsanız, biliniz ki biz bunların hiç birini hak etmiyoruz! Zira bizim köklü bir geçmişimiz, deneyimimiz ve dünyaya hükmetmiş soylu bir devlet geleneğimiz var! Bu yapılan ise ancak "müstemleke" sıfatı kazanmış insanlara reva görülür! Kanal yetkililerine buradan duyrulur!

Büyük Atatürk'ün ifade ettiği ve aslında bu yazdıklarımızı belki de kısaca özetleyen bir sözüne yer vererek, izninizle yazımı tamamlamak isterim:
"Türklük, benim en derin güven kaynağım, en engin övünç dayanağım oldu. Kendimi hiçbir zaman Osmanlılığın telkin ettiği başka ulusları öven ve Türklüğü aşağı gören eksiklik duygusuna kaptırmadım. "

Sevgi ve saygılarımla!