30 Kasım 2015 Pazartesi

Bozulmakta Olan Türkçe




Halk Bilimci Araştırmacı Yazar Sayın Halûk TARCAN'ın DİKKAT ÇEKİCİ iletilerini aynen paylaşıyorum:

"BOZULMAKTA OLAN TÜRKÇE 

"... Türkçe kırması İngilizce ile Türkçe konuşurken kullanılan İngilizce kelimelerin dilimizi garipleştirmesi.. 

Bu kavramları önce, Londra'dan makale yazmış olan Prof. BAYRAKTAROĞLU'na cevabını hazırlayıcı bir özet olarak veriyorum. 

Sayın Prof. BAYRAKTAROĞLU,

T24'le yaptığınız mülâkatı ilgiyle okudum; endişelerinizi aynen paylaşıyorum. Türkiye her gittiğimde, görüp, duyup rahatsız olduğum  anlar çok oluyor. Bilhassa, genç nesille olan konuşmalar maalesef bir Türkçe-İngilizce karışımı halinde yürüyor; bundan eminim... Türk diline giren sayısız İngilizce kelimelerinin yerleşmesi, gösteriş yapma hastalığı ve tabii ki, İngilizceyle eğitim yapmış olmanın hasarları büyük rol oynuyor. Geçenlerde Oktay SİNANOĞLU'nun bu konuda yazdıklarını (Büyük Uyanış) okumuştum. O da aynen sizin eleştirdiğiniz tehlikeli durumu kitabında tartışmış. Yeni okumaya başladığım  "Türkçe Off" adlı kitapta konuyu daha genel bir şekilde inceliyor... Bir bakıma, bu konuyu işleyen ve tehlikeleri tartışan yazarların ve akademisyenlerin olmasına seviniyorum, bir bakıma da, Türk dilinin bu acınacak hâle gelmiş olmasına çok üzülüyorum.

Çalışmalarınızda başarılar dilerim. 

Betül NELSON, LONDRA




Sayın Betül NELSON burada Prof. Dr. Sinan BAYRAKTAROĞLU'nun Türkiye'de yabancı dil eğitimi adıyla yeni çıkan kitabında geniş bir şekilde incelemiş olduğu bu problem konusunda T24'ün önce Prof. BAYRAKTAROĞLU'nu tanıyalım:

CAMBRIDGE Üniversitesi'nde öğretim üyeliği ve The Cambridge Centre For Languages, Sawston Hall'un 22 yıl kurucu direktörlüğünü yürüten Prof. Dr. Sinan BAYRAKTAROĞLU, bugün orta ve yükseköğretim bünyesindeki İngilizce ve Türkçe eğitiminin titizlikle yeniden yapılandırılmasının şart olduğunu söyleyerek Türkiye'de eğitim bilincinin 'yabancı dil eğitimi' arasındaki farkı yeterince anlamak bakımından yetersiz olduğunu savundu. BAYRAKTAROĞLU. "Yapılan istismarlar neticesinde kanayan bir yara haline gelen bugünkü durumun Türk yükseköğretiminin kallite düzeyini tehdit ettiğini acı bir gerçek olarak ifade edebiliriz" dedi.

  "Bugün bilinçsiz bir iyimserlikle yaptığımız İngilizce'yle eğitim uygulamasının Türk eğitim sistemi ve Türk dili üzerinde yarattığı somut olumsuz ve sakıncalı sonuçları ortadadır" diyen BAYRAKTAROĞLU, Türkiye'de yabancı dil eğitimi konusunda çok büyük kaynakların sarf edilmesine rağmen bu alanda bugün hâlâ ciddi boyutlarda sorun yaşandığını söyledi. İçinde bulunduğumuz 21. Yüzyılda İngilizcenin küresel yayılımının geldiği durum şudur: 20. Yüzyıldan beri dünya ekonomisine liberalizmin/neo-liberalizmin hakim olması üzerine, İngilizce, teknolojik gelişmelerin de desteğiyle, dünya ülkelerinin adeta "ortak dili" (Lingua Franca) olmuş ve uluslararası bir iletişim aracı haline gelmiştir.




"Dünyada her dört kişiden biri İngilizce konuşuyor" 

Kısaca liberal ekonominin başlattığı küreselleşme süreci, bu büyük rakamlardan da anlaşılıyor ki, İngilizce aracılığıyla yürütülmektedir. Günümüzde, 1.75 milyar insan (dünyada her dört kişiden biri) İngilizce konuşmakta ve 2020 yılı itibariyle bu sayının 2 milyara, 2040 yılı itibariyle de 3 milyara (yaklaşık olarak dünya nüfusunun %40'ına) ulaşacağı tahmin edilmektedir. Durum böyle olunca, küresel liberal ekonominin bir uzantısı olarak, bugün dünyada İngilizce öğrenimine karşı çok yoğun bir kıyasla rekabet ortamında , "İngilizce'yle eğitim" dünya üniversitelerinde hızla yaygınlaşmıştır. Örneğin, 2002 yılı itibariyle 19 Avrupa Birliği ülkesinde (İngiltere ve İrlanda dışında) toplam 560 yüksek lisans programı İngilizce'yle yapılırken, 2012 yılında 11 AB ülkesinde bu rakamın 6800'e ulaştığını görüyoruz. "AB ülkelerinde İngilizce eğitim 'araç' olarak uygulanıyor"

Ancak bu ülkeler, eğitim programlarında 'İngilizce'yle Eğitim'i benimserlerken, bunu bir "amaç"  olarak değil, ulusal gereksinimleri çerçevesinde bir "araç" olarak uygulamaktadırlar. Çıkarları doğrultusunda bir "ARAÇ" olarak bilinçli bir şekilde uygulamaktadırlar.

-Türkiye'deki Durum Nedir?

Türkiye'de Maalesef toplumumuzun eğitim bilinci, 'yabancı dille eğitim' ile 'yabancı dil eğitimi' arasındaki farkı yeterince anlamak bakımından yetersizdir. İngilizce'yle eğitim bir İngilizce öğretim-öğrenim yöntemi değildir. Bu bilimsel bir gerçektir. Bunlar birbirinden nitelik ve yöntem bakımından farklı iki ayrı eğitim faaliyetleridir. Her şeyden önce, İngilzceyle eğitim yapabilmek için İngilizceyi uluslararası sınav ölçeklerine göre ileri düzeyde en az B2-C1 düzeyinde edinebilmek olmazsa olmaz bir koşuldur. Oysa, üniversitelerin üst yöneticileri başta gelmek üzere, ebeveynlerin, öğrencilerin, yazılı sözlü basının, sosyal medyanın ve sivil toplum kuruluşlarının önemli bir kısmında, İngilizce'ye karşı yaygın sosyal talep karşısında ve bu dilin yabancı bir dil olarak öğretim ve öğrenimi alanında yaşanan sorunlar ve başarısızlıklar sonucunda büyük bir yanılgıya düşülmekte, sanki İngilzce'yle eğitim yapılırsa bu sorunların üstesinden gelineceği zannedilmektedir.

Böylesi bir bilinçsizlik, İngilizceyle eğitim adı altında başarısızlıkla yürütülen, verimsiz, göstermelik, öğrencilerin öğrenme, analitik  düşünme ve yaratıcılığını engelleyici sakıncalı bir eğitim uygulamasına maalesef yol açmıştır.

"Ne Türkçe Ne İngilizce"

Daha da vahimi, yabancı dille eğitim yapan üniversitelerde okuyan öğrencilerin birçoğunun ne Türkçe ne de İngilizce olan, bir dilsel sistemden yoksun, ne olduğu belirsiz ve anlaşılması güç yapay bir ifade türü kullanmaya itilmiş olmalarıdır. Bunun sonucu olarak da, bugün yükseköğretimde sadece "İngilzce eğitimi" veya "İngilizce'yle eğitim" sorunu değil, ciddi boyutlarda bir "dil sorunu" yaşanıyor.  

"Dil" olmayınca "düşünme" de olmaz. Bu durum Türk ulusuna ve yetişmekte olan genç kuşaklara yapılabilecek en büyük kötülüktür.  

"Dil Devrimini Gerçekleştiren Toplum"

Unutulmamalıdır ki, Türk toplumu Cumhuriyetle birlikte dil devrimini gerçekleştirmiş bir toplumdur. Atatürk'ün sözlediği söz üzere "Türk dil Türk milletinin kalbidir, zihnidir... Ülkesini, yüksek istiklalini korumasını bilen Türk milleti, dilini de yabancı diller boyunduruğundan kurtarmalıdır." Nr var ki, bugün bilnçsiz bir iyimserlikle yaptığımız İngilizce'yle eğitim uygulamasının Türk eğitim sistemi ve Türk dili üzerinde yarattığı somut, olumsuz ve sakıncalı sonuçları ortadadır.

-Bu Durumu Düzeltmek İçin Ne Yapılıyor?

Türkiye'de yabancı dil eğitiminin önemi ve bu alanda yaşanan sorunlar, cumhuriyetimizin kuruluşundan bu yana, kamuoyunun gündeminden düşmemiştir. Çok büyük kaynakların edilmesine rağmen, hatta Türkçe'yi bile bir yana iterek yükseköğretimde yabancı dille eğitim yapılmasına kadar giden uygulamalara başvurulmasına rağmen, bu alanda bugün hâlâ ciddi boyutlarda sorun yaşanmaktadır. Öylesine ki, yapılan istismarlar neticesinde kanayan bir yara haline gelen bugünkü durumun Türk yükseköğretiminin kalite düzeyini tehdit ettiğini acı bir gerçek olarak ifade edebiliriz.

"1960'dan beri aydınlar yabancı dille eğitimin sakıncalarını anlatıyor" 

1960 yılından günümüze kadar birçok değerli aydı, yazar, düşünür, eğitimici, bilim adamı tarafından yabancı dille eğitimin sakıncalarını dile getiren çok sayıda ciddi ve haklı eleştiri yapıla gelmiştir.

Bunca yıldır yapılan eleştirilere rağmen, özellikle vakıf üniversitelerinin büyük bir çoğunluğu, bu durumu adeta bir fırsat bilerek, İngilizce'ye olan yoğun talepten mevcut rekabet ortamı içerisinde pay kapabilmek için, uluslararası yabancı dil eğitimi ile ilgili kalite krıterlerini  göz ardı  ederek, İngilizce'yle  öğrenim görebilmeleri için bilimselliği tartışılmayacak, nesnel, uluslarasaı"olmazsa olmaz" dil ölçekleri düzeyine öğrencilerinin erişebilmelerine olanak sağlanmadan, öğrenci ve ebeveynlerine "uluslararası nitelikte bir eğitim" vaadiyle, hâlâ "yabancı dille eğitim" yapma ısrarı içinde  bulunmaktadırlar.

Bu nedenle, başta YÖK ve yazılı-görsel basın olmak üzere, rektörlere, üniversitelere üst yönetimlerine bu konuda büyük sorumluluk düştüğü düşüncesindeyim." 30 Kasım 2015 




Sevgi ve saygılarımla!


"Haksızlık Karşısında Susan Dilsiz Şeytandır" Hz. Muhammed (A.S.)

26 Kasım 2015 Perşembe

Midem Bulandı








Filozof Agrippa'ya göre;

* Dogmatik filozoflar, önermeler dizisinde sonsuza değin geriye gitmekten kaçındıkları için kanıtlayamayacakları varsayımlar ileri sürerler.

* Filozoflar, duyularla ilgili olanları akılla, akılla ilgili olanı ise duyularla kanıtlamaya çalıştıklarından çifte tuzağa düşerler.


Ve...


Yaşadığı dönemde kavram kargaşasının yoğun şekilde hüküm sürmesini ahlâk alanıyla birlikte ilişkilendirerek  düşünen SOKRATES,

"Bilgeliğin, adaletin, cesaretin anlamının ne olduğu bilinmedikçe, bilgece, adil ya da cesurca eylemekten söz edilemeyeceğini iddia etmiştir. Çünkü aynı sözcükleri ya da kavramları kullanan insanlar, bu sözcük ya da kavramlarla farklı şeyleri kastediyorlarsa eğer; SOKRATES'e göre bu, insanların anlaştıklarını sanarak anlaşmadan konuştukları anlamına gelir ve sonuç, kargaşadan başka hiçbir şey olmaz.

Kargaşa, SOKRATES'e göre, hem entellektüel ve hem de ahlâki yönden olur. Ona göre, entellektüel olarak sözcük ve kavramları, sizin kullandığınız anlamdan farklı bir anlamda kullanan biriyle tartışarak, bir kavga dışında hiçbir yere varamazsınız ve ahlâki olarak da, söz konusu sözcükler ahlâki fikirlere karşılık geldiği zaman, sonuç bir anarşiden başka bir şey olmaz." 




"12 Eylül darbesinden sonra Diyarbakır Cezaevi'nde işkence gören ve dışkı yedirilen Dr. Sinan OLCAN, "Dışkı yedirmek işkence değil" diyen Prof. Celal ŞENGÖR'e, "Herkes diploma alır ama diploma sadece mesleğini kullanmak içindir. İnsanlık ise farklı bir şey" sözleriyle yanıt verdi." 23 Kasım 2015




Dolayısıyla...


Bizim dünya çapında bilim insanı olarak bildiğimiz Jeolog Prof. Celal ŞENGÖR, bundan kısa bir süre önce de Kurucu Önderimiz ATATÜRK için, "Dahi Diktatör" deme cüretinde bulunmuştu.

Daha bu ifadelerinin şokunu üzerimizden atamazken, beter açıklamalarına devam eden sayın hocamız bir adım öteye geçerek,  "dışkı" muhabbetlerine imza  atmayı herhalde kendilerine çok yakıştırıyorlar...

Oysa ki bizler kendilerinden dünyanın yapısı, oluşumu, fosilleşme, deprem filan gibi uzmanlık alanını yakından ilgilendiren konularda bilgilenmeyi beklerken,  kendileri tarih, "diktatörün dahi'si kimdir?",  dışkı yemek "faydalı mı, değil mi", işkence, toplum bilimi gibi konularda garip açıklamalar da bulunuyorlar.

Dahası  hocamız ne yazık ki, üstüne elzem olmayan konularda "ahkam" kesmek, herkesi cehaletle suçlamak, insanlara tepeden bakmakla aslında insanın "ne bilmediğini bilmemek" durumuna örnek oluyor...

Demem o ki...

Makam, mevkî, ünvan ile bilgelik olmuyormuş. Zira bilgelik, yaşamdaki olayları ve sonuçlarını güçlü  kavrayışla, hayatı derin bir bakış açısıyla gözlemleyerek düşünebilmektir

Ne diyor Yunus Emre; 

"İlim ilim bilmektir ilim kendini bilmektir sen kendini bilmezsen bu nice okumaktır"





Sevgi ve saygılarımla!


"Haksızlık Karşısında Susan Dilsiz Şeytandır" Hz. Muhammed (A.S.) 

24 Kasım 2015 Salı

Öğretmenler Günü











"Öğretmenler! Erkek ve kız çocuklarımızın, aynı şekilde bütün öğretim basamaklarındaki eğitimleri uygulamalı olmalıdır. Yurt evladı, her öğrenim basamağında, ekonomik hayatta başarılı, iz bırakan, eser sahibi olacak şekilde bilgilerle donatılmalıdır. Ulusal ahlâkımız, çağdaş esaslarla ve hür fikirlerle artırılmalı ve takviye olunmalıdır. Bu çok mühimdir, bilhassa nazarı dikkatinizi çekerim....Sizin başarınız Cumhuriyetin başarısı olacaktır." ATATÜRK

 
"FİKRİ HÜR, VİCDANI HÜR, İRFANI HÜR" nesiller yetiştiren bütün öğretmenlerimizin Öğretmenler Günü'nü kutlar, ellerinden öperim...






Sevgi ve saygılarımla!


"Haksızlık Karşısında Susan Dilsiz Şeytandır" Hz. Muhammed (A.S.)



23 Kasım 2015 Pazartesi

Filler Tepişir Çimenler Ezilir



İşgalci ABD askerlerinin giriştiği katliam sebebiyle harabeye dönen Telafer’e yardım götüren Kızılay ekibi, gözyaşları içinde Türkiye’ye döndü. Ekipte yer alan görevliler, "Biz yardım dağıtırken, yandaki çocukları yere yatırıp kafalarına çuval geçiriyor ve götürüyorlardı. Hepsi çok kötü durumda. ağlamamak mümkün değil" şeklinde konuştu.

Dolayısıyla... 

Yıllardır bölgemizde Türkmen katliamları yaşanırken ve bu katliamlar ortadayken...


Bugün BATI'nın cirit attığı ve tam anlamıyla bir bataklığa dönmüş Suriye'de, 

Kimin ne yaptığı belli olmayan bir senaryonun içerisinde, 

"Suriye'de Bayırbucak Türkmenlerinin öldürüldüğünü iddia eden Alperen Ocakları, Suriye'ye karşı savaş ilan etti" açıklamaları doğrusu hiç de samimi ve inandırıcı değil! 

Zira Filler tepişir çimenler ezilir...

Dolayısıyla o filler ki, "Türkmen çığlıkları" altında emperyalist güçlerin kendilerinden beklenildiği gibi davranarak bölgede hatta dünyada fırtına estirip, coğrafyamızdaki çimenler eziyorlar!

Ancak unutulmamalı ki, Atatürk Cumhuriyeti Türk ulusuyla birlikte 1919'da çimen olmadıklarını yedi düvele kanlarıyla kanıtladı!

Dolayısıyla can havliyle bizi bu bataklığa çekmek isteyenlerin tek amacı, bu çimenlerin arasında bir yıldız gibi parlayan Çiçek Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ni ve milletini yok etmeye çalışmaktır.

Demem o ki...


16 Mart 1964'te...

İsmet İNÖNÜ'nün Amerikan Başkanı Lyndon JOHNSON'un tehditine karşın,

"Yeni bir düzen kurulur ve Türkiye o düzendeki yerini alır" beyanatını vermiştir.


Nedendir bilmem ama...

Hani aklıma birden İsmet Paşa'nın diplomasideki bu ünlü  sözü geldi...



Sevgi ve saygılarımla!


"Haksızlık Karşısında Susan Dilsiz Şeytandır" Hz. Muhammed (A.S.)

18 Kasım 2015 Çarşamba

Hanım AĞA Leylâ ZANA



Leylâ ZANA

Çocukken hastalanıp hastaneye yatırıldığında, yakınlarından birisi babasına, "Yahu kız değil mi? Hastalığına niye üzülüyorsun, bırak ölecekse ölsün" demiş..

Ve henüz 14 yaşında iken kendisinden 21 yaş büyük toprak ağası oğluyla  evlenerek, 15 yaşında ilk çocuğunu doğurmuş..

Dolayısıyla...

Leylâ ZANA Silvan'dan bir bölge gerçeği olan, toprak ağalığı ve feodalizm gerçeğini ne yazık ki bir kenara bırakıyor...

Ve Leylâ ZANA "ağalık"la mücadele edeceğine ve de  küçük yaşta kocaman kocaman adamlara kuma olarak evlendirilen (ki bunların hiçbirisi çocuk yaşta evlenen kendisi gibi -ağa çocuğuyla evlenerek milletvekili olacak kadar- şanslı olmayan çocuklardır.) çocukların sorunlarını dile getirmek yerine, Türkiye Cumhuriyeti devletine dil uzatmayı marifet sayarak; güya, "insan hakları" söylemini kullanıp kürtçülük (ırkçılık)  yapmayı "demokrasi" olarak görmeye devam ediyor...


Hani.. "kadın hakları" diye bas bas bağırırken, öte yanda PKK'nın kaçırdığı çocukların gözü yaşlı analarını Diyarbakır'da,  zabıtalarca saçlarından sürükleterek belediyeden dışarı attıran da, yine kendi partisinin  belediye başkanı, iyi mi!..

Dahası... 

Batıda yaşayan Kürt kökenli vatandaşlar,

Kürt kökenli Fransız'ım,

Kürt kökenli İngiliz'im,

Kürt kökenli Kanadalıyım,

Kürt kökenli Alman'ım,

Kürt kökenli İtalyanım,

Kürt kökenli İspanyolum... diyor da,sıra Türkiye Cumhuriyeti Devletine gelince,

"Türk'üm" demekten niyeyse gocunuyor!

Oralar da ulus devlet.. Ama kimse sizin gibi çıkıp da devletine dil uzatıp, parmak sallamıyor.. Uzatan olursa da, yasalar karşısına çıkıyor..

Dolayısıyla o ülkelerin bir anayasası var...

Ve o anayasanın kurallarına göre yaşayanlar sıra Türkiye Cumhuriyeti Devletine gelince niye çığırtkanlık yaparlar, doğrusu üzerinde iyi düşünmek gerekiyor. 


Ayrıca o ülkelerde kurallara uyulmadığı zaman insanlar yasal olarak cezalandırılıyor, bu durumda kimsenin  gıkı çıkmazken... Söz konusu Türkiye olunca,  Allah muhafaza... "tu kaka"...

O halde...

"Türk'üm" diyenle senin aranda ne fark var? 

Neyin eksik, neyinden geri kaldın?!

Mağdurum da mağdurum diyorsun...

Allah aşkına...

Bu ne bitmez "mağduriyet"miş...

"Mağdurum" diye diye ülkeyi perişan, bütün vatandaşları mağdur  ettiniz be!..

Bugün senin savunduğun eli kanlı silahlı tedhişçiler, Güneydoğu Anadolu bölgesini savaş alanına çevirdiler... Hastaneler, okullar, yollar bombalar altında tarumar edildi...

Bunun neresi "demokrasi"?!

Bağımsız bir ulusun Milli Marşı için "ırkçılık" yapıyor diyorsunuz, kendinize bir marş yazmışsınız.. mazaallah ırkçılığın kitabı..


"Hey düşman, Kürt ulusu dili ile yaşamakta
hiçbir zaman düşmanlar tarafından yenilemez"

"Düşman" diye tanımladığınız bu vatanın özbeöz has evlatları... 

Binlerce yıl aynı toprak üzerinde  birlikte yaşamış, birlikte aynı kaderi paylaşmış.... insanlar arasında birbirlerine karşı kin, nefret tohumu ekmekten başka bir amaç taşımıyor..

O halde bunun neresi  "halkların kardeşliği" diye sormazlar mı, adama?

Bu olsa olsa..

Emperyalist haçlı güçlerle işbirliği içerisinde,

Kardeşliğin düşmanlığa dönüştürülmesidir!!!


Sevgi ve saygılarımla!



NOT:

ANAYASA'nın Türk vatandaşlığıyla ilgili 66. maddesi:

"Türk Devleti'ne vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türk'tür. Türk babanın veya Türk ananın çocuğu Türk'tür. Vatandaşlık, kanunun gösterdiği şartlarda kazanılır ve ancak kanunda belirtilen hallerde kaybedilir. Hiçbir Türk, vatana bağlılıkla bağdaşmayan bir eylemde bulunmadıkça vatandaşlıktan çıkartılamaz..."

1924 Anayasası'nın 88. madde, 1961 Anayasası'nda 54. madde olarak karşımıza çıkan, ulus devlet ilkesinin temel unsurlarından birisidir. Bu madde, Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin kurucularının ülke ve ulus bütünlüğünü sağlamak üzere yazıldığı gerçeği ile bugüne kadar özünü korumuştur.

Dolayısıyla, bu maddede "kan bağı" demiyor! 

Ya ne deniliyor? "Vatandaşlık bağı" diyor!

NOKTA!




"Haksızlık Karşısında Susan Dilsiz Şeytandır" Hz. Muhammed (A.S.)

14 Kasım 2015 Cumartesi

Paris'te Tedhiş




Avrupa'nın kalbi, Paris'te tedhiş ... 

Onlarca kişi hayatını kaybetti...

O tedhiş ki bölgemizde her gün, ama her gün can alıyor..

Bölgemiz adeta  can pazarı... 




Hâl böyleyken..

Polonyalı öğretmenden, öğrencilerine çözmeleri için sorduğu utanç verici soru  daha iki gün önce basına düştü:


"Dört Suriyeli göçmen, botla Yunanistan’a doğru gitmektedir. Botun ebatları 1 metreye 2 metre, yüksekliği ise 20 cm’dir. Botun yoğunluğu da 800 kg/m3’tür. Mültecilerin her birinin 60 kg olduğunu varsayarsak,botun suyun yüzeyinde kalması, yani batmaması için kaç mülteciyi suya atmanız gerekir?"

Ve...

"Okul idaresi ise bir açıklama yaparak fizik öğretmeninin "esprisine" bir anlam veremediklerini bildirdi."BBC Türkçe

E, hâl böyle olunca.. 

Batılı arkadaşlar  bölgemizde öldürülen veya ölümden kaçmaya çalışan insanların kendi yüreklerindeki duygulardan ne kadar uzak düştüklerini hissetmekten yoksun, olaylara, "espri" olarak bakmaya yönlendirilirler.

Nitekim bu düşüncemi  pekiştirecek bir alıntıyı aynen kısaca paylaşmak isterim:

"Dünya yaratıldığından ve insanoğlu birbirini boğazlamaya başladığından bu yana hemcinsine karşı bu nitelikte bir suç işleyen tüm insanlar vicdanlarını hep aynı farazi düşünceyle halkın iyiliği düşüncesiyle rahatlatagelmişlerdir."  Savaş ve Barış, 3. Cilt sf: 516, TOLSTOY

Dolayısıyla.. 

Tedhişi yaratan ve tedhişçileri besleyen, onlara silah, mühimmat yardımında bulunanların da, bizatihi kendi yönetimleri olduğunu anlayamayacak kadar halklar, "kör-sağır" dolayısıyla "ruhsuz"laştırılmaya maruz bırakılırlar.

Bu vesileyle...

Fransa, Paris'te saldırıya uğrayarak alçakça öldürülen masum Fransız halkının acılarını derinden paylaşırken, umut ediyoruz ki,  bu vahşeti uygulatanların 2. bir "11 Eylül senaryosu"yla bölge coğrafyamızın yeni bir  fiili işgalin başlatılmasına "gerekçe" sayılmaz.

SORUM çok açık olarak "demokrasi" çığırtkanlığı yapanlara:

Fransa patlamanın hemen ardından olağanüstü hâl ilan etmiş. Yani Fransız askeri sokaklarda...

 Bizde de patlamalar oluyor, olağanüstü hâl ilan etsek, kıyameti koparacak olan Batılı sözde demokrasi çığırtkanları kendilerine gelince, kimseden "tık" yok..

Bu nasıl bir anlayıştır?



Sevgi ve saygılarımla!



"Haksızlık Karşısında Susan Dilsiz Şeytandır" Hz. Muhammed (A.S.)

9 Kasım 2015 Pazartesi

Hıçkırıklarla Arıyoruz...



Atatürk'ü Anma Haftası münasebetiyle izlediğimiz görüntüler karşısında sınıfımda "çıt" çıkmıyor... Önce önde oturan kuzucuğum hıçkırıklar arasında koşarak yanıma geldi. Onun o minicik bedeniyle bana sımsıkı sarılarak hıçkırıklarının geçmesini beklemeye koyulsam da aslında, içten içe yanaklarıma süzülen gözyaşlarımın sessiz sedasız dinmesini bekledim. Bu yaşanılan yoğun duyguların arasında tatlı Ebrar'cığım ağlayarak sıralıyor;

"Öğretmenim... cennette inşallah Atatürk'ü görürüm.. Ona çok sarılmak istiyorum, öğretmenim..." Bir diğer taraftan sessiz sedasız ağlayarak gözleri kan çanağına dönen kuzucuğum  Daria, yanıma gelerek,

"Öğretmenim... ben 6 yaşına kadar Rusya'da yaşadım.. Atatürk'ü ben çok seviyorum..."

Sımsıcak en içten duygularıyla Atatürk'ü özlemle yad eden  kuzucuklarımdan, Abide Nur ÖZDEMİR'in hıçkırıklar arasında okuduğu o yazı:




Bugün 10 Kasım.. 

Hem yetim, hem öksüz kaldığım gündür bugün.. 

Hani anne ve babasını kaybetmiş çocuklar gibiyim bugün..

Evet, öyleyim!.. Çünkü benim bugün burada oluşumun yegane sebebisin sen Ata'm..

Senin yaptığın devrimler sayesinde bugün çağdaş, uygar bir ülkenin çocuğuyum... Ve senin sayende modern toplumların çocuklarıyla yarışabiliyorum.. 

Yaptıklarının ne kadar büyük işler olduğunun bilincindeyim. Hani daha yenilerden,  benim bizzat gördüklerimden bahsedeyim mesela.. 

Hani senin kurduğun Cumhuriyet  okullarından yetişen bilim insanımız,  Prof. Dr. Aziz SANCAR... İşte o değerli bilim insanımız,  senin ışığınla dünyayı aydınlatıyor. 

Ben de onun gibi olmaya, ve yine  dünya bilim insanları arasında yer alan bilim kadınımız  Dr. Canan DAĞDEVİREN gibi çalışmaya and içtim sevgili Ata'm. 


Kimseye muhtaç olmadan, başı dik ve onurluca yaşamamız için her türlü imkanları bize sen sundun...

Onun için; seni çok seviyorum...

Onun için, açtığın yolda gösterdiğin hedefte hiç durmadan yürüyeceğime söz veriyorum... 

Benim eşsiz kahraman Büyük Ata'm...

Seni çok özlüyorum...

Ve seni asla unutmayacağım! Unutturmayacağım!

Ruhun şad, mekanın cennet  olsun...





Sevgi ve saygılarımla!


"Haksızlık Karşısında Susan Dilsiz Şeytandır" Hz. Muhammed (A.S.) 

7 Kasım 2015 Cumartesi

DEPREM










"Şili'de 6.8 büyüklüğünde deprem" 7 Kasım 2015

"Pakistan'da 7,7 şiddetinde deprem" 26 Ekim 2015

"Rusya'nın doğusundaki Kuril Adaları'nda 6.3 büyüklüğünde deprem" 14 Ekim 2015

"Şili'de 8,3 büyüklüğünde deprem" 17 Eylül 2015



Dünyanın çeşitli bölgelerinde son iki ayda  jeolojik anlamda  ölçeği büyük depremler kaydedildi.

Şüphesiz ki ülkemizin de  deprem fay hatları üzerinde olduğunu hepimiz çok iyi biliyoruz.

Dolayısıyla... 

Bizde  deprem olmuyor mu!..

Oy oy oyy!.. 

Her alanda deprem üstüne deprem yaşıyoruz...










Mesela...

"Diyarbakır'da 2013 yılında 14 yaşındaki Z.B.'yi başına taşla vurup, bayıltarak tecavüz eden ve hamile kalmasına yol açan 22 yaşındaki Y.T.'ye duruşmadaki saygın tutumu nedeniyle indirim uygulanarak 11 yıl 8 ay hapis cezası verildi." 4 Kasım 2015,  Hürriyet

Öyle işte.. 

Hukuk depremi böyle bir şey olsa gerek. Zira bu gibi sonuçların dünyada emsallerini ancak geri kalmış çağ dışı yığınlarda görebiliriz...


Örnek:

"KENDİ KIZINI ÖLDÜREN DİN ADAMINA "YOK" DENECEK CEZA

Suudi Arabistanlı bir din adamı, küçük kız çocuklarına cinsel taciz olaylarının son dönemde arttığını belirterek, bütün kız bebeklere burka giydirilmesi gerektiğini söyledi. Öz kızına tecavüz edip öldüren bir başka din adamına verilen hafif ceza ise tepkilere neden oldu.

Lama, Aralık 2011’de kafatası, kaburga kemikleri ve bir kolu kırılmış, vücudunun çeşitli yerleri yara ve yanıklarla kaplı halde hastaneye getirilmişti. Hastane görevlisi kızın bel kemiğinin kırıldığını ve “her şekilde” tecavüze uğradığını söylemişti." 4 Şubat 2013, Hürriyet



Dolayısıyla... bu anlamda yaşanılanların izahı ancak "deprem" olarak izah edilebilir.

Demem o ki...

Evrensel anlamdaki hukukun ve konunun iyi anlaşılabilmesi ve de ayırt edilebilmesi için;

 Batı'dan bir  örnekle sözlerimi noktalamak istiyorum:


CEZA

İngiliz yargıç, gece yarısı parktan geçen kızı korkutan adama 7 yıl 7 gün hapis verince, şaşıran gazeteciler sormuşlar:

"Adam kıza elini bile süremedi. Kaçan kızın çığlıklarına yetişenler de adamı yakaladılar. Bu 7 yıl, 7 gün çok değil mi?"

Yargıcın yanıtı hukuk tarihine geçecek düzeydedir:

"Kızı korkutmanın karşılığı 7 gündür. 7 yıl, İngiliz kızlarının gece yarısı parkta dolaşma özgürlüklerine saldırmanın cezasıdır."
12 Aralık 2010 Hürriyet, Şükrü KIZILOT




Sevgi ve saygılarımla!



"Haksızlık Karşısında Susan Dilsiz Şeytandır" Hz. Muhammed (A.S.)