25 Eylül 2010 Cumartesi

Yaşamak Direnmektir...















"Gözlemle, dinle, sus, az yargıla, çok sor!" Eflatun




"Tophane'de beş sanat sergisi açılışının eli sopalı kişiler tarafından basılması büyük tartışma yarattı."


Bu haberin hemen ardından saldırıya neden olarak, açılıştaki içki kullanımını göstermek oldu... Tabi bu olayın arka planında ise, vatandaşlarımız arasında tehlikeli kutuplaşmaya yol açılmak istenilmesi vardır... Oysa ki Tophane sakinleri, "tutucu" bir görünüme sahip olmakla birlikte, İstanbul gibi bir şehirde yaşamlarını sürdürmek isteyen ve ezici hayat şartlarının altında yok olmamak için direnerek, ayakta kalabilmenin mücadelesiyle karşı karşıyalar... Bu ruh hali içerisinde, hiç arzu edilmeyen bir öfke birikimine yenik düşmenin vehameti üzerinde biraz durmak isterim:


Hiç kimse tarafından istenilmeyen faşizan saldırının altında yatan asıl neden; bence, yaşamak için direnmekten gelmektedir... Tophane esnafının ve halkının, bir şekilde yabancı kimliklerin yaşam alanlarına el atmasıyla birlikte, ruhlarının ezilme kaygısı altında işlerinden ve evlerinden olmak korkusudur; bu olayın altında yatan gerçek ruh hali...


Ekonomik endişenin asıl neden olduğu bu korkunç olay için, Tophane'yi sözde "sanat merkezi"ne kavuşturarak, kültürel açıdan üst düzeye çıkarılmaya çalışılıyormuş...

Aman ha!..Sakın, bu sözde "asalet"i, halkımıza bulaştırmayın!!! Zira sanat dediğimiz; bizim anladığımız türden edebiyat ve gerçek anlamda metafizik algılamasının dışındaki yaşam biçimini bir dayatmayla "sanat"ı, sanat olarak sunup, kavram kargaşası yaratılıyor! Nedir bu anlayış derseniz, Rousseau'dan anlatmak isterim:


"Bilim ve sanatların ilerlemesi ahlâkın ilerlemesine katkı sağladı mı?" sorusunu ortaya atan Rousseau, bu doğrultudaki görüşlerine haklılık kazandırdığını, işte bugün bu yaşadıklarımızla çok daha iyi anlamamıza neden oluyor. O görüşlerden birini buradan paylaşalım:

"... sanatçı dediğimiz kişi; bilgelerin itibar gördüğü, eğlence meraklısı bir gençliğin zevkler içinde yaşadığı, insanların zevklerini kendilerini özgür kılan tiranlara feda ettikleri, erkek ve kadınların sırf birbirlerinin zevk duygularını karşılamak uğruna gösterdikleri cesaret için drama başyapıtlarını ve mucizevi müzik eserlerini sahipsiz bıraktıkları bir çağda ve ülkede dünyaya gelmek gibi bir talihsizlik yaşasa kendini kabul ettirmek için hangi yolu denerdi nazik beyler? Elbette o akılalmaz yeteneğini dönemin seviyesizliğine uydurmak amacıyla, hayranlık veren ölümsüz başyapıtlar ortaya koymak yerine, dönemindeki insanların beğenisini toplayabilmek için son derece sıradan eserler üretirdi."

Pekii, bu durumda Tophane'ye ne getirilmek isteniyor?


Gerçekten sanatçı ve sanatın Tophane halkına asıl kazandırması gereken yaşamsal anlayışın ne kadarı verilebilir?

Yani semt sakinleriyle beraber olduklarını söyleyen bu kesim, onların, gerçek ruhunu ezmekten başka ne verebildi?

Mesela onlarla beraber olmaya geldiklerini ifade edenler, gerçekten ne kadar onlarla yanyana olabildiler?

Ya da bu hissi, verebildiler mi acaba?

Bu anlamda, bugüne kadar görülen şu ki; "entel"lik altında insanlarımızı ezmek, onları aşağılamaktan öteye geçmeyen bir zihniyetin ezici baskısı, vatandaşlarımızı ayrışmaktan öteye ne yazık geçemedi!.. Üstelik bu zihniyeti yerleştirmeye çalışanlar, bu hedeflerini "çağdaşlaşma" ve Batılılaşma söyleminin arkasına gizlenerek, "Laiklik elden gidiyor!" görüntüsünü ön plana çıkarmışlardır.


Bu durumda Tophane gibi "muhafazakar" toplum yapısına sahip bir çevrede, elinde içki kadehiyle uluorta sanat galerisi açılışı adıyla, "göstere göstere" içmenin alemi de ne oluyor?!..

Bu davranışla, Tophane halkına, "kültürlü" olmayı mı öğretiyorsunuz?

Aman ne kadar entellerimiz varmış diye, insanların zihinlerine heyecan mı katıyorsunuz?

İnsanlar ekmek kaygısı çekerken; adeta onları "aşağılarca"sına bir takım kişilerin bir araya gelerek, "salon yaşamı" gösterişiyle, kimlerin ruhlarını ezmeye çalışıyorsunuz?

Bunun adına ister, "jakoben"lik deyin, ister "elit tabaka" deyin, ama ne derseniz deyin; ben, bu durumu aynen Fransa Kraliçesi Marie Antoinette'in açlık ve yoksulluktan isyan eden Fransız halkına, söylediği iddia edilen "ekmek bulamıyorsanız pasta yiyin" lafına benzettim. İnsanlar orada işlerini ve evlerini kaybetme korkusuna kapılırken, birileri de oralara gelip, kendilerince "üstün sınıf"ı yerleştirmeye çalışırsa, olacağı budur işte!!!


Şüphesiz ki yapılanın tasvip edilecek ve haklılık payı çıkarılacak hiçbir yanı yoktur... Bunu şiddetle kınıyoruz! Suçluların da biran önce adaletin önüne çıkarılmasını bekliyoruz!

Kısaca... Tophane'ye "sanat" getirilemedi; zira sanat "galeri" diye bir yere sıkıştırılamayacak kadar geniş; ve insanlar üzerinde ayrışmayı değil, onlara insanların her çeşit yaşamını hissetmelerine katkıda bulunacak, çeşitli yöntemlerin buluştuğu bir alandır.

O halde önce insanlarımıza ve Tophane halkına bu duyguyu hissettirmenin yollarını, sahip olduğumuz gelenek ve töreler, tavır ve davranışlarımızı sanat tarafından değiştirilmeden ve hislerimize bir yapaylık inmeden anlatmanın çarelerine bakalım diyorum.

Yani;

Bir şeyleri yakıp yıkmadan!

İnsanlarımızı incitmeden!

Ve de en önemlisi, "Toplum sanat için değil de, sanat toplum için vardır!" anlayışını temel esas alarak...


Sevgi ve saygılarımla!



21 Eylül 2010 Salı

RTÜK Görev Başına!
















Eğitim, her yerde, her zaman, her dakika yaşanılarak bir şekilde, davranış kazandıran bir süreçtir. Günümüzde televizyonlar daha çok eğitim (!) amaçlı, toplum üzerinde etkili olan bir araç olarak hayatımıza girdi; ve bu sayede de insanlara yön vererek toplumlar istenildiği gibi şekillendiriliyor... Bu nedenle televizyonlarda yayınlanan her türlü sunumların toplumların eğitimi ve yaşamları üzerinde çok büyük katkısı vardır.


Gelelim bizim televizyon yayınlarımıza; üzerinden şekillendirilmeye çalışılan insanlarımızın akıl almaz şekilde nerelere sürüklenmek istendiği artık, açık açık ortada. Zira "Türk Malı" diye bir dizimiz var! Yayınlanmaya başlandığı günden bu yana sürekli ters giden bir durum var ortada... RTÜK tarafından birkaç kez incelenmeye alınsa da bu dizi, ısrarla yayınını her geçen gün biraz daha "rezil"leştirerek sürdürmeye tam gayret devam ediyor!!!


İnanılır gibi değil; dün akşam bu diziyi izledim; her sahnesi ayrı ayrı ele alınacak kadar sorgulanmaya muhtaç bir yapımdı diyebilirim. Ahlaksızlıkta sınır tanımayan mesajlarıyla, akıl hastası kişilerin davranışlarına eşdeğer dengesiz hareketlerin boy gösterisiyle dolu sözde espiriler gırla gidiyor... Şiddetin akıl almaz boyutunu zihinlere yerleştiren; mesela, aleni odunla insana saldırarak dövme eylemini ifşa etmek gibi... Öte yandan anneannenin kendinden oldukça küçük birisine ilgi duyması, sayısız evlilik yapması, evdeki dayının odasında sürekli ve değişik kadınlarla birlikte olmaları... bunun sonucunda "cünup" ifadesinin sık sık kullanılması... yine büyük dayının yabancı ve oldukça genç bir kadınla birlikteliklerinin konu edilmesi...


Bütün bunlar yetmiyormuş gibi "mutluluk çayı" adıyla insanlarımıza uyuşturucuyu empoze etmesi; "mutluluk çayından çok az konulması" yönündeki yönlendirmelerle birlikte uçuk, boş ve ucuz bir hayatın konu edilmesi!..

Bu durumda ilk olarak aklıma gelen şey: "herhalde bundan sonra ülkemizde bir de, "mutluluk çayı" adı altında yeni bir uyuşturucu sektörü yerleştirilmeye çalışılıyor" düşüncesi oldu.

Öte yandan bu inanılmaz kötü örneklerle konu edilmeye çalışılan dizi, tamamen içi boş niteliksiz ve affedersiniz "ahlaksızlık" içermekten öteye geçmemektedir! Üstelik de yayınlanan saatler bütün bir ailenin televizyon başında olduğu saatlerden ibaret!!! Hem de tam üç saat (20.00-23.00)!!!


Peki bu durumda bu yayınları kontrol eden bir mekanizma var değil mi? Üstelik de yasalar çerçevesinde denetlenen bu kurumun kuralları çok açık ortada iken...

O vakit şimdi bu dizinin Türk toplumunu yozlaştıran ve toplumumuzu apaçık ahlaksızlığa sevk eden içeriğinin RTÜK'deki karşılığına, hep beraber bir bakalım:

"İkinci Bölüm,

Yayın ilkeleri" doğrultusunda;


"b) Toplumun milli ve manevi değerlerine," (Bu dizinin adı "Türk" kelimesiyle başlıyor ve insan zihni ister istemez geçen tüm olumsuzlukları bu kelimeyle özdeşleştirmeye psikolojik olarak yatkın olduğunun gerçeğiyle düşünürsek, durum hem vahim hem de çok ciddi...)

"d) Genel ahlak, toplum huzuru ve Türk aile yapısına," (Yapım, başlı başına Türk aile yapısına ve genel ahlakımıza aykırı şekilde işlenmiş...)

"f) İnsanların ırk, cinsiyet, sosyal sınıf veya dini inançları dolayısıyla hiç bir şekilde kınanmaması ilkesine, (Burada özellikle insanlar arasında sosyal ve sınıf farkı yaratılarak aşağılamaya yönelik gayretlerin sergilenmesi bulunmaktadır)

"g) Toplumu şiddet, terör ve etnik ayrımcılığa sevk eden ve toplumda nefret duyguları oluşturacak yayınlara imkân verilmemesi ilkesine, aykırı olmamak;" (Burada da öfkelenmenin karşılığında sopayla -kaba kuvvetin kullanılmasını- şiddet göstermeyi zihinlere yerleştirmeyi hedef saymıştır)

"h) Türk milli eğitiminin genel amaçlarına, temel ilkelerine ve milli kültürün geliştirilmesi ilkesine," (Kullanılan yanlış sözcükler, atasözlerimizin tamamen çarpıtılması ve anlamının yitirilmesine zemin hazırlanması gibi...)

"m) Çocukların ve gençlerin fiziksel, zihinsel, ruhsal ve ahlaki gelişimini olumsuz yönde etkileyebilecek yayın yapılmaması esasına," ( "Yarcan" kimliğinin sürekli olarak, çocuklarımıza ve gençlerimize "cinsellik" aşılaması, insanlarımızın aklının fikrinin bu noktaya odaklaması gibi...)


Netice itibariyle, bu dizi kesinlikle "gülmek" için falan çekilmiş değildir!

Gülmek için bu denli seviyesizliği izlemek zorunda olmadığımız gibi, güldürmek için de hazırlanılmış olmadığı gayet açık ortada... Özellikle de gençlerimizin ve çocuklarımızın geleceğe yönelik şekil alması sözkonusu ise buradan sormak isterim:

Hangi hak ve cesaretle toplumumuz bu kadar seviyesizleştirilmeye layık görülüyor? Bu dizi "sanat" falan da olamaz!!! Orada oynayanlar sanatçı olabilirler; ancak sanatçılar oynadıkları ve sergiledikleri rollerle hafızalarda yer edinirler!!! Mesela, Erol TAŞ karakter oyuncusuydu ve sırf oynadığı karakteri yüzünden insanlar tarafından sokakta dövülecek kadar da hafızalarda yer edinmişti...


Bu dizi, insanların ruh sağlığını olumsuz etkileyeceği gibi, toplumumuzu ayrıca da yanlış davranışlara sevk ediyor!!! Özellikle okul çağı çocuklarımızın hedeflerini şaşırtıp, boş ve seviyesiz bir yaşamı örnek model olarak sunuyor! Yine en son olarak da uyuşturucuya özenmeyi ve sevdirmeyi teşvik ediyor!!!

Bu durumun acilen ele alınarak çözümlenmesini bir eğitimci ve toplum bilincini yakından hisseden vatandaş olarak, ortaya koymak istedim.

O halde "Türk malı" dizisi, bizlere ne kazandırıyor?..

Ve en önemlisi de bu diziyle birlikte, "neler kaybediyoruz?" sorgulamasının üzerinde biraz durmak istedim...

Sevgi ve saygılarımla!

18 Eylül 2010 Cumartesi

Bu Ne Yaaa?!










"Etrafımda dolaşanları görüyorum, işe yarayanı yok; işe yarayanı da bulunursa benim etrafımda dolaşmaz." Kutadgu Bilig 1621. beyit; sf:349, Yusuf Has Hacib


"2023 Türkiye haritası nasıl olacak?

Kurtlar Vadisi'ndeki 3 ayrı 2023 haritası tartışma yarattı
Kurtlar Vadisi'nin yeni sezon fragmanında üç farklı 2023 yılı haritası yayınladı. ABD, AB ve İsrail'in gözünden üç farklı harita... Türkiye'nin nasıl bölüneceğini gösteren bu üç senaryoyu strateji uzmanları ve gazetecilerle konuştuk."

...

"Böyle soru duyulmadı

Kendisini görmeye gelen talibine 3 evlilik yaptığını anlatan Ayşe Hanım, bu evliliklerinin eşlerinin görevini yerine getirememesi yüzünden bittiğini söyledi. Ayşe Hanım ardından talibine 'Sizde böyle bir sıkıntı var mı' diye sorunca canlı yayında kahkahalar havada uçuştu." 17.09.10, Vatan



Uff!.. İnanılır gibi değil! Haberlere bir bakar mısınız?!.. Bunları gördüğüm zaman hem ürküyor, hem de endişe ve tedirginlik duyuyorum... Bu gibi haberlerden şüphesiz ki toplum olarak da kaygı duyuyoruz...


Bir yandan hepimizi çok yakından ilgilendiren ve hayati önem taşıyan yaşamsal varlığımız sanal alem üzerinden ele alınarak, halkın nabzı tutuluyor (ya da el altından kamuoyu oluşturuluyor)... Öte yandan kimseyi, hiç ama hiç ilgilendirmeyecek çok özel ve ahlak sınırlarını iki kişi arasında dahi zorlayan inanılmaz mahremiyet niteliği içeren konunun inanılmaz bir şekilde ve arsızca ifşa edilerek toplum, hayasızlığa terk ediliyor!..

Bu iki haberi yanyana koyduğumuz zaman, toplumdaki "akıl tutulması"nın ne boyutlarda olduğunu sanıyorum aklı başında, düşünen her insan çok net olarak görebilecektir!


Ya biz toplum olarak, "nasıl bu hale geldik?" muhakemesini yaptığım zaman, gerçekten müthiş bir sarsıntıyla karşı karşıya kalıyorum. Zira bu iki haberin neresinden konuyu ele alırsak alalım; ortada müthiş bir sıkıntı var...

Söz konusu edilen husus, üzerinde yaşadığımız toprak ve millet bütünlüğünü kapsayan vatanımızın, paramparça olmasına zemin hazırlanması gibi bir şey işte. Ve bu durumu sanıyorum öncelikle psikolojik yolla deniyorlar... Bunun için de öncelikle çeşitli senaryoları içeren masa başı üzerinden harita hazırlanarak Türk kamuoyuna dayatılıyor...


Eee, peki şimdi bu haritayı görünce ne düşünmemiz gerekiyor?


1- "Çok iyi olmuş!" mu, diyeceğiz?!
2- "Aman Allah'ım!!! Bu da ne demek oluyor, hangi cesaret ve cüretle bu haritalar ortaya sürülüyor?" diyerek tepki mi vereceğiz?
3- "Aman, bana ne! Ne halleri varsa görsünler!" mi demeliyiz?
4- "Aman canım, bu zaten bir dizi..." diye şöyle bir göz mü atmalıyız?
5- Dur bakalım, hangi ülke bizi nereden bölmüş, kim ne kadar ülkemizden pay almış... falan diye, parçalanmamızı merakla izleyelim mi?
6- Ya da "vay canına"... diye, hayret ifade edecek düşüncelere mi kapılalım?


Birinci haber üzerinden kendimce çıkardığım soruların hangisini, "toplum mühendisleri" psikolojik olarak üzerimize enjekte etmeye çalışıyor acaba? Doğrusu bu haberi yapanlara buradan sormak isterim?

Netice itibariyle diyorum ki; yani bu haberi yaparak bizlere, ne mesaj verilmek isteniyor?!..


"Ahlakı dürüst olan güzel görünür; kadının güzelliği onun tavır ve hareketleridir, bunu bilen bilir." KUTADGU BİLİG, Yusuf Has Hacib, 4500. beyit; sf: 773

Gelelim ikinci habere... "Ayşe hanım"ın yapmış olduğu evlilikler; bunların neticeleri, yok kocalarını hastaneye kendi elleri ile götürmesi, efendim bunlardan netice almaması... falan falan ve bu yöndeki endişeleri...

Bize ne yaaa!.. Bu ne REZALET?!

Bu konuların cümle alemle -televiyon ekranlarından, yetmedi gazetelerin birinci sayfalaraından- paylaşılması hastalıktan başka bir şey olamaz!!! Ve affedersiniz toplumu ahlâksızlığa ve insanları yüzgöz etmeye çalışmaktan başka bir şey değildir!

Buna göre;

1- Türk milleti doktor mu? "Ayşe hanım"ın sorunlarıyla ilgilensin!
2- Millet olarak başka işimiz gücümüz kalmadı da, bu türden mahremiyeti çiğneten ve edep sınırlarını aşarak saygısızlığa neden olacak affedersiniz "mahalle dedikodusu"nu da geçen bir seviyesizliğe mi çekilmek isteniyor?
3- Gülecek başka konu ve malzeme kalmadı da, bu seviyesizliklere kadar mı inildi?
4- "Ayşe hanım"ın başı kapalı değil mi? Valla inançlı insanlarımızı bu kadar aşağılatmak da neyin nesi oluyor?
Zira mütedeyyin insanımızın bu kadar kalitesiz ve seviyesizce davranacağını (!) mı anlatmaya çalışıyorlar acaba?

Biz toplum olarak daima edepli ve seviyemizi koruyan bir milletin çocuklarıydık! Şimdilerde toplumda bu şekilde olduğu gibi, "akıl tutulması" yaşatılıyor! Zira her toplumda olduğu gibi, bizde de "çürük", "hastalıklı" kişilikler olabilir! Asıl vahimi bu hastalıklı ruhları (bu örnekte olduğu gibi) ekrana çıkaranlar değil midir?..


Tek kelimeyle yazıklar olsun!!!

Diyeceğim o ki... Milletimize, akıllara ziyan haberleri sunarak ne elde edildiğini sorgulamaya çalıştım! Bunu da sadece birkaç soruyla dile getirmek istedim.. Gelinen nokta içler acısı... Hem insanlık, hem ahlaki, hem de toplum ve ulus bütünlüğümüz açısından ele alınmak istenen kritik ve tehlikeli konulardır!!! Ve ele alınmak istenen bu konular, bizim hem ahlâki, hem manevi, hem de milli değerlerimizin yitirilmesine olanak tanıyor! O halde ahlakımız, namusumuz ve geleceğimiz açısından yaşamsal kaygılarımızı oluşturan çok ama çok önemli bu değerleri, el birliği ile korumak ve kollamak hepimizin en birinci kutsal görevidir!!! Bunu da en önce bizim sandığımız "basın" yapmalıdır!!!


Haber konusu yapmaya çalıştıkları ve yıprattıkları değerlerimizin herbiri, bizi ayakta tutan toplumsal ortak paydalarımızdır...

Bu değerlerinin kıymetini bilmeyip kaybedenler, şu anda kan ve gözyaşı ile boğuşuyorlar!!!

Irak, Afganistan, Filistin ve diğerleri... Bizim ders almamız açısından yeterince ibret verici, acı ve canlı birer örnek değil midir?

Sevgi ve saygılarımla!



16 Eylül 2010 Perşembe

Besleme Çocuk Yunanistan!
















Mevlânâ’nın bir sözü var; "Çakal boya küpüne düşmüş, kendisini tavus kuşu zannetmiş" diyor.



Osmanlı İmparatorluğu'nun zayıflaması sürecinde, 19. yüzyılın emperyalist güçlerince Osmanlı'nın egemenliğinden çıkarılarak kurulan yirmi sekiz yeni devletten biri olan Yunanistan...

Mora'daki Yunan ayaklanmasını destekleyen İngiltere, Fransa ve Rusya'nın tek hedefi orada bir devlet idaresi kurulmasını sağlamaktı.... Nitekim Yunanlılar, Mora'da büyük bir isyan başlattılar...

1821 yılında Osmanlı'nın idaresinden koparılan Mora Yarımadası ve Atina'dan ibaret çok küçük bir bölgede "Yunan Krallığı"böylelikle kurulmuş oldu...


İleri yıllarda,özellikle Fransızlar ve İngilizler, Rumları o günden bugüne himayeleri altına alarak bugünlere taşıdılar. Zira bugün Batı'nın "ŞIMARIK ÇOCUĞU" olarak da bilinen Yunanistan, biliyor ki; her şartta kendilerine destek yine Batılı "anne baba"larından gelecek...

Osmanlı'nın yorgun ve güçsüz durumundan yararlanılarak Yunanlılara bir bir verilmeye zorlanılan topraklarımız....

"1877-1878, Osmanlı-Rus Savaşı sonucu verilen bölge: Tesalya, Orta Yunanistan

1912-1913, Balkan Savaşları, verilen bölge: Epir, Makedonya (Selânik), Girit, Bozcaada ve Gökçeada dışındaki adalar .

1918, 1. Dünya Savaşı'nın ardından verilen bölge : Batı Trakya

Ege adalarının geleceği güçlü devletlerin kontrolüne bırakıldı ve 1946'da, İtalya'nın 1912'de Osmanlı Devleti'nden almış olduğu 12 adanın, İngiltere'nin desteğiyle, bu adalar da Yunanistan'a bırakıldı."


Netice itibariyle; Bugünkü Yunanistan, 1821-1946 yılları arasındaki 125 senede, çeşitli oyunlarla ve hilelerle, yani emperyalist güçlerin ince ince planlarıyla Osmanlı aleyhine, topraklarının yüzölçümünü yaklaşık on katına çıkarmayı başarmıştır!

Bugün, Yunanistan'ın To Vima (To BHMA) Gazetesi'nin haberine göre;

"Tek tehdit TÜRKİYE" başlığıyla deniliyor ki;

"Yunanistan’ın, “kırmızı kitap” olarak bilinen Milli Güvenlik Siyaset Belgesi’nde diğer tehditleri çıkararak tek tehdit olarak Türkiye’yi tanımlayacağı bildirildi."


Eee, bu haberi nasıl yorumlamak gerekir sizce?

Yunanistan mı Türkiye'ye tehdit?

Yoksa Türkiye mi Yunanistan için tehdit sayılıyor?


Vallahi ne diyelim, bilemiyorum...

Allah ıslah etsin!

Görünen köy kılavuz ister mi?


Sevgi ve saygılarımla!



14 Eylül 2010 Salı

Hakkını Helâl Et...















"Cumhuriyet, demokratik idarenin tam ve mükemmel bir ifadesidir. Bu rejim, halkın gelişimini ve yükselişini sağlayan, onlardan esirlik, soysuzluk, dalkavukluk hislerini uzaklaştıran bir yoldur." ATATÜRK



9 Eylül 1922, İzmir'in düşman işgalinden kurtulduğu gün...


11 Eylül 1922, Bursa'nın düşman işgalinden kurtuluş günü...

Ve Anadolu bağımsızlığını ilân etti...

Türk ulusu artık o gün bugündür dimdik ayakta...

Ulu önderimiz ve onun etrafında birleşen yüce milletimiz, 19 Mayıs 1919 günü başlatmış olduğu Kurtuluş Savaşı'nı büyük başarıyla tamamlayarak, düşmanı vatan toprakları üzerinden bir bir temizledi. Ve bağımsızlığını emperyalist güçlere rağmen dünyaya ilan etti...

Ve ufuktan tekrar yepyeni bir güneş doğdu.

Bu güneşin adı:

Türkiye Cumhuriyeti Devleti

Bu güneşi söndürmeyecek kararlılığına sahip vatan evlatları, hiç çekinmeden bağımsızlığımızı, onurumuzu ve bölünmez bütünlüğümüzü, korumak ve kollamak için; Atalarına olan bağlılıklarını, kararlılıklarını göstermek için görev ve sorumluluklarını yapmaya hazır, günlerini bekliyorlar!

Gün içinde kapım çalındı... Karşımda çakı gibi bir delikanlı... Sarışın mavi gözleriyle "hocam..." dedi... Ah, büyük bir heyecanla içeri buyur ettim... Zira yarın askere gitmek üzere hazırlanan bu delikanlıyı ben okuttum :) Dünya tatlısı kuzucuğum bana, "hakkınızı helal edin" demek için geldiğini söylüyor...

Uff, nasıl helal etmem ki!..

Asıl ben, onlar için görev ve sorumluluğumu hakkıyla yerine getirebildim mi diye, düşünmeden edemedim...

Ve asıl onların, benim üzerimde hakları, kaldı mı acaba?..

İşte bu duygu ve düşünceler etrafında kuzucuğumla biraz sohbet etmek fırsatı yakaladım. Onunla nasıl gurur duyduğumu ifade edecek kelimeler bulamıyorum!

Ufuk, belki 20 yaşında bile değil... İşte; vatan için canlarını feda etmeye hazır bu yiğitler, peygamber ocağı olarak gördüğümüz asker ocağında, sönmemek üzere parlayan güneşi koruyacaklar!

Namusumuz olacaklar...


Onlara nasıl hakkımızı öderiz ki?!

Ödemek bir yana, dökülen kanların bedeli var mıdır?

Hangi millet, vatanı için, onuru için, bağımsızlığı için bu kadar kan dökerek, can verebilir?

Hangi ulusun anaları babaları biricik evlatlarının ölümü karşısında, "VATAN SAĞOLSUN!" diye karşılık verebilir?!..

ATATÜRK'ün evlatları, Türk, Kürt... ayırımı yapmaksızın zamanı ve yeri geldiğinde görevlerini yapmak üzere helâlleşerek, peygamber ocağı askeri birliklerine, bir bir teslim olmaya güle oynaya gitmeyi kendilerine bir onur sayıyorlar!!!

Ne mutlu yiğitlerimize...

Ne mutlu aziz milletimize...

Ne Mutlu Türk'üm Diyene!

Ve buradan iletmek istediğim:

Selam Olsun bütün MEHMETÇİKLERİMİZE...

Sevgi ve saygılarımla!



10 Eylül 2010 Cuma

Çocukluğumu Gördüm...














"Gözyaşları, insan ruhuna yağan yaz yağmurlarıdır."





Bayramlarımızın en güzel taraflarından birisi de sevdiklerimizle ve yakınlarımızla bir şekilde görüşme olanağına vesile olmasıdır. Ah, bu, harika bir duygu... İşte bu bayram sevdiklerimle birlikte yaptığım bayram kahvaltısı benim için inanılmaz güzel ve keyifliydi... Bu duyguyu yaşamamdaki en önemli etken, hiç şüphesiz ki bayram heyecanının verdiği coşkudur...


Öte yandan bayramı bahane edip, Bursa'nın daha önce hiç görmediğim bir mekanına gitme fırsatım oldu.

"Haflinger At Çiftliği"...

Bu mekan, at binmenin yanında, insanı doğayla meşgul etmek için çeşitli etkinlikleri de içeren bir takım faaliyetleri de ayrıca hizmet olarak sunuyor.
Neyse yakınlarımla birlikte bu mekanda bir kaç saat hoş ve güzel bir zaman geçirdim. Mekanın ev sahipleri arasında kazlar da vardı. :) Ne yalan söyliyeyim, bu ortam çocukluğumda yaşadığım bir olayı gözümün önünde canlandırdı.


Kozaklı'da tek katlı bir evde oturuyorduk. Hatırladığım kadarıyla o zamanlarda evimiz, şimdilerde olduğu gibi beton yığını bir ortamda değildi (ki öyle olmasa çevremizde kaz sürüsü olmazdı herhalde). Neyse... sevgili annemin çamaşır asmak için bahçeye indiği bir sırada ben de kazları kovaladığımı hatırlıyorum. Zira bu olay, henüz okula gitmediğim bir dönemi (3-4 yaşlarında olabilirim) kapsıyor... Lafı uzatmıyayım, hiç unutamadığım şey ise, sevgili anneme doğru koştuğum anda kazın beni ısırmasıdır... :(


İşte benim hayvanlarla yakın temasım bununla başladı... Ve yine Kozaklı'da rahmetle andığım sevgili babamın, bilemiyorum, belki kendince yetiştirmek için aldığı civcivleri sahiplenmem vesilesiyle olsa gerek ki, bir sabah kalktığımda karton kutudaki sarı civcivimin öldüğünü gördüğüm andaki yaşadığım duyguyla bu temas sonlanmış oldu. Zira kendimce sahiplendiğim cicivimin cansız bedenini gödüğüm andaki duyduğum acı, gözümün önünden hiç gitmiyor! Yani kalbimin bir köşesi bu acıyı, hep canlı tutuyor gibi... O an ki duygularımla, belki saatlerce kendimi kaybedercesine ağladığımı da hiç unutamam...


Bu iki olay, benim o günden sonraki yaşamımda hiçbir hayvana, elimi dahi süremeyecek kadar ürkek olmama neden oldu. Bilemiyorum; sarı civcivimin cansız bedenine tanıklık etmem beni, belki bu ruh haline sürüklemiş olabilir... Kozaklı'da yaşadığım bir yılın ardından, başka yerlere tayinle gittiğimizi hatırlayarak itiraf ederim ki; bundan sonra yaşamım hep apartman katlarında geçti ve ben, hiçbir hayvanı yakından görme ve temas etme olanağına sahip olamadım.


Haflinger At Çiftliği'nde çay içerken kazların yanıma gelişi, beni hem ürküttü, hem de çocukluğumu tekrar yaşattı. Sanki kazlar da, benim duygularımı hissedercesine etrafımda bağıra bağıra dolaştılar...


Ürkekçe ve neredeyse korkarcasına duyduğum heyecanla birlikte geçirdiğim hoş saatleri, buradan sizinle paylaşmak istedim. Çünkü burası gerçekten çok güzel bir mekan... :) Doğayla içiçe olmak... Belki beni bir süreliğine de olsa, çocukluk yaşamımda derin iz bırakan önemli anılarıma götürmüş oldu. Doğrusunu isterseniz, günlük olayların telaşesi içerisinde, çocukluk anılarıma en sıcak şekilde hiç bu kadar yakın olmamıştım...


Eminim ki herkese anılarını çağrıştırarak yaşatacak pek çok güzel ve değişik mekanlar vardır. Ama ben, tesadüfen bulunduğum bu mekanda anılarımı sımsıcak duygularla yaşayabileceğimi hiç düşünmemiştim. Ayrıca mekan sahiplerinin sevecen ve güler yüzleriyle bayramın havasına uygun konukseverlikleri de, bu duyguları yaşamamda katkı sağladıkları kesin. Onlara da bu katkılarından ve Türk konukseverliğine uygun davranışlarından dolayı, teşekkür etmeyi de kendime borç sayıyorum.


Bunu en kısa zamanda tekrar yaşamak isterim... :)


Sevgi ve saygılarımla!



8 Eylül 2010 Çarşamba

Hepimizin Bayramı...

















Bugün bayram erken kalkın çocuklar
Giyelim en güzel giysileri
Elimizde taze kır çiçekleri üzmeyelim bugün annemizi

...

Yarın bayram...

Umut ediyorum ki, hepimizin yüzünde gülücükler hakim, gözlerimiz ise pırıl pırıl parlıyor olsun...

Şüphesiz ki bu harika duyguların oluşmasına vesile olan, bayram sevincimizin dışa yansımasıdır...


ULUS olarak ortak mutluluğumuz olan Mübarek Ramazan Bayramı; yüce milletimize ve İslam alemine kutlu ve mutlu olsun!


Ve yine bu bayramın bizlere, her zamankinden daha fazla birliktelik, sevgi, saygı, hoşgörü, kardeşlik, dostluk, sağlık, barış ve huzur getirmesini diliyoruz! Zira buna çok ihtiyacımız var...


Ramazan Bayramı'nı sevdiklerimizle birlikte, dolu dolu ve mutlulukla yaşamamız dileğiyle...


MUTLU BAYRAMLAR... :)


Sevgi ve saygılarımla!


7 Eylül 2010 Salı

Haç Bahane...
























"Emvâcı hurûş-âver olurken melekûta?
Çan sesleri boğsun da gömülsün mü sükûta?" Mehmet Akif ERSOY / Yâ Râb Bu Uğursuz Gecenin Yok mu Sabâhı?..



Bir kalenin fethedildiği nereden anlaşılır? Tabii ki de kaleye dikilen bayraktan... Peki bir yer işgal edildiğinde ilk önce ne yapılır? Şüphesiz ki işgal edenlerin bayrağı dikilir! O halde bunun anlamı nedir? Artık bayrağın dikildiği yer, bayrağın sahiplerinin olduğuna açık ve net cevaptır...


Hoşgörü anlayışı içerisinde Akdamar Kilisesi'nde ayin yapılmasına rıza gösterilmesine rağmen, edinilen heberlere göre Ermeni Patrikhanesi, bu durumu yeterli görmeyip, dahalarını istemeye kalkışmış...

Efendim, Akdamar'a "Haç dikilmeli"ymiş...

O vakit biz de sormak isteriz:

Niye ki?!

Sizin amacınız üzüm yemek mi?

Yoksa bağcı dövmek mi?

Ha, amacınız üzüm yemekse, o halde buyurun ayininizi yapın!...

Yok, amacınız bağcı dövmekse, orada durun bakalım!!!

Hani sizler değil miydiniz, "amacımız sadece ayin yapmak!" diyen?

Ee, o zaman şimdi niye yan çiziyorsunuz?..


Öte yandan, topluma örnek olan ve topluma yön veren kişilere sanatçı denir. Ama şimdilerde bu anlayış ve sorumluluk farklı alanlara taşınıyor... Mesela Fransız oyuncu Gerard Depardieu, Ermenistan'a giderek uluslararası siyasi bir göreve soyunmuş...

Bakınız ne demiş bu "oyuncu"; "Türkiye'nin soykırımı tanıması için kültürün araç olarak kullanılmasını" önermiş...

Pekâlâ, Gerard Depardieu, "Politikaya bulaşmak istemiyorum ama..." diyerek devamında siyasi açıklamalarıyla sizce siyasetin tam göbeğine inmiş olmuyor mu?!..


Demek ki bugün yapılanlar arasında sözde "Ermeni soykırımı" iftiralarını dünya kamuoyuna yayma görevini üstlenenler arasında" sanatçı"lar da yer alıyormuş! Tıpkı Gerard Depardieu'nun yaptığı gibi... İyi de bu durumda sanatçının güvenirliği, topluma örnek oluşu gibi ahlaki ve vicdani sorumluluğun esası nerede kaldı?!..

Şimdi Gerard Depardieu'ya buradan yine Fransız Jean Jacques Rousseau'nun düşüncesiyle izninizle yanıt vermek isterim:

"Söyleyin bize ulu Voltaire; sırf yozlaşmış salon beyefendiliğimiz uğruna kaç tane el sürülmemiş ve güçlü güzellik eserinizi feda ettiniz? Bu asil ve muhteşem, yiğitçe işlerden sıyrılıp bayağılık ve seviyesizliğe düşmek size ne kadara mal oldu?"


Aynı satırların biraz gerisinde, halkın beğenisini kazanmak uğruna eserlerini yavanlaştıran, sıradanlaştıran sanatçıları şu cümlelerle yermez mi: ...

"Sanatçı dediğimiz kişi; bilgelerin itibar gördüğü, eğlence meraklısı bir gençliğin zevkler içinde yaşadığı, insanların zevklerini kendilerini özgür kılan tiranlara feda ettikleri, erkek ve kadınların sırf birbirlerinin zevk duygularını karşılamak uğruna gösterdikleri cesaret için drama başyapıtlarını ve mucizevi müzik eserlerini sahipsiz bıraktıkları bir çağda ve ülkede dünyaya gelmek gibi bir talihsizlik yaşasa kendini kabul ettirmek için hangi yolu denerdi nazik beyler? Elbette o akılalmaz yeteneğini dönemin seviyesizliğine uydurmak amacıyla, hayranlık veren ölümsüz başyapıtlar ortaya koymak yerine, dönemindeki insanların beğenisini toplayabilmek için son derece sıradan eserler üretirdi." Sf: 10-11, Bilimler ve Sanatlar Üzerine Söylev / Jean Jacques ROUSSEAU


Evet, kendi döneminin sanatçı ve aydın çevresini bu sözlerle eleştiren ROUSSEAU'dan cevap vermeyi daha anlamlı buldum. Zira bu düşünceler bana ait değil!.. Depardieu'nun kendi vatandaşı olan, bir filozofun düşüncesi...

Söz konusu tespitler ne yazık ki günümüze hakim bir kısım sözde "sanatçı"ların zihniyetini yansıtmaktadır. Ve bunun içerisinde de korkarım ki, Gerard Depardieu'da var...


Sevgi ve saygılarımla!



5 Eylül 2010 Pazar

Kalplerimizi Temiz Tut Allah'ım!














"Oku seni yaradan rabbinin adıyla oku" Alak Sûresi 1-2. Ayet Hz. Peygamber, "Ben okuma bilmem" diyerek cevap vermiş Cebrail ise "Seni okutacağız ve öğrendiğini asla unutmayacaksın" buyurarak, Peygamberimize ilk vahiyi böyle bir gecede bildirmiştir. Bu gece Kadir Gecesi'dir.


"Artık, her türlü hırs, kişisel çekişme ve kavgalarımızdan uzak duralım. Fanilerin geçici memnuniyetini değil, Bâki olan Rabbimizin hoşnutluğunu esas alalım; gösteriş ve desinler diye değil inandığımız gibi yaşayalım ve davranalım. Özümüz sözümüz, içimiz dışımız bir olsun. Bu gecede Yüce Allah'ın bizlere bilgi, anlayış ve ihlâs vermesi, doğruyu bulduktan sonra kalplerimizi saptırmaması ve bizi affetmesi için dua edelim. İhtiyaç içerisinde ve zor şartlar altında yaşamını sürdürmek zorunda kalan insanlarımızın maddi ve manevi yardımlarına koşarak sıkıntılarını paylaşmaya, acılarına ortak olmaya çalışalım." 04.09.2010, Prof. Dr. Ali BARDAKOĞLU Diyanet İşleri Başkanı


"İnsanda bir organ vardır. Eğer o sağlıklı ise bütün vücut sağlıklı olur; eğer o bozulursa bütün vücut bozulur. Dikkat edin! O, kalptir." HADİS (Buhari)


Bugün kişisel hırslara kapılarak bencilliğin esiri olduk. Yani insani duygulardan gittikçe uzaklaşıyoruz. Bu anlayışla birlikte ne yazık ki insanlığın hazin sonunu kendi ellerimizle hazırlıyor gibiyiz... Zira insanların fütursuzca ve azgınca davranışları gösteriyor ki kalp sağlığımız bozulmaya yüz tutmuş... O vakit toplum olarak bu gece öncelikle kalp sağlığımız için duacı olalım! :)


İşte bu duygu ve düşünceler etrafında buradan söylenebilecek tek şey, Kadir Gecesi'nin yüce milletimize birlik, beraberlik ve hoşgörü ile devam etmesine vesile olmasını; İslam dünyasına mutluluk, tüm dünyaya ise barış getirmesini Yüce Allah'tan diliyoruz.


Sevgi ve saygılarımla!



Not: Bir önceki yazımda değindiğim üzere; ve konunun önemine vurgu yapmak için bir kez daha buradan ele almak istediğim, kendini bilmez kişilerin sözde "din" adına yola çıkarak, bir başkasına yapmış olduğu zorbalığının karşılığı olan Kur'an-ı Kerim'den ilgili üç ayeti buradan izninizle paylaşmak isterim. Zira aynı zamanda bu gecenin günahlarımızın affedilmesine bir fırsat olduğunu biliyoruz... T.G.

Gâşiye Sûresi:

"Artık sen öğüt ver! Sen ancak bir öğüt vericisin." 21. Ayet

"Sen, onlar üzerinde bir zorba değilsin." 22. Ayet

"Sonra onların sorguya çekilmesi de sadece bize aittir." 26. Ayet


3 Eylül 2010 Cuma

Nerede Sevgi, Orada Allah!















"Canı inciten kişinin, bu incitmenin Hakk'ı incitme olduğundan haberi yoktur. Bilmiyor ki bu küpün suyu ırmak suyu ile birleşmiştir." MEVLANA



"YOZGAT Otogarı'nda otobüs bekleyen Kadışehri Cumhuriyet Savcısı Özcan Çubukoğlu, Ramazan ayında açıkta sigara içtiği gerekçesiyle 2 kişi tarafından dövüldü." 03.09.2010, Vatan


"İnsanın içinde ne vardır?

İnsanın yüreğine sevginin egemen olduğunu öğrendim.

İnsanların tümü kendilerini nasıl rahat ettireceklerini düşünerek değil, insanlara verdikleri sevgiyle var kalırlar.

Daha önceleri, Allah'ın insana hayattan tat alması için arzular bağışladığını biliyordum; bugünse anladığım şu ki, gerçek bunları kat kat aşıyor.

-Biliyorum ki; Allah kullarının ayrı ayrı değil, beraberce yaşamalarını istiyor; bundandır ki, her birine, hepsi için gerekenleri esinliyor.

-Biliyorum ki, insanlar sadece kendilerini düşünerek var kalıyor gibi görünseler de; aslında onlara hayat veren tek şey sevgidir. Seven Allah'a, Allah sevene yaklaşır. Sevgiyi var eden sadece O'dur çünkü." Tolstoy'dan


Okuduğum bu korkunç haber aslında münferit bir olay olmakla birlikte, her toplulukta ve inançta sıkça karşımıza çıkabilecek bir durumdur. Bu olay, mübarek Ramazan ayının bizlere sunduğu o huşu içerisindeki havayı neredeyse azgınca bir kontrol mekanizmasına çevirdiğinin, kötü bir örneğidir.

On bir ayın sultanı saydığımız kutsal Ramazan'ın bizlere rahmetle birlikte birliktelik, dayanışma ve sevgi sunduğu bilinirken, öte yandan bu türden haberler, İslamiyet'e sadece zarar vermekten öteye geçemiyor!

O zaman, bu haberde olduğu gibi sözde "din" adına yola çıkarak, insanlara zulmü yaşatan ve etrafa korku salan bu orta çağ zihniyetine karşın, kutsal kitabımızdan bir ayetle karşılık vermek isterim:

"Eğer Rabbin dileseydi, yeryüzündekilerin tümü topluca iman ederdi. Öyleyse, onlar mü'min oluncaya kadar insanları sen mi zorlayacaksın?" Yunus Sûresi, 99. Ayet

Buradan yola çıkarak, o halde hangi düşünce ve kuvvetle insanları oruç tutmaya kaba kuvvet kullanıyorsun? diye sormak isteriz!

Bu mudur, Müslümanlığın insanlara sunmuş olduğu davranış ve tutum anlayışı?

Bu mudur, insanın içerisindeki Allah sevgisi?

Oysa biz Mevlana'nın, Yunus'un çocuklarıyız! Fıtratımızda hoşgörü yatmaktadır. O halde bu korkunç durum, sadece ve sadece cehaletten kaynaklanan birkaç bilgisiz kişinin sorumsuzca ortaya çıkarak göstermiş olduğu münferit bir olaydan ibarettir!

İslamiyet'le uzaktan yakından alâkası olmayan bu karanlık zihniyeti, şiddetle ve esefle kınıyorum!

Sevgi ve saygılarımla!