Ramazan, biz müslümanların kutsal ayıdır. Bu ay içerisinde yaptığımız her davranış, konuştuğumuz her cümle daha bir özenle, daha bir titizlikle seçilir. Aslında da ruhumuzu, sevgi ve hoş görü ile doldurmanın ayrıcalığı olduğunu zihinlerimizden eksik etmemeye gayret sarf ederiz. Toplumsal ve bireysel olarak, insani ve ahlaki erdemlerin daha bir kuvvetli yaşanılması ile, sosyal hayatımızdaki manevi bağların güçlenmesiyle oluşan güven ve huzurun mutluluğunu yaşamak bambaşka bir güzelliktir. Böylelikle her alandaki maddi manevi paylaşımlar bizlere güç ve kuvvet kazandırarak, ayrı bir dayanışmayı da beraberinde getirdiği şüphesiz bir gerçektir.
Bu kutsal ayın üzerimizdeki etkileri o kadar güçlüki, günler öncesinden büyük bir özlemle söz edilerek, kalplerimizde oluşan huzuru bir beklenti süreciyle yaşarız. Sevginin paylaşımı, büyük bir özenle hazırlanmış sofralarımızın cömertce paylaşımı, kalplerimizde oluşan iyi niyetlerin yoğunluğu, vicdanlarımızın insani duygularla donanımı, yardımseverliğin hat safhaya ulaşımı gibi üstün insani meziyetlerin bir araya gelmesinin yanısıra, yüce Allah'a el açarak kalben buluştuğumuz günleri bünyesinde barındıran ayrıcalıklı bir zaman dilimidir RAMAZAN ayı.
Şimdi, bu güzel ayın bizlere sunduğu manevi doygunluğu elbette yanlış yola saptırmadan gereği üzerinde yapacaklarımızı, büyük bir sorumluluk ve mütevazılık içerisinde geçekleştirmek toplum olarak en büyük beklentilerimiz arasındadır. Nedir bu beklentilerimiz, şimdi onlar üzerinde durmak istiyorum:
Ramazan ayı ve dolaysıyla oruç tutmak sanıyorum, insanların nefsine hakim olmayı da beraberinde getirmektedir. Hemen yeri gelmişken sevgili Peygamberimizin bir hadisine burada değinmeden geçemiyeceğim: "En mukaddes savaş, insanın (nefsine) kendisine galip gelmesidir." Bunu her alanda genişleterek düşünebiliriz. Yine büyük bir üzüntüyle ve içim yaralı olarak gözlemlediğim şeylerden bir tanesi de televizyonlarda boy boy beş yıldızlı otellerin gösterişli iftar sofraları. İnanılmaz çelişki! Nasıl olurda İslam dini bu kadar çarpıtılabilir. Özellikle de insanların açlıkla karşı karşıya kaldığı bu dönemde bu gösterişi nasıl değerlendirmek gerekiyor? Bu çelişki hangi izana sığdırılır, onu anlayamıyorum. Ve hemen yine sevgili Peygamberimizin bir hadisiyle, yüreğimdeki acıyı açığa çıkarmada daha net olacağını düşünüyorum; "Allah Teala'nın en sevmediği şey, erkek veya kadınların ibadetlerinde gösteriş yapmasıdır." O halde ibadet olarak gördüğüm ve aynı zamanda kulluk görevlerimiz olarak da baktığım "oruç" ve iftarı, bu şekilde şatafat haline getirmek; hatta bununlada kalmayıp, basın aracılığıyla cümle aleme göstermenin, oradan yetmiyormuş gibi masadaki yiyecekleri yakın çekimle teşhir ederek ayrıca da bir bir saydırmak insanın hangi vicdanına yerleştiriliyor bir durup düşünmek gerekir, diye sorguluyorum. Üzerinde düşünülmesi gereken noktaları yorumlarınıza bırakıyorum.
Yine özellikle Ramazan ayında artan yardımlaşma da Hz. Peygamberimizin bir hadisiyle vurgulamak istediğim hassas noktalar olacaktır. "Allah arzı yarattığı zaman, arz sallanmaya (tıpkı bir hurma ağacı gibi sağa sola) yalpalar yapmaya başladı, bunun üzerine dağlarla onu sabitleştirdi ve böylece arz istikrarını buldu. Melekler dağların şiddetine hayrette kaldılar.
"Ey Rabbimiz, dediler, dağlardan daha şiddetli bir mahluk yarattın mı?"
"Evet, buyurdu. Demiri yarattım."
"Demirden daha şiddetli bir şey yarattın mı?" dediler.
Hak Teala: "Evet! Dedi. Ateşi yarattım.""
"Ateşten daha ağır bir şey yarattın mı?" dediler.
Hak Teala: "Evet, dedi, suyu yarattım!"
"Sudan daha şiddetli bir şey yarattın mı?" dediler.
Hak Teala: "Evet, rüzgarı yarattım."
"Rüzgardan daha şiddetli bir şey yarattın mı?" diye yine sordular.
Hak Teala: "Evet insanoğlunu yarattım" dedi ve devam ettim:
"Eğer o, sağ eliyle sadaka verir, sol eli görmeyecek kadar gizlerse (daha şiddetlidir)."
Görüldüğü üzere yüce dinimiz yapılacak ibadetlerin ne kadar hassas bir şekilde ve özenle yapılmasını emrederken, bizler gösterişi ve "desinler!"i bağıra bağıra, yetmedi, kameraları yanımızda sürükleyerek teşhir de kusur bırakmadan yapmaya gayret gösteriyoruz. Karşımızdaki kişilerin, onuru, gururu hiç ama hiç önemli değil!
İslam Dini bildiğim ve acizane araştırmalarım neticesinde öğrendiğim kadarıyla "sosyal bir din" olma özelliğine sahip. Özellikle de vicdanlara hitap etmesi, "fakirlik" ve "eşitlik" gibi kavramları esas alması büyük önem arz etmektedir. İşte bu ilkeler dikkate alındığında kutsal kitabımız Kur'an-ı Kerim ve Hz. Muhammed'in söylem ve davranışları bizlere gerçek manevi ışığın rehberi olduğunu kanıtlamaktadır. Bunun dışındaki ihtişamlı hayatlar, şatafatlı ibadetlerin hepsi bence birer aldatmacadan ibarettir.
Bu anlamda da umut ediyor ve yürekten istiyorumki; sade ve bir o kadar da sevginin hakim kıldığı birleştirici unsurlarla bezenmiş, mutlu ve kardeşliğin ön plana çıktığı bir RAMAZAN ayı geçirmeyi yürekten arzu ediyorum. Bunu düşünürken, özellikle sınırlarımız ötesinde acı çeken, kan ve gözyaşıyla mübarek ayın nimetlerini yaşamaya gayret gösteren mü'min kardeşlerimizin tüm acılarını ve yine vatanımızı tehdit eden unsurlarla mücadele ederkan şehit düşen askerlerimizi unutmamayı bir vicdani görev saydığımı da belirtmek isterim.
Ramazan ayı tüm ülke halkıma ve İslam dünyasına barış, huzur ve kardeşlik getirmesi dileğiyle herkese kutlu olsun! Sevgi ve saygılarımla!