"Bizler toplumsal yaraların sabeplerini araştırıyoruz. Bundan dolayı çoğu zaman kokuşmuşlukları ele almak, insanın sefaletinin, çılgınlıklarının bulunduğu yerin dibine kadar inmek zorundayız." Emile ZOLA
"Cübbeli Ahmet Hoca olarak bilinen Ahmet Mahmut Ünlü, 23 Nisan Çocuk Bayramı törenleri için ağır sözler söyledi, "Şarkılarla türkülerle yetişen nesil eşkiya oldu.
Biz size diyoruz ki; siz bu milleti uyuttunuz, uyuşturdunuz. Senelerdir balelerle, danslarla, çoluk çocuğun baldır bacak çıplak vaziyette stadyumlarda dolaştırarak, bütün erkekleri onlara baktırarak, kimin oğlu, kimin kızı belli değil, sarmaş dolaş dans yaptırarak yetiştirdiniz." 23 Nisan 2016
19. Yüzyılın ikinci yarısında Fransa'daki toplumsal çöküntüyle başlayan ve toplumda gericiliğin hızla yayılmasıyla birlikte yobazlar, dini kullanarak insanları sömürmeye başlamışlardır. Dolayısıyla din adamları güç ve iktidar yolunda burjuva ile birlik olmuş yoksul halkı eskiden olduğu gibi yine hayatın dışına itmişlerdir.
Emile Zola'nın olağanüstü yazmış olduğu ve unutmama imkan olmayan, ve de her cümlesini okurken Büyük ATATÜRK'ü minnetle andığım "GERÇEK" adlı romanından dikkat çeken birkaç paragrafı, aynen paylaşmak istiyorum:
"Yatağın önünde Zéphirin'in boğulmuş küçük bedeni duruyordu. Yüzü kireç gibi, çıplak boynunda katilin iğrenç parmak izleri olan çocuk, iççamaşırıylaydı. Kirletilmiş, yırtılmış uzun gece gömleğinin altından iğrenç bir biçimde ırzına geçildiğini açıkça gösteren vahşice ayrılmış ince bacakları görünüyordu. Yapılan sapık saldırı her haliyle belliydi.
Alana yığılan işçi ve köylülerin ağzında ... iğrenç şeyler dolaşıyordu. Geçen yıl gene bu okulda, iğrenç bir olay olmuş olaya adı karışan rahibi, üstleri hemen gözden uzaklaştırmışlar, olayı hasıraltı etmişlerdi. Bu okulda daha nice iğrenç şeyler döndüğü halde, baskı ve korku yüzünden kimse ağzını açıp bir tek şey açıklayamıyordu.
***
Doğanın, sağduyunun dışında yaşayan bu insanlar günah düşüncesiyle bayağılaşmış düş güçlerine tutsak olmuşlar, kadın ve erkeği başka türlü düşünmüyorlar. Kadın bir iblistir, onunla en küçük bir ilişki bile ahlâksızlıktır, kadına karşı kardeşçe bir sevgi duyulamaz, kadınla dostluk kurulamaz...
Din ve devletin birbirinden ayrılması, bir zamanların pek gözde "din" okuluna son tokadı indirmişti.
Kilise, ulusal eğitimin önünde sancağını indirmiş, din adamlarının zehirlediği milyonlarca çocuk bir yasayla kurtarılmıştı. İlkokulu, ortaokulu, lisesi, üniversiteyle öğretim ve eğitim devletin; laik devletin tekeli altına alınıyordu.
***
Bu çocukları eğitmek, onları bütün özgürlüklere, insan mutluluğuna düşman din dogmalarından, saçmalıklardan kurtarmak, bilgili, özgür yurttaşlar şeklinde yetiştirmek gerekiyordu. Mutluluk için bilgi başta gelirdi. İncil'deki o söz, "Ne mutlu yoksul kafalara" sözü, insanlığı çağlar boyunca yoksulluk ve köleliğe sürükleyen, dünyanın en korkunç yalanlarından biriydi. Hayır hayır yoksul kafalar sözü insanın hayvanlığa, tenin köleliğe ve ıstıraba zorlanmasıdır. Yoksul kafalar çoğaldıkça yoksulluk da çoğalacak, çoğunluk bir hırsızlar ve eşkıyalar azınlığınca soyulacak, sömürülecektir. Mutlu insan hakkını bilen ve isteyen insandır. İki bin yıldan beri ezilen, korku içinde kıvranan insanlığı, yalnız öbür dünya için yaşayan insanlığı Tevrat'ın kara kötümserliğinden kurtarmak gerekiyordu.
"Ne mutlu yoksul kafalara" sözü sökülüp atılmalıydı. Ne mutlu bilenlere, ne mutlu aydınlık kafalara, eylem adamlarına, istemesini bilenlere. Çünkü yeryüzü bilen, isteyen insanın, eylem adamının olacak!
***
Eğitimin yalnızca ilköğretim derecesinde değil, hemen her devrede ücretsiz olması görüşü gittikçe üstünlük kazanıyordu. Paralı eğitim Fransa'yı ikiye bölmüyor muydu? Okumak, burjuvaların olduğu kadar, yoksulların, işçilerin de hakkıydı. Asıl demokrasi, herkese okuma imkanının verilmesidir. Bir ulus böyle güçlenir, bunun tersini yapmak ulusu tehlikeye atmak değil de nedir?"
***
Burjuva ve kilise eğitimin genelleştirilmesinden, aslında kendi çıkarları için korkuyordu. Eğitim tekellerinden çıkarsa toplumu sömüremezlerdi. " Emile ZOLA GERÇEK, 1.ve 2. Ciltten.
Dolayısıyla...
Hani soylularla kilisenin el ele verip iktidarı elde tutmak için kendilerini Allah'ın gölgesi gibi gösteren krallara karşı, dini devlet işlerinden ayrı tutmaktır LAİKLİK ilkesi.
Atatürk bugünleri görerek LAİK'liği Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin ayrılmaz bir felsefesi ve anayasal bir zorunluluk haline getirmiştir. Eskiden milletimiz olayları cehaletleri nedeniyle iyi bilmiyordu, iyi değerlendiremiyordu, yalanlarla aldatılmıştı. Oysa şimdi durum çok değişti. ATATÜRK Cumhuriyeti sayesinde, LAİKLİK ilkesiyle gerçekler gün ışığında... O vakit neden hâlâ derin bir kaygı ve uyku içindeyiz! Yoksa Türkiye Cumhuriyeti Devleti ve Türk halkı bu bölgenin ve İslam dünyasının örnek aldığı ve hayranlıkla baktığı ülke, mazlum milletlere örnek bir ülke değil mi!!!
Diyeceğim..
Güzel ülkemin güzel insanları laikliğin aydınlığı altında gerçeği göreceğinden hiçbir kuşku duymuyorum!
Ve...
Gerçeğe sırtını dönmüş, adalete gözlerini yummuş Allah'ın kitabını kirletmeye çalışanlara laikliğin esasını -onların bakışına- Kur'an ayetiyle noktalayalım sözümüzü:
1-De ki: "Ey Kâfirler!"
2-Ben sizin kulluk ettiklerinize kulluk etmem."
3-"Siz de benim kulluk ettiğime kulluk edecek değilsiniz."
4-"Ben sizin kulluk ettiklerinize kulluk edecek değilim."
5-"Siz de benim kulluk ettiğime kulluk edecek değilsiniz."
6-"Sizin dininiz size, benim dinim de banadır." Kafirun Suresi
Sevgi ve saygılarımla!
"Haksızlık Karşısında Susan Dilsiz Şeytandır" Hz. Muhammed (A.S.)