31 Ocak 2015 Cumartesi

Kargalar Bile Güler...











Milleti sağ-sol diye kamplaştıranlara sormak istiyorum:

Sağ ne?

Sol ne?

Sağcı olsak ne olur? 

Solcu olsak ne olur?

Milletçe amacımız, ülkümüz bir değil mi? 

Ve hepimizin tek isteği:

Karnımız doysun, huzur içerisinde işimize bakalım..

Alınterimizin hakkını alalım...

Kimse kimseye muhtaç olmadan, gözü kalmadan insanca yaşayalım, hepsi bu.

Hakkın, hukukun, adaletin olduğu bir düzende, aydınlık yarınlarımızı umutla birlik ve beraberlik içerisinde hazırlayalım, başka bir şey istemiyoruz. 

Çocuklarımızdan emanet aldığımız dünyamıza, vatanımıza, ülkemize, değerlerimize düşmanlık yapmadan,  hıyanet etmeden koruyup kollayalım..

Bundan başka ne istenir ki!

Neyse... 

Malum komşumuz Yunanistan iflasla boğuşmakta... "Gözün Aydın Yunanistan" yazımın konusuydu komşumuzun başına gelenler...

Dolayısıyla yok sağmış, yok solmuş bunlar boş işler... milleti birbirine düşman etmekten başka bir şey değil. Zira 1980 öncesi yaşananların acısını üzerimizden atamadan, yine aynı teraneler dolanıyor dillerde...  O yıllarda 5 bine yakın pırıl pırıl okumuş gençlerimiz, çocuklarımız ne uğruna öldüler, öldürüldüler?

Diyeceğim, 

Komşumuz Yunanistan'da Syriza kazandı..

Anında kulis başladı...

Güya... 

HDP "sol" parti.. E,  Syriza'da "sol"..

HDP ve Selahattin Demirtaş ile SYRIZA ve Aleksis Tsipras arasında "benzerlik" kuran kurana.. 

Nasıl yani? 

Syriza ülkesini ve halkını ayrıştıracak hangi eylemden veya söylemden bahsediyor ki?

Valla araştırdım, ayrıştırmaya-bölmeye  yönelik bir tek söylem bulamadım.  Dahası Syrıza- Tsipras  ülkesinde ırkçı ve ayrılıkçı yaklaşımlarda hiç mi hiç bulunmuyor..

Dolayısıyla...

HDP, ırkçılığı ve ayrılıkçılığı temel politika edinmiş.. SYRIZA ulusal değerlerine sahip çıkarak milli olmanın yanında duruyor. 

HDP'nin Kıbrıs'ta,

Dilleri ayrı, kültürleri ayrı, inançları ayrı, kısaca her şeyiyle  apayrı ve bu anlamda iki halk arasında kanlı çatışmalara giden,  dolayısıyla bağımsız iki devletten oluşan Kıbrıs'ı "birleştirme", ülkesinde ise her şeyiyle bir, et tırnak olmuş ulusunu  ayrıştırma derdine düşmüş...

Daha da ileriye giden HDP,  Kıbrıs'ta kendi askerine "yabancı", "işgalci" deme fütursuzluğuna, ülkesinde ise aynı Mehmetçiğe el kaldırma cüretine giriyor..

Vallahi  baktım Syriza'nın böyle bir derdi yok.. Zira Syriza halkını yoksullaştıran ve bitirme noktasına getiren   IMF ve AB ile hesaplaşma derdinde.. Onun için  Avrupa tedirgin Syriza'dan..

Anlayacağımız...

Syriza ülkesinin bütünlüğünden yana, bizimkisi bölünmeden...

Syriza tek bayrak tek dilden şaşmadan ülkesini düzlüğe çıkarma peşinde,

Bizim HDP, iki dil, iki bayrak diyerek, memleketini bölme peşinde..

Hülâsa...

Emperyalistlerle  birlikte askerine taş, polisine tokat atarak ekmeğini yediği devletine hakaret etmeyi kendine görev edinmiş, öte yandan bölge halkının ağa'lığa, gericiliğe (şeyhlere, şıhlara) teslim edilmesine de göz yummuş HDP...

AB'ye mesafeli ve karşı duran, İsrail'le işbirliğini bitireceklerini, Gazze ambargosunun kalkması gerektiğini savunan  millici duruşuyla Aleksis Tsipras,  laik yönetim olmazsa olmaz diyerek, inanç işlerinin  devlet yönetiminden ayrılmasının farkındalığıyla, İncil üzerine yemin etmeyi reddetmiş SYRİZA

Hâl böyleyken...

Bir yanda kendi ulusunu ve ülkesini savunmaktan yana SYRİZA, 

Öte yandan  kendi ulusunu ve ülkesini  bölmek isteyen HDP

Şimdi bunlar aynı kefeye konuyor, iyi mi?

Kargalar bile güler...


Sevgi ve saygılarımla!


"Haksızlık Karşısında Susan Dilsiz Şeytandır" Hz. Muhammed (A.S)

29 Ocak 2015 Perşembe

Starzburg'da Hukuk Dersi...















"AİHM, İP Genel Başkanı Doğu Perinçek’in, 1915 olaylarına ilişkin "Ermeni soykırımı emperyalist yalandır" sözleri üzerine davalık olduğu İsviçre’nin temyiz başvurusunu Strasbourg’ta görüştü."

Strazburg'da, halkların birbirine düşürülmek istendiği bir davanın (emperyalizmle savaş) mahkemesi görüldü..   Doğu PERİNÇEK savunmasında "İddialar, Türkleri aşağılama aracı!" diyerek dünyaya insanlık dersi vermiştir. Bu davayla birlikte Sn. PERİNÇEK, büyük Türk milletinin dört bir cephede bedeller ödeyerek  kanla çizdiği vatan topraklarının meşruiyetine gölge düşürecek iftiraları, Avrupa mahkemelerinde uluslararası kabul gören evrensel hukukla ortaya çıkararak, tescil etmiştir. 

Ayrıca bu mahkemedeki savunmasını Türkçe ile yapması bizleri son derece gururlandırmıştır.

Dolayısıyla bu davayla birlikte görüldü ki... 

Türk milleti soykırımcı bir millet değildir, bu bir!

Emperyalistlerin bugün olduğu gibi dün de planları doğrultusunda kardeş halklar, birbirleriyle savaştırılmıştır, bu iki!

Artık Türk milletine atılmak istenen bu iftiralar hukuksal zeminde kendine yer bulamayacaktır ve bu konu siyasilerin ve yazarların değil, tarihçilerin işidir, bu da üç! Nokta.

Diğer taraftan...

Mazlum milletlerin davası.. Oscar ödüllerindeki kırmızı halılarda boy gösteren  magazin güzellerine döndü.. Bu ayrıcalıklı sınıfın lükse ve ne pahasına olursa olsun "başarıya" olan bağımlılığın zirve yapmış isimleri arasında yer alan  George Clooney. Ve Clooney'in eşi Lübnan asıllı İngiliz avukat  Amel Remzi Alamuddin, Ermenistan'ı savunanlar arasında yer aldığını gördük.


Anlayacağınız flaşlar bu anlamda da patladı...  Ki bu sayede dünya kamuoyunun daha fazla ilgisine mazhar olsun. Dolayısıyla  daha fazla dikkat çekmenin kurnazlığıyla  Hollywood'un  siyasi arenada kendisini bir kez daha göstermiş olduğunun kanıtını sundu...

" 'Amal sosyeteye yeni giren kız gibi’

Aktör George Clooney'in avukat eşi Amel Alamuddin'in kırmızı halıda beyaz eldiven tercihi modacılar tarafından kırık not aldı" 18 Ocak 2015



Dolayısıyla...

Ha Hollywood, ha CIA.. Yok aslında birbirlerinden farkı..

"DAHA önce eski Ukrayna Başbakanı Yuliya Timoşenko ve Wikileaks Editörü Julian Assange gibi isimleri savunmasıyla dikkat çeken, aynı zamanda ünlü aktör George Clooney’nin eşi Avukat Amal Alamuddin Clooney de davaya müdahil olan Ermenistan’ın hukuk ekibinde yer alıyor." Hürriyet

Neyse bu hanım sözde hukukçu ya..

Mahkemenin konusu "düşünce özgürlüğü" üzerine iken, kırmızı halıların artisti, kendisini stüdyoda çekimlerde filan  zannediyor olmalı ki, başlıyor duygu sömürüsüne..

"Türkler soykırım yaptı" diyor bu sözde hukukçu hanım.

E yuh yani.. Kardeşim sen, "Türkler soykırım yapmıştır" diyeceksin, karşı tarafa (suçladığı kesime) "hayır biz soykırım yapmadık, bu emperyalist bir yalandır" demesine yasak getireceksin öyle mi? Ve sonra da  "hukukçuyum" diyeceksin, öyle mi?  

Geç bu işleri... sen ait olduğun yere dön... 

Ve bu hanımın yeri ve bilgisi mahkeme salonları, hukuk filan değil, malumunuz olduğu üzere  magazin dünyası..

Demek ki para, güç, ünvan.. 

Bu tehlikeli unsurlarla hukuk bir arada olmuyormuş  canım... 

Bu da  "ünlü aktör George Clooney"in  avukat eşi Amal Alamuddin Clooney'e kapak olsun..













Sevgi ve saygılarımla!



"Haksızlık Karşısında Susan Dilsiz Şeytandır" Hz. Muhammed (A.S)

27 Ocak 2015 Salı

Ermeni "Soykırım"ı Bir Yalandır!















Aydınlanma; "insanın, suçlusu olduğu suskunluğundan çıkışıdır."

"TBMM Başkanı Cemil Çiçek, "28 Ocak’ta görülecek Perinçek davası için 3 siyasi partinin temsilcilerinden oluşan bir heyeti Strazburg’a gönderme kararı aldık. TBMM heyeti orada gözlemci olacak" dedi"

Fransa'da "Charlie Hepton"...

"Nous sommes tous Chalie"

Et..

"je suis Charlie"

Bu ne demek? "Hepimiz Şarli'yiz" ve "ben Şarli'yim".

Bu slogan, yakın zamanda Fransa'da meydana gelen tedhiş olayları neticesinde üretildi..

Dolayısıyla...

Hani  Hz. Muhammed karikatürlerinin yayınlanması "fikir özgürlüğü" çerçevesinde değerlendirilmeli diyen "medeni" Batı, iş kendi çıkarlarına dönünce, "bana ne" demeye varan faşist düşünceyle kendisini gösteriyor. Ki Avrupa ülkelerinin parlamentoları, bir bir, Ermeni "soykırım"ı tarihsel bir yalandır demeyi "suç" saymaya başladı..

Peki o vakit... olmayan bir suç önce dayatılıyor, sonra kendini savunmaya çalışan insanlara, "bunun aksini söylemek suçtur" deniyor...

Oh.. ne âlâ memleket.. 

"Hep bana rabbena", öyle mi?

Sana gelince düşünce, fikir özgürlüğü, 

Bize gelince.. Parmak salla "non non non"...

Diyeceğim o ki.. 

Yarın Tüm Türkiye'nin ve Türk ulusunun kalbi Strazbourg'da olacak... Zira İşçi Partisi Genel Başkanı Doğu PERİNÇEK, emperyalistlerin  dayattığı Ermeni "soykırım" yalanını çürütmek için Strazburg'da olacak..

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin en yetkili organında, Türkiye'nin Ermeni Soykırımı yapıp yapmadığı ve "Soykırım olmamıştır" demenin suç olup olmadığı görüşülecek...

Tabii hiç şüphe yok ki yarın, Ermeni diyasporası elinden geleni ardına koymayacaktır.. Zira o diyaspoara ki, Amerika'da bir eli balda bir eli yağda...  Amiyane tabirle  "tuzu kuru" yaşıyor.. Olan halklara oluyor.. Ermeni halkı ve Türk halkını  birbirine karşı düşmanlaştırmaktan başka bir işi olmayan diyaspora, yarın bakın görün ki neler yapacaktır...

Gelelim, Fransa ve diğer Avrupa ülkelerine.. 

Hani Rönesans'la birlikte  aydınlanma yaşayan Avrupa..

Hani ortaçağ zihniyetini yıkıp geçen Avrupa..

Hani bilimin ve aklın öncülüğünü yapan Avrupa..

Nasıl oluyor da düşünceyi ve düşünce açıklamayı cezalandırabiliyorsun?

Nasıl oluyor da konuşmayı suç sayıyorsun?

Nasıl oluyor da savunmayı bile suç sayıyorsun?

Dolayısıyla...

Tüm bunların cevabını yarın Strazburg'dan alacağız...

Ve... Avrupa'da yaşayan Türk halkı eminim ki yarın  Strazburg'a akacaktır.. Tıpkı diyaspora'nın yapacağı gibi..

Bol şans... 

Kalbimiz Starzburg için atacak..

Son olarak bu bağlamda...

Bu millî bir dava...










Nous sommes tous Doğu PERİNÇEK

 Je suis Doğu PERİNÇEK

:)


Sevgi ve saygılarımla!


"Haksızlık Karşısında Susan Dilsiz Şeytandır" Hz. Muhammed (A.S)

26 Ocak 2015 Pazartesi

Kral Öldü, Yaşasın Yeni Kral!













Adı üstünde.. Kral 

35 karısından 57 çocuk sahibi Kral Abdullah.. 

Dahası "ülkede 12 bin prens var... Bunlar doğar doğmaz her birine, 30 bin dolar maaş bağlanıyor" Gazeteci Hüsnü MAHALLİ

O Kral öldü, yerine yenisi artık... 

Entrikalar sonucu gelene bak..

E, "kral" dedik ya.. 

Dolayısıyla...

Kaderine hükmettiği kullarını, kâh kırbaçlatan, kâh öldürten kral... 

Çok değil yakın bir tarihte gündüz vakti üstelik yaya geçidinde  eli kolu bağlı kadının kılıç ile kafası kesilerek idam edilmesine onay veren Kral...

Sahi.. bu olayı IŞİD denen tedhiş örgütü yapsaydı, Amerika ve Batı kendi yarattıkları cellatlarını dünya kamuoyuna ifşa etmez miydi?.. Ama... kadim dostları Suudi Kral olunca, durum değişiyor..  Eh,  vardır bir bildikleri...


Hani insan haklarının o bildik yılmaz  "savunucu"ları  var ya.. Hani her tarafa parmak sallarken, tek Suudi Kralı'na ses çıkarmayan ve "hikmetinden sual olunmayan"  ABD..

Diyeceğim...

Bugün kadınların kırbaçlandığı, insanların kılıçtan geçirildiği Arabistan'da, İslam adı altında yapılan vahşetle, Arap coğrafyası külliyen vicdanını, merhametini, ahlâkını yitirdi.. Ve buraları kontrol altına alan despot yönetimler, kendi adalet ve güvenlik anlayışlarını yaratarak, güç gösterisi ve ego tatminlerini sergiliyorlar...

Netice itibariyle iyiliğin, doğruluğun, dürüstlüğün, güzel ahlâkın, huzurun, adaletin, eşitliğin, kardeşliğin, barışın yaşandığı İSLÂM toprakları değil de,  bombaların patladığı, cehaletin fışkırdığı, her türlü kirliliğin, vahşetin ve kötülüklerin yaşandığı  adres oldu, doğu toprakları...


 Dolayısıyla, temel sorun; bu bölge insanlarının ahlâkını yitirmiş olmalarından kaynaklanmaktadır. Ve İslam'ı bu ahlâksızlıklara "dayanak" olarak göstermeye ça-lı-şı-yor-lar.

Öte yandan, 

* Hamile kadınlar aşağılanarak,  "böyle karınla sokakta gezilmez! Bu terbiyesizlik" ...

* "Kadın erkek bir arada horon tepemez."...

* "6 yaşındaki çocukla nikahlanılabilir"...

* "Her çalışan kadın, gözü doymamış erkek demektir. Çalıştığı için yorgunluğu ve vakit darlığı nedeniyle erkeği ile ilişkisinde kadınlığı arızalıdır. Böyle, fuhuş değil ama fuhuşa hazırlık yapan sürece destek oluyor."

Ve.. "yuh artık" dedirtecek,

* "Annen de olsa, diz kapağının üstü tahrik eder"

Görülmemiş sapkınlığın havada uçuştuğu bir dönemde,











Suudi muhaliflerin Suudi Arabistan'da araba sürme yasağını delen iki kadını "terör suçlusu"olarak  ilan ederken,

Kendisine seçme ve seçilme hakkı tanıyan "Ey kahraman Türk kadını, sen yerde sürünmeye değil, omuzlar üzerinde göklere yükselmeye layıksın." felsefesine dayalı Cumhuriyet için; "Reklam arası" diyen milletvekili hanıma  bu yaşanılan kepazelikler,  ibret olsun..


Sevgi ve saygılarımla!


"Haksızlık Karşısında Susan Dilsiz Şeytandır" Hz. Muhammed (A.S)


24 Ocak 2015 Cumartesi

Çevreci Şirinler


















Şirin şeyler..

Dönem sonu tatilimiz başladı...

Öncelikle birkaç gün önce çocuklarımın göstermiş olduğu bir duyarlılıktan bahsedeyim istiyorum. Zira ilkokul 3. sınıf öğrencisi demeyin.. Bakın o miniciklerin toplumsal duyarlılığı daha şimdiden kendisini göstermeye başladı  bile..

Son derse girmek üzereyiz... Henüz teneffüs zili çalmamışken birkaç öğrencim heyecanla koşarak yanıma geldiler:

- Öğretmeniim ağaç kesiyorlar..

Okulda ağaç olmadığı için üzerinde durmadım önce..

- Nerede kesiyorlar, bakın bakalım..

Biraz sonra topluca bağrışarak geliyorlar...

- Öğretmeniiim ağaçları kesiyorlar..

Konuyu anlamak üzere çantamı aldığım gibi sınıftan çıktım. Neyse.. nöbetçi öğretmene konuyu sordum, "Bir şey yok, otelin bahçesindeki ağaç kesiliyor... Senin çocuklar feryat figan bağırıyorlar.. "

Sınıfa tekrar çıktığımda çocuklarımı ağlarken buldum.

- Öğretmenim ağaçları kesiyorlar..

Bir diğeri:

- Öğretmenim dinle,  bak ağaç kesme makinasının sesi geliyor..

Şaşkın bir halde dinledim, evet ses geliyor. Camdan dışarı baktım, bir şey göremiyorum.. Üstelik etraf karanlık. Bu defa bir şeker yanıma geldi:

- Öğretmenim bu sesi duydukça kalbim ağrıyor...

 Ayy.. bu defa ben de kendimi tutamaz hale geldim... Sarıldı bana...

Ağlayan ağlayana..

- Çocuklar durun bakalım, konuyu şimdi anlarız..

155'i arayarak çocuklarıma böyle durumlarda nasıl davranılması gerektiğini yaşayarak öğretmeye çalıştım. Karşıma çıkan memur beye durumu izah ettikten sonra,

Polis;

- Acaba budama olabilir mi?

Telefonun sesini dışarı verdiğim için konuşulanları dinleyen çocuklar hep bir ağızdan cevaplıyorlar:

- Hayır kökünden kesiyorlar yetişin..

Dahası ağıt seslerine tanık olan Polis bey, "Merak etmeyin ekip yollayacağız..." Bundan önce "konunun muhatabı olan 153'ü ararsanız daha iyi olur." dedi.

Tabii 153'ü de aradık.. Orası kayıt aldı, teşekkür ederek kapattık. Çocuklarım huzursuz..

Bu arada yaramaz mı yaramaz, yerinde duramayan oğlumun dirseği kanıyor, bir yandan da ağlıyor..

- N'oldu sana?

- Öğretmenim, ben kesilen ağaca ağlıyorum...

Derken birkaçı yanıma gelerek:

- Öğretmenim fidan dikelim, n'olur öğretmenim..

Bir diğeri:

- Öğretmenim bir ağaç 100 yılda yetişiyor.. yazık değil mi...

Gürkan:

- Öğretmenim polis olan, ama sırf ağacı koruyan mesleğin adı nedir?
...

Ekip gelmiş, ancak konuyu öğrenemeden paydos ziliyle birlikte çocuklar ağlaya ağlaya evlerine gittiler..

Pazartesi, olayın takibini çocuklarımla birlikte yaptık.

153'ü arayarak, durumu hatırlattık. Beni başka yere aktardılar. Karşımıza çıkan memur hanıma durumu izah ettim. Çocuklarım da hep birlikte "merhaba" dediler. Memur hanım, bu çocukların duyarlılığına teşekkür ederek ilgileneceğini söyledi. Tabii yaşanılan bu duyarlılık karşısında memnuniyetini aynı hassasiyetle  cümlelerine yansıttı...

Çocuklarım konuşulanları dinliyor...

Yaklaşık 1 saat sonra ilgili arkadaşlar (zabıta görevlileri) konuyla ilgilenmek üzere okulumuza geldiler. İdarenin  konudan haberi yok. Gelen memurları bir öğrencim görerek bana haber verdi..

Memurlara durumu izah ettikten sonra çocuklarımla buluşturdum. Memur beyler,  izinsiz ağaç kesilemeyeceğini, şayet böyle davranan olursa bunun cezası olacağını, hassasiyetle anlatarak çocuklarımın gösterdikleri duyarlılığa  teşekkür edip, konuyu araştırmak üzere okuldan ayrıldılar.





















Biz de gerek Büyükşehir Belediyesi'nin bu yaklaşımına, gerekse Osmangazi Belediyesinin çalışanlarına teşekkürlerimizi ilettik.. Yaşanılan bu olay karşısında memurların şaşkınlığını gördüm. Zira  8-9 yaşındaki çocukların, bu denli toplumsal duyarlılıkları hiç şüphe yok ki onları hem mutlu etti hem de şaşırmalarına vesile oldu..

Ve...

Bir dönemi daha alışılmamış bir anıyla noktalamış olduk..

Sevgili çocuklarımın bu yaklaşımını büyük bir mutlulukla anlatmanın haklı gururuyla...

Onları ne çok seviyorum...

:)























Sevgi ve saygılarımla!


"Haksızlık Karşısında Susan Dilsiz Şeytandır" Hz. Muhammed (A.S)

19 Ocak 2015 Pazartesi

İbretle Okuyacağınız Röportaj'ım -2- Günahların Sefilce ve Acıyla Ödenmesi...






"Çocuk evliliklerinde;  "partnerlerden birisi, (çoğunlukla da kız) çocuktur. Bu durum aile veya toplumun bekarete verdiği önemle ilişkilidir. Çocuk evliliğinin diğer sebepleri arasında fakirlik, başlık parası, çocuk evliliğine izin veren yasalar, dini ve sosyal baskılar, bölgesel alışkanlıklar, kadınların para kazanma ve çalışma hayatına katılmada yaşadığı güçlükler gösterilebilir.

Çocuk evliliği, yetişkinlerin çocuklara yönelen, yetişkinlerden cinsel haz almayan bir psikoseksüel bozukluğu olan pedofiliden ayrı bir normdur.

Bazı İslam toplumlarında sivil yasaya göre çocuk evlilikleri yasaktır. 2011'den itibaren Ortadoğu'da çocuk yaşta evlilik yaygınlaşmış; Mısır'da 6 evlilikten 1'i, Yemen'de 3 evlilikten 1'i çocuk yaşta evliliktir. Tecavüz ise suç olarak değerlendirilir ve zina üzerinden cezalandırılabilir. Bazı durumlarda tecavüz suçlusu kurbanla evlendirilerek ceza düşürülür" Vikipedia


Anlaşılan o ki, yaşamda zevkten başka şeylerin olabileceği üzerine tek bir kelime dahi duymadan hayatı yaşayan  geri kalmış toplumların durumları, tıpkı ilgilenilmeyen bir kenarda bırakılan bitkiler gibi onların da bozulduğunu, soysuzlaştığını bu şekilde ortalığa saçılarak görmüş oluyoruz. Dahası eve kapatılan kadınların ve eğitimden uzak töre yapılanmasına bağlı olarak yaşanılan topluluklarda, "suça yatkın" toplumların zemini böyle oluşmaktadır. Zira çocuk gelin Halime ne diyor:

"Bizde gelin kızlar ilk  1 yıl evden dışarı çıkamaz.." Hatta, "annesinin yanına da gidemez"...

Neden 1 yıl eve hapsediliyor, çocuk gelin'ler?!..

Söyleşimize kaldığımız yerden devam ediyoruz:


Halime 5 yıllık "evlilik" yaşamından sonra artık babasının yanındadır ve mutludur. Zira yaşanılan 5 yıllık işkence ve zulmün ardından normal hayata dönmesi başlı başına mutluluk olmuş Halime için...

Halime 17 yaşına geldiğinde yeniden evlenir. Ancak bu defa hediyelerle kandırılarak, ne olduğunu anlayamadan yaptığı "evlilik" gibi değil... Gerçi normal şartlarda 17 yaş da çocuk,  ama Halime'nin bu saatten sonra bu durumu sorgulayacak ne hali var, ne de gücü.. Dolayısıyla bu evliliği ilk önce onaylamak istemese de sonradan, Halime'ye köyden uzaklaşacağı söylenilince  kabul etmiş bu evliliği.. Zira evleneceği adam askerdi. Ve sürekli yeni çevrelere katılacak, yeni yeni insanlar tanıyacaktı.  Öyle de olmuş. Despot bir hayatın ardından,  artık yepyeni bir çevreyle, yepyeni bir hayata adım atmıştı Halime. Ona saygı duyan ve seven bir çevrede yaşamaktan da çok mutluydu.  En önemlisi de kocası Halime'yi hem seviyor, hem de sayıyordu... 

Eşi kendisinden 8 yaş büyüktü. Çocuğuyla birlikte kabul etmiş "ben çocuğuna bakarım" demişti. Halime'de kocasını sevmişti. Ancak Halime bir anneydi ve çocuğunun hasretiyle yatıp kalkıyordu.

Halime Hanım, 1,5 ay çocuğundan ve ailesinden  ayrı, kocasıyla sıkıntısız bir hayat yaşasa da, hiç mutlu olmadığını anlatıyor:

Neden mutlu değilsin?

Oğlumu çok özlüyordum.. Annem onu bana vermedi. "Kızım sen yeni evlisin; çocuğa biz bakarız, sen rahatına bak.." diyerek , çocuğumdan ayrı düştüm. Her gün, ama her gün ağlıyor, ana yüreğim sızım sızım sızlıyordu.. Kocam ne zaman eve gelse, beni ağlarken buluyordu.. Artık dayanamadı; ve beraber gidip çocuğunu alalım... Ona ben babalık ederim, yeter ki üzülme" dedi. Böylece ilk fırsatta oğlumu alarak, evimize getirdik.. 

* Annen, baban ne dedi, bu işe?

Annem bana çok kızdı. Hatta küstü. Adeta çocuğumu paylaşamaz duruma gelmiştik.  Ama sonunda  oğlumla beraberdik artık.. 

* İlerleyen yıllarda evliliğinde  bir problem oldu mu?

Hayır hayır.. hiçbir problemle karşılaşmadım. Hatta ilk zamanlar oğlumu başka odada yatırıyordum, hani kocam belki istemez diye.. Ancak oğlumu kendi odamıza getirmemi kocam istedi. Dolayısıyla bundan böyle  her şey normalleşti... 

* Bundan sonra neler oldu?

Evliliğimin ilk 10  yılında, çocuğum olmadı. Ben hep üzüldüm ve kaygı duydum. Ama kocam, buna aldırış etmiyordu. Bana da "Niye üzülüyorsun? Bak 1 tane çocuğumuz var ya.." diyerek beni gerçekten "hoş" tuttu. Beni çok sevdi, "çocuğumuz olmazsa da olmasın" dedi. Buna rağmen ben, "çocuğum olmuyor" endişesi ile sürekli doktorlara taşındım. O zaman Fransız sömürgesi altında olduğumuz için Fransız doktorlara gittim... Sonra 4 çocuğum (3 kız, 1 erkek) daha oldu.

Tecavüzcü "koca"dan olan çocuğun, babasıyla hiç görüştü mü?

Evet. Her sene köye gittiğimde oğlumu babasına gönderiyor, elini öpmesini istiyordum. Biz hepimiz aynı köyün insanıydık... Bir gün o, işi için bizim bulunduğumuz şehre gelmiş ve oğlunu görmek için evimize gelmek istemişti. Onu evimde istemedim. 

 Evliliğimin  5 yılı ve 2. evliliğimin ilk 1.5 ayı benim için ızdırap doluydu...

* Fas'ta yaşanılan çocuk gelin "evlilik"lerini Fas halkı İslâm geleneği olarak mı değerlendiriyor? Yani bu sapkınlıkları  nasıl değerlendirirlerdi?

Böyle şeyleri konuşamazdık. Korkardık. Kız çocukları okumaz, evde de öyle söz sahibi filan değildi. Hiçbir şey bilmiyorduk. Ne derlerse onu yapmak zorundayız... 

Anlaşılan o ki  bu sapkınlıklar, bir geleneksel davranış olarak onların yaşam biçimleri olmuş. Zira köyde genel anlamda tüm çocuklar aşağı yukarı bu yaşlarda evleniyormuş. O halde gördüklerini işleyen ahali için bu yaşanılanlar "normal" sayılırmış..

* Çevrende bekar genç erkeklerin çocuklu dul kadınlarla evlenmesi sorun olmaz mıydı?

Hayır. Bizde çocuklu dul kadınla evlenmek hiçbir zaman sorun değildi.

Demek ki herkes çocuk yaşta evleniyor ki, bu durum "normal"leşmiş Fas'ta.

Diyeceğim,  sapkınca, akıl almaz, şaka gibi gelen "nakli" davranışlar, günlük olaylarla doğrulana doğrulana, sonunda bakıyoruz ki birden gerçeğin ta kendisi oluvermiş..  Çocuk Halime'nin yaşadığı toplumda da insanlara acı çektiren bu korkunç sapkınlıkları sorgulamak yasak'mış.

Halime Hanım, yaşamının bundan sonrasını mutlulukla anlatıyor. İlk çocuğuyla bir arkadaş, hatta sırdaş olmuşlar. Halime Hanımın eşi de oğlunu diğer çocuklarından ayırmadan mutlu bir aile hayatı sürdürmüş. Çocuklarının hepsini okutarak, kendi yaşadıkları eziyetten uzak, erkek-kadın ayırımı gözetmeksizin baskı ortamından uzakta yetiştirmiş. Rahmetli eşinin hayat boyu tek isteği, çocuklarını okutarak, kendi ayakları üzerinde duracak bir iradeye sahip, özgür bireyler olarak yetiştirmekmiş. Ve bunu başarmış olmanın haklı gururuyla Halime Hanımın çağdaş eşi, çocuklarına fırsat bulduğu her ortamda söylediği ve bugün bizim için de geçerli olan o cümleyi paylaşıyor benimle:

"Siz bu televizyon dizileriyle oyalanırken, onların çocukları okuyup, Amerikalarda eğitim alarak, sizleri yönetmek üzere yetiştiriliyorlar. Siz de bunlarla oyalanın durun.."

İşte tüm mesel bu.. 

Halime Hanım'ın rahmetli eşi bugünleri önceden görmüş... O sebeple "okuyan insan her şeyi başarır" düsturuyla çocuklarını yetiştirmiş..

* Eski "koca"n hakkında bir bilgin var mı?

Evet. Bana eziyet eden eski kocam ve görümcem, ikisi de aynı hastalıktan öldüler. Affedersin, yedikleri yemek karnından fışkırıyordu.. Eski kocam ve görümcem acı çeke çeke öldüler. Hatta görümcem ve kocam ölürken benden helâllık istemişler

"N'olur gelsin bir görelim.." 

Gittin mi?

Evet gittim. Ölüyorlar.. Yatağa düşmüş o haldeki insanı affetmek boynumun borcuydu. 

Affettim.


Kim bilir... 

Günahların sefilce ve acıyla ödenmesi böyle bir şey olsa gerek...


-BİTTİ-

Halime Hanımın ibretlik yaşamı, modern çağdaş Türk ulusuna ithaf olunur...

Bu söyleşiyi (Ağustos 2014) gerçekleştirmeme vesile olan başta sevgili arkadaşım Zehra ÖZTÜRK'e  katkılarından dolayı teşekkür eder ve değerli annesi Halime Hanım'a saygılar sunarım...



Ve yine...

 Bu yaşam öyküsünün ana konusu olan sapkınlığı adet edinmiş sapıkların   "din" adıyla yapılan birsürü kötülüğü  bizlere reva gören "hoca"ya,  sapkınlığı savunanlara dolayısıyla dine zarar verenlere ve İslâm'ı  itibarsızlaştıranlara,  

Hülasa,  Müslümanlığı sapkınlıkla özdeşleştirenlere Kur'an Müslümanı olarak cevabım; Yüce Kitabımız Kur'an kelâmıyla  olacaktır:

"Nice kentlerin halkı Rablerinin ve O'nun elçilerinin emrinden uzaklaşıp azdılar. Bu yüzden kendilerini çetin bir hesaba çektik ve görülmedik bir azaba çarptırdık." Talâk Sûresi, 8. Ayet


Sevgi ve saygılarımla!


"Haksızlık Karşısında Susan Dilsiz Şeytandır" Hz. Muhammed (A.S)

14 Ocak 2015 Çarşamba

İbretle Okuyacağınız Röportaj'ım -1- "İşi Bitince Giyinip Odadan...."




"Mutlu günler!.. Evet, çocukluğun bir daha geri gelmeyecek mutlu günleri!.. O günleri sevmemek, yâd etmemek mümkün mü?.. İşte bu anlar ruhumu tazeleyip yüceltiyor, benim için en derin zevk kaynağı oluyor. 

Ne tuhaf!.. Çocukken yetişkinlere benzemeye çalışırdım. Oysa şimdi çocukluğa değil ama o çocukluk günlerine dönmek istiyorum.

Geri gelir mi şimdi ruhu tazeleyip yücelten, en derin zevk kaynağı olan bu günler? Çocukluğun verdiği o başıboş canlılık, çocukluk sevgilerinin gücü, tasasızlık?.. Yaşama lezzet katan masum bir neşe, sonsuz bir sevme gereksiniminin çocukluk çağından daha üstün olduğu bir dönem olabilir mi? Nerede o ateşli yakarışlar? Nerede en değerli armağan, duygusallığın o arı gözyaşları? Koruyucu meleklerin gelip bu yaşlı gözleri sildiği saf, tatlı düşler nerede?

Acaba yüreğimde bu gözyaşlarımı, kendimden geçercesine duygulanmaları bir daha hissedemeyecek kadar derin izler mi bıraktı yaşam? Yoksa bunların sadece düşleniyor olması mı güzel?..Tolstoy, Çocukluk, sf:81-84

Faslı arkadaşımın henüz 10 yaşındayken evlendirilen annesinin yaşam hikayesidir bu söyleşi..

"Sosyal Doku Vakfı Başkanı Nureddin Yıldız, katıldığı bir programda "küçük çocuklarla evlenilebileceğini" söyledi. 

Nureddin Yıldız, "7 yaşında bir kız çocuğu, 25 yaşında erkek çocuğu ile veya 7 yaşında bir erkek çocuğu, 25 yaşında bir kız ile nikahlanabilir. Nikahlanmalarında sakınca yoktur. Evlilik için bir yaş söz konusu değildir. 10 yaşında, 7 yaşında, 6 yaşında nikaha engel bir durum yoktur" dedi." 10 Ocak 2015


Ne yazık ki 21. Yüzyılda cahiliye dönemini belki de ikiye katlayacak ve de aratmayacak bir sapkınlıklar dizisiyle  yatıp kalktığımız bugüne ibret olacak gerçek bir hayat hikayesidir bu.. Dolayısıyla kâh gülerek, kâh hüzünlenerek, kâh canım yanarak dehşet içerisinde  yaptığım söyleşiyi bugün yaşadığımız akıl almaz sözde "fetva" ile kıyaslandığında insanın aklını, vicdanını, yüreğini derinden sarsıyor.. Üstelik  her gün bu küçük çocuklarla  birebir geçirdiğim zamanı da eklediğimde...  O masum ve hiçbir şeyden habersiz olarak kendi dünyalarında cıvıl cıvıl konuşan, gülen, koşan.. miniciklerimi bekleyen tehdit ve tehlikeler aklıma geldikçe içimin ürpererek vicdanımın kanadığını, ruhumun isyan ettiğini görüyorum. 

Dolayısıyla  okuyuculardan, bu yazıyı okurken lütfen, en yakınlarını  düşünerek  empati kurması dileğimdir.   Ki  bu açıdan bakılarak da bu söyleşiyi tarihe not düşmek üzere paylaşmak istiyorum.

Sevgili Zehra, hem tercüman, hem hikayesini aktarmaya çalıştığım  Halime hanımın öz kızı, hem de  bu hayat hikayesinin  bir bölümünün yakın tanığı olarak, toplumsal hizmete yönelik bu söyleşiye  katkı sağlamıştır.  Bundan dolayı kendisine sevgilerimi sunarım...



Halime... ince uzun, kara gözlü şeker mi şeker bir kadın. Derin çizgilerle kaplı yüzündeki,  ilk bakışta sürmeli gözleri dikkat çekiyor. Yılların verdiği yaşanmışlık dolu hayatına rağmen,  yumuşak bakışları arasındaki hoş sohpeti ile yaşamının bu ibretlik bölümüne inat, neşeli bol kahkahalı anlatımları bundan sonraki hayatının mutlulukla geçirdiğinin yansımasıydı..

Dünya tatlısı  "çocuk gelin" Teyze'm...  Fas, Marakeş'in bir köyünde yan yana dizili üç tane konak tipi evlerden birinde  yaşayan, hali vakti yerinde bir ailenin tek kızıymış, Halime.  Ve  henüz  10 yaşında bir çocukken sokaktan alınıp çarşafa sokularak 30 yaşın üzerinde, kocaman "dev yapılı" bir adamla evlendirilmiş.. Bu evllilik, özellikle karşılıklı olarak  ailelerin zenginliği üzerine kurulmaya çalışılmış olsa da, vahşet, ızdırap ve acı dolu bir sonla noktalanıyor. Gerçi Halime'nin annesi de o yaşlarda evlenmiş.. dahası bu yaşlarda evliliği benimseyen  bir toplumun bireyidir.. Hani..  toplumlardaki azgınların ne yazık ki  tutkularının doyumuna bir türlü erişemediği için, bencil kişiliklerinin  ayıplı arzularını  "din"le örtmeyi"adet" eden sapıklar  var ya..  

Tıpkı bugün aynı azgınların sapkın tutkuları için  -"din"i kullanıp cahil insanları yanıltarak- ortaya attıkları sapık düşünceleri  gibi..  Zira  "Bilimsel" akla dayalı eğitimin karşı kutbunda meşruiyetini "gelenek"ten  alarak, bağnazlığını sürdürmeyi dincilikten ve ondan beslenen feodal yapılanmalardan alır. 

Dolayısıyla söyleşimizi, buradan yola çıkarak sürdürüyoruz:

Halime'yi 10 yaşında babasından istemeye, bol bol hediyelerle gelmişler.. Halime'nin babası da zengin bir ev diye, kabul etmiş...  10 yaşına kadar sokakta arkadaşlarıyla oynayan Halime, o andan itibaren arkadaşlarından ayrılıp eve kapanmış... Bundan böyle annesiyle birlikte mutfakta yemek yapmaya başlamış...

Peki bu olaya hiç tepki vermemiş mi Küçük Halime? Şüphesiz ki anlamadığı bu işlere her çocuk nasıl tepki verirse o da ağlayarak korkusunu dile getirmiş aslında.. Ancak Halime'nin üvey ablası  babasına "Halime bu işi istemiyor" dediğinde, babası  "Eğer Halime benim sözümü dinlemezsen sonu kötü olur.." diyerek bir tokatla iknaya zorlamış Halime'yi...

Halime'nin annesi de Kur'an hocası iken 10-12 yaşlarında evlenmiş. 2 kızı olduktan sonra 2. evliliğini yapmış. Dolayısyla annesinin de pek fazla söz hakkı olmamış, Halime'nin evliliği üzerine.. Evde herkes babadan korktuğu için kimse karşı çıkamıyor.. Halime'ye gelince sessiz sessiz ağlayarak ne olduğunun ve ne olacağından habersiz bu evliliği çaresiz kabulleniyor... Dolayısıyla ona ne komut veriliyorsa onu yapmakla hayatı öğrenmeye başlamış..

 Hâl böyleyken  boyundan büyük işlerin altına girmeye çalışan Halime'nin bedeni de buna müsait değil. Zira Halime vücut olarak da çelimsiz.. Dolayısıyla bırakın görüntü olarak "büyük" olmayı, daha adet bile görmeden kocaman adama kadınlık yapmaya   gitmiş çocuk  Halime..

"Her şey baştan çok güzeldi" diyor. Tıpkı evcilik oynar gibi hayatı öyle algılıyor. Ve  onu, "şöyle otur, böyle yap" diye talimatlar vererek hayata ve evliliğe  alelacele hazırlamaya çalışıyorlar elbirliğiyle.. E, zaten  Halime'nin annesi de o yaşlarda evlenmiş, kim bilir annesinin annesi de öyleydi.. Derken "geleneksel" bir hâl almış, bu hayasızlıklar...

* Nasıl tanıştınız demiyorum, nasıl oldu bu iş?

"Koca" olacak adamın annesi düğünlerde, sokaklarda görmüş..

Önce söz sonra nişan oluyor. Önceleri bir şey anlamamış Halime.. Sanki bir oyun gibi geliyor.

* O dönemde herkes mi bu yaşta evleniyordu?
Çoğu o yaşta evleniyor.. 

Dedim ya, bu evlilik  baştan bir oyun gibi gelmiş  Küçük Halime'ye.. Taa ki, düğün bitip herkes evine dağıldıktan sonrasına  kadar..
* Bize düğünü ve düğün gecesini anlatır mısın?

Düğünden hiçbir şey anlamadım, gelinlik giydim... 

Baştan her şey çok güzeldi, çok hoşuma gitti. Oyun oynar gibiydim. Yemekler, eğlenceler.. Düğün tam 7 gün sürdü. Kadınlar, erkekler ayrı ayrı yediler, içtiler, oynadılar... Derken  herkes birer birer evlerine gitmeye başladı. Sonra beni ablam  odama getirdi. Ben de  çeyiz sandığımın yanına gittim. Korkudan sandığa girerek,  saklandım. Ama nafile.. 

 Sonra avazımın  çıktığı kadar dehşetle "ablaa! Ablaa gel!" diye  bağırmaya başladım.  "koca" denen "dev adam" başladı soyunmaya. O soyundukça ben daha çok  korkuyordum.  "Abla! abla..!" diye feryat ettim..  Derken "sus!" diye bağırdı.  Ardından benim de  soyunmamı  emretti. Bu arada "abla abla" diye bağırıyorum, çünkü, o abla beni hazırlayarak odaya getirdi. Onun için aklımda o kaldı. 

Acısını unutmadım.. çok kanama oldu.. Nasıl anlatsam  o anda karşımda bir dev vardı.. hani o dev zorla bir yere girmeye çalışır ya..  O anı hiç unutamıyorum, Çünkü canım çok yandı.. İşi bitince giyinip, odadan çıktı ve gitti. Kapıda çarşaf bekleyenler bir  anda içeriye girerek kanlı çarşafı aldılar. Ve elden ele dolaşan çarşafla, benim "kız oğlan kız" olduğumu cümle aleme göstermek üzere alıp gittiler.. O çarşaf anneme de gitti.. Sonra üvey ablam (Halime'nin annesi  iki evlilik yapmış. İlk evliliğinden 2 kızı olmuş. T.G.) geldi, benimle yattı.

Çok şükür... 10 yaşındaki Halime, "kız" çıktı.. Dolayısıyla küçük Halime baba evine gitmekten kurtuldu...

İlk bir hafta, bir gün "koca" ile, bir gün ablası ile yatmış Halime.  Zira çok kanaması ve ağrısı  olduğu için birer gün ara ile yatırmışlar.. Üstelik  "bir şey olmaz, böyle olur..." diyerek... Ve  sonraki günler acı çeke çeke cinsel ilişki devam etmiş.

10 yaşındaki Halime, bundan sonraki hayatını sokakta oyun ya da baba evinde arkadaşlarıyla evcilik oynayarak çocukluğunu yaşayarak değil, "koca" evinde "kadın"lık yaparak sürdürüyor... 


*Adet görüyor musun?

Hayır. 13 yaşımı doldurduktan sonra, yani evliliğimin 3. yılının  sonunda gördüm. Bir gün kanamam oldu, doğru  kayınvalidemin yanına giderek; "Anne bana bir şeyler oluyor, ölecek miyim yoksa?.." dedim. Kayınvalidem bana çok iyi davranıyordu. "Dur kızım sana anlatayım. Bak sen adet görüyorsun..." diyerek o vakte kadar bilmediğim, ve de kimsenin de bana anlatmadığı şeyi evliliğimin 4. yılında yaşayarak öğrendim.. Kayınvalidem hemen bana bezler dikmeye başladı... 
* Evde "koca"n sana nasıl davranıyordu?

Hiçbir şey söylemez, konuşmazdı.. Arada "nasılsın?" derdi.. Bunun dışında çok sinirli ve öfkeliydi.. Gece yatağa gelir, işi bitince çekip giderdi. Kendisi tekstil işleriyle uğraştığı için Marakeş'e gider 1 hafta filan gelmezdi. Çok sevinirdik.. (Kayınvalideme de eziyet ederdi.) Keşke hiç gelmese derdim.. 
*Peki, biliyorum  o zaman çocuksun ama, yine de sormak istiyorum: Kıskandığın oldu mu?

Kıskançlık nedir bilmezdim ki.. Bilsem de kıskanmazdım. Çünkü işkence (cinsel ilişki benim için bir işkenceydi) görüyordum. Kendisi paralıydı. Arkadaş çevresi çoktu.. Her akşam arkadaşlarıyla kağıt oynar, ben çocukla yetinmez, çeşit çeşit kadınlarla birlikte olurdu. Çapkın ve hovardaydı.. Bu arada ben onun ikinci karısıydım. İlki teyzesinin kızıymış, hamileyken dayanamamış baba evine gitmiş. Çocuğunu da baba evinde doğurmuş. 
* "Koca"nı sevdin mi?

Hayır hayır.. O çok fenaydı. Ondan çok korkuyordum.. Evden gidince "oh..!" diyor, rahatlıyordum.. 

Bu cümleyi söylerken bile, sanki Halime Teyze o günleri yaşıyormuş gibi gözleri inanılmaz öfke dolu oluyordu..
* "Koca"nla ne konuşuyorsun?

Ben ondan korkuyorum, hiçbir şey konuşmazdık. Yemek yer sonra yatar. Ben de hep korkuyordum, hep uyusun isterdim. Dayak da atardı.. Çok sinirliydi.. Mesela çay ister, biraz gecikse dayak yerdim. Komşular anneme söyledi, "dayak yiyor" diye.. Bir defa babam beni aldı götürdü, "sen benim kızımı nasıl döversin.." diye. Sonra köyün ileri gelenleri ile birlikte gelerek babama yalvardı, "bir daha olmayacak" diye beni aldı götürdü.. 
* Annenin yanına gitmez miydin?

Hayır. Bizde baba evine bir yıl gidilmez. Hatta gelin, bir yıl evden dışarıya çıkmaz. Hiçbir yere gitmez. Ama annem her cuma benim sevdiğim yemekleri yapar ağabeyimle gönderirdi.. 

Görümcem  beni hiç sevmedi.. Onun yüzünden çok dayak yedim. Bir gün, yemek yaptım; görümcem içine özelikle fazlaca tuz atmış. O da, "bu yemek tuzlu olmuş" diye güvecin kapağını yüzüme fırlattı. Ön dişim kırıldı. Evde talimatları  görümcem  verirdi...  Her şeyi görümcemin talimatıyla yapıyordum.. 

Adet gördüğüm zaman hamile kaldım. İlk çocuğum öldü. Sonra ardından ikinci kez hamile kaldım. Bir oğlum oldu. Loğusayken annem bana et yemekleri gönderiyor, görümcem, onları bana vermediği gibi  zeytinyağı ile kuru ekmek verirdi. Sütüm açlıktan olmadı. Bu arada ben hamileyken kocam başka bir kadınla sürekli ilişki halindeymiş. Sonra bu kadını üzerime kuma olarak getirdi. Bana gelen yemekleri ve çocuğa gelen hediyeleri ona götürüyor görümcem. Bu durumu anneme, komşular  söylemiş. Annem "kızım gel" diyor, ben de "hayır oğlumu babasız büyütemem " diye reddediyorum. Sonra kumayı duyunca babamın evine gittim. Oğlum 7 günlüktü. Babam "hiç merak etmesin kızım ve oğlu için nafaka istemeyeceğim. Ona ben oğlum gibi bakarım. Bizi rahat bıraksın" diye haber saldı. Birkaç kez "karımı, oğlumu istiyorum" filan dese de onun da çok istekli olmadığı belliydi.. Artık babamın evindeyim ve  çok mutluydum...

-Devamı var-

Sevgi ve saygılarımla!

"Haksızlık Karşısında Susan Dilsiz Şeytandır" Hz. Muhammed (A.S)