Cengiz ÖZAKINCI etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Cengiz ÖZAKINCI etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

8 Eylül 2017 Cuma

O Tehciri Kim Yönetti Acaba?



Ey Sabancı Üniversitesi akademisyenleri! 

Desteğinizle Berlin'de sözde Ermeni Soykırım Çalıştayı düzenlenecekmiş...

Ama neyse ki bu ihanetten  vazgeçtiniz!

Üniversiteler bilim yuvasıdır! Bunu ne zamandan beri unutup, milletinizi bölmek, devletinizi yıkmak amacına hizmet etmeyi  görev saydınız?

Oysa gerçek anlamda bilim ve araştırma diyorsanız, buyurun o zaman belgeleri inceleyin!!!

Dolayısıyla emperyalist güçlerin Türkiye'yi parçalamaktan başka bir niyetlerinin olmadığını tarih okuyan herkes bilir. Vatanımızın güneydoğusunda ve doğusunda  bir "Kürdistan" ve "Ermenistan" kurmanın hayalleri ile yaşadıklarını sağır sultan bile duydu da, bir duymayan galiba kukla "akademisyen"ler'imiz kalmış!

Peki o vakit gelin bir çalıştay da siz düzenleyin! Ama bu çalıştay öyle görevli memur düzeyinde değil, gerçeklere dayalı belgeli bir çalıştay olsun! Hal böyle olunca da  size biraz ipucu vermek artık boynumuzun borcu oldu.

Ve 

Ey Almanya! 

Sözde soykırım yalanını en çok destekleyenlerden, hatta Ermenilerden önce gelen ülke olduğunuz gerçeğini tarihi okuyarak hatırlayın!

Zira  o  tehciri kim yönetti acaba? 

"Almanya ile askeri ittifakın yalnızca Osmanlı Ordusunu Alman subayların komutası altına sokmakla kalmayıp, Osmanlı devletini ve topraklarını bir Alman sömürgesine dönüştüreceği, Almanların bunu amaçladıkları apaçık ortada olmasına ve raporlarla kendisine bildirilmesine karşın, Enver Paşa ve diğer yüksek düzeyli yöneticiler, kendileri birer Alman kuklasına dönüşmüş bulundukları için...



Alman buyruğuyla 1915 Ermeni Tehciri

... 1. Dünya Savaşı'nda (1914-1918) Osmanlı ordusunun tümüyle Alman komutanların yönetimi altına girdiği kesindir. Öyleyse 1915 Ermeni Tehciri de bu Alman komutanların buyruğuyla yapılmış değil midir?Osmanlı'nın 1915'te Genelkurmay Başkanlığı koltuğunda oturan Bronsart, 24 Temmuz 1921 günü Deutsche Allgemenie Zeitung gazetesinin 342 no'lu Sabah sayısı ekinde, kendi döneminde gerçekleşen 1915 Ermeni Tehciri'ni gerekli bulduğunu ve onayladığını açıklayacaktı. (...)

Bronsart'tan sonra 

Osmanlı'nın Yeni Genlekurmay Başkanı 

Yine bir Alman: Hans von Seeckt

Friedrich Bronsart von Schellendorff, Osmanlı'nın son Genelkurmay Başkanı olmadı; Aralık 1917'de o görevden alındıktan sonra, yerine yine bir Alman, bu kez Hans von Seeckt Osmanlı Genelkurmay Başkanı olacaktı." Türkiye'nin Siyasi İntiharı Yeni-Osmanlı Tuzağı, Cengiz ÖZAKINCI, sf:223-224


"Murat Bardakçı'da 26 Aralık 2004 günlü Hürriyet'te yayımlanan bir yazısında bu gerçeği vurgulayarak şöyle diyordu:

1. Dünya Savaşı'na girmemizden hemen sonra, o günlerde devletin en güçlü adamı olan ve 'Harbiye Nazırı ve Başkumandan Vekili' ünvanını taşıyan Enver Paşa, .. Sarıkamış'ı hedef alan bir harekât hazırlığına girişti. .. Ve, çoğumuzun hâlâ bilmediği bir husus: Türkiye'nin o günlerdeki Genelkurmay Başkanı Türk değil, bir Alman generaliydi: General Bronsart von Schellendorf!Cengiz ÖZAKINCI, Türkiye'nin Siyasi İntiharı Yeni-Osmanlı Tuzağı, sf:218

Dolayısıyla...

Fransa'nın Cezayir'de yaptıkları...

İtalya'nın Libya'da yaptıkları...

Belçika'nın Ruandalılara yaptıkları...

Amerika'nın Kızılderililere yaptıkları...

Ve

BM eliyle Kosova'da yapılan Müslüman katliamı...

Hocalı'da katliam, Kıbrıs'ta kanlı Noel katliamı, Irak'ta, Felluce'de Türklere yapılan katliam. Suriye'de, Libya'da yapılanlar..

Ve kanlı kavim göçlerini yaşadığımız  bugünler...

Daha sayalım mı?

Bu kanlı tarihi olayları nereye koydunuz?

Eline iki tarih kitabı alıp okumadan kendilerini tarihçi sayıp, tarihi yargılayanlar!

Soykırım nedir?

Tehcir nedir?

Katliam nedir?

Kavimler göçü nedir?

Aralarında ne fark vardır?

Sorun bunları kendinize!

Bunları bilmeden, ülkemi, milletimi bölmeye kalkışma!!!

Sonra rezil olursunuz!!!



Sevgi ve saygılarımla!




"Haksızlık Karşısında Susan Dilsiz Şeytandır" Hz. Muhammed (A.S.)

12 Mayıs 2017 Cuma

ATATÜRK'ün Subayından Tokat Gibi Cevap...


"ABD’nin terör örgütü YPG’ye ağır silahlar verme kararından sonra İncirlik Üssü'nde çok çarpıcı bir olay yaşandı. Özel Kuvvetler’de IŞİD'e Karşı Mücadele Birimi'nde görevli Albay Orkun Özeller, ABD'li subayın sunduğu madalyayı “Bu madalyayı verenler benim düşmanım olan YPG ile işbirliği içindedir. ‘Onurum’ bu madalyayı kabul etmeme müsaade etmemektedir” diyerek reddetti." 12 Mayıs 2017


"Mustafa Kemal Alman Rüşvetini reddediyor

Mustafa Kemal bile, Birinci Dünya Savaşı anılarında, kendisine sandıkla Alman altını rüşvet gönderildiğini anlatırken şöyle diyordu:



Yıldırım Ordusu Komutanlığına atanıp İstanbul'dan Halep'e hareket edeceğim günün gecesi idi. (...) Bir genç Alman subayı, Akaretler'deki 76 numaralı evime geldi, ufak ve zarif sandıklar içinde, Falkenhayn tarafından bana bazı şeyler getirdiğini söyledi. (...)

-Bunlar nedir? dedim.

Alman subayı dedi ki:

-İstanbul'dan ayrılıyorsunuz, size Mareşal Falken-hayn tarafından bir mikter altın gönderilmiştir.

(...) Tercümanlık eden Türk subayına dedim ki:

-Bu sandıklar bana yanlış geldi. Ordunun Levazım Reisine gönderilmek lazımdı; benim için fazla külfettir.

Subay sözlerimi Alman subayına nakletti.

Alman derhal:

-Efendim o da başka, dedi.

(...)

O halde verdiğiniz altınları size iade edeceğiz. Aldığınıza dair siz bir belge veriniz. (...) Kolayca tahmin etmek mümkündür ki Mareşal Falkenhayn beni, belki benden başka birçoklarına böyle sandıklarla altın vererek iğfal etmek yolunda idi." Cengiz ÖZAKINCI, Türkiye'nin Siyasi İntiharı Yeni-Osmanlı Tuzağı sf:225/228


Diyeceğim o ki, 

Türk Ordumuzun  onurlu Subaylarımızdan Albay Orkun ÖZELLER ve bu onurlu ruhun esin kaynağı Büyük ATATÜRK'ümüze selam olsun...

Ne mutlu Türk'üm diyene!

Dolayısıyla...

Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin kurucusu Büyük Önder  Atatürk'e dil uzatan, iftira atan, hakaret eden, küfür eden Amerika'nın ve emperyalistlerin o'nursuz' alçak ve sefil maşalarına da ithaf olsun...


Sevgi ve saygılarımla!


"Haksızlık Karşısında Susan Dilsiz Şeytandır" Hz. Muhammed (A.S.)

1 Aralık 2015 Salı

Türk-Rus Savaşları



Osmanlı'nın "dostluk" örtüsü altına gizlenmiş siyasi düşmanı olan "Avrupa devletleri Rusya'ya karşı Osmanlı devletini koruyormuş gibi görünüyorsa da, gerçekte aralarında Osmanlı'yı yok etmeyi amaçlayan bir işbölümü olduğu anlaşılıyordu." Cengiz ÖZAKINCI, sf:87


Daha pekçok tarihsel olaylara dikkat çekerek ayrıntıları gözler önüne seren bu kitaptan, bugün yaşanılan Türk-Rus gerilimini çağrıştıracak küçük bir alıntıyı paylaşacağım.

Zira Batılı güçler dün olduğu gibi bugün de aynı senaryolarla tekrar sahneye çıkmanın peşindeler...


"Osmanlı askerleri Kırım Savaşı denilen bu savaşta; Avrupa'nın çıkarlarını korumak ve bunun karşılığında Osmanlı devletinin Avrupa Devletler Konseyi'ne üye yapılmasını sağlamak; böylelikle varlığını, bütünlüğünü Avrupa devletlerinin güvencesi altında sürdürmek için "Allah ! Allah!" diye haykırarak ölüme koşuyordu. Abdülmecid'in bastırdığı "Senin için öldük Avrupa! Sinop-1853" madalyası İngiltere ve Fransa'yı Rusya'ya karşı harekete geçirirken, işin içinde başka işler olduğunu düşünenler de vardı. Örneğin İngilter'nin eski İstanbul Büyükelçilerinden David Urguhart, olup bitenleri bambaşka bir gözle değerlendirirken şunları söylüyordu:

İngiltere ve Fransa "müttefik görüntüsü" altında Osmanlı topraklarına kendi askerlerini yerleştirdiler. Fakat gerçekte onların Osmanlı topraklarındaki askeri varlığı, Osmanlı devletinin Rusya'ya karşı zaferini engellemek içindi... İngiltere Savaş Bakanı Lord Herber dedi ki: "Biz müttefik olduğumuz Osmanlı ile değil, düşmanımız Rusya ile anlaşma halindeyiz." Uzun süredir İstanbul'da İngiliz elçisi olan Lord Ponsoby de dediki: "İngiliz Fransız savaş gemileri Karadeniz'e Türkiye'yi korumak için değil, Rusya'yı korumak için girdi."

Kırım Savaşı'nın başlangıcında Rus donanması küçük bir Türk filosunu Sinop'ta gafil avladı. Ancak Rusya bu avantajı Türk donanmasının Karadeniz'e çıkmasını engelleyen İngiliz elçisinin dolaylı yardımıyla elde etti." Cengiz ÖZAKINCI, Türkiye'nin Siyasi İntiharı Yeni-Osmanlı Tuzağı, sf: 39-40

Ve...

"İngiltere Balaklava Savaşı'nda 600 İngiliz askerinin salt Osmanlı askerlerinin beceriksizliği yüzünden öldüğü söylentisini yayıyordu. Oysa tümüyle yalandı bu. Gerçekte ölen 600 askerin hepsi Osmanlıydı ve askerlerimiz savaş alanında uyuyakalan İngilizlerin yaşamını kurtarmak üzere Ruslarla çarpışarak ölmüşlerdi. Avrupa basınının Kırım Savaşı'ndaki  Osmanlı başarılarını yok saymasının nedeni, savaş sonunda Avrupa Devletler Konseyi'nde istediği yeri ve konumu vermemekti." Cengiz ÖZAKINCI, sf:55

(Balaklava Savaşı, 25 Ekim 1854 yılında Kırım Savaşı sırasında Osmanlı İmparatorluğu, İngiltere ve Fransa'nın Ruslara karşı  meydan savaşıdır.)

Dolayısıyla...

Hani bugünlerde Rusya-Türkiye  kriziyle birlikte gündeme yeniden gelen "Avrupa Birliği", "vize" filan gibi aldatmaca söylemler dolaşıyor ya...



Sevgi ve saygılarımla!



"Haksızlık Karşısında Susan Dilsiz Şeytandır" Hz. Muhammed (A.S.)

22 Mart 2015 Pazar

20 Mart 2003'den 20 Mart 2015'e...







"ABD Başkanı George W. Bush, 11 Eylül'deki intihar saldırılarının ardından terörizme karşı ''Haçlı Seferi'' başlattığını söyledi, ancak bunun zaman alacağını, bu yüzden de Amerikan vatandaşlarının sabırlı olmasını istedi." 17 Eylül 2001

20 Mart 2003.. 

Irak'a "demokrasi", "özgürlük" getirmek üzere emperyalist haçlı güçler bölgeye hücum etti..

O gün bugündür,

"DEMOKRASİ", "ÖZGÜRLÜK" yaşıyoruz doya doya... 

Ve..

Bölgede, dünyanın her yerinden koşar adım gelen ajanlar, istihbarat şefleri...  fing atarken...

Kardeş kardeşi boğazlarken...

Geldik 20 Mart 2015'e...


"Yemen'in başkenti Sana'da Husilerin cuma namazı kıldığı iki camiyi hedef alan bombalı saldırıda 173 kişinin hayatını kaybettiği bildirildi" 20 Mart 2015

Hani ne demişti dönemin ABD Başkanı Bush:

"Kazanmak için Amerika'nın bütün kaynaklarını kullanacağız.'' 17 Eylül 2001, Hürriyet



İslam'ın özü olan ahlâk,erdem ile  günlük yaşam ve çıkarlar arasındaki çatışmada sıklıkla riyakarlığa sarılmak bu coğrafyada ne yazık ki tarih boyu hep "mübah" sayıldı.

Mesela mı?

"Müslümanlara "Hacı" olarak tanıtılan Alman İmparatoru II. Wilhelm bir yandan da Osmanlı topraklarına yüzlerce Protestan misyoner gönderiyordu. Almanya Yakın ve Ortadoğu'yu İngiliz Fransız güdümünden çıkartıp kendi sömürgesine dönüştürme amacı doğrultusunda Osmanlıcılığı, İslamı, Hilafeti kullanıyor; II. Abdülhamid'in halifeliğini öne çıkartıp İslamcılık oyunuyla dünyadaki tüm Müslümanları Alman askerine dönüştürmeye çabalıyordu." Cengiz ÖZAKINCI, Türkiye'nin Siyasi İntiharı Yeni-Osmanlı Tuzağı sf:135

Ve..

"Hıristiyan Almanya'nın 5.000.000 Altın Vererek İlan Ettirdiği Büyük Cihad, "Cihad-ı Ekber" Fetvası

Almanya adına Baron Wangenheim, Osmanlı İmparatorluğu adına Talat Paşa'nın imzaladıkları 10 Kasım1914 tarihli gizli antlaşma, Müslüman Osmanlı'nın bir Hıristiyan ülkenin komutasında paralı asker olmaktan bile daha aşağı duruma düştüğünü gösteriyordu.

Almanya Osmanlı'nın askerlik hizmeti karşılığında %6 faizle borç veriyordu. Yani Osmanlı hem cepheye gidip Almanya için savaşacak, hem de Almanya'ya borçlanmış olacaktı." C.Ö. sf:190

 Diyeceğim..  onurlu ahlâklı saydıklarımız da bu riyadan öyle uzak olmadığına tarih tanıktır. 


Dolayısıyla tarih dün olduğu gibi bugün de olayları bir bir kayıt ediyor.


Sevgi ve saygılarımla!


"Haksızlık Karşısında Susan Dilsiz Şeytandır" Hz. Muhammed (A.S)

20 Mart 2014 Perşembe

1853'den 2014'e KIRIM











Kırım Savaşı,  Osmanlı Devleti, İngiltere, Fransa ve Sardinya-Piemonte (İtalya) ittifakıyla, dönemin Çarlık Rusyası’na karşı açılan bir savaştır.

Büyük devletlerin çıkar çatışmalarının sonucu olan Kırım Savaşı’nın görünürdeki nedeni;
Rusya’nın, Osmanlı tebaası arasında yer alan Ortodoks cemaatini kendi koruyuculuğu altına alma talebiydi, bu bir.

İkincisi ise Filistin’deki kutsal yerlerde yaşayan Rus Ortodoks ve Katolik kiliselerinin imtiyazları konusunda Rusya ile Fransa’nın anlaşmazlığa düşmesiydi,


"Marks da Londra'da 29 Temmuz 1853 ve New-York Daily Tribune'de 12 Ağustos 1853 günü yayımlanan Rusya'nın Geleneksel Politikası başlıklı yazısında şöyle diyordu:

Rusya daha 1774 yılında Kaynarca'yı imzalarken, Avusturya'nın İstanbul'daki geçici elçisi Baron Thugut, kendi hükümdarına şunları yazmaktaydı:

"Bugünden itibaren Rusya, uygun bir fırsat yakaladığı her seferinde, herhangi bir hazırlığa bile gerek görmeksizin, sadece Karadeniz üzerindeki limanlarından hareket ederek İstanbul üzerine yürüyebilecektir. Bu durumda hiç şüpheniz olmasın ki, Rum kilisesinin şefleriyle birlikte uzun süreden beri yeraltından hazırlanmakta olan bir ayaklanma patlayacak ve Sultan'a sarayını terkedip Asya'nın içlerine çekilerek Avrupa Türkiyesi'nin tahtını daha tecrübeli birine terketmekten başka çare kalmayacaktır. Ve başkent İstanbul bir kez fethedilir edilmez, bir yandan terör, öte yandan Rum Hıristiyanların sadık desteği sayesinde ve büyük bir zahmete katlanmaksızın Rusya, hem Ege adalarını, hem Küçük Asya kıyılarını, hem de Adriyatik'e kadar bütün Yunanistan'ı kesin hakimiyeti altına alabilecektir(...)"


Osmanlı, İstanbul'un ve boğazların Rusya'nın eline geçmesini önleyip Rus yayılımına karşı direnmekle, Avrupa'nın çıkarlarını da korumuş oluyordu. Osmanlı askerleri Kırım Savaşı denilen bu savaşta; Avrupa'nın çıkarlarını korumak ve bunun karşılığında Osmanlı devletinin Avrupa Devletler Konseyi'ne üye yapılmasını sağlamak; böylelikle varlığını, bütünlüğünü Avrupa devletlerinin güvencesi altında sürdürmek... 

İngiltere'nin eski Büyükelçilerinden David Urquart, olup bitenleri bambaşka bir gözle değerlendirirken şunları söylüyordu:

Aynı güçler "müttefik" görüntüsü altında Osmanlı topraklarına kendi askerlerini yerleştirdiler.

İngiltere Savaş Bakanı Lord Herber dedi ki:

"Biz müttefik olduğumuz Osmanlı ile değil, düşmanımız Rusya ile anlaşma halindeyiz." 

İstanbul'da İngiliz elçisi olan Lord Ponsoby de dedi ki: "İngiliz Fransız savaş gemileri Karadeniz'e Türkiye'yi korumak için değil, Rusya'yı korumak için girdi."

Cengiz ÖZAKINCI, Türkiye'nin Siyasi İntiharı Yeni-Osmanlı Tuzağı sf: 38-39-40


"Ruslar Silistre'de bozguna uğrayıp büyük kayıplarla geri çekildiklerine göre, İstanbul'u ele geçirme amacında başarısızlığa uğramış ve bu savaş da burada sona ermiş olmalıydı. Gelgelelim öyle olmadı. Osmanlı devleti ile Rusya arasında barış görüşmeleri yapılması gerekirken, İngiliz Fransızlar -her nedense?- Sivastopol'ü kuşatmaya giriştiler. Osmanlı, İngiliz, Fransız ve Sardinya askerleri, Sivastopol'de savaş alanlarında Rus ordusuna karşı omuz omuza dövüşecekti.

Abdülmecid için İngiliz ve Fransızların Rus yayılımcılığını durdurmak için Osmanlı'yla askeri ittifak yapmış olması, bundan böyle Osmanlı'nın Avrupa Devletler Konseyi'ne alınması ve toprak bütünlüğünün Avrupalı devletlerin güvencesi altında korunması için yeterli bir nedendi. Bu yüzden, "Biz Rusları Silistre'de yendik., savaş bitti. Sivastopol Kuşatması da nereden çıktı?" demeyecekti." C.Ö. sf:45-46

"Rusya'ya karşı girişilen bu savaşta, Batı kaynakları 17.500 İngiliz, 90.000 Fransız, 35.000 Osmanlı-Türk, 2050 Sardinyalı askerin öldüğünü yazıyordu. Gelgelelim öldüğü savlanan 90.000 Fransız askerinin tümüne yakını Cezayirli  Zouaves Berberi kabilelerinden Müslüman savaşçılardı." C.Ö. sf:49



Dünya tarihinin o zamana kadar gördüğü en kanlı savaşlardan biri olan "Kırım Savaşı" 1853-1856 yılları arasında yarım milyon insanın ölümüne yol açtı.


Ve de kolera, tifüs vb. hastalıkların kayıpları katladığı bu savaşın odaklandığı Sivastopol, Fransa, İngiltere, Osmanlı Devleti ve bunların karşısındaki Çarlık Rusyası’nın belleğinde derin izler bırakarak tarihe geçti.

1853 yılında savaş ilanı anlamına gelen ilk notalar verilip talepler geri çevrildiğinde dünyaca ünlü Rus yazar Tolstoy Romanya ordusunda subaydı; savaşın resmen başlamasıyla birlikte Kırım ordusuna naklini isteyip 7 Kasım 1854’te Sivastopol’a geldi.

Savaşın  ulus, ırk, toplumsal statü, inanç farkları tanımayan kıyım mekanizmasının dehşeti karşısında, kendi sözleriyle şöyle demektedir:

"Burada savaşı; kurallı, güzel ve parlak düzeniyle, müzikli trampetli sesleriyle, dalgalanan sancaklarıyla, atlarının sırtındaki generalleriyle görmüyorsunuz. Burada savaşın gerçek ifadesi olan kan, acı ve ölüm gibi kelimelerle bile ifadesi zor olan korkunç bir olayın gerçek yüzünü görüyorsunuz." demiştir.


Umut ederiz ki tarih, yeni bir Kırım Savaşı daha yazmasın...



Sevgi ve saygılarımla!


"Haksızlık Karşısında Susan Dilsiz Şeytandır" Hz. Muhammed (A.S.)


3 Mart 2013 Pazar

"Hacı" Wilhelm ve Maide Suresi, 51. Ayet


















"Ey inananlar! Yahudi ve Hıristiyanları dost edinmeyin. Onlar birbirlerinin dostlarıdır. Sizden kim onları dost edinirse kuşkusuz o da onlardandır. Şüphesiz Allah zalimler topluluğunu doğruya iletmez." Maide Sûresi 51. Ayet



"Ekim 1914'te İngiliz Büyükelçisi'nin bildirdiğine göre, Halep vilayetindeki Müslümanlar öyle büyük bir propoganda bombardmanına uğramışlardı ki, II. Wilhelm'in Müslüman olduğunu ve Almanların Rusya'ya karşı İslam uğruna savaştığına inanmış görünüyorlardı.

Alman ve Türk propagandacılar Alman İmparatoru II. Wilhelm'den "İslam'ın dostu ve koruyucusu Hacı Wilhelm" diye sözediyorlardı.

Alman İmparatoru'nun kendisini "Hacı Wilhelm" olarak adlandırmasının ve Müslümanlara böyle tanıttırmasının kuşkusuz bir nedeni vardı. Maide suresinin 51. ayeti, Müslümanların Yahudi ve Hıristiyanları "veli" edinmesini yasaklıyordu:

(...)

Kur'an'da, pek çok ayette, Müslümanların Tanrıdan başka "veli"sinin olamayacağı vurgulanıyordu. Osmanlı İmparatorluğu'nun ve Halife Padişah'ın Hıristiyan Almanya ile kurduğu ilişki, Kur'an'da "veli" sözcüğüyle tanımlanan nitelikteydi. Hıristiyan II. Wilhem'in Müslümanların halife'si olan Padişah'a "veli" olması Kur'an'a aykırıydı. Maide suresi'nin 51. ayetinin bu ilişkiye engel olarak  gösterilmesinin önüne geçmek için tek yol, Hıristiyan Alman imparatoru'nun gizliden Müslümanlığı benimsediği, dahası "Hacı" olduğu yalanını yaymak ve böylece Maide suresi 51. ayeti'ni işletilemez duruma getirmekti.

II. Wilhelm'in Müslümanlığının, "hacı"lığının uydurma olduğu, 1891-1895 yılları arasında Almanya'da kendi adına Vatikan'ın Petersdon Katolik Kilisesi'ne karşı Protestan "II. Wilhelm Kilisesi" yaptırmasından belliydi. Ama dünya Müslümanlarını Alman çıkarları doğrultusunda savaştırabilmek için yalancıktan Müslüman ve de Hacı görünmek gerekince, bu oyunu oynamaktan çekinmiyor, Osmanlı Halife'sini Almanya güdümünde İslam Birliği'ni kurmaya yöneltiyordu büyük paralar dökerek.

(...)


Alman altınları gelir gelmez başlanan "cihad" metninde "İslam Hükümetlerine yardımcı olan Almanya..." övgüyle anılıyor; İngiltere, Fransa ve Rusya gibi düşman devletlerin uyruğunda yaşayan Müslümanların, o ülke yönetimlerince askere alınıp Almanya'ya karşı cepheye sürülmeleri durumunda Almanya'ya karşı savaşmalarının günah olacağı özenle vurgulanıyordu.


Müslüman Türk Osmanlı Mehmetçikleri, toplandıkları alanda Şeyhülislamın okuduğu Cihad-ı Ekber Fetvası'nı büyük bir inançla dinlemiş, Tanrı'ya duydukları bağlılıkla, atlarına binip cepheye ölüme koşmuşlardı; bu fetvaların Alman altınlarıyla, Hıristiyan rüşvetleriyle, Hıristiyan Almanya'nın dünyada tek egemen olması amacıyla çıkartıldığını bilmeden..." Cengiz ÖZAKINCI, Türkiye'nin Siyasi İntiharı Yeni-Osmanlı Tuzağı, sf: 201-202-204-205


Bugün 3 Mart 2013...


Bundan tam 89 yıl önce halifelik kaldırıldı(3 Mart 1924).


İslam dininde bugün Hıristiyanlığın sürdürdüğü "papalık makamı" gibi bir durum söz konusu değildir!

Hz. Peygamberimizin vefatından bu yana İslam dünyası hep bir kargaşa ve kardeşin kardeşe düşman edilmesi ve ettirilmesi dün olduğu gibi bugün de devam etmektedir. Ki Hz. Muhammed'in torunlarının bile kılıçtan geçirilebildiği İslam dünyası için halifelik "makamı" hiçbir zaman kutsal değildir! Bilakis "halifelik" çıkar kavgalarına, taht kavgalarına savaşların hatta mezhepsel ayrışmaya kadar varan  ve Müslümanları ikiye bölmesine(Şii, Sünni) baş sebeptir!

O sebeple...

"Efendiler, yabancılar halifeliğe saldırmıyorlar. Ama Türk ulusu saldırıdan kurtulamıyor... Çanakkale'de, Suriye'de, Irak'ta, İngiliz bayrakları altında Türklerle vuruşanlar islam uluslarıydı. (Sömürgeci düşmanlar) Türk ulusuna kolaylıkla saldırabilmek için halifeliğin devam etmesini yeğliyorlar." Mustafa Kemal ATATÜRK


Sevgi ve saygılarımla!


Image"Haksızlık Karşısında Susan Dilsiz Şeytandır" Hz. Muhammed (A.S.)

6 Ekim 2011 Perşembe

"Gâvur İzmir"
















3 Ekim 2011 tarihli Vatan'ın konu ettiği haber, Sultan Abdülaziz.


"135 yıl sonra ortaya çıkan tanıklık" ifadesiyle anlatılmak istenen haberin üzerinde düşünülecek pek çok ince ayrıntılar dikkat çekiyor.

Sultan Abdülaziz’in 10 yaşındaki kızı Nazime Sultan’ın anlatımları bana göre "uydurma"dan öteye geçemeyecek kadar basit bir senaryodan ibaret...

Asıl önemlisi de haberin sonunda "Sultan Adülaziz kimdir?" anlatımıyla, Sultan Abdülaziz'in yaptıklarıyla üzerinde düşünülmesi lazım gelen hususlara dikkat çekileceğine, bilakis ona paye verilecek... anlatımlara yer verilmesi gerçekten Türk toplumunun tarih ile aldatılmasından öteye geçmiyor sanırım.

Zira madalyonun öteki yüzüne bakarak tarihimizdan ders almak mı, yoksa olayları örtbas ederek uyutulmak mı isteniliyor kuşkularına izninizle değinmek istiyorum:


"Sultan Abdülaziz kimdir?

32. Osmanlı padişahı ve 111. İslam halifesi olan Abdülaziz II. Mahmut ve Pertevniyal Sultan’ın çocuğu, Abdülmecid’in kardeşidir. Abdülaziz 25 Haziran 1861 tarihinde kardeşinin ölümü üzerine, 31 yaşındayken tahta geçti. 15 yıl tahtta kalan Sultan Abdülaziz, Osmanlı donanması ve ordusunun modernizasyonu, Osmanlı Bankası’nın açılması, sayıştay ve danıştay benzeri kurumlar ile itfaiye kurulması gibi önemli işlere imza attı. Yavuz Sultan Selim’den sonra Mısır’ı ve Avrupa’yı ziyaret eden ilk ve tek Osmanlı Padişahı olan Abdülaziz, 1867’de Napolyon’un daveti üzerine Paris’te açılan bir sergiye katıldı ve İngiltere, Belçika, Almanya, Avusturya-Macaristan’a giderek temaslarda bulundu." 3 Ekim 2011, VATAN


Şimdi 135 yıl önceye değil de, 150 yıl öncesine dönerek Yazar Cengiz ÖZAKINCI'nın "Türkiye'nin Siyasi İntiharı Yeni-Osmanlı Tuzağı" kitabı(sf:73/80)ndan alıntılarla "Sultan Abdülaziz Kimdir?" sorusunun cevabına izninizle bakalım:



"Yabancılara toprak satışı için gerekli devletler arası düzenlemeler yapılmadan önce, Ege bölgesinin neredeyse İngiliz sömürgesine dönüştüğünü belgelendirmişti. Buna göre İngilizler İzmir'in Frenk mahallesinde, Bornova'da, Buca'da kendi özel okullarını kurmuş, futbol sahası, bisiklet pisti, vs. yaptırmış; Kraliçe Viktorya'nın doğum günü İzmir'de neredeyse resmi tatille her yana İngiliz bayrakları asılarak törenlerle kutlanıyordu. Yerli Rum ve Ermenilerle ticari ağ kuran İngilizler Ege'ye yerleşmiş, örneğin Whitall'ler tarım sanayi ve madencilkteki egemenlliklerini İzmir'den Mersin'e dek yaymışlardı.

(...)

İngilizlerin kurduğu Aydın Demiryolu şirketi yöneticileri Osmanlı mahkemelerinin yargılama yetkisini kabul etmeyerek, davalarına İzmir konsolosluk mahkemelerinin bakması hakkını elde etmişler ve Ege bölgesinde çok sayıda taşınmaz ve tarım arazisi satın almışlardı. İngiliz büyükelçisi Lord Stratford, 16 Kasım 1858 günü Times gazetesinde yayımlanan demecinde;


"Bu demiryolunun, sanayi ürünlerimizin Türkiye'ye girişini kolaylaştıracak bir sermaye yatırımı olacağını umuyoruz. Türkiye'nin yeniden canlandırulmasında Avrupa'nın her zamankinden daha çok çıkarı var. Batı uygarlığı Levent kapılarına geldi dayandı. Bu kapılar ardına kadar açılmazsa, kendi çıkarlarımız doğrultusunda zor kullanarak açacak ve isteklerimizi kabul ettirecek güce sahip olduğumuzu herkesin bilmesini isterim." diyordu.



1858-1860'larda durum böyle olmasına karşın, 1860'ta bütçesi 250 milyon frank açık veren Osmanlı, borç almak üzere İngiltere'ye başvurmuş ve İngiliz Konsolosu, Büyükelçi Sir Henry Bulwer'e gönderdiği raporda:

"Bölgenin genel durumu gün geçtikçe iyileşmekte... Ancak bu iyileşmeden yararlananlar Türkler değil, onları soyup soğana çeviren Hıristiyanlar... Gülhane Hattı Şerifi'nin öngördüğü reformlarla beraber Hıristiyanlar tarımla ilgilenmeye başladı ve yeni gelenlerle birlikte sayıları her geçen gün daha da arttı.


Askerden dönen Türkler köylerini kentlerini tanımayacak kadar değişmiş buldular. Her yerde Türklerin yerini Hıristiyanlar alıyordu. Eskiden olduğu gibi tarlalarını işlemek isteyen Türkler, anında Hıristiyan bir tefecinin pençesine düşüyor ve eninde sonunda toprağını satmak zorunda bırakılıyor. Talihlerini başka yerde denemek isteyenlerin toprakları ise gene Ermeniler, Rumlar veya Frenkler tarafından yok pahasına satın alınıyor. Bu yolla toprak sahibi olan yabancılar arasında, içerlerde büyük çiftlikler satın almış yedi İngiliz vatandaşı daha var. İzmir yakınlarındaki bütün topraklar yabancıların eline geçtiği gibi daha uzaklardaki köylerde de Türkiye topraklarını yabancılara satıyorlar" diyordu.


İngiliz konsolosu, Osmanlı İmparatorluğu'nun bir İngiliz yarı-sömürgesi olmaktan öte, tam-sömürge olmaya doğru gidişini 1860 tarihli bu raporunda açık seçik anlatmasına karşın, İngiltere, borç almak için kapısını çalan Osmanlı devletini, yabancılara toprak satışı konusunda 1856 Paris Anlaşması sırasında verilen "hakk-ı tapu" (yabancıya toprak tapusu) sözünü tam olarak yerine getirmediğini öne sürerek reddetmiş ve bunun üzerine Abdülmecid, 1860'da İngiltere devletinden değil Parisli bir özel bankerden, tefeci Mires'ten 400 bin franklık borç almıştı.


Abdülmecid bu olaydan bir yıl sonra 1861'de, Osmanlı devletinin varlığını ve toprak bütünlüğünü Avrupa devletlerinin güvencesi altında korumak amacıyla Osmanlı devletini Avrupa Devletler Konseyi'ne sokmayı başarmış; fakat bunun sonucu olarak Osmanlı devletini Avrupa'nın yarı sömürgesi haline getirmiş, kendisi de bu uğurda Hıristiyan Tarikatı'na yazılıp Haçlı Şövalyesi olmuş bir Halife-Padişah olarak öldü.

Yerine geçen Sultan Abdülaziz de Abdülmecid'in yolundan yürüyerek Osmanlı'nın devlet politikası değişmeyecekti.

(...)

Avrupa devletlerinin onayıyla, Sultan Abdülaziz'in 10 Haziran 1867 tarihinde "7 Sefer Kanunu", "Yabancı Uyrukların Taşınmaz Kullanımı Konulu Yasa ve "Teba-i Ecnabiyenin Emlak İstimlakine Dair Nizamname" ile yabancı uyruklara Osmanlı ülkesinde toprak satınalabilme hakkı bu kez Avrupa devletlerinin istediği çerçevede tanınmıştı.

Abdulaziz'in çıkardığı bu yasa ve yönetmeliklerle yabancı uyruklara toprak satışında bir patlama görülmüş...

(...)

Yabancıların satın aldığı topraklar milyon dönümlere ulaştı. Müslümanlar İzmir'e bu yüzden "GÂVUR İZMİR" demeye başlamışlardı.


Abdulaziz "7 Sefer Kanunu" çıkarır çıkarmaz Yahudiler Filistin'de toprak satın almaya başlamış; İsrail Devleti'nin temelleri, Sultan Abdülaziz döneminde çıkartılan yasayla atılmıştı...


Abdülaziz, yabancılara kapitülasyonlarla ellerinde tuttukları ayrıcalıkları yitirmeksizin toprak satın alma hakkı tanıyan bu yasayı çıkarttıktan 10 gün sonra, 21 Haziran 1867'de Avrupa gezisine başladı. Yanına kendisnden sonra Padişah olacak yeğeni V. Murat ve II. Abdülhamid'i de almıştı. Tarihte ilk kez bir Osmanlı padişahı, yanına kendisnden sonra taht'a oturacak şehzadelerle birlikte Avrupa'lı kralların, kraliçelerin ayağına gidiyor; borç alabilmek için ülkesinin topraklarını yabancılara satmayı kabul eden bu Osmanlı, uğradığı bütün ülkelerde alkış ve övgülerle ağırlanıyor, götürüldüğü operalarda, konserlerde Yahudi bestecilerden Sinyor Arditi'nin Rum müzisyen Zafiraki Efendi'nin sözlerinden bestelediği marşla karşılanıyordu.


Halife Sultan Abdülaziz de
Tıpkı Abdülmecid gibi
Hıristiyan Tarikata giriyor
Hıristiyan Şövalyesi oluyor.


Osmanlı Devleti'nin kasası tamtakırdı. Devlet memurlarının, askerlerinin, subaylarının aylıklarını bile veremez olmuştu. 1867'de yeni borç arayışıyla Avrupa'da kapı kapı dolaşan Abdülaziz'e çıkardığı yabancılara toprak satışı yasası onuruna, İngiltere Kraliçesi Viktorya, bir diz bağı nişanı takarak onu Hıristiyanlığa hizmet eden Garder Şövalyesi ilan ediyordu..."

Abdülaziz döneminde, "Osmanlı'da ekonomik çöküntü her alanda yenilgi ve bozgunlara neden oluyordu. Abdülaziz padişah olduğunda yaklaşık 25 milyon altın lira dolyında olan dış borçları Abdülaziz'in padişahlığı döneminde on kat artarak 250 milyon altın liraya fırlamıştı..." Cengiz ÖZAKINCI

Demem o ki...

Millet olarak birlik ve beraberliğimizi korumak adına tarihimizden ders almak varken...

Neden tarih ile aldatılmaya çalışılırız?!

Sevgi ve saygılarımla!


Image"HAKSIZLIK KARŞISINDA SUSAN DİLSİZ ŞEYTANDIR." HZ. MUHAMMED (S.A.V.)

21 Nisan 2011 Perşembe

Anlayacağımız...












Atatürk, 7 Şubat 1923 tarihinde, Balıkesir'deki Paşa Camii'nde verdiği hutbede kendisini dinleyenlere İslâm'ın yüceliğini şöyle açıklamıştır:

"Ey millet, Allah birdir, şanı büyüktür. Allah'ın selameti, sevgisi üzerinize olsun. Peygamberimiz Efendimiz Hazretleri Allah tarafından insanlara dini gerçekleri duyurmaya memur ve elçi seçilmiştir. Bunun temel esası, hepimizce bilinmektedir ki, Yüce Kuran'daki anlamı açık olan ayetlerdir. İnsanlara feyz ruhu vermiş olan dinimiz son dindir. En mükemmel dindir. Çünkü dinimiz akla, mantığa, gerçeğe tamamen uyuyor ve uygun düşüyor." Atatürk'ün Söylev ve Demeçleri, cilt 2, sf: 93


Miladî 20 Nisan 571; Peygamberimiz Hz. Muhammed'in doğum günü.

23 Nisan 1920; Atatürk, Türkiye Büyük Millet Meclisi'ni açtı.


Anlayacağımız; nisan ayı, bizim için mutlu günlerin yaşandığı zaman dilimidir. Zira manevi hayatımızın yegane önderi Sevgili Peygamberimiz Hz. Muhammed'i ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin kurucu lideri Mustafa Kemal Atatürk'ü bu ay içinde yoğun olarak sevgi ve özlemle anıyoruz...

Değinmek istediğim önemli bir nokta -erdemli davranış- üzerinde izninizle durmak isterim:

" Peygamber efendimiz kendisine Mekkeli müşriklerin "Bizimle uğraşma biz sana makam verelim, mal mülk verelim, Mekke’nin en güzel kadınlarını verelim, Sen eminsin, işlerimizde sana danışalım", talebine (...) Allah'ın Resulü açık bir şekilde o tarihi cevabını vermiştir:

'Ayı bir elime, güneşi diğer elime verseniz ben bu davadan geri dönmem' ".16.04.2011, Behiç KILIÇ



"Almanya, tüm Osmanlı toprakları üzerinde buyurgan olabilmek amacıyla, Osmanlı generallerine ve aydınlarına sandık sandık altınlar dağıtarak Müslümanları cepheye sürüyordu.

Mustafa Kemal Alman Rüşvetini reddediyor

Mustafa Kemal bile, Birinci Dünya Savaşı anılarında, kendisine sandıkla Alman altını rüşvet gönderildiğini anlatırken şöyle diyordu:

Yıldırım Ordusu Komutanlığına atanıp İstanbul'dan Halep'e hareket edeceğim günün gecesi idi. (...) Bir genç Alman subayı, Akaretler'deki 76 numaralı evime geldi, ufak ve zarif sandıklar içinde, Falkenhayn tarafından bana bazı şeyler getirdiğini söyledi. (...)

-Bunlar nedir? dedim.

Alman subayı dedi ki:

-İstanbul'dan ayrılıyorsunuz, size Mareşal Falken-hayn tarafından bir mikter altın gönderilmiştir.

(...) Tercümanlık eden Türk subayına dedim ki:

-Bu sandıklar bana yanlış geldi. Ordunun Levazım Reisine gönderilmek lazımdı; benim için fazla külfettir.

Subay sözlerimi Alman subayına nakletti.

Alman derhal:

-Efendim o da başka, dedi.

(...)

O halde verdiğiniz altınları size iade edeceğiz. Aldığınıza dair siz bir belge veriniz. (...) Kolayca tahmin etmek mümkündür ki Mareşal Falkenhayn beni, belki benden başka birçoklarına böyle sandıklarla altın vererek iğfal etmek yolunda idi." Cengiz ÖZAKINCI, Türkiye'nin Siyasi İntiharı Yeni-Osmanlı Tuzağı sf:225/228


Menfaat karşılığı para almak, toplumların felaketi anlamına gelmektedir. Ve yine birlik, beraberlik ve kardeşlik duygularını temelden yok eden, güven duygusunu zedeleyen alçaklık olarak görülen davranışlardan biridir. Gerçek anlamda İslamiyeti kavrayan müminler bu davranışları asla kabul etmez!

"Aranızda birbirinizin mallarını haksız yere yemeyin. İnsanların mallarından bir kısmını bile bile günaha girerek yemek için onları hakimlere (rüşvet olarak) vermeyin." Bakara Sûresi, 188. Ayet


Demem o ki... Kendi menfatlerini bir kenara bırakarak milletinin çıkarlarını her şeyin üstünde tutmak, yüce dinimizin temel esası olmakla birlikte vicdan sahibi herkesin de davranışı olmalıdır!

Bu vesileyle, Ulusal Egemenlik Bayramımız Aziz Türk Milletine kutlu ve mutlu olsun...


Sevgi ve saygılarımla!


Image"HAKSIZLIK KARŞISINDA SUSAN DİLSİZ ŞEYTANDIR." HZ. MUHAMMED (S.A.V.)

21 Aralık 2010 Salı

Mâide Sûresi 51. Ayet Ve...















"Ey inananlar! Yahudi ve hıristiyanları dost edinmeyin. Onlar birbirlerinin dostlarıdırlar. Sizden kim onları dost edinirse kuşkusuz o da onlardandır. Şüphesiz Allah zalimler topluluğunu doğruya iletmez." Mâide Sûresi, 51. Ayet



Osmanlı'yı önce kendisine borçlandırıp ardından da Osmanlı'ya bir dediğini iki ettirmeyen Almanya; "Avrupa'da Polonya cephesinde Rus ordularıyla savaşan Almanların, salt Rusların gücünü bölüp kendilerini kurtarabilmek için Osmanlı ordusunu Sarıkamış'a sürdükleri kesindi. Osmanlı ordusunda Genelkurmay Başkanı olan Hıristiyan Alman Bronsart, Enver Paşa aracılığıyla 90.000 Müslüman Türk askerini salt bu amaçla cepheye sürmüş, bunlardan on binlercesini bu uğurda kırdırtmıştır. Her şey Almanya'nın dünyaya tek başına egemen olması için yapılıyordu, İslâm'ı bu amaç uğruna bir araç olarak kullanmaktan çekinmiyordu görevliler." Cengiz ÖZAKINCI / Türkiye'nin Siyasi İntiharı Yeni-Osmanlı Tuzağı sf:210


"I. Dünya Savaşı'nda Osmanlı devletinin Genel Kurmay Başkanlığı koltuğunda Almanların oturduğuna ve bunların Osmanlı ordusunu Alman çıkarlarının gerektirdiği biçimde cephelere sürdüklerine ilşkin utanç verici gerçek ..." sf: 213


Öte yandan "alay, tümen kolordu, ordu komutanlığında bulunmadan Almanların desteğiyle başkomutan vekilliğine atanan" (sf: 208) ve saraya damat olan Enver Paşa'nın hocası; ve 3. Ordu Komutanı olan Hasan İzzet Paşa, "Bu karda kışta, teçhizatsız birlikleri savaşa sürmenin cinayet olacağı"nı Enver Paşa'ya bildirir. Ancak Enver Paşa, "Eğer hocam olmasaydın, sizi idam ettirirdim" (sf:209) diyerek hocasını İstanbul'a yollayıp, ordunun başına kendisi geçer.


Nihayetinde... 1914'te başlayan Birinci Dünya Savaşı'nda, Osmanlı Devleti Rusya'ya karşı savaşı Almanlar için açtı. Ve bu savaşın en ağır yenilgisini Kafkas Cephesi'nde Sarıkamış'ta -Allahuekber Dağlarında- aldı... 90.000 Mehmetçiğimiz karda donarak ŞEHİT oldu!


Onları rahmetle ve saygıyla anıyoruz...


Ruhları Şad olsun...


Sevgi ve saygılarımla!