29 Aralık 2008 Pazartesi

"Noel Ağacı" Bizim Kültürümüz mü?











Yeni bir yıla girmeye artık neredeyse saatler kaldı. Eski bir yılı daha geride bırakıp, yepyeni bir yılın heyecanını ve coşkusunu içimizde hissediyoruz. Bu defa yeni yılda sağlık, mutluluk ve güzel günlerin özlemini her geçen yıldan daha çok beklediğimiz bir gerçek. Zira, yaşadığımız bu ağır günler insanlığın gerçek anlamda acılarla dolu ve kaygılı bir yaşamın eşiğinde olduğunun resmidir.
*
********
*
Bu bağlamda yılbaşı akşamını biz böyle algılıyoruz. Bu niyetle de çeşitli şekilde eğlenceler düzenleyip yeni yılı karşılamaya çalışırız. İşte tam bu noktada yıllarca beynimize kazınan gizli bir misyonerlik var. İnsanlarımız masumane anlayışla sessiz sedasız farkında dahi olmadan, kültürümüzde olmayan -noel ağacı- anlayışını çoktan kabullendi bile. Nasıl kabullenmesin ki! Alış veriş merkezlerinin hemen hepsinde dev çam ağaçları, mağazalarda, vitrinlerde, "noel baba" artık vazgeçilmez bir anlayış haline geldi. Zira ülkemizde kültürel tahribata, kimlik bunalımına yol açan, yeni yetişen kuşakları kendi öz değerlerinden ve geleneklerinden koparıp onların değer ve inanç sistemlerine sıcak bakmaya ve giderek onları benimsemeye götüren bu “ Noel ağacı süslemeleri, Noel baba’nın hediye bırakıp gitmesi vs.” gibi adetler işte bu şekilde hayatımıza girmektedir. Nitekim, müziğimiz, dilimiz de böyle yok edilmiyor mu?
*
********
*
Buradan bizim kültürümüzde olan hangi olgu şimdi yaşatılıyor? Tüm bunların yerini Batı'nın kafamıza kazıdığı anlayışlar aldı. İşte tüm bu anlayışlar yavaş, yavaş basın (özellikle televizyonlar), sinemalar, diziler, reklamlar ve diğer görsel araçlarla başarıldı. Oysa ki bakınız zengin kültürümüz ve değerlerimizle aslında Batı'nın bizlere kıskanarak baktığı o kadar çok hazinelerimiz var ki!.... Bizim Mevlana'mız var; Yunus Emre'miz var. Nasreddin hocamız, Pîr Sultan Abdal'ımız, Ahmet Yesevi, Hacı Bektaş-ı Veli, Hacı Bayram Veli'miz var. Say say bitmez daha nice değerlerimiz var!
*
*******
*
Özetle gerek coğrafik koşulların etkisiyle, gerekse kültürel birimkimlerimiz ve inanç zenginliklerimizle toplumsal olarak örf ve adetlerimizin yüksek düzeyde olduğu bir gerçektir. Tüm bunları çok dikkatle ve titizlikle koruyarak yaşatmak hepimizin görevidir. Zira bunlardan uzak bir başkasının gerek inancını, gerekse de kültürlerini benimseyip yaşamaya kalkmak tamamen bir TAKLİTÇİLİKTİR!!! O halde çocuklarımız da bunun farkına vardıklarında kendilerinde eziklik hissederek aşağılık kompleksine girecekleri kaçınılmazdır! Özgüvenleri olmayacaktır! Kimlik ve kişiliklerinde güven bunalımı yaşayacaklardır! Köklerine olan saygıları tamamen sarsılarak, onlardan UTANÇ duyacaklardır! Batı'ya karşı hayranlıkları her geçen gün biraz daha artarak onları her zaman bir "efendi" olarak algılayacaklardır!!! Hani ne derler "görmüş göndermiş" diye bir tanımlama vardır. İşte biz nasıl bu tanımlamaya "köklü geçmiş" anlayışıyla bakarak saygı besliyorsak, kendi örf, adet ve geleneklerimizin zenginliğini farkederek ve ettirilerek yetiştirdiğimiz nesiller de, o denli şahsiyetleri sağlam, öz güvenleri yerinde, saygın kişilikte olacaklardır. Bu meziyetlerin verdiği ruhsal doygunlukla gururlanmayı ve onur duymayı da kimliklerinde yaşayacakları kesindir.
*
******
*
Unutulmamalıdır ki, taklitler hiç bir zaman asıl olanın yerini alamazlar. Türk milleti olarak köklü bir geçmişimiz var. Devlet geleneğimiz de keza aynı şekilde. Kültürel değerlerimiz ise inanılmaz zenginlik taşıyor. Millet olarak yaşadığımız ortak değerlerimizin oluşturduğu kutlanacak bir çok bayramlarımız ve özel günlerimiz var. Mesela hemen bir örnek vereyim; içinde bulunduğumuz bu ay MUHARREM ayı!..Yeter ki yaşatmasını ve yaşamasını bilelim. Tabii ki kendi kimlik ve kişiliğimizden uzaklaşmadan, kimseye özenmeden ve taklit etmeden evrensel anlamda özel günleri - Yılbaşı kutlaması gibi- de yaşayarak, büyüklüğümüzü ve katılımcılığımızı göstermesini de biliriz! Öteki türlü kendi kültürümüze aşağılayarak ve utanarak bakılması tamamen emperyalizmin bir planıdır. Amerika kıtası 1492'de keşfedildi!!! Biz ise bu tarihten önce 1453 tarihinde bir dönemi kapatıp, yeni çağlar açabilen büyüklükte bir geçmişe sahibiz!!! Kim, kime ne öğretmeye kalkıyor? Bırakınız 1453 tarihini ondan önceki geçmişimiz ve tarihimiz bizlere yeterince gurur ve onuru yaşatmaktadır!
*
*******
*
Bu vesileyle 2009 yılının tüm insanlığa özellikle İslam dünyasına, kan ve gözyaşından uzak, barış ve mutluluk; güzel ve yalnız ülkeme de birlik ve beraberlik içerisinde huzur getirmesini diliyorum. Sevgi ve saygılarımla!

27 Aralık 2008 Cumartesi

Millî Şairimiz Mehmet Âkif Ersoy'u Unutmayacağız!







İstiklâl Marşı'mızın Yazarı ve Millî Şairimiz; Mehmet Âkif Ersoy'un aramızdan ayrılışının bugün 72. yılı. 1873 / 1936

*******

Mehmet Âkif Ersoy Mayıs 1920'den sonra Kurtuluş Hareketi'ne fiilen katılır. Konya'da çıkan bir isyanı bizzat yerine giderek bastırılmasına yardımcı olur. Bundan sonra mücadelesini Ankara ve çevresinde sürdürür. 19 Ekim'de Kastamonu Nasrullah Camii'nden verdiği vaaz, Kurtuluş Savaşı'nın desteklenmesi bakımından önemlidir. Mehmet Âkif burada, Devlet-i Aliye'nin düştüğü kötü durumu, Sevr Antlaşması'nı kabul etmenin Türk milletini esarete mahkum edeceğini bütün açıklığıyla anlatır. Bu konuşma, o sırada Ankara'da basılmakta olan SEBİLÜRREŞAD Dergisinde çıkar. Bu konuşmanın, halkın büyük bir şevkle Millî Mücadele'ye katılmasında önemli rol oynar.

*********

Mehmet Âkif, 25 Aralık 1920'de Burdur Mebusu sıfatıyla Türkiye Büyük Millet Meclisi'ne seçilir. 12 Mart 1921'de TBMM'de, İSTİKLÂL MARŞI bütün milletvekillerinin oyu ile birinci seçilir ve Millî Marş metni olarak kabul edilir. Ersoy, Millî Marş için önceden teklif edilmiş olan o zamanlar için oldukça önemli bir meblağ sayılan 500 lirayı da Türk Ordusu'na hediye eder.
SAFAHAT / Akçağ Basım


"Kim Müslümanların derdini kendine mal etmezse, onlardan değildir" Hadis-i Şerif

Müslümanlık nerde! Bizden geçmiş insanlık bile...
Âlem aldatmaksa maksat, aldanan yok, nâfile!
Kaç hakikî Müslüman gördümse: Hep makberdedir;
Müslümanlık, bilmem amma, galiba göklerdedir!
İstemem dursun o pâyansız mefâhir bir yana…
Gösterin ecdâda az çok benzeyen bir kan bana!
İsterim sizlerde görmek ırkınızdan yâdigâr!
Çok değil ancak! Necip evlâda lâyık tek şiâr.
Varsa şayet, söyleyin bir parçacık insâfınız:
Böyle kansız mıydı – Hâşâ – kahraman eslâfınız ?
Böyle düşmüş müydü herkes ayrılık sevdâsına?
Benzeyip şîrâzesiz bir mushafın eczâsına,
Hiç görülmüş müydü olsun kayd-ı vahdet târumâr?
Böyle olmuş muydu millet can evinden rahnedar?
Böyle açlıktan boğazlar mıydı kardeş kardeşi?
Böyle adet miydi, bî-pervâ, yemek insan leşi?

*******

Irzımızdır çiğnenen, evlâdımızdır doğranan!
Hey sıkılmaz! Ağlamazsan, bâri gülmekten utan!…
“His” denen devletliden olsaydı halkın behresi:
Pâyitahtından bugün taşmazdı sarhoş nâ’rası!
Kurt uzaklardan bakar, dalgın görürmüş merkebi,
Saldırırmış ansızın yaydan boşanmış ok gibi.
Lâkin aşk olsun ki, aldırmaz da otlarmış eşek,
Sanki tavşanmış gelen, yahut kılıksız köstebek!
Kâr sayarmış bir tutam ot fazla olsun yutmayı…
Hasmı, derken, çullanmışlar yutmadan son lokmayı!..

******


Bir hakikattir bu, şaşmaz, bildiğin üslûba sok:
Hâlimiz merkeple kurdun aynı, asla farkı yok.
Burnumuzdan tuttu düşman, biz boğaz kaydındayız!
Bir bakın: Hâlâ mı hâlâ ihtiras ardındayız!
Saygısızlık elverir… Bir parça olsun arlanın:
Vakit çoktan geldi, hem geçmektedir arlanmanın!
Davranın haykırmadan nâkûs-ı izmihlâliniz…
Öyle bir buhrâna sapmıştır ki, zirâ haliniz:
Zevke dalmak şöyle dursun, vaktiniz yok mâteme!
Davranın, zîra gülünç olduk bütün bir âleme,
Bekleşirken gökte yüz binlerce ervâh, intikam;
Yerde kalmış, naşa benzer kavm için durmak haram!
Kahraman ecdâdımızdan sizde bir kan yok mudur?
Yoksa: İstikbâlinizden korkulur, pek korkulur!
13 Haziran 1329 (1913)

********

"Kimin bu dünyada gözü kapalı ise âhirette de kapalıdır, hatta oradaki şaşkınlığı daha ziyâdedir." İsrâ, 72
SAFAHAT; Sf:324 / 325

Zulmü alkışlayamam, zalimi asla sevemem;
Gelenin keyfi için geçmişe kalkıp sövemem.
Biri ecdadıma saldırdımı,hatta boğarım!...
-Boğamazsın ki!
-Hiç olmazsa yanımdan kovarım.
Üç buçuk soysuzun ardından zağarlık yapamam;
Hele hak namına haksızlığa ölsem tapamam.
Doğduğumdan beridir, aşığım istiklale;
Bana hiç tasmalık etmiş değil altın lale!
Yumuşak başlı isem, kim dedi uysal koyunum
Kesilir belki, fakat çekmeye gelmez boyunum!
Kanayan bir yara gördümmü yanar ta ciğerim,
Onu dindirmek için kamçı yerim, çifte yerim!
Adam aldırmada geç git, diyemem aldırırım.
Çiğnerim, çiğnenirim, hakkı tutar kaldırırım!
Zalimin hasmıyım amma severim mazlumu...
İrticanın şu sizin lehçede ma'nası bu mu?
*
******
*
Bu anlamlı dizelerle sağlam karakteriyle milletimizin inancını, acısını, kaderine ortak duygularıyla heyecanını kalbinde hissederek yazdığı bir çok şiirlerinde Kurtuluş Mücadele'mizin önemli meşalesini yakmıştır. Hasta yatağında ise, "Allah, bu millete bir daha istiklâl Marşı yazdırmasın!" diyerek çekilen acıların ve zorlukların altını önemle bir kez daha çizmiştir.
Millî Şairimiz Mehmet Âkif Ersoy'ı sonsuz saygı ve minnet duygularımızla anarak, ruhu şâd olsun diyorum. Sevgi ve saygılarımla!

25 Aralık 2008 Perşembe

Blair Kur'an Okuyormuş!
















Ülkeleri işgal edilen Afganlılar, katledilen Iraklılar, başına bombalar yağdırılan ve ülkeleri parçalanan Yugoslav halkları, zenginlikleri yağmalanan Afrikalılar... Ezilen tüm dünya halkları herhalde onu nefretle anarak, unutmayacaktır!.. İngiltere'nin eski başbakanlarından Tony BLAİR bir dergiye yaptığı açıklamada; “Kur’an okuyorum. Hem de her gün” diyor ve Hz. Muhammed'le ilgili de “O çok uygar bir liderdi” şeklinde açıklamalarda bulunarak dikkatleri üzerine çekmeyi bir yerde başarıyor.



Ekim 2001'de Amerika'nın Afganistan'a saldırısının baş destekçisi kim oldu? Tabii ki, Tony Blair. Sayısız katliam, işkence olaylarının sadece Amerikan ordusuna ait olmadığı, İngiliz askeri güçlerinin işkenceleri ile görüldü. Tüm bu saldırı ve işgallerde milyonlarca insanın kanı döküldü, milyonlarca insan yerinden yurdundan oldu, topraklarını terk etti, çocuklar babasız, analar evlatsız kaldılar; ülkeler parçalandı, aynı topraklarda yıllardır birarada yaşayan halklar birbirine düşman edildi ve halen süren bir iç savaş süreci başlatıldı.



Blair ise ne yaptıysa, İngiliz tekellerinin çıkarları için yaptı. İngiliz tekellerinin çıkarları, ABD politiklarına eklenerek, dünyanın yeniden paylaşılmasına neden oldu. Ülkelerin yağmalanmasından, talan edilmesinden ve sömürgeleştirilmesinden nemalandı. Irak'a yerleşen İngiliz petrol tekelleri bu gerçeğe en açık kanıttır. Blair'in, "Irak'ta işgale son!" diyenlere verdiği cevap, "Irak'tan çekilmemizi, Afganistan'dan çekilmemizi istiyorlar? Daha sonra nereye çekileceğiz?" diye cevaplar verebiliyordu.



Öte yandan BLAİR, işgal sırasında işgali ve kararını nasıl açıklıyor; "Irak konusunda karar verirken çok zorlandım. Ama Hıristiyanlık bilincim ve inancım, Irak’ı işgal konusunda etkili oldu. Verdiğim karar konusunda beni, Tanrı ve tarih yargılayacak...” Evet, sn. Blair! Sizi tarih ve insanlık vicdanı YARGILAYACAK! Bundan hiç kuşkunuz olmasın!



ABD Başkanı Bush'un en yakın müttefiki olarak bilinen Blair 2008'in başında, dünyanın büyük dinlerini bir araya getirmeyi amaçlayan bir vakıf kurmuştur. Zira bundan sonra da Blair'in sivil hayatında yeni bir görevi var!!!



Şimdi, bölge halkı ve coğrafyasının tarihsel süreci üzerinde biraz detay vermek istiyorum: Tarihsel süreç iyice incelendiğinde görülüyorki, İngilizlerin, Arap Yarımadası(Arap Yarımadası, Asya'nın güneybatısı ve Afrika'nın kuzeydoğusunda yer alan yarımada. Yarımada'nın büyük bölümü çöldür. İçerdiği petrol ve doğal gaz kaynakları nedeniyle jeopolitik açıdan önemli bir bölgedir.)'nın tarihsel, etnik kimliğine bağlı olarak varolan adını dahi harita üzerinde bulunduğu konuma göre kendilerince, yeniden isimlendirerek adeta bu bölgeyi kökten yapılandırma içerisine girdiğini net olarak görebiliyoruz. Öyle ki, mevcut cağrafyanın parçası halinde olan Arap adını dahi unutturup, yerini "Ortadoğu" tanımlaması ve isimlendirmesiyle sinsi planları kendini ele vermektedir. Fakat ne yazık ki, bu isimlendirmeye en önce karşı çıkacak olan Arap kavmi bile, kendi öz topraklarına, İngiliz gözüyle bakıp ve onlara adeta boyun eğerek bölgelerine önce yabancılaşıp ardından varlıklarıyla beraber tarih bilinçlerini de yitirerek yeni isimlerini kabulleniyorlar!



Arap Yarımadası'nda yeralan ülkeler; Suudi Arabistan, Yemen, Umman, Birleşik Arap Emirlikleri, Katar, Bahreyn (ada ülkesi), Kuveyt, Irak ve Ürdün'dür. Bunlardan Irak ve Ürdün topraklarının bir kısmı Arap Yarımadasının dışında kalır. Ülkemiz ise Arap yarımadası'nın kuzeyinde kalmaktadır. İngilizlerin bir eli de bizim ülkemiz üzerinde sürekli kendini hissettirmektedir. Zira topraklarımız üzerindeki emelleri, bitmek tükenmek bilmeyen planlarının birbiri ardına işlemesiyle kendini gösteriyor. İşte bu bağlamda da Irak, Afganistan işgalleri; ABD ve işbirlikçisi İngilizler tarafından gerçekleşti. Bu arada da İngiliz Prensi Mardin'e uğramadan edemedi. Hemen belirteyim sırada Süryani vatandaşlarımızı kışkırtma planları var. Mardin'e özel ilgileri de bundan olsa gerek. Yine Kürt vatandaşlarımızı da ayrıca planlarının içerisinde tutarak malum kışkırtmalarını sürdürüyorlar.



Amerika ile birlikte yürüttükleri "bölgesel planlarını" sürdürürken bu bölgede, ölen ve katledilen milyonlarca müslümanların artık haddi ve hesabı bilinmiyor. Bu arada da bilindiği üzere Kur'an-ı Kerim'e ve Hz. Peygamberimize sık sık yapılan hakaretlerin başında gelen Salman RÜŞDİ'ye "Şeytan Ayetleri" isimli kitabından ötürü bizzat BLAİR hükümeti tarafından nişan ödülü verilmesi ve Kraliçe'nin de bu ödülü "Topluma yapılmış bir hizmet" olarak değerlendirmesini hatırlayarak Tony BLAİR'in dinimize karşı övücü sözlerini doğrusu samimiyetten uzak tipik bir planın parçası olarak görüyorum. Zira yakın geçmişte Kraliçe Hanım da ülkemizde göstermelik hareketler de bulunarak, bizlere şirin (!) görünme çabalarını sağolsunlar eksik etmediler! Yani bir yandan dövüyor, öte yandan pansuman ediyor görüntüsünü sergiledikleri kesin!



Aslında çok iyi bildiğim şey; Blair, resmî görevdeyken gözünü bile kırpmadan ölmelerine müsade ettiği Müslümanlara ve yine zaman zaman basından edindiğimiz bilgiler ışığında, kutsal kitabımıza ve kutsal mekanlarımıza yapılan saldırılara, sesini çıkartmadan izlemesi, onaylaması anlamı taşımaktaydı. Şimdi de, dünyanın büyük dinlerini biraraya getirmek (!) için kurduğu vakıf adına konuşuyor herhalde. Öyle ya, sivil olarak da bir görevi var; işte bu görevini iğfa etmek üzere olsa gerek, Müslümanları birden korumak (!) ve övmek (!) için yola çıkmış görünüyor. Allah korusun!.. Bu görevini de bir başka istismarla yine bizlere zarar verebilecek, muhakkak sinsi planları var demektir. O halde bizler, hiç bir konuda BLAİR'in ne korumasını ne de övmesini hiç mi hiç İSTEMİYORUZ!!! Koruma ve övücü durumları bugüne kadar yaptıklarıysa, biz bunlardan dolayı onlara kin ve düşmanlık besliyoruz!!! Bunu da, hergün Kur'an-ı Kerim okuduğunu söyleyen BLAİR'e ithaf ediyorum; Kin ve düşmanlık sadece zalimlere karşı olacaktır. Yani, "Fitne kalmayıncaya ve din yalnız Allah'ın oluncaya kadar onlarla çarpışın. Eğer çarpışmaktan vazgeçerlerse artık zulme sapanlardan başkasına düşmanlık edilemez." BAKARA SÛRESİ 193.



Söylediği üzere BLAİR, yüce kitabımızı okuyormuş! O halde, Bakara 193'ün de ne demek istediğini çok iyi anlayacaktır! Dolaysıyla da bizim de tavrımızı, herhalde anlayışla karşılar diye düşünüyorum! Bir de Hz. Peygamberimiz için "O çok uygar bir liderdi” diyor. Kendilerine bir uyarım olacak; Hz. Muhammed lider değil, Allah'ın KULU ve ELÇİSİDİR! Kısacası PEYGAMBERdir!!! Lider tanımlaması yapılamaz! Haa, bu arada Blair ile röportaj yapan Patrick Schwarz’ın, Irak ve Afganistan operasyonları sırasında Müslümanların baskı gördüğünü söylemesi üzerine Blair, “Kim baskı görüyor? Biz bu ülkeleri, iki büyük diktatörün elinden kurtardık” dedi. Yorumu size bırakıyorum!


Sevgi ve saygılarımla!

22 Aralık 2008 Pazartesi

Şehit Asteğmen KUBİLAY'ı Anarken...











Mustafa Fehmi Kubilay. Kubilay bir öğretmen. Cumhuriyet öğretmeni.
1930 yılında İzmir'in Menemen İlçesi'nde askerlik görevini yapıyor. Menemen’de 23 Aralık 1930’da şeriat isteyenler tarafından öldürüldü. Olaylara müdahele etmek isteyen iki bekçi de katledildi.
Genç Cumhuriyet rejiminin 1925 yılındaki Şeyh Sait isyanından sonra tanık olduğu ikinci önemli irtica olayı; "Menemen Olayı - Kubilay Olayı" olarak tarihe geçti. Şimdi olayın nasıl geliştiğini kısaca aktaracağım:
*
********
*
"Sabahın erken saatlerinde, çember sakallı, başlarında sarık, sırtlarında cüppe, Manisa'dan o gün gelmiş dördü silahlı altı meczup, belediye meydanında tekbir getirerek gezinmeye başladı. Manisa tarafından gelen, dördünün adı Mehmet ikisinin de Hasan olanlar;23 Aralık 1930 da sabah namazından sonra camiden aldıkları Yeşil Sancağı yola dikerek silah zoruyla etraflarına adam toplamaya çalışırlar. Katılmak istemeyenlere 70 bin kişilik bir Halife Ordusunun beklediğini ve onların öncü olduklarını belirtirler. İstedikleri şeriattır. Karşı çıktıkları Cumhuriyettir, Atatürk ilke ve Devrimleridir.


Böylece tekbir getirerek sancağın etrafında dönmeye başlarlar. “Şapka giyen kafirdir, din elden gidiyor, saltanatı geri getireceğiz” diyerek bir isyan hareketi başlatmak isterler. Menemen’de yedek subay öğretmen olarak görev yapmakta olan Kubilay bu hareketi bastırmak için bir manga askerle olay yerine gelir. Askerlerin yanından ayrılarak tek başına onların arasına girip teslim olmalarını ister. Onlardan biri ateş ederek Kubilay’ı yaralar. Karşıdan bunu gören askerler ateş açarlar. Fakat tüfeklerinde öldürücü etkisi olmayan kuru sıkı vardır. Bu yüzden onlara tesir etmez. Böylece Derviş Mehmet ve arkadaşları; "bize kurşun işlemiyor” diyerek halkı kandırmaya çalışırlar.


Elebaşı, Giritli Derviş Mehmet, yanında da Şamdan Mehmet, Sütçü Mehmet Emin, Nalıncı Hasan, Küçük Hasan vardı. Derviş Mehmet camide namaz kılanlara kendini "Mehdi" olarak tanıttı ve dini korumaya geldiklerini söyledi. Arkalarında 70 bin kişilik Halife ordusu olduğunu, öğle saatlerine kadar şeriat bayrağı altında toplanmayanların kılıçtan geçirileceğini söyledi. Camideki yeşil bayrağı alıp uzun bir sopaya taktılar ve Menemen şehir meydanında kazdıkları bir çukura diktiler. Bayrağın çevresinde dönmeye, tekbir getirmeye, zikretmeye ve "Şapka giyen kafirdir! Yakında yine şeriata dönülecektir." diye bağırmaya başladılar. Kasabaya halife ordusunun geleceği iddiası saf insanları korkuttu.


Olayların ilçedeki askeri birlikte duyulmasıyla, bir bilgiye göre; alay komutanı, yedek subay Kubilay'ı bir manga askerle birlikte olay yerine gönderdi.


Askeri birlik olay yerine ulaştığında Asteğmen Kubilay ve askerlerin silahlarında mermi bulunmamaktaydı süngü takmışlardı. Kubilay, askerlerini meydan girişinde bırakarak, göstericilerden teslim olmalarını istedi. O anda gruptan açılan ateş sonucu yere düştü.


Görgü tanıklarının genellikle doğruladıkları üzere, Kubilay yaralı halde cami avlusuna sığındıysa da, Derviş Mehmet ve arkadaşları peşisıra geldiler. Derviş Mehmet, çantasını açıp testere ağızlı bağ bıçağını çıkardı ve yaralı Asteğmen Kubilay'ın başını kesti.


Kesik başı yeşil bayrağın sopasına dikmeye çalıştılar ancak başaramadılar. Birisi ip getirdi ve Kubilay'ın başı yeşil bayrağın dikili olduğu sopaya iple bağlandı. Olay yerine yetişen Bekçi Hasan ateş edip gruptan birini yaraladı. Ancak açılan ateş sonucu o da öldü. Arkadaşının yardımına koşan Bekçi Şevki de açılan ateş sonucu öldü.


Bu aşamada askeri birlik yetişir. Komutan "Teslim olun!" diye bağırır. Ancak olay çatışmaya dönüşür ve askeri birlik ateş eder. Göstericilerden Derviş Mehmet de dahil bazıları yere serilirken, bazıları kaçar. Daha sonra hepsi birden yakalanır."
Kaynak: Mustafa Müftüoğlu, Menemen Vak'ası, Risale Yayınları, İstanbul, 1991, s.70-71
wikipediaorg" adresinden alındı.
*
**********
*
Yüce Türk milletine buradan anlatmak istediğim şudur; tarihten bu yana üzerimizde oynanan oyunlar çok açık ortada. İstenilen tek şey Anadolu'dan bizlerin KOVULMASIDIR!!! Doğu Bizans imparatorluğu'nun yıkılarak yerine Türklerin buralarda hüküm sürmesi hıristiyan aleminde bir şok olarak algılanıp, bunu asla kabul etmediler!!! İşte, tarih boyu Türk ve müslüman kavramı onlarda bir tarvma yaratmıştır. Daha sonraları da çeşitli bizans oyunlarıyla bizlerin yok edilmesi çabaları süregelmektedir. İşte genç Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin ve milletinin hassas noktası, din duygularının kullanılmasıdır. İşte bu noktada tüm islam alemi üzerinde ve coğrafyasında müthiş başarılar kaydetmişlerdir!!! Bir tek engel ülke Atatürk Cumhuriyeti'dir. Bunu yıkmanın tek yolu da dini duyguların istismar edilmesinden geçmektedir. Bakınız; Kubilay olayı da buna ibret bir örnektir. Çıkarcı ve cahil kesimlerin de destekleriyle milletin birbirini boğazlaması rahatlıkla gerçekleşmektedir.
*
*********
*
Bizler bu oyuna gelmemeliyiz!!! Şimdi, bir düşünelim ve aklı selim olayları tartalım; bu ülkede kim dinini rahat yaşayamıyor? Çok şükür ezanlarımız okunuyor! Camilerimizde özgürce ibadetlerimizi yapıyoruz! Ramazan ayımızı mutlu mutlu, huzur içinde yaşayıp, orucumuzu tutuyoruz! İstediğimiz şekilde sivil alanlarda giyinip gezebiliyoruz! Kutsal günlerimizi huzur içerisinde yaşayıp, kutlamalarımızı yapabiliyoruz! Özgürlüğün verdiği güçle baskıdan, zulümden uzak yaşamımızı idame ettirebiliyoruz! O halde neyimizde kusur kalıyoruz? Bunu iyi anlayabilmemiz için işgal altındaki Irak ve diğer müslüman ülkelere bakarsak, çok şükür! demenin huzurunu görebilieceğiz! Bu huzuru kaybetmemek için millet olarak dirliğimize göz dikenleri iyi algılamak zorundayız! Zira tarih herşeyi çok iyi gösteriyor! Yeterki, olayları iyi okuyup, değerlendirebilelim. Geç kalmadan üzerimizde oynanan oyunları bilelim! Çok değil Bulgaristan'da müslümanların çektiği zulmü hatırlayalım; Irak'da camiilerde müslümanların ibadet ederken öldürüldüklerini televizyonlardan izlemedik mi? Filistin'de El Ezher Camii'ne belli bir yaş altındakilerinin giremediklerini duymadınız mı? Bütün bunlar yaşanırken bizler elimizin tersiyle sahip olduğumuz huzurumuzu bozmak akıl kârı mıdır? İnanıyorum ki, bu kötü niyetler bu asil milletin sağduyusuyla hayata geçmeyecektir!!!
*
********
*
Gurur duyduğum ülkemle, kurucusu olan büyük Atatürk'ün, Türkiye Cumhuriyeti'ni kurarken TBMM çatısı altında; "TÜRKİYE CUMHURİYETİ'ni KURAN TÜRKİYE HALKINA TÜRK MİLLETİ DENİR." diye tanımlamasının tercümesi şudur; "Dil, din, ırk, mezhep ayrımı yapılmaksızın bu ülkeye bağlı olan ve sahiplenen herkesi bir çatı altında tutulması adına da TÜRK MİLLETİ denir" anlamı çıkmaktadır. Bu vesileyle Cumhuriyet şehidimiz Asteğmen Kubilay'ı saygıyla anıyor, tüm şehitlerimizin ruhu şad olsun diyorum. Sevgi ve saygılarımla!

20 Aralık 2008 Cumartesi

EOKA ve Kanlı Noel Vahşeti!..














Sözde "ermeni soy kırımı için özür dileme" kampanyasını masumane olarak sunmaya çalışan, gaflet ve dalalet, hatta hıyanet içinde olanlara, buradan bugünün özel anlam ve önemi üzerinde durarak, hatırlatmalar yapmak istiyorum.
*
******
*
Kıbrıs Türk halkının milli mücadele yıllarında vatan uğruna şehit düşenlerin anıldığı 21-25 Aralık Milli Mücadele ve Şehitler Haftası başladı. Kıbrıs’ta tarihe “Kanlı Noel” olarak geçen, Rumların Kıbrıs’ı Yunanistan’a bağlama (Enosis) amacıyla 21 Aralık 1963’te başlattığı silahlı saldırılarda şehit düşenler tören ve etkinliklerle anılıyor.
*
*******
*
Ne yazık ki, tarihimizi iyi bilmediğimiz gibi yaşadıklarımızı da unutmak gibi bir alışkanlığa sahibiz. Evet! Kendilerini "aydın" olarak görüp, kendi milli menfaatlerine bilerek ya da bilmeyerek zarar verecek girişimlerde bulunanlara soruyorum; Kıbrıs'da yaşanılan vahşeti niçin gündeme taşımıyorsunuz? Yurtsuz kalmış (!) Ermenileri gündeme taşıyarak, duygusal baktığınız imza kampanyasını, 20 Aralık 1963'ü, tarihe Kanlı Noel olarak geçiren Rum halkından özür istemeye niçin dönüştürmüyorsunuz? Şayet bu katliamı ve vahşeti bilmiyorsanız buradan bu anlamlı gün vesilesiyle hatırlatmak istiyorum:
*
*******
*
"Kıbrıs'ta Türklerle Rumların eşit ortak olarak kurduğu Kıbrıs Cumhuriyeti'ni yürütmek yerine Türkleri ortadan kaldırarak tüm Kıbrıs'a egemen olmak için Rumlar çeşitli planlar yaptılar. Bu çerçevede Anayasa'da 13 maddelik değişiklik önerisinde bulunan Rumlar bu önerileri reddedilince önceden yaptıkları plan gereği, eğittikleri silahlı güçleri de devreye sokarak Türklere saldırı başlattı.

Tarihe kanlı Noel olarak geçen bu saldırılar 1963 Aralık ayında başladı. 20 Aralık gecesi Lefkoşa'nın Tahtakale semtinde evlerine gitmekten olan bir grup Türk'ün otomobillerine açılan ateş sonucunda Zeki Halil ve Cemaliye Emirali adlı iki Türk şehit düştü, bir grup Türk de açılan ateş sonucunda yaralandı. 21 Aralık günü bu saldırıyı kınamak için Lefkoşa Türk Lisesi bahçesinde toplanan Türk öğrencileri EOKA çetesi mensupları tarafından kurşunlandı. Aynı gün Lefkoşa'daki Atatürk büstüne de saldırıldı(1). Bir gün sonra Türkiye Büyükelçilik binası ile Kıbrıs Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Yardımcısı'nın ikametgahına ateş açıldı. Akritas Planı artık fiilen uygulamaya konulmuştu.


1963 yılı Kanlı Noel saldırılarının hedefi Lefkoşa idi. Rumlar, merkeze hakim olmakla bütün Kıbrıs'a hakim olacaklarını sanıyorlardı. Bunun için de kendilerine en büyük engel Lefkoşa'ya bağlı Küçük Kaymaklı kasabası idi. 1960 nüfus sayımına göre kasabada 5126 Türk, 1133 Rum yaşıyordu. Kasaba önemli bir Türk yerleşme merkezi durumundaydı.Kasaba çevresinde 19 Aralık'tan itibaren faaliyetleri gözlenmeye başlandı. Rum saldırısından şüphelenen Türk Mücahit Teşkilatı'na üye gençler, halkı olası bir saldırıya karşı hazırlamaya çalıştı (2).


Rum saldırısı 22 Aralık günü başladı. Küçük Kaymaklı'nın dış dünya ile bağlantısı tamamen kesilmişti. 23 Aralık'tan itibaren yeni takviye kuvvetleri alan Rum saldırganların başına EOKA'cı katil Nikos Sampson geçmişti. Diğer yandan Ada'daki Yunan alayı da saldırganlarla birleşmiş ve Rumlar bütün güçlerini bölgeye teksif etmişti. Makarios'un 22 Aralık günü Garanti Antlaşmaları’nı tanımadığını ilan etmesi, Rum saldırganlara daha da cesaret vermişti. Türk direnişçiler, 5000 Türk'ün sorumluluğunu üzerlerine almaları nedeniyle bölgeden ayrılmaya karar verdiler ve bunu 24 Aralık gününden başlayarak uygulamaya koydular. 3000 Türk Hamitköy'e, 2000 civarında Türk de Lefkoşa'nın emin bölgelerine gönderildi.

Rum çeteleri, kadın-erkek, genç-ihtiyar demeden Türklere karşı vahşice saldırırken; Türkler, Küçük Kaymaklı'da bulunan Rum aileleri de kendi korumaları altında Büyük Kaymaklı'ya göndermişti. Geride kalan 550 kadar yaşlı, kadın ve çocuk Türk topluluğu Rum çetecilerce esir muamelesine tabi tutuldular. Bu arada seksenlik imam Hüseyin İğneci ve yatalak 18 yaşındaki oğlu Rumlar tarafından vahşice şehit edildi.Tüm çabalara rağmen çatışmalar durmadı. Rum silahlı güçleri 24 Aralık günü Lefkoşa ve diğer Türk bölgelerine saldırıya devam etti. 24 Aralık günü Kumsal bölgesine saldıran Rumlar, Kıbrıs'taki Türk Alayı'nda doktor olarak görev yapmakta olan Binbaşı Nihat İlhan'ın eşi ile üç çocuğunu vahşice katlettiler.


Saldırılar sonucunda 18.667 Kıbrıs Türk'ü yaşadığı 103 köyü terk etmek zorunda kaldı. Birleşmiş Milletler aracılığı ile köylerini terk etmek zorunda kalan Türklerle ilgili araştırma sonuçlarına göre, 1964 yılında Lefkoşa kazasında 39, Girne kazasında 7, Baf kazasında 49, Larnaka kazasında 21 ve Mağusa kazasında 21 köy olmak üzere 124 köy zarar görmüş, yüzlerce Türk ölmüş, binlercesi yaralanmış veya köylerini terk etmek zorunda kalmışlardı. 1963 yılında başlayıp 1964'te de devam eden olaylarda 364 Türk şehit olmuştur(5).
**GÜVENLİK KUVVETLERİ DERGİSİ**
KAYNAK:Çay, Abdulhaluk Mehmet-; Kıbrıs'ta Kanlı Noel-1963, Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü Yayınları, Ankara 1989.
DİP NOTLAR:
1) Aydın Olgun, Kıbrıs'ın Anatomisi, Dört Devir, Dört Lider, Ankara 1975, s. 23; Halil Fikret Alasya, Tarihte Kıbrıs s. 221; Pierre Oberling, s. 69.
2) Rum alayı ve EOKA çetelerine karşı koymaya çalışan Türklerin elindeki silahlar 6 piyade tüfeği, 5 sten, 2 bren, çeşitli tabancalar, 100 av tüfeğinden ibaretti.
3) TAK, Özel Sayı: 1/89.
4) Mehmet Gönlübol ve diğerleri, s. 407.
5) Zaim M. Nedjatigil, The Cyprus..., s. 17-18; Pierre Oberling, s. 97."

*
***********

*
Görüldüğü üzere "aydın"lar niçin kendi milletine yapılmış mezalimliği, yurtlarından kovulduklarını, alçakça planların kurbanı olduklarını gündeme taşımazlar? Hiç olmazsa yakın tarihimize el atsınlar!!! Savunmaya çalıştıkları iftiraları biz, Kurtuluş Savaşı sonucunda kurduğumuz yeni Türkiye Cumhuriyeti Devleti ve onun tapusu olan Lozan Antlaşması'yla çözümledik!!! Hatta Kurtuluş Savaşı'nın ilk zaferi olan Gümrü Antlaşması'ı (22 Kasım 1920) Ermenistan Taşnak Hükümeti ile Türkiye arasında imzalandı!!!Bu antlaşmanın en önemli sonucu ise; Ermeni sorunun çözülmüş olmasıdır!!! O halde, şimdi sizlere ne oluyor?! Tarihi yeniden mi düzenleyeceğiz? Bunun sonu olur mu?
*
*********
*
O dönem binbaşı rütbesindeki Nihat İlhan’nın Kumsal’daki evine saldıran Rumlar, küvette saklanan İlhan’nın karısı ve 3 oğlunu vahşice katledilerek yaşanan ev, içerdiği vahşet tablosu nedeniyle “Barbarlık Müzesi” haline getirildi. Emekli tabip General Nihat İlhan aradan 45 yıl geçmesine rağmen İrfan Bey Sokağı 2 No’lu tek katlı evin sığındıkları banyo küvetinde şehit edilen karısı Mürüvet ve çocukları Murat, Kutsi, Hakan’ın acısını unutmadı! Bizler de yaşanılan bu kırımın acılarını yüreğimizde hissediyor ve bu uğurda şehit düşen tüm kahramanlarımızı minnet, saygı ve rahmetle anıyoruz. Allah bir daha bu acıları bizlere yaşatmasın. Bu vesileyle de Ada'da Türk Ordusu'nu işgalci gibi göstermek isteyenlere, yaşanılan bu gerçekleri esefle hatırlatmak isterim.
*****
Büyük Atatürk'ün Gençliğe Hitabe'sinde işaret ettiği üzere, bizim en kıymetli hazinemiz: İstiklâl ve Cumhuriyet'imizdir! Bunları koruyup kollamak da en önemli ve YAŞAMSAL görevlerimiz arasındadır! Sevgi ve saygılarımla!





16 Aralık 2008 Salı

Ermenilerden Değil, Müslümanlardan ÖZÜR Dileyiniz!











İçim sızlayarak endişe ve hayretle baktığım inanılması zor bir haber üzerinde düşünce ve duygularımı buraya taşımak istiyorum. Bu inanılmaz gelişme, bazı "aydın"ların imza kampanyası açarak Ermenilerden "özür dileme" girişiminde bulunmalarıdır.
*
*****
*
İçim sızlıyor çünkü; ülkemin zora sokulması için gayretler sürerken, bir yandan da vatan topraklarımızın parçalanması için adım, adım ilerleme hızla kaydedediliyor. Bu amaç yıllar öncesinden tespit edildi; üzerinde sürdürülen planlar çeşitli vasıta ve kişiler kullanılarak yaşamsal destek buluyor. İşte göz göre, göre gerçekleşen bu planlar, intikam hırslarıyla bütünleşerek, karşımıza çıkması içimi çok sızlatıyor!
*
*****
*
Endişeliyim! Çünkü; gelişmeler karşısında biliyorum ki, bu vatanın gerçek sahipleri ve evlatları olarak kayıtsız kalınmayacaktır. O vakit bizlerin, büyük sıkıntılarla karşı karşıya kalacağımız kesin. Zira Yugoslavya, önümüzde acı bir örnek.
*
******
*
Hayretle bakıyorum! Çünkü, hangi millet ve ülke vardır ki ihanet içerisine girmeyi "aydın" düşünmeye saysın? Bunun neresini ele almalı, neresinden tutmalı? Kendilerini "aydın" diye tanıtan bu şahsiyetler, kimin adına ortaya çıkıp, ne için özür dileme girişiminde bulunuyorlar? Şimdi bunları sorgulayarak biraz detaylandırmak istiyorum:
*
****
*
Sözde "aydın"lar hangi tarihi araştırmanın ardına sığındılar? Şayet böyle bir görevleri varsa devletimizin arşivlerine girdiler mi? Konu üzerinde hangi belge ve tarihçilerin görüşleri esas alındı? Hangi ülkenin arşivlerine başvuruldu? Zira bu konuda ısrarcı olarak Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin "tarihçiler tarafından, arşivler incelenerek ortaya çıkarılsın" talebini, Ermenistan ve emperyalist devletler, şiddetle reddediyor. O halde bir kısım "Türk" aydınları nasıl oluyor da konuyu bizim aleyhimizde sözde "soykırımcı" ilan edebiliyorlar? Bu nasıl bir cüret ve küstahlıktır? Şimdi bizim tarihimiz yüzümüzün akıdır! Daha önceki yazılarımda da değindiğim üzere zulümden kaçan milletler Osmanlıya sığınmıştır! İspanya'da soykırıma uğrayan Yahudiler dahi Osmanlı'dan yardım isteyerek, atalarımızın himayeleri altına girmişlerdir. Bunu kim inkar edebilir?
*
*******
*
Şimdi, konuya ilişkin bırakınız kendi araştırmacılarımızı, yabancı bilim adamları, Prof. Stanford Shaw, Prof. Bernard Lewis, ve Prof. Justin Mc Carthy de bu iddiaları - Ermeni'ye karşı "soykırım" iftiralarını- bilimsel olarak yalanlayan makaleler, eserler yazdılar. Pekii, tüm bu gerçeklere rağmen kendilerini "aydın" gösterip, aslında gerçekleri görmezden gelen bu şahıslar, neye binayen bu ihaneti ortaya koyabiliyorlar? Yok, yok! Bu olsa, olsa birilerinin planlarını hayata geçirmek için, dışarıdan alınmış bir görevdir. O vakit de bu özür kampanyası TÜRK milletine ve geçmişine yapılmış en hafif tabirle ihanet ve hakarettir! O zaman da bu kişileri "Türk aydını" olarak saymak ve görmek de DOĞRU değildir! Ayrıca da, bu imzayı atarken altına dip not olarak kendilerinin hangi kaynaklara dayanarak bu görüşü "doğru" saydıklarını da belge ve kanıt olarak göstermeleri zaruridir! Koro halinde atılan bir iftiraya ortak olmak, savunmak ve doğrulamak hele de "aydın" olarak ortaya çıkanlar iyi bilirler ki, iddia edilen her şey kanıta ve belgeye dayanır! İşte o yüzden de aydın sıfatını kazanırlar! Yoksa herkes herkese iftira atsın! Bu ne hukuka, ne ahlaka, ne de aydın düşünceye hiç mi hiç UYMUYOR!!!
*
******
*
Şimdi gelelim diğer bir boyuta; bu "sözde aydın"lara bir sorum olacak. Kendilerini bu kadar vicdani ve insani duygularla donanmış olarak görüyorlarsa, bir zahmet Irak'da, Afganistan'da Kafkasya'da, Bosna'da katledilen, soykırıma maruz kalan insanlar için, niçin imza kampanyası başlatmıyorlar? Bu korkunç gelişmeler yaşanırken, hiç mi vicdanları sızlamadı? Pekii, Felluce'de günlerce kente hiç bir basın kuruluşları alınmadı ve kentte inanılmaz bir vahşet yaşandı. Hatta dönemin TBMM İnsan Hakları Komisyon Başkanı sn. Mehmet ELKATMIŞ "Felluce'de soykırım yapılmıştır!" açıklamalarına karşın, bu kişiler niçin ortaya çıkıp da müslüman kardeşlerimizden ve ya insanlık adına özür dileyip, kıyımın durdurulması için, imza kampanyası başlatmadılar? Bu örneklendirmeleri çoğaltmam çok mümkün. Ayrıca Ermeni Asala tedhiş örgütü 49 diplomatımızı hunharca katletti! Bunlar için ne düşünülüyor? Hani kendilerini "aydın" olarak gösteren bu şahıslar, geçmiş tarihi bıraksınlar da içinden geçtiğimiz ve gelecekte tarihe kara leke olarak damgasını vuracak bu zamana lütfen bir el atsınlar!..
*
*******
*
Müslüman coğrafyasında oluk oluk kan akıyor!!! Müslümanlar zulüm ve azap çekiyorlar!!! Diğer coğrafyalarda (Balkanlar -Bosna, Kafkaslar -Hocalı) olanlara da bir bahane bulunup soykırım uygulanıyor!!! Nerede bizim "aydın"larımız? Nerede vicdanlar? Nerede insani duygular? Müslüman olan, Türk olan zulme geçit vermez!!! Zalimle işbirliği içinde olmaz!!! Onun içindir ki, Osmanlı İmparatorluğu 600 yıl dünyaya hükmetmiştir! Soykırımcı olan bu kadar yıl ayakta kalamaz!!! Bakınız Türk Ordusu nereye gitse ayakta alkışlanarak büyük bir saygınlıkla gittiği milletin sevgisini kazanıyor!!! Mesela mı? Nato gücüyle Afganistan'da bulunan TSK Afgan halkının büyük beğenisiyle orada bir kişinin burnu bile kanamadan sükûneti sağlıyor. Aynı şekilde Bosna'da da görevini başarı ve huzurla gerçekleştirdi. Keza Somali'de aynı tutumu gösterdi. Buradan şunun altını çizmek istiyorum: Osmanlı'nın soyundan gelen bir geleneğin devamı olan Türk Ordusu bu başarı ve barışı sağlayabiliyorsa, geçmişinde de aynı olgunluk ve insanlığı sergilemiştir!!! Bunun dışında yaşanan acılar bir savaşın (1. Dünya Savaşı) ve arkadan vurulmanın sonuçlarıdır!!!
*
******
*
O halde 21. yüzyılda yaşanılan insanlık ayıbının gerekçesi nedir? Okyanus ötesinden gelip insanları katletmenin açıklaması var mıdır? Kıtaları aşıp gelerek insanları öldürmek bir savaş olamaz!!! Savaş ancak ve ancak toprakların işgale uğraması neticesi olmalıdır! Şimdi Müslüman coğrafyasının işgalini kimler yapıyor? Kimler kan döküyor? İşte bu soruların cevabını "Türk aydınları" mızdan bir zahmet bekliyoruz!!! Hele eğitimci kimliğimle bu konu yakın ilgi alanımda olduğu şüphesiz en doğal hakkım diye düşünüyorum! Bilgilenerek bilgilendirmek görevim ise, atalarımıza atılan iftirayı ortaya çıkarmak da bilim adamlarının görevi olsa gerek! Sevgi ve saygılarımla!

12 Aralık 2008 Cuma

Haçlı Seferleri; Bu Defa "Çocuklarımızın Beyninde"



















Televizyon aracılığıyla bizleri şekillendiren, sinsi planların bir yenisinden daha bahsetmek istiyorum. Bu defa içim çok sızladı. Hem de çok!...Oturduğum odaya kadar ulaşan tarih sayfaları, sanki o dönemlerde yapamadıklarını bu defa sessiz ama inatla ve kararlılıkla çocuklarımızın beyinlerine nüfuz ederek görevlerini sürdürme gayretlerini hızla devam ettiriyor gibiydiler.

*******

Kurban Bayramı'ndan bir kaç gün önce televizyon kanallarının birinde gözüme ilişen reklam şöyleydi: "Haçlı Seferleri Kudüs'te" pazartesi günü için yayınlanacağı duyruldu. Kurban Bayramı bildiğiniz gibi pazartesi günü başladı. Harika!.. (!) Bakınız bizim kutsal günümüzde hangi konu ekrana taşınıyor, hem de kimler adına!...

******

Film daha sonra "Zaman Yolculuğu" adı ile yayına konuluyor. Yine tesadüfen kanalları gezerken gördüm. Bayramın ilk gününün akşamı verildi; ama son anında olsa gerek ki, izleyemedim. Ertesi gün öğleden sonra tekrar yayına konulmuş. -Dikkat ediniz; çocukların izleyeceği saatlere denk getiriliyor.- Bu defa sonuna doğru da olsa izleyerek düşündüklerimin doğru olduğunu müşahede ettim. Nasıl olmasın ki? Bir bakar mısınız, "Haçlı Ordusu Kudüs'te!" Bu ifade size neyi anlatır? Bizler müslüman değil miyiz? O halde Haçlı Ordusu, kimlere karşı kuruldu? Tarihten günümüze kadar onlarca sefer düzenleyen bu ordunun görevi neydi? Şu anda da aynı amaç için (ki bizzat ABD Başkanı bu şekilde tanımladı) yine hangi topraklarda savaşlar yaşanıyor? Adından da anlaşıldığı gibi "haçlı" bizlere neyi anımsatıyor? Demek ki, düşündüklerim doğru şeyler. Pekii, herşeyi bir kenara bırakarak iyi niyetle yaklaşmaya çalışayım; o vakit Haçlı seferleri diye başlayan filmin, konusu itibariyle Hıristiyanlığın propogandası değil midir? Bu itibarla kimlere neyi anlatıp, ne aşılanmaya çalışılmaktadır? Kaldı ki, bizim inancımız ortada! Özellikle çocuklarımıza yönelik bu misyonerliği bizlere, kim, nasıl açıklayacak? Bunun güzel tarafı neresidir? Ya da ne verilmek istenmektedir? Özellikle çocuklarımız bu diziyi yada filmi izleyince ne kazanacaktır? Beyinlerine ne aşılanmıştır? Bir eğitimci olarak, bu soruların cevabını doğrusu çok merak ediyorum!

******

Bayram günü, bu şekilde yayın yapan kanalların bilincini sorgulamayı elbette hakkım olarak görüyorum. Yine tüm iyi niyetimle yaklaşarak, sorularımı sormaya devam edeceğim. Allah'ın günü bitti de, müslümanlığı yok etmek için yapılandırılmış haçlı ordusunu ve bu zihniyeti içeren filmin yayınlanmasını Kurban Bayramı'na mı denk getirdiniz? Kanalların yayınları rastgele mi yapılmaktadır? Bu kanallara emanet edilen çocuklarımıza; demek ki, bugüne kadar yanlış alanlarda programlarla yönlendirme yapılmış izlenimi uyandırıyor. O halde buradan üst kurula da görev düşmez mi? Konunun ince detayları üzerinde bir eğitimci olarak konuşmak benim en doğal hakkım. İnancımızı yaşadığımız bu mutlu günde bir başka dinin propoganda yayını ne anlama geliyor?

******

Şimdi bir de izlediğim kadarıyla filmeden bahsetmek istiyorum; filmde çocuklardan oluşan bir topluluk var. Bunlar Kudüs'e sefer düzenliyorlar. Her boyutuyla din ve inanç dolu bu filmin yine her tarafı haçlarla bezenmiş. Söylemler ise yine yakarış ve dinsel ilahi nitelik dolu. "Tanrım bize yardım et! Tanrım, denizler ayrılsın! Tanrım, duy sesimizi, gözyaşlarımız sana aksın!" vs gibi. Peki bizim kutsal saydığımız bu günde bu ne anlama gelmektedir? Bu soruyu bir kez daha sorarak "ÇOCUKLARIMIZ HIRİSTİYANLAŞTIRILIYOR!" diye düşünmekten kendimi alamıyorum. Bir başka anlamda ise tarih boyu yapılan "Haçlı seferleri" aslında kötü değil de iyi bir şeymiş hissi verilmiyor mu? Yani çocuklarımız bu ifadelere artık daha bir ılımlı ve haklılık (!) payı vererek bakmayacaklar mı? Evet ben bir öğretmenim ve çocukların da konuya aynen düşündüğüm gibi bakacaklarına eminim. Bakınız, bir kaç yıl önce de bu kanal da dikkatimi çeken bir ifade olmuştu. Yine bir filmde olsa gerek cuma gününün "uğursuz bir gün" olarak nitelendirildiğine de şahidim. Şimdi bunun ince ve bir o kadar da önemli bir detay olduğunu herhalde anlatmama gerek yoktur diye düşünüyorum. Nasıl oluyor da cuma günü ele alınıyor? Haftanın günleri bitti de bu güne mi denk geldi?

******

İşte yıllarca beynimize kazınarak ve bizlerin uyutularak izlediğimiz, üstelik de heyecanla beklediğimiz "Küçük ev" dizisinde olduğu gibi Hıristiyanlığın propogandası yerini bu defa Haçlı seferlerine haklılık payı verdirecek boyuta kadar ulaşması ne kadar acı bir olay değil mi? Üstelik de kutsal saydığımız ve dini bayramımıza denk getirerek sanki bir hesaplaşmayla zihinlerin bulandırılması, kafa karmaşasını kendi ellerimizle yapma gayreti gerçekten çok düşündürücü. Tüm bunlar gerçekleşirken insanların adeta uyuyor olması da ayrıca düşündürücü değil midir? Çok değil, yine geçtiğimiz yıllarda kendisini "dindar" kesime hitap etmekle tanıtan bir televizyon kanalının da Ramazan'ın ilk günü "televizyonlarda ilk..." diye övünerek yayınladağı "Tutku" filmiyle (ki, bu filmin teması Hıristiyanlığın tam manasıyla propogandasıdır!) verilmek istenen gizli misyonerliğin yanında kutsal saydığımız Ramazan ayının daha ilk gününde kafaların karışması değil midir? Dolaysıyla da bizlerin saf, masumane duyguları nasıl da kullanılır hale geldiği ortaya çıkmıyor mu?

*******

Değerlerimiz ve inancımız üzerinde bol bol konuşulup, hatta tartışmaya dahi varılan bu noktada, kendi kendimizle kavga edeceğimize dönüp de üzerimizde oynanan oyunlara bir bakabilseydik, işte o zaman gerçeği görür olacağız diye düşünüyorum. Evet! İşte o zaman, aslında yaşadıklarımızın bir tezgah ve düzmece olduğunu çok net olarak anlayacağımız kesin! Bu anlamda sizlerle önemli gördüğüm bir detayı paylaşmak istedim. Tehlike, içimizde ki kavgayla başlıyor. Zira bitmek tükenmek bilmeyen bir oyunla herzaman olduğu üzere bu defa da karşı karşıyayız. Bu defa oyunun son sahneleri perdeleniyor. Biz düşmanı kendi aramızda yaratmaktan, aramaktan ziyade dışarıya bir bakalım; bakınız, kendi ellerimizle odalarımıza kadar girmesine izin verdiğimiz bir misyonerlik var! Bizi bırakınız, çocuklarımız, gençlerimiz tarumar oluyorlar! Tehlike artık aramıza kadar girdi!

******

Her zaman söylediğim üzere, eğitime önem vererek çocuklarımızı artık bizzat kendimiz takip edip, herşeyiyle igilenmenin boynumuzun borcu olduğunu acizane hatırlatmayı bir görev sayıyorum. Sevgi ve saygılarımla!

6 Aralık 2008 Cumartesi

Bu Can Sana Kurban!






















DUR YOLCU
****
Dur yolcu! Bilmeden gelip bastığın
Bu toprak,bir devrin battığı yerdir.
Eğil de kulak ver bu sessiz yığın
Bir vatan kalbinin attığı yerdir.
Bu ıssız, gölgesiz yolun sonunda,
Gördüğün bu tümsek, Anadolu'nda
İstiklal uğruna, namus yolunda,
Can veren Mehmet'in yattığı yerdir.
Bu tümsek, koparken büyük zelzele
Son vatan parçası geçerken ele
Mehmet'in düşmanı boğduğu sele
Mübarek kanını kattığı yerdir.
Düşün ki haşrolan kan, kemik, etin
Yaptığı bu tümsek amansız çetin
Bir harbin sonunda bütün milletin
Hürriyet zevkini tattığı yerdir

********

Türkler Orta Asya'dan bu yana askerî yapılanması bir düzen içerisinde ve siyaset ile iç içe girerek tarih boyunca birlikte gelişmiştir. Vesile olduğu büyük olaylarla beraber çağ açan gelişmeleri tarihe kazımıştır. İşte, Türk askerî tarihindeki birkaç önemli dönüm noktalarından bazıları; Selçuklu İmparatorluğu'nun kuruluşuna neden olan Dandanakan Savaşı (1040), Türklerin Anadolu'nun kapısını araladığı Malazgirt Savaşı (1071), Yeni Çağ'ın başlangıcı sayılan İstanbul'un Fethi (1453), Birinci Dünya Savaşı'ndaki Çanakkale Savaşı (1915), Osmanlı İmparatorluğu'nun üzerine Türkiye Cumhuriyeti'nin kurulmasını sağlayan Kurtuluş Savaşı (1919). Aynı zamanda bu savaş emperyalizme bir başkaldırıydı! Yedi düvele karşı kazanılmış bir tarih destanıdır. Son olarak da Kuzey Kıbrıs'taki Türkleri savunmak için yapılan Kıbrıs Barış Harekâtı (1974).

*****

Bastığın yerleri 'toprak' diyerek geçme, tanı!
Düşün altındaki binlerce kefensiz yatanı.
Sen şehid oğlusun, incitme, yazıktır, atanı.
Verme, dünyâları alsan da bu cennet vatanı.

*****

Evet görüldüğü üzere Türk'ü Türk kılan ve bugünlere taşıyan Türk askeridir. Aslında bizler asker bir milletin evlatlarıyız. O gücü de imanımızla birlikte taşıdığımız kesin. Örneklerini tarih sayfalarında bol miktarda görüyoruz. İşte bu sebepledir ki, varlığımızı koruyup bu acımasız ve vahşi sisteme rağmen ayakta kalabiliyoruz. Batı'nın dayattığı üzere asker gücümüzü zayıflatma gayretleri ise, bizlerin "parçalanması ve yok olması" için hazırlanmış bir plandır. Avrupa'nın gerek coğrafya gerekse siyasi olarak bizim kadar tehdit ve tehlike altında olmadığı aşikar ortadadır. Zira tehdit ve tehlike zaten Batı'dan gelmekte. Diğer yandan, Amerika kıtası üzerinde dikkat çeken bir noktayı da ayrıca paylaşmak isterim; Özellikle içinde bulunduğumuz bölge de olmak üzere, dünyanın hemen her yerinde bombalar patlarken, Amerika kıtasında bir tek silah bile patlamıyor!!! Anlaşmazlıklar sözle kalıyor. Zira orada patlayacak bir silah, ABD'nin bünyesinde olan ayrılıkçıları tetikleyecek sorunları gündeme taşır da o yüzden olsa gerek.

****

Bir başka açıdan daha bakalım; Avrupa'nın bazı ülkelerinde mesela Belçika'nın bölünmesi kuvvetle muhtemel söz konusu. Diyelimki bu gerçekleşecek. Hatta adım adım gerçekleşiyor. Ne olur dersiniz? Hiç bir şey olmayacaktır! Çünkü, bu bölünme zümreler arasında oluşan bir ayrılma. O halde kan dökülmeksizin, kendi aralarında sınırı çizer olayı tamamlarlar. Bunu da sessiz sedasız zaten yapıyorlar. Oysa ki konu ve hedef biz olunca durum çok farklı! Bize yaşama hakkı bile tanımayan bu haçlı zihniyetinin Türklükle ve müslümanlıkla problemi var!!! Bir bakalım, yaşadığımız savaşlar da ve ya onların deyimiyle tedhişlerde kimlerin kanı dökülüyor? Kimlerin gözyaşları akıyor? Kimlerin toprakları işgal altında? Kimlerin zenginlikleri gasp ediliyor?

*****

İşte bu durumu çok iyi görüp, çok iyi anlamalıyız! Hele de TSK'yı yıpratıcı, zayıflatıcı unsur ve söylemlerden özellikle uzak kalmalıyız. Bu gücümüz yok edildiğinde bilinmelidir ki, bizim de yaşama şansımız YOK olacaktır! Atatürk öncelikle bir askerdi! Cumhuriyeti'de asker gücüyle kurdu! Bu asker gücü de milletin ta kendisiydi. Yani asker milletin evlatları olan Türk gücüyle ve imanıyla. Hani "ordu millet el ele" sloganı, bizim bağrımızdan çıkan bir söylemdir! Çünkü, her evden, her aileden bir veya bir kaç tane asker muhakkak çıkar.

********

Hemen hemen hergün şehit verdiğimiz mehmetciklerimize, gazilerimize gerek manevi, gerekse maddi yardımlarımızı eksik etmeden ordumuzun güçlenmesi herhalde bugün hiç olmadığı kadar büyük önem taşıdığı KESİNDİR! Her zamankinden daha büyük desteğe ihtiyacı olan ordumuza şükran ve minnet duygularımı bir kez daha dile getirmenin gururunu ve kıvancını yaşıyorum.

*****

Bir konuya daha değinmek istiyorum; Kurban Bayramı arifesindeyiz. Acaba islam dünyası içerisinde kaç ülke var ki, can güvenliği tehdit ve tehlike altında olmadan mutlu ve özgürce ibadetini yapma olanağı bulabiliyor? İşte bu çok önemli soruyu ve cevabını dikkatle düşünerek değerlendirmek herhalde sahip olduğumuz ÖZGÜRLÜĞÜN kıymetini bilmeyi hatırlatacaktır!

*****

Bu vesileyle, Kurban Bayramı'nın bütün insanlığa, İslam dünyasına ve ülkemize barış, mutluluk ve güzel günler getirmesi ümit ediyorum. Ayrıca bu bayramın güzel ve yalnız ülkem için AYDINLIK günlere vesile olmasını diliyorum! Sevgi ve saygılarımla!

3 Aralık 2008 Çarşamba

Yeni Senaryonun Adresi: PAKİSTAN






















Kimilerine göre ikinci "11 Eylül" vakası sayılan bir terör olayı da Hindistan'da gerçekleşti. Sonuç; "Hindistan'ın finans kalbi Mumbai'ye yapılan ve 195 kişinin ölümüyle sonuçlanan saldırıda Hindistan, Pakistan'ı suçladı." diye, gazetelerin üst başlıklarından anlaşıldığı üzere Pakistan ve Hindistan savaşın eşiğine geldiler! Amaç da Hindistan ve Pakistan'ın birbirlerine düşmesidir.

*******

Şimdi bir de ABD'nin yeni başkanı Barack OBAMA'nın sözlerini hatırlayalım: “Eğer Bin Ladin’i görüş alanımız içerisinde (yani Afganistan-Pakistan sınırları dâhilinde) ele geçirirsek ve Pakistan hükümeti de onu öldürmeye ya da ülkeden çıkarmaya güç yetiremez ya da bunu istemezse, o zaman onu öldürmek bize düşer.” Bir başka konuşmasında ise “Bizim, sınırları korumak, terörist kamplarını kaldırmak ve sınır ötesi isyancılar için sıkı önlemler almak üzere; Afganistan, Pakistan ve NATO arasında daha güçlü ve sürekli bir ortaklığa ihtiyacımız var.” diyordu.

******

Bir de, Pakistan'ın Türkiye ile benzerliklerini ABD gözüyle bakalım: Pakistan Afganistan'la sınır komşu. Şu an da Afganistan fiili olarak kimin işgali altında? Amerika! Pakistan ise kargaşa içerisinde, sıkıntılı! Irak ile Türkiye sınır komşusu. Irak fiili olarak kimin işgali altında? Amerika! Türkiye ise sıkıntılı! Devam edelim, Pakistan'ın önemli sorunu KEŞMİR. Yani %85'İ müslüman olmasına rağmen BM, SELF DETERMİNASYON hakkını kullandırtmamasına göz yumuyor.1952'de Birleşmiş Milletler (BM) gözetiminde Hindistan'la Pakistan arasında imzalanan barış anlaşmasıyla, Keşmir halkı arasında Pakistan veya Hindistan'dan hangisini tercih ettikleri konusunda bir referandum yapılması kararlaştırılmıştı.
Ancak o tarihten bu yana Hint yönetimi bu anlaşmanın gereğini yerine getirmeyerek herhangi bir referandum yapmadı.
Keşmir'in Hindistan işgali altında kalan kısmında yaklaşık 13-14 milyon insan yaşıyor. Bu nüfusun yaklaşık yüzde 85'i Müslüman. Müslüman olmayan nüfusun da önemli bir kısmı Hindistan hükümetinin uyguladığı nüfus kaydırma politikasıyla oluşturulmuş durumda. Gerginlik aynı zamanda iki ülkeyi silahlanma konusunda tehlikeli bir yarışın içine soktu.
Türkiye'nin de KKTC sorunu var. Şayet self determinasyon kullandırılırsa, o vakit Kıbrıs için de söz konusu olacak. Yani BM, KKTC için de bu uygulamayı yapmak zorunda kalır. Görüldüğü gibi Güvenlik Konseyi'nde alınan kararlarda siyasi tercihler hukuk ilkelerinden ağır basmaktadır. Yani kararlar hukuk ilkelerinden çok, siyasal görüşlere dayanmaktadır.
*
*******

Amerika, Pakistan'ın nükleer güç olmasını bir türlü içine sindiremediği gibi Pakistan'ı cezalandırma peşinde. Zaten Batı da bu konuda çifte standart uyguluyor. Onların gözünde, müslüman ülkelerin nükleer güç olması kesinlikle sakıncalı, ama diğer ülkeler için önemli değil! Bu nasıl bir anlayış? İşte Pakistan'ın en önemli özelliği tek nükleer güce sahip müslüman ülke oluşu. Üstelik de 2. nükleer güç; yani caydırıcılık unsuruna da sahip (kendisi nükleer silahla vurulursa, yine 2. defa karşı tarafı vurma anlamında) Pakistan tarihsel olarak da Türkiye ile yakınlığının yanında duygusal bağlara sahip bir Türk dostu olarak bilinmektedir. Bu konu ayrıca detaylı incelenebilir.

*****

Pakistan önemli bir güç. Afganistan üstünde de hem dinsel hem de etnik anlamda önemli bir etkisi bulunmaktadır. Ayrıca Pakistan bölünmeye müsait bir ülke. Yine Çin'le olan yakın münasebetleri ABD'yi rahatsız etmekte. Özellikle de askeri anlamda ki yakınlaşmaları. Yine Taliban önemli aşiretleri burada kontrol altına alarak Amerik'nın "Taliban Pakistan'da güçleniyor" söylemleriyle eline koz alması; zira bu güçlenmeyi kendisi sağlıyor. Halbuki Pakistan bu durumdan son derece rahatsız ve bir yerde ülkesinin karışmasına neden oluyor. Bu arada Taliban ABD'ye meydan okuyarak kışkırtıcı sözlerle ABD ordusunu Pakistan'a çağırıyor. ABD'nin de isteği bu değil mi?

******
Bu arada Amerika'nın "Ilımlı ve radikal İslam" diye sıfatlandırmaya çalıştığı dinimizi bir de kendilerince şekillendirmeye çalıştıkları artık bilinen bir gerçek. Bu çalışmalar çoktaan başladı bile. Batı'nın sinsice yaklaşımı ile bizleri ayrıştırma ve çatıştırma planları devreye sokulmaya çalışılıyor. Bunun başlıca mimarı da şu sıralar gazete manşetlerinden düşmeyen CIA eski ajanı Graham FULLER. Hani büyük Atatürk'e dil uzatma küstahlığını göstererek, müslümanlığını sorgulayan ve kendince kanaat getiren kişi. İşte Batı ve ABD odaklı büyük saldırıların adını tedhiş koyarak yapanları da aşırı radikal İslamcı diye nitelendirip kenara çekiliyor. Sonra da sözde müdahaleyi başlatarak fiili işgali gerçekleştiriyor.

********

Yaşanan bu kaygı verici gelişmeler aslında dünya üzerinde oynanan büyük oyunların altında yatan gerçek; ABD'nin orta Asya'da güç göstermek istiyor olmasıdır. Bunun için de Afganistan'da bulunmak istiyor. O halde Afganistan'da hiç bir zaman BARIŞ olmamalı! Bu arada en tehlikeli olan ise bu iki ülkenin savaşa girmesi tüm dünyayı çok yakından ilgilendiriyor. Zira öteden beri anlaşmazlık içerisinde olan Hindistan ve Afganistan'ın olası bir savaşı demek, nükleer silahların da devreye girmesi riskini ortaya çıkarmaktadır.

****

Asya ile bölgesel yakınlığımız tarihsel bağlarımızla ortadadır. Zira burada bulunan çoğu devlet ve milletlerle uzaktan da olsa bağlarımız var. Türkçe de Ural Altay dil ailesi içerisindedir. Bu konuda prof. Oktay SİNANOĞLU ayrıca Japonya'nın Türklerle olan benzerliklerini kitabında ( Bye Bye TÜRKÇE sf: 194 / 218 Alfa ) detaylı anlatmıştır. Uzaktan akraba olduğu da ayrıca konunun uzmanlarınca dillendirilmektedir.
*****

Tüm bunlar yaşanırken, millet olarak çok dikkatli olmamız kaçınılmaz bir gerçektir. Ne olursa olsun bir bütünlük ve sağduyuyla birlikteliğimizi sağlamak durumundayız. Sorunlar ne olursa olsun bunları ancak ve ancak kendi aramızda çözmek zorundayız. Her şeyin üstesinden gelinir. Ancak geri dönüşü olmayan bir ortama sürüklendiğimizde sorunlar yerini acıya bırakacaktır. İşte aranılan şey de budur! Buna geçit vermeyeceğiz! Sevgi ve saygılarımla!

30 Kasım 2008 Pazar

Ya Siz?...














Bugün, "Dünyanın neresindeyiz, hangi koşul ve şartlarda yaşıyoruz?" diye soranlara verilecek önemli cevaplarım olacaktır.

"Ne yazık ki..." diye devam edeceğim cevaplar üzerinde lütfen, ama lütfen, biraz düşünelim!
Ve ondan sonra "benim de yapabileceğim şeyler varmış" diyebilmenin kararlılığını yakalamaya çalışalım!

********

Öncelikle, içeriği boş ve anlamsız olan sözde düşüncelerin havada uçuştuğu, üzerinde bol bol konuşulduğu güzel ülkemin ağır ve gerçek sorunlarına yer bulamayan BASIN ve YAYIN KURULUŞLARI na ithaf olunur!

*****

"Herkesin bomboş fikirlerini ulu orta söyleyerek itibara alındığı!

İncir çekirdeğini doldurmayacak fikirlerin gündemi değiştirdiği!

Kara cahil adamların sözlerinin vecize olarak kabul edildiği!

Kışkırtıcı sloganların günlük hayatı düzenlediği!

Milyonlarca dolarlık transfer ücreti alarak, gazete köşesi kapanların şirket menfaatlerini günlük siyaset olarak gösterdiği!

Cehaletin karanlığının, aydınlık gelecek olarak sunulduğu!

Yabancı ülkelerin istihbarat servislerine ajanlık yapanların yazılarıyla ortalığı bulandırdığı!

Kişisel husumetlerini kusmak için fırsat yakalayanların "büyük yazar" addedildiği!

Tek özellikleri topluma ait değerler ile alay etmek ve aşağılamak olanların "entellektüel" yazar olarak görüldüğü bir Türkiye'de...

Yüreği bu toplumun değerlerini korumak için atan!

Sıfatı olmadığı için, ne kadar büyük fikirler ortaya koyarsa koysun sesini duyuramayan!

Toplumsal servetin eşitce paylaşıldığı bir Türkiye'yi yaratmak isteyen!

Bize ait değerlerlerle alay edilmesini içine sindiremeyen!

Bu kadar boş konuşan insanların yanında benim fikirlerimi kimse ciddiye almaz diyen!

Biz bağımsız, sömürüsüz, huzur içinde bir Türkiye'de yaşamak istiyoruz diyenlerin,
Elbette "Fikri Yoktur".
Onların idealleri vardır...
Bu büyük ideallerin gerçekleşmesi için karınca gibi didinirler. Bunlar çakalların cirit attığı ortamlarda bir aslan asaletiyle hedefi kollarlar." Kaynak: Fikrimyok.com

******

Evet ne yazık ki, bugün televizyonlara konu olan magazin içerikli programlar bizim hayatımıza girdiğinden bu yana ülkemiz ve dünya üzerinde gelişen olaylardan habersiz şekilde uyumaya devam ediyoruz. Nasıl olmasın ki; hergün hiç kesintisiz olarak futbolu önümüze sunmak, ardından üzerinde saatlerce konuşmalar, kulüplerin ve başkanlarının konuşmalarını önemli bir olay gibi gösterilerek anında canlı yayınla duyurmalarla beraber tabii, akıl almaz ücretlerle transfer edilen oyuncuları, bir o kadar da binlerce dolar ücretle aylık ödenen başkanlar...

Yine sabahtan akşama her kanalda yer bulan, sıfatının ne olduğunu dahi anlayamadığımız kişilerin binlerce dolarlık ödemelerle sunuculuk, programcılık yaptırılan kişilerle kafaların, beyinlerin yıkandığı konular...İşte böyle bir ortamda kim okumaya, bilime itibar edecek ki!

*******

İnsanların aklını kullanmayı unutturan, konular üzerinde sorgulama yaptırılmasına izin verilmeyen, cinselliği "amaç" haline getirtilen, hayatı kolay ve lüks yaşam halinde "pembe dünya" gibi algılatan, ülküsüzlüğü hedefleştiren iradenin hakim kıldığı bir düzen içerisinde elbette ki, etrafımızda neler oluyor, neler bitiyoru bilmeyeceğiz ve duyduklarımızı da algılayamayacağız.

Yıllarca okuyup, dirsek çürüten ve toplumlara ışık olmak için bir şeyler yapmaya çalışanlar bir şekilde engellenmeye çalışılarak hatta neredeyse cezalandırılırcasına bir başlarına yalnızlaştırılmaları acaba nedendir diye hiç sorgulayabildik mi?

Bütün bunların yerini kimlerin aldığı konusunda acaba şöyle bir düşünerek kafa yorabildik mi? En küçük toplumların dahi içerisinde sorgulama yapan, bireysel mücadele veren kişilerin yanlarında acaba ne kadar olabildik?

İnanılan bir şeye karşı durmanın, reddetmenin zor olduğu ortadadır. İşte bütün bunlara rağmen reddebilmek için, karşı durabilmek için insanın ortaya koyacağı ve savunabileceği bilgileri olması gerekir. Şayet bunlar yoksa zaten karşı duramaz ve önüne ne gelirse kabul etmek en akıllıcası ve güvenli olanıdır. Kendilerini güven içinde hissetmenin garantisi ile hiç bir şekilde sorgulamaya izin vermemek, verenlere de engel olmak sizce yapılanlara ortak olmak değil de, nedir?

******

O halde, içine düştüğümüz bu ortamda herkes birbirine "ne oluyor?" diye sorar halde iken bireysel olarak, bizim de yapabileceğimiz bir şeyler olduğunu kendi kendimize itiraf edebilecek miyiz? Bunun için de artık uykudan uyanmanın zamanı gelmedi mi?

Konuya ilişkin herkesce bilinen önemli saydığım bir vurguyu paylaşmak isterim;

"Bir ormanda yangın çıkar; ormanda yaşayan bir serçe de gagasıyla su taşıyarak yangını söndürme gayretiyle çırpınıp durur.

Yangını izleyen diğer hayvanlar gülüşerek serçeyle alay etmeye başlarlar;

"Bu halinle ne yapmaya çalışıyorsun? Senin yangına nasıl bir müdalen olabilir ki?" derler.

Serçe de;

"Hiç olmazsa ben üzerime düşeni yapıyorum! Ya siz ne yapıyorsunuz?" der."

****

Bu zor coğrafyada ülkemizin ve milletimizin varlığını sürdürebilmek için en önce aklımızı kullanıp, bilimin ışığında "Evet! Biz de varız ve bizim olan topraklarımız üzerinde bağımsız yaşamak yine her millet gibi bizim de hakkımız!" diyebilmek için, zengin kaynaklarımızı kendimiz kullanabilmek için bunun şart olduğunu yazmadan geçemeyeceğim.

Sevgi ve saygılarımla!

27 Kasım 2008 Perşembe

Emperyalizmin Kanlı Ağında Can Çekişen Kültürler!











Türkmeneli Tv'yi izliyorum ve oradaki görüntüler bana hiç yabancı değil. Evet, o görüntüler hiçbirimize yabancı değil aslında. Reklamlarla yerini koruyan pizza, lazanya, kola ve diğerleri. Müzik yayını ise Pink Floyd. Hani şu asi duygularımızı ön plana çıkaran "duvar" ( the wall). İngilizce eğitimle üniversiteler ve geleceğe hazırlanan gençler!

******

İşte artık rahatça anlayabildiğimiz üzere bir kültür emperyalizminin resmi. Bir ülkeyi, bir milleti ve bir toplumu en iyi yıkmanın yöntemi; sahip oldukları kültürü en kısa zamanda yok ederek, sömürüyü yapanların kültürünü yerleştirmektir. Hem de bunu yaparken kendi kültüründen utandırmak ve yerine yerleştirilmek istenen kültürü özendirerek ve olmazsa olmaz olarak sunmaktır. Bakınız Batı, kültürünü en iyi şekilde yayabilmesi için, o ülkenin tanınmış ve gözde isimleri tarafından istediklerini toplumlara sunmayı ilke edinmiştir. İşte buradan da en kestirme ve hızlı yol ise televizyonlar, sinemalar, reklamlar ve diğer yayın kuruluşları aracılığıyla yapılmaktadır. Artık bundan sonra sinsi, kurnaz ve hızla yayılmanın önüne geçmek ancak ve ancak bilinçli sıkı bir eğitimle, ardından yasa ve kanunlar yoluyla gerçekleşebilir.

*******

Şimdi tekrar başa dönecek olursak; ülkemizi kıskacı altına alan Batı kültürü etkisiyle, müziğimize, dilimize, gelenek ve göreneklerimize, adetlerimize gittikçe yabancılaşırken bir yandan da kendimize karşı dürüstlüğümüzü de kaybeder olduk. Konuya ilişkin çoğu yazımda değindiğim üzere felaketimizi hazırlayan bu gelişmleri ne yazık ki halâ farkedemedik. Evet! Konuşuluyor, yazılıyor; ama resmî anlamda hiç bir tedbir alınmıyor. İçimiz sızlaya sızlaya sadece konuşuyoruz hepsi bu!... Artık ülkemiz yabancı müziğin, yabancı dilde eğitimin etkisinden kurtulamaz oldu. Öyle ki, caddeler, sokaklar yabancı isim ve anlatımlarla dolu levhalara evsahipliği yapıyor. Ne olduğunu düşünmeden bilinçsizce kabullendiğimiz bu yazılar, dinlediğimiz müzikler bizi kendi kültürümüze çoktaan yabancılaştırdı bile!...

*******

Tüm bu gelişmelerle birlikte aynı zamanda bir gerçek de kendi kendimizden utanır olmamıza dikkat çekmek istiyorum. Aşağılık duygularıyla, bir ezilmenin altında hayranlıkla baktığımız Batı'nın yaşamı; işte bu duygu bizim acizliğimizi de ortaya çıkartıyor. Zannediliyor ki, herşeyin en alâsını "Batı" yapıyor. Yok öyle bir şey!!! Bizlere bu duyguyu aşılayanlar, bunu bilinçli bir şekilde sistematik olarak yapıyorlar; zira başka türlü de bu işi başaramazlar. Hele de en zeki çocuklarımızı ve gençlerimizi Batı'ya eğitim almaları için istiyorlar ya? İşte bize geçmiş olsun! Orada kafaları, beyinleri yıkanarak, her bir şeyleri istedikleri doğrultuda şekillendirilip ondan sonra gönderiyorlar. Alın size eğitimli, sözde kültürümüzü bilgileriyle birleştirip bizlere aktaracak önder kişiler. Onlar belki farkında dahi olmadan Batı'nın gözüyle ve şartlarıyla bizlere şekil vermeyi, yönetmeyi en iyi yöntem olarak kabul ediyorlar.

******

İşte Atatürk'ün ölümünden hemen sonra kültürümüzü esir altına almayı başaran bu akım bugüne kadar adım adım yol aldılar. Geldiğimiz nokta ortada. Bizler de sanıyorum ki, Pink FLOYD'la başladık. Pizzalarla, lazanyalarla masumane değişiklikler olarak gördük. Kolalar vazgeçilmezimiz oldu. Hele Marlboro'yu gömlek ceplerimizde taşıyarak büyük fiyakalara sahip olduk! Cebimizde bir kuruşumuz olmadı ama Marlboro'yu eksik etmedik! Öyle ki, çakmak gazlarının reklamına "Avrupa gazı" tabelası astık. Artık herşeyimiz Avrupa, Amerika malı oldu. Keyfimiz gıcır, onurumuz, gururumuz çok havalı oldu (!) Ezilen kimliğimiz yerini asalete bıraktı (!)

****

Bu gelişmeler bugün işgal altında ki, Irak'da yaşanıyor. Yani bir yandan da kalıcılığı sağlamlaştırmak için misyonerlik her alanda hızla çalışmakta. İşte "TÜRKMENELİ TV" de gördüklerim bana bunları hatırlattı. O an aklımdan geçen duyguları aynen aktarmak istiyorum; "Bunların hiç birisi bana yabancı gelmiyor!" dedim. Filmi baştan ama bu defa içim sızlayarak çok daha iyi anlayarak ve aklım başında olarak algıladım! Gerçekten bu savaş kalıcı ve hedefe ulaşan bir yöntem! Silahlar gün gelir susar; ve yine gün gelir işgalci güçler geldikleri gibi giderler! Ama kaybolan kimlik! Yitirilen kültürler! Kendi kendine yabancılaşmak! İşte bunları bir daha yerine getirmek çok ama çok zordur. Bir dip not daha düşmek isterim; Irak'a işgalin hemen arkasından yapılan ilk iş Bağdat kütüphanesini yağmalamak ve Mezopotamya tarihini yok etmek oldu! Bütün bunları televizyonlardan büyük bir acıyla, bir kültürün ve büyük bir tarihin adeta yağmalandığını hep birlikte insanlık utancı olarak izledik!

*****

Yaşanılan bu gerçekler aslında Kapitalizmin emperyalizmi doğurduğunu; dolayısıyla da bir taraftan emperyalizmle birlikte zalimliğin kol gezdiğini diğer taraftan da mazlumlar ve bedbahtlar dünyasının oluşmasını hep birlikte izliyor, yaşıyor ve görüyoruz! Demek oluyor ki, bir milleti yok etmek bir tek silahla olmuyor! Bunu sağlamlaştırmak ve etkin kılmak dil ve kültür emperyalizminden geçiyor. Şüphesiz ki bu aşamada, zamana yayılarak, adım adım tamamlanıyor! Sevgi ve saygılarımla!