29 Mart 2014 Cumartesi

Haydi Sandığa...














Bu Memleket Bizim


Dört nala gelip uzak Asya'dan
Akdeniz'e bir kısrak başı gibi uzanan
Bu memleket bizim

Kapansın el kapıları
Bir daha açılmasın
Yok edin insanın insana kulluğunu
Bu davet bizim

Bilekler kan içinde dişler kenetli
Bilekler kan içinde ayaklar çıplak
Ve ipek bir halıya benzeyen toprak
Bu cehennem, bu cennet bizim

Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür
Ve bir orman gibi kardeşçesine
Bu hasret bizim

                                                  Nazım Hikmet


Yarın seçime gidiyoruz...

Hani vatandaş olduğumuzun bilincine vardığımız o çok önemli asli görevimiz...

Demokrasi adına herkesin sandık başında olması dileğiyle,

Mutlu huzurlu ve en önemlisi de aydınlık yarınlarımız için

Kazanan TÜRKİYE Cumhuriyeti Devleti ve Yüce TÜRK milleti olsun...


Sevgi ve saygılarımla!

"Haksızlık Karşısında Susan Dilsiz Şeytandır" Hz. Muhammed (A.S.)

26 Mart 2014 Çarşamba

Kâhin Olmaya Gerek Yok!














"Ümraniye’de, El Kaide’ye bağlı IŞİD örgütü üyelerine yönelik olarak akşam saatlerinde düzenlenen operasyonda çıkan çatışmada..." 26 Mart 2014


Emperyalist, haçlı güçlerin dillerinden düşürmedikleri o üç kelime ve anlamları:

Barış=Halkların birbirlerini boğazlaması, kardeş kanı akıtması...

Demokrasi=Ülke zenginliğine el koyup, sömürmek...

Özgürlük=Köle olmak, "efendi"lere tam anlamıyla itaat etmek...

Bölgemiz tarumar...

İslam coğrafyası tam bir bataklık..

Ülke olarak biz de bu bataklığa çekilmenin eşiğindeyiz...

1. Dünya Savaşı'nda Osmanlı, Almanya'nın arkasına sığınarak Batı'nın çıkarlarına hizmet etmeyi asli görevi olarak görmüştü...

Öyle ki Osmanlı'nın Genel Kurmay Başkanı bile ALMAN'dı!!!

O tarihte,

Osmanlı'nın Alman Genel Kurmay Başkanı Bronsart, 1936 yılında yayımlanan bir yazısında, şunları söylüyordu:

"Türkiye'nin savaşa ne zaman gireceğine Alman Genel Kurmayı karar vermiştir. Kafkasya'ya saldırı yapılması fikri de Alman genel kurmayınındır. Esas olarak Kafkas cephesi ikinci dereceden önemli bir cephedir. Önemli olan düşmanlarımızın buralara ordu birliklerini kaydırmasını sağlayarak, birinci derecede önemli asıl cephelerdeki yani Avrupa cephelerindeki Alman ordularına karşı düşman baskısını azaltabilmektir. (...) Suveyş kanalına yapılan harekat da aynı nedenle yapılmıştır. Yoksa Türklerin Mısır'ı fetih etmeleri için değil. Zaten böyle bir şey, eldeki az sayıdaki kuvvetler ve çöl de dahil olmak üzere uzun bir yürüyüş yapıldıktan sonra mümkün değildir. Asıl amaç İngilizlerin bu hareket nedeniyle Süveyş kanalını kapatmalarını sağlayarak onları zayıflatmak ve Kanal bölgesine de asker yığmalarını sağlamaktı. Hakikaten bunda başarılı da olundu." Cengiz ÖZAKINCI, Türkiye'nin Siyasi İntiharı Yeni-Osmanlı Tuzağı, sf:211-212

Hal böyleyken...













Rusya-ABD... 

Yani...  "güç"ler savaşı, tarihten esinlenen aynı senaryolar eşliğinde hızla sahneleniyor! Bölge sıcak gelişmelere gebe..

O sebeple bölgemizde yaşanan gelişmeleri dolayısıyla sınırlarımızdaki kışkırtmaları görmek, anlamak için şüphesiz ki "kâhin" olmaya gerek yok! Zira tarihe şöyle bir bakmak,

Her şeyi anlamak için yeter de artar bile...

Millet olarak gidecek  ne bir vatan toprağı, ne de sığınacak başka bir yerimiz yerimiz yok!

Sağduyu, aklıselim..

"Yurtta barış, dünyada barış"

Sevgi ve saygılarımla!

"Haksızlık Karşısında Susan Dilsiz Şeytandır" Hz. Muhammed (A.S.)

20 Mart 2014 Perşembe

1853'den 2014'e KIRIM











Kırım Savaşı,  Osmanlı Devleti, İngiltere, Fransa ve Sardinya-Piemonte (İtalya) ittifakıyla, dönemin Çarlık Rusyası’na karşı açılan bir savaştır.

Büyük devletlerin çıkar çatışmalarının sonucu olan Kırım Savaşı’nın görünürdeki nedeni;
Rusya’nın, Osmanlı tebaası arasında yer alan Ortodoks cemaatini kendi koruyuculuğu altına alma talebiydi, bu bir.

İkincisi ise Filistin’deki kutsal yerlerde yaşayan Rus Ortodoks ve Katolik kiliselerinin imtiyazları konusunda Rusya ile Fransa’nın anlaşmazlığa düşmesiydi,


"Marks da Londra'da 29 Temmuz 1853 ve New-York Daily Tribune'de 12 Ağustos 1853 günü yayımlanan Rusya'nın Geleneksel Politikası başlıklı yazısında şöyle diyordu:

Rusya daha 1774 yılında Kaynarca'yı imzalarken, Avusturya'nın İstanbul'daki geçici elçisi Baron Thugut, kendi hükümdarına şunları yazmaktaydı:

"Bugünden itibaren Rusya, uygun bir fırsat yakaladığı her seferinde, herhangi bir hazırlığa bile gerek görmeksizin, sadece Karadeniz üzerindeki limanlarından hareket ederek İstanbul üzerine yürüyebilecektir. Bu durumda hiç şüpheniz olmasın ki, Rum kilisesinin şefleriyle birlikte uzun süreden beri yeraltından hazırlanmakta olan bir ayaklanma patlayacak ve Sultan'a sarayını terkedip Asya'nın içlerine çekilerek Avrupa Türkiyesi'nin tahtını daha tecrübeli birine terketmekten başka çare kalmayacaktır. Ve başkent İstanbul bir kez fethedilir edilmez, bir yandan terör, öte yandan Rum Hıristiyanların sadık desteği sayesinde ve büyük bir zahmete katlanmaksızın Rusya, hem Ege adalarını, hem Küçük Asya kıyılarını, hem de Adriyatik'e kadar bütün Yunanistan'ı kesin hakimiyeti altına alabilecektir(...)"


Osmanlı, İstanbul'un ve boğazların Rusya'nın eline geçmesini önleyip Rus yayılımına karşı direnmekle, Avrupa'nın çıkarlarını da korumuş oluyordu. Osmanlı askerleri Kırım Savaşı denilen bu savaşta; Avrupa'nın çıkarlarını korumak ve bunun karşılığında Osmanlı devletinin Avrupa Devletler Konseyi'ne üye yapılmasını sağlamak; böylelikle varlığını, bütünlüğünü Avrupa devletlerinin güvencesi altında sürdürmek... 

İngiltere'nin eski Büyükelçilerinden David Urquart, olup bitenleri bambaşka bir gözle değerlendirirken şunları söylüyordu:

Aynı güçler "müttefik" görüntüsü altında Osmanlı topraklarına kendi askerlerini yerleştirdiler.

İngiltere Savaş Bakanı Lord Herber dedi ki:

"Biz müttefik olduğumuz Osmanlı ile değil, düşmanımız Rusya ile anlaşma halindeyiz." 

İstanbul'da İngiliz elçisi olan Lord Ponsoby de dedi ki: "İngiliz Fransız savaş gemileri Karadeniz'e Türkiye'yi korumak için değil, Rusya'yı korumak için girdi."

Cengiz ÖZAKINCI, Türkiye'nin Siyasi İntiharı Yeni-Osmanlı Tuzağı sf: 38-39-40


"Ruslar Silistre'de bozguna uğrayıp büyük kayıplarla geri çekildiklerine göre, İstanbul'u ele geçirme amacında başarısızlığa uğramış ve bu savaş da burada sona ermiş olmalıydı. Gelgelelim öyle olmadı. Osmanlı devleti ile Rusya arasında barış görüşmeleri yapılması gerekirken, İngiliz Fransızlar -her nedense?- Sivastopol'ü kuşatmaya giriştiler. Osmanlı, İngiliz, Fransız ve Sardinya askerleri, Sivastopol'de savaş alanlarında Rus ordusuna karşı omuz omuza dövüşecekti.

Abdülmecid için İngiliz ve Fransızların Rus yayılımcılığını durdurmak için Osmanlı'yla askeri ittifak yapmış olması, bundan böyle Osmanlı'nın Avrupa Devletler Konseyi'ne alınması ve toprak bütünlüğünün Avrupalı devletlerin güvencesi altında korunması için yeterli bir nedendi. Bu yüzden, "Biz Rusları Silistre'de yendik., savaş bitti. Sivastopol Kuşatması da nereden çıktı?" demeyecekti." C.Ö. sf:45-46

"Rusya'ya karşı girişilen bu savaşta, Batı kaynakları 17.500 İngiliz, 90.000 Fransız, 35.000 Osmanlı-Türk, 2050 Sardinyalı askerin öldüğünü yazıyordu. Gelgelelim öldüğü savlanan 90.000 Fransız askerinin tümüne yakını Cezayirli  Zouaves Berberi kabilelerinden Müslüman savaşçılardı." C.Ö. sf:49



Dünya tarihinin o zamana kadar gördüğü en kanlı savaşlardan biri olan "Kırım Savaşı" 1853-1856 yılları arasında yarım milyon insanın ölümüne yol açtı.


Ve de kolera, tifüs vb. hastalıkların kayıpları katladığı bu savaşın odaklandığı Sivastopol, Fransa, İngiltere, Osmanlı Devleti ve bunların karşısındaki Çarlık Rusyası’nın belleğinde derin izler bırakarak tarihe geçti.

1853 yılında savaş ilanı anlamına gelen ilk notalar verilip talepler geri çevrildiğinde dünyaca ünlü Rus yazar Tolstoy Romanya ordusunda subaydı; savaşın resmen başlamasıyla birlikte Kırım ordusuna naklini isteyip 7 Kasım 1854’te Sivastopol’a geldi.

Savaşın  ulus, ırk, toplumsal statü, inanç farkları tanımayan kıyım mekanizmasının dehşeti karşısında, kendi sözleriyle şöyle demektedir:

"Burada savaşı; kurallı, güzel ve parlak düzeniyle, müzikli trampetli sesleriyle, dalgalanan sancaklarıyla, atlarının sırtındaki generalleriyle görmüyorsunuz. Burada savaşın gerçek ifadesi olan kan, acı ve ölüm gibi kelimelerle bile ifadesi zor olan korkunç bir olayın gerçek yüzünü görüyorsunuz." demiştir.


Umut ederiz ki tarih, yeni bir Kırım Savaşı daha yazmasın...



Sevgi ve saygılarımla!


"Haksızlık Karşısında Susan Dilsiz Şeytandır" Hz. Muhammed (A.S.)


14 Mart 2014 Cuma

ALLAHUEKBER!
















"Burak Can Karamanoğlu’nun yaşamını yitirdiği Fatih Sultan Mehmet Caddesi yakınlarında toplanarak yürüyüşe geçen eli sopalı ve palalı bir grup, polisin geniş güvenlik önlemleri nedeniyle ara sokaklara dağıldı. AA'nın genel müdürü polise ateş açıldığını twitter'dan duyurdu." 14 Mart 2014



Kışkırtma...

Son derece ürkütücü ve vahim olaylara tanıklık ediyoruz...

Evlatlarımız yaşamlarını yitiriyor.. 

Millet olarak canımız yeterince yanmadı mı?

Bir "sağcı" dediler, bir "solcu" dediler... 

Bir "Alevi" dediler, bir "Sünni" dediler... 

Bir "faşist" dediler, bir "kominist" dediler...

Bir "Kürt" dediler, bir "Türk" dediler... 

Bir inanan dediler, bir inanmayan dediler...

Bu yaftalamalar ve ayrıştırmalar neticesinde binlerce evladımız, fidanımız öldü!!!


Emperyalistler iş başında!

Bu milleti birbirine kırdırmak emperyalist haçlıların en baş hedefleri arasında...

Burak Can’ın acılı babası Halil KARAMANOĞLU, sağduyu çağrısı yaptı: 

"Vatanımız tek, birlik beraberlik içinde olacağız, ne sağ ne sol, elhamdülillah müslümanız, Türkiye'yi ancak biz yönetiriz...

Biz hep Türk milletiyiz. Türk’üz. Vatanımız tek. Bu olayları biz tasvip etmiyoruz. Nedir yani?"

Evet "nedir?"

Berkin ELVAN, şehit Polis'imiz Ahmet KÜÇÜKDAĞ, Burak Can KARAMANOĞLU. Bunlar bizim insanlarımız, bu toprakların çocukları...


Bu ülkenin insanlarının alayı "Elhamdülillah müslümanım" diyor...

Haçlıların derlediği ve kullandığı insan müsvettelerinin "İslam" adına tekbir sesleri arasında ciğer yiyenleri, kan içenleri ibretle, dehşetle  tüm dünya gördü..

Şimdi...

Tekbir sesleri arasında silahların patlaması da neyin nesi oluyor?

Bu  mukaddes cümle için Çanakkale'den Yemen'e binlerce şehit vermedik mi?

"Allahuekber" sesleriyle kahraman ordumuz düşman üzerine hücum etmiyor mu?

İyi de... bu millet, bu topraklarda özgürce günde 5 vakit semalarda yankılanan "Allahuekber" sesleri arasında yaşamıyor mu?

Milleti düşmanlığa ve ayrıştırmaya değil,  birleştirmeye yönelik "Allahuekber" sesleri bize her zaman için şevk ve gurur verir!


Lütfen...

Acılı baba Halil KARAMANOĞLU ne diyor?

"Benim sağ ve solla herhangi bir işim yok. Biz hep beraber Türk milletiyiz, Türküz. Bizim vatanımız tek. Bu olayları tasvip etmiyoruz. Herkesin evladı var. Benim canım yanıyor. Yazık günah bu millete, bu çocuklara yazık. Bütün gençlere yazık"

Ve aynı sağduyunun sesi acılı baba, insanlarımızı kışkırtmaya sebebiyet vermemek  için, evladının cenazesini memleketine gönderiyor..

Dolayısıyla vatanın bütünlüğünü, milletin bölünmezliğini biricik evladının önünde tutuyor...

Çok kıymetli Halil KARAMANOĞLU'nun ellerinden öpüyor, acısını derinden paylaşırken, kaybettiğimiz vatan evlatlarımız için de Allah'tan rahmet diliyorum...


Sevgi ve saygılarımla!


"Haksızlık Karşısında Susan Dilsiz Şeytandır" Hz. Muhammed (A.S.)

12 Mart 2014 Çarşamba

Dikkat...













Ve...


"Ukrayna Milli Güvenlik ve Savunma Kurulu Sekreteri Parubiy, Rusya'nın, Ukrayna sınırında 80 binden fazla asker bulundurduğunu belirtti." 12 Mart 2014, AA


"Atatürk'ün dış siyasetinin kaynağı "Yurtta Sulh Cihanda Sulh" ilkesiydi. Çünkü Atatürk sadece kendi ulusunun değil bütün dünya uluslarının da sorunlarını düşünüyordu.

Bu dış politikaların temellerini 9 Mart 1935 tarihli bir konuşmasında atmıştır:

"Dünyanın filan yerinde bir rahatsızlık varsa, tıpkı kendi aramızda olmuş gibi, onunla ilgilenmeliyiz. Olay ne kadar uzak olursa olsun bu esastan şaşmamak gerekir. İşte bu düşünüş, insanları, ulusları ve hükümetleri bencillikten kurtarır. Bencillik, kişisel olsun, ulusal olsun, daima fena telakki edilmelidir." 

(...)

Atatürk, "Yurtta Barış Dünyada Barış" ilkesini izlerken çok yönlü bir düşünce sistemi oluşturmuştur. O'na göre dünyadaki tüm ulusların mutluluğunu hedef almak aynı zamanda Türkiye Cumhuriyeti ulusunun da kendi huzur ve mutluluğunu sağlamak demektir. 

Bir ulus için huzur ancak tüm ulusların barış içerisinde olmasıyla mümkündür çünkü kendi ülkemize uzak sandığımız bir yerde cereyan eden olayların daha sonra bizi de etkilemeyeceğinden asla emin olunamamaktadır. Bunun için, bütün insanların bir varlık olarak değerlendirilmesi gerekmektedir. Tıpkı insan vücudundaki herhangi bir ağrının diğer yerlerde de bir etki bırakacağı gibi dünyayı oluşturan tüm uluslar da birbirlerini etkileyecektir." Orhan ÇEKİÇ, 1938 Son Yıl  sf:112-113

Vazgeçtik uzak diyarlardan

Yanıbaşımız kaynıyor.


Bize gelince... 






Mekanın cennet olsun

Güle güle  ÇOCUĞUM...



Sevgi ve saygılarımla!


"Haksızlık Karşısında Susan Dilsiz Şeytandır" Hz. Muhammed (A.S.)

8 Mart 2014 Cumartesi

Allah'tan Başka Kimseye Kulluk Etmem!





Cumhuriyet kadını olarak bilimin, aklın ön plânda olduğu, "Allah'tan başka kimseye kulluk etmem!" dediğim modern çağdaş Türkiye Cumhuriyeti'nin vatandaşı olarak,

Aydınlık yarınların, çağdaşlığın, eşitliğin, özgürlüğün güvencesi  tüm kadınlarımızın "Kadınlar Günü" kutlu olsun...



Sevgi ve saygılarımla!

"Haksızlık Karşısında Susan Dilsiz Şeytandır" Hz. Muhammed (A.S.)

7 Mart 2014 Cuma

26'dan 26 Ay'a...



"Türkiye Cumhuriyeti'nin 26. Genel Kurmay Başkanı terör örgütü kurmak ve yönetmek suçlamasıyla tutuklanmıştır. Takdir Yüce Türk milletine aittir." İlker BAŞBUĞ, Suçlamalara Karşı GERÇEKLER, sf:27


Kahraman Ordumuza

"Ben ezelden beridir hür yaşadım, hür yaşarım,
Hangi çılgın bana zincir vuracakmış? Şaşarım.
Kükremiş sel gibiyim, bendimi çiğner, aşarım.
Yırtarım dağları, enginlere sığmam, taşarım.


Son derece önemli ve tarihi bir güne tanıklık ediyoruz...

Müjdeler olsun! 

"Kumpas"larla -26 aytutsak edilen Sayın İlker BAŞBUĞ Paşa'mız serbest...



Yüce Türk Ulusu'nun Gözbebeği, Peygamber Ocağı Türk Ordusu'nun, 26. Genel Kurmay Başkanı Orgeneral İlker BAŞBUĞ, 



Türkiye seninle gurur duyuyor!

Türk Milleti'nden kucak dolusu sevgilerle...

:)


Sevgi ve saygılarımla!


"Haksızlık Karşısında Susan Dilsiz Şeytandır" Hz. Muhammed (A.S.)

4 Mart 2014 Salı

"Gizli" ve "40 Yıl Boyunca Açıklanmayacak" O Mektup















"İngiltere'nin Ankara Büyükelçisi Sir Percy Loraine'nin,  Atatürk öldükten 15 gün sonra Londra'ya gönderdiği "Gizli" ve "40 yıl boyunca açıklanmayacak" damgası vurulmuş mektubu, Atatürk'ün bir diktatör olup olmadığı konusunda gösterilebilecek en önemli kanıtlardan bir diğeridir. Percy Loraine 1933-1939 yılları arasında, İngiltere'nin Ankara Büyükelçisidir. Deneyimli bir diplomat olan Loraine, tüm dünyanın büyük bir buhran içinde olduğu bu dönemde, Türkiye'deki tüm gelişme ve olaylara en yakından göz ve kulak tanıklığı yapmıştır. 

Görüşleri herhalde önemlidir. Şimdi bu mektubun tam metnini okuyalım:



"Gizli
 Telgraf No: 608
 İngiltere Büyükelçiliği

                                                                 Ankara, 25 Kasım 1938

Aziz Lordum


1- Size Mösyö Kemal Atatürk’ün ölümünü bildiren 194 sayılı telgrafı çok derin üzüntüler içinde sunmuştum.

2- Bu belgeye ek olarak, Büyükelçiliğimiz Müsteşarı tarafından hazırlanan ve Kemal Atatürk’ün geçmişteki kariyerini içeren belgeyi sizlere sunma onuru yanında, bu yazımda, Atatürk’ün yaptığı işleri övmekten çok, onun kişiliği ve bu ülke insanına ne ifade ettiği konusuna değinmeye çalışacağım.
Hiç şüphesiz toplumbilimciler ve tarihçiler onun çalışma hayatı ve yaptıklarıyla ilgilenip ayrıntılı bir çalışma yapacaklardır. Ancak bunların çok azı, Atatürk’ün gerçek kimliğini öğrenmeden hazırlanacaktır ki onu tanımadan yapılacak değerlendirmeler kuşkusuz yanlış olacak ve yanlış yönlendirmelere neden olacaktır.

3- Bu bilginin toplanmasında, ben belki de ayrıcalıklı bir konuma sahiptim. Her ne kadar, rahmetli Cumhurbaşkanı ile çok nadir karşılaşmış olsam da bu görüşmeler diğer diplomatik temsilciliklerinkine nazaran daha sık ve daha uzun olmuştur. Bütün bunlar bir yana, görevimin ilk günlerinden itibaren Atatürk beni bir dost gibi görmüş, benimle görüşmekten memnun olmuş, görüşme fırsatı doğduğunda bundan hoşnut kalmış, karşılıklı konuşmalarımız esnasında ilgi ve dikkati asla azalmamıştır.
Galiba onun yeteneklerini ortaya çıkartan becerikli yaklaşımlarım vardı, bu yüzden olsa gerek görüştüğümüz konu hakkındaki fikirlerine ya da o konuyla ilgili sunduğu sonuca karşı çıktığımda benim bu tavrıma direnmezdi. Dolayısıyla, kendi özel kimliğini bana, diğer yabancılara gösterdiğinden daha fazla gösterdiğine inanıyorum.

4- Doğrudan edinilen tecrübelerimi sağlayan kişisel görüşlerimiz dışında, onu çok yakın dostlarından ve hatta aramızdaki dostluğu gördükten sonra benimle onun hakkında konuşmaya hiç çekinmeyen Kabine'deki bazı Bakanlardan da birçok kez dinleme fırsatım oldu.

5- Atatürk’ün müstesna ve takdire şayan bir şahsiyet olduğunu söylemek pek bir şey ifade etmeyebilir. Ancak gerçekten müstesna ve takdire şayan bir kişiydi, neden bu niteliklere sahip bir şahsiyet olduğunu açıklamaya çalışmalıyım.

6- Sanırım bunu temelde "çift karakterlilik" olarak açıklayabiliriz. Bu ülkede nefret uyandıran ve yasaklanan H. C.Armastrong'un Grey Wolf(Bozkurt) adlı kitabını okuyan çoğu insan, itici tavırları olan, serkeş mizaçlı, gem vurulmamış zevkleri, ahlak dışı ihtirasları olan; dahası, dostluğu tanımayan bir adamın portresiyle karşılaşmaktadır. Bu tespiti doğrular görünecek kanıtları toplamak  hiç de zor olmayacaktır ancak şahsen ben, bir insanın bu şekilde tanıtılmasını tamamıyla yanıltıcı buluyorum. Gözle görülen bir dizi kural dışılığı sadece ayrı karakterlilikle anlatabileceğime inanıyorum. Sadece şu veya bu savaşı kazanarak, şu veya bu kanunu çıkararak, harf devrimi yaparak ya da fes giyilmesini yasaklayarak veya ülkeyi laik kılarak değil yüzyıllarca acı çekmiş, ruh karartıcı yönetimler yaşamış bir ırkın dehasına güvenerek, sadece artık kölelik çekilmemesi gerektiğine inandığı için çok sayıda kuvveti harekete geçirip -bir insanın büyüklüğünün ve sıra dışı görüşünün kanıtı sadece iyiliği ile ölçülebilir- on beş yıl gibi kısa bir sürede bu insan birçok iyi şey yapmıştır. Gerisi ayrıntıdan ibarettir; sedece dedikoducu zihniyetin üzerinde duracağı ancak bir tarihçinin gerektiği kadarını vereceği ayrıntılar.

7- Atatürk'ün dinamik enerjisi üzerinde durmama gerek yok. Bu enerjinin dayanılmaz gücü, Türk ırkının tarihinde şimdiden önemli bir sayfa olarak yer almıştır. Ancak ben, pek bilinmeyen bir başka özelliğine değinmek istiyorum: Bu da Atatürk'ün doğuştan gelen, belki de farkında olmadan sütün kaymağını hemen ayıran aletler gibi, faydasızı faydalıdan ayırma yeteneğiydi. 

8- Atatürk'ün bütün kişiliğinde veya en azından mevcut şeklinde, bazı çelişkilerle karşılaşılmaktadır. İddia edilen acımasızlığı, onu tanıyanların çok iyi bildiği gibi, vatandaşlarına duyduğu sevgiyle uyuşmamaktadır. Tensel günahlar ve geçici ilişkilere duyduğu varsayılan zevklere karşın toplumda kadının rolü kavramı, halk devrimlerinde en çarpıcı savunmayı ortaya koyduğuu kadın hakları ve önemiyle bağdaşmamaktadır. Zira bir iki sene içinde çokeşliliği yasal olarak ortadan kaldırmış ve istedikleri takdirde harem kadınlarına bile devletin liberal mevkilerinin açık olduğunu ortaya koymuştur. (Kimi zaman toplum içinde de olsa) Özel hayatını tanımlayan ve göz ardı edilmiş resmiyeti, giyiminin kusursuzluğu, olağanüstü tavırları ve resmi görevlerdeki asaleti ile garip bir çelişki yaratmaktadır. sadece birkaç büyük adam daha rahat ve daha güvenli hissetmenizi sağlayabilir; sanırım yok denecek kadar azı da gerektiğinde sizi bu kadar rahatsız hissettirebilir. 

9- Atatürk, Batı'da "yes-men" ve uzun süredir Türkiye'de "evet efendimci"olarak bilinen tarzdan hoşlanmıyor, bu tür insanları aşağılıyordu. Ahmak ve dalkavuklara tahammülü yoktu. Aslında belki de en çok sömürücüleri sevmez, açgözlüleri hor görürdü. Bu insanın onun için çalışıyor olması fikrine hoş bakmazdı. Kendisi zaten ülkesi, ırkı ve insanları için yaşıyor, onlar için düşünüp onlar için çalışıyordu. Diğerleri bu şekilde davranmıyorsa görevlerini yerine getirmedikleri kanısına varıyordu. 

10- Korkarım gelecek nesillere Atatürk bir diktatör olarak aktarılacak.Bunun yanlış olacağı kanısındayım.Hem savaşta, hem barışta evet o büyük bir liderdi ancak gerçek bir diktatör değildi. Ne yazık ki ben, şimdiye kadar onu anlatabilecek diktatör kelimesine ait bir tanımımız olduğuna inanmıyorum.. Ancak Hitler ve Mussolini’nin tersine, devlette idari veya yönetim fonksiyonu bulunmuyordu; af yetkisi yoktu; mahkemelere emir yetkisi yoktu; diplomatik misyon temsilcilerini reddetme hakkına sahip değildi.
Olayların gidişi, Atatürk’ün görüş açısının doğruluğunu, verdiği hükümlerin zekice olduğunu ve hata yapmadığını göstermiştir. Dolayısıyla sıkça fikirlerine başvurulması ve memnuniyetle bu fikirlerin uygulanmasını görmek pek de şaşırtıcı değil. Ancak onu Mussolini, Hitler veya Primo de Rivera gibi diktatörlerden ayıran belki de en büyük özellik, başından beri isteyerek ve çok emek sarf ederek, kendini yaşatacak bir sistem kurmaya çalışmasıdır.

11- Atatüürk'ün idrak gücünde esrarengiz bir yön vardı; küçük şeylere önem vermeyiş veya sinsi olmayışında üstün bir yön bulunuyordu; konsantrasyon gücü olağanüstüydü; şefkat ve ilgi bekleyen bilinçaltının etkileyici yanı belki de şuurlu amacının buz gibi dimdikliğinin bir başka parçasıydı. 

12- Müslüman olarak doğmuş, ancak yobazlık karşıtı bir kişi olmuştu,doğruluğu sevmiş, günahtan nefret etmişti; işini iyi bilen, istidat sahibi bir askerdi, savaştan nefret ederdi. Bağımsızlığı elde ettiği andan itibaren barışın peşinde koşmuş ve barış ortamını sağlamayı başarmıştı.
Türkiye’nin kaderini elleri arasına aldığından beri, Kemalist Cumhuriyet’in dostluk elini uzatmadığı ve aralarında Osmanlı Imparatorluğu’nun düşmanlarının da bulunduğu tek bir komşusu dahi yoktur. Uzatılan dostluk eli çoğunlukla tutulmuş ve sarf edilen çabalar sonunda ülkelerarası sürtüşme azaltılarak, doğunun bu bölgesinde daha geniş kapsamlı barış,dikkat çekici bir biçimde sağlanmıştır.

13- Kemal Atatürk yapılması gerektiğine inandığı şeyleri korkusuzca yerine getirmekten asla vazgeçmemişti. Hastalığının şiddetlendiği anlarda ölüme çok yakınlaşmış olsa bile, korku asla ne yüreğine ne beynine yerleşmeyi başaramamıştı. O, Türk Milleti’ne hizmet ederken öldü. Ölüm bile büyük zaferini ondan çalmayı başaramamıştır. İnsanlara hayatlarını, onur ve şereflerini ve insanca yaşama yolunu vermiş, belki de bütün bunlardan daha önemlisi bu haklarına sahip çıkmalarını sağlayacak bağımsızlığı tattırmıştır.
Lordum, en derin saygılarımla, sizin en sadık ve en mütevazı hizmetkarınız olduğumu bildirmekten şeref duyarım.
                                                                              Percy Loraine"


Orhan ÇEKİÇ, "1938 Son Yıl" sf:76-80





3 Mart 1924 Halifeliğin kaldırılışının bugün 90. yıldönümü... Şayet bu devrimler olmasaydı, bugün Modern Türkiye Cumhuriyeti Devleti de olmayacaktı. Yıkılmış mahvolmuş bir toplumun yeniden inşaası, ve çağdaş seviyeye yükselmesi büyük önder Atatürk'ün yapmış olduğu devrimler sayesinde olmuştur.

O'nu sevgi, minnet ve şükranla anıyoruz...



Sevgi ve saygılarımla!


"Haksızlık Karşısında Susan Dilsiz Şeytandır" Hz. Muhammed (A.S.)