29 Eylül 2017 Cuma

Muhtaç Olduğun Her Şey...


"Ey türk istikbalinin evlâdı! işte, bu ahval ve şerâit içinde dahi, vazifen; Türk istiklâl ve cumhuriyetini kurtarmaktır!" 

20 Ekim 1927. Tam 90 sene önce, asil bir milletin evladı tarafından Türk gençliğine hitaben kaleme alınmış, içeriği büyük ülküler barındıran, Ata'mızdan Türk milletinin varlığını sürdürmesine reçete olan; ve de yaşadığı dönemin tekrar yaşanabileceğinin öngörüsü ile bir hatırlatmadır, GENÇLİĞE HİTABE. 

Dolayısıyla...

Türk gençliği Ata'sından aldığı emanetle varlığını ilelebet sürdürmek üzere, üzerine düşen "Birinci vazife"sini  her alanda layıkıyla yerine getiriyor!

Zira 26 Eylül "Türk Dil Bayramı"nın 85. yıl dönümü münasebetiyle,


Sakarya'da (9. sınf) lise öğrencilerinin,  

Hazırladıkları proje münasebetiyle ellerinde,

"Türk demek, Türkçe demektir", "Türkçe düşün konuş yaz""Dilimiz kimliğimiz, Türkçe'mize sahip çıkalım", "Vatanına sahip çıktığın gibi diline sahip çık""Bir ülkenin dilini yok etmek, o ülkenin adını tarihten silmek demektir" ve "Türkçe'ni kaybetme" yazılı dövizler taşıyan öğrenciler Çark Caddesi'ndeki tabelalarında Türkçe isim kullanan iş yeri sahiplerine teşekkür belgesi verdi.

Ayrıca bu münasebetle  Dil Bayramı'mız kutlu olsun..

"Muhtaç olduğun kudret damarlarındaki asil kanda mevcuttur!"

Ve dün... 

Atiker Konyaspor'un, UEFA Avrupa Ligi I Grubu ikinci maçında Guimares ile oynadığı mücadelede, Konyaspor tribünleri İzmir Marşı'yla inledi! Konyaspor taraftarlarının tribünleri inleten bir tonla söyledikleri "İzmir Marşı" eşliğindeki Konyaspor'un büyük galibiyetini, yürekten kutluyorum...

Ne mutlu Türk'üm diyene!





Sevgi ve saygılarımla!





"Haksızlık Karşısında Susan Dilsiz Şeytandır" Hz. Muhammed (A.S.)

28 Eylül 2017 Perşembe

Ey, Abdülmecid Efendi, "Yavrunu Cehenneme Attın Cehenneme."



Osmanlı padişahı Vahidettin'in torunu Neslişah  ve son İslam Halifesi Abdülmecid Efendi’nin kızı Dürrüşehvar Sultan’ın resimlerine bakınca, vallahi aklıma İlahiyatçı İhsan ŞENOCAK geldi.  Zira Müslümanların başı Halife Abdülmecid Efendi'nin kızının  ve Padişah Vahidettin'in torunlarının kıyafetleri babalarını  "cehennemlik" yapıyor(!)




Dolayısıyla İlhiyatçı İhsan Şenocak'ın fetvasına göre,  hem  son İslam Halifesi  Abdülmecid Efendi'nin, hem de padişah Vahidettin'in yüreği parçalanmadığına göre "vallahi kıyamet günü cehennem" bunları "parçalayacak"mış.






Hal böyle olunca  sorum çok açık: 

Cahiliye dönemini aratmayacak nitelikteki  mide bulandıran sözleri söyleyen şahıs, Osmanlı padişahına ve Halife Efendi'ye de aynı tonda söyleme cüretkârlığını  gösterebilir miydi? Bu bir! 

İkincisi diyelim ki söyledi(!)...  Bu defa Osmanlı padişahı  ve Halife efendi "yavrunu cehenneme attın cehenneme." cümlelerini duyduklarında sonuç ne olurdu? 



Sevgi ve saygılarımla!


NOT: Şenocak, tepki çeken vaazında, 'baba'lara yönelik olarak şunları söylemişti:

"Yani kızın şu sokaktan geçip de okula pantolonla giderken yüreğin parçalanıyor mu senin? 18 yaşında kaşını aldıran kızın üniversiteye giderken o halde, yüreğin parçalanmıyorsa vallahi kıyamet günü cehennem seni parçalayacak. Allah'ın emanetini ne hale getirdin? Sevindin üniversiteyi kazanınca; ODTÜ'ye, Boğaziçi'ye gidince sevindin. Doktor olacak, mühendis olacak, 5 milyar aylık alacak, arabaya binecek, eşine mecbur olmayacak, mahkum olmayacak... Peki onlara sevindin; kot pantolonuyla erkeklerin bakışı arasında kızın yürüyor, delikanlılar arkasına takılmışlar, arkasından gidiyorlar. Yavrunu cehenneme attın cehenneme."



"Haksızlık Karşısında Susan Dilsiz Şeytandır" Hz. Muhammed (A.S.)

26 Eylül 2017 Salı

Sen Kimsin!..


"Camide verdiği vaazda "kızlar'ın pantolon giymesinin, kaşlarını aldırmasının, üniversiteye gitmesinin günah olduğunu" iddia eden ilahiyatçı İhsan Şenocak"...


"Gece bastı kara kaplı kitap - oldu hâkim,
Anırırken tepişen bunca eşek hep âlim!" Neyzen Tevfik

Babayı çobana, çocukları sürüye benzeterek ortaçağ zihniyetine duyduğu özlemi,  dini gelenekle   sürdürmeye çalışan hadsiz zevat,  pantolon giydi, kaşını aldı diye kadınları ve babalarını cehenennemlik ilân etmiş ya...

Allah'ım sen büyüksün... 

Bunlar da kim?.. Bu zihniyetler kendilerini Allah mı zannediyorlar! Dolayısıyla İnsanları yargılama hakkını bunlara kim verdi? Yüce Allah'ın  Hz. Peygamberimize dahi tanımadığı ("Peygamberin üzerine düşen ancak tebliğdir. Allah sizin açıkladığınızı da, gizlediğinizi de bilir."Maide Suresi, 99. Ayet) bu yetkiyi,  hangi cüretle bunlar kullanabiliyorlar?

O halde bu cümleler Allah'a şirk değil midir?

"Şüphesiz Allah kendisine ortak koşulmasını bağışlamaz. Bunun dışındaki günahları, dilediği kimseler için bağışlar. Allah'a ortak koşan, kuşkusuz, derin bir sapıklığa düşmüştür." Nisa Sûresi 116. Ayet

Dolayısıyla...

Bu mide bulandırıcı cümlelere karşılık beni, Kur'an  ahlakı ve  Cumhuriyet terbiyesiyle  yetiştiren  rahmetli canım babacığımı bir kez daha sonsuz minnet ve şükranla anarken mekanının cennet olduğundan asla şüphe duymadığımı vurgulamak, boynumun borcu oldu!


Sevgi ve saygılarımla!



"Haksızlık Karşısında Susan Dilsiz Şeytandır" Hz. Muhammed (A.S.)

21 Eylül 2017 Perşembe

İşbirliği Şart!


Henüz 5-6 yaşlarındayım. Nevşehir'de,  cadde üzerinde  3 katlı, 6 daireli bir apartmanın 3. katında oturuyoruz. Evimiz sobalı. Dün gibi hatırlıyorum... Büyük kardeşlerim okulda, canım babacığım işte, sevgili anneciğim de sobayı yakmak için kömür-odun çıkarmak üzere odunluğa indiğini hatırlıyorum. Ancak aşağıda komşuyla sohbete dalınca  eve gelmede geciktiğini olay sonrası öğrendim. Kız kardeşim henüz bebek yaşta... ve aynı odada o uyuyor, ben de oturuyorum.

Hava güneşli.. Zira güneş ışığında odada bulunan gömme dolabımızdan, sızan dumanları bu sayede çok net görüyordum. Dolayısıyla bir an endişeyle kalkıp gömme dolabımızın olduğu yere yöneldim. Aralayarak baktığımda, dolabımızın içinin yandığını gözlemledim.

İşte o çocuk halimle ilk yaptığım şey, karşı komşumuzun kapısını çalmak oldu. Gazeteci Muzaffer ağabeyim beni kapıda sevgiyle karşılarken, ben:

"Muzaffer ağabey evimiz yanıyor!" dedim.

Ardından tekrar evimize geçerek camı açtığımı; ve aşağıya bakarak,

"İmdat evimiz yanıyor!" cümlelerimi dün gibi hatırlıyorum.

Bundan sonra hatırladığım, evimizin bir anda insanlarla dolmasıdır. Yangın kısa sürede söndürüldü. Ardından sevgili anneciğimin ve canım babacığımın bana sarıldıklarını ve "kardeşinin hayatını ve evimizi yanmaktan sen kurtardın" cümlelerini zihnimde unutulmamak üzere not ettim.

Dolayısıyla... 

Bölgemiz üzerinden şu anda bir dünya savaşı yürütülüyor. Hal böyle olunca da yanı başımızda komşu devletlerde  başlatılan bir yangının, hızla büyüyerek üzerimize doğru gediği ayan beyan ortada.

O halde bizim bu yangını söndürmek üzere önceliğimiz önce komşularımızla işbirliği, sonra coğrafyamız üzerindeki bölge ülkeleriyle birlikteliğimiz  olacaktır! Dolayısıyla onlarla yapacağımız işbirliği sayesinde ancak bu yangın söndürülür. 

Kısacası...  coğrafyamız yanıyor!.. Ve bu coğrafyanın fertleri olarak yangını çıkaran hainlere karşı sınır ve coğrafya komşularımızla birlikte sıkı bir işbirliği, şart!



Sevgi ve saygılarımla!


"Haksızlık Karşısında Susan Dilsiz Şeytandır" Hz. Muhammed (A.S.)

19 Eylül 2017 Salı

Vatan Size Minettardır


Mustafa Kemal Paşa, Amasya Genelgesi’nin ilgililere duyurulmasının ardından, yapılacak olan kongreye katılmak üzere Erzurum’a geldi. Bu durumdan büyük rahatsızlık duyan İstanbul Hükümeti 8-9 Temmuz 1919 gecesi Mustafa Kemal’e telgrafla resmi memuriyetine son verildiğini bildirdi. Mustafa Kemal Paşa’da Harbiye Nezareti`ne ve Padişah`a, resmi vazifesiyle beraber askerlik mesleğinden istifa ettiğini bildiren bir telgraf gönderdi.

Erzurum ve Sivas Kongreleri ile birlikte Milli Mücadele büyük bir hız kazandı. 23 Nisan 1920’de ilk Büyük Millet Meclisi açıldı.

İzmir’i işgal eden Yunan kuvvetlerinin ilerlemesi 1921’de yapılan I. ve II. İnönü Muharebeleriyle durduruldu. Ancak Yunan kuvvetleri tekrar hazırlıklarını tamamlayıp 10 Temmuz 1921’de iki ayrı cepheden taarruza geçerek Türk ordusunu yok etmek istediler. Mustafa Kemal Paşa, 18 Temmuz 1921’de Batı Cephesi karargâhına gelerek durumu yakından inceledi. Taktik savunma yapmak amacıyla ordunun Sakarya’nın doğusuna çekilmesini uygun gördü. Böylece Türk ordusu, Yunan taarruzundan etkilenmeyecek ve savunma gücünü artırabilecek bir fırsat elde etmiş olacaktı. Son çare ve son tedbir olarak Mustafa Kemal Paşa’nın ordunun başına geçmesi gerektiği fikri ağırlık kazandı. Bunun üzerine Meclis, 5 Ağustos 1921’de Mustafa Kemal Paşa’ya, “Başkomutanlık” verdi.

Mustafa Kemal Paşa, 12 Ağustos 1921’de Polatlı’daki Cephe Karargâhına giderek ordunun başına geçti. 14 Ağustos sabahı ilerlemeye başlayan Yunanlılar 23 Ağustos’ta Sakarya ırmağının kıyısında Türk ordusu ile karşı karşıya geldiler. Yirmi iki gün, yirmi iki gece süren şiddetli çatışmaların ardından Yunan ordusu mağlup olarak geri çekilmeye başladı (13 Eylül 1921).

Savaşın kazanılmasının ardından, “Garp Cephesi Komutanı” İsmet (İnönü) Paşa ile Genelkurmay Başkanı Fevzi (Çakmak) Paşa, cepheden, “Edirne Mebusu İsmet ve Kozan Mebusu Fevzi” imzalarıyla Meclis`e 15 - 16 Eylül 1921’de gönderdikleri tarihi önergeyle, Mustafa Kemal’e “Mareşal” rütbesi ile “Gazi” unvanı tevcihini önerdiler.


Türkiye Büyük Millet Meclisi de 19 Eylül 1921 tarihinde yaptığı toplantıda Başkomutan Mustafa Kemal Paşa’yı, Sakarya Savaşı’nda elde ettiği büyük başarıdan dolayı askeri rütbelerin en büyüğü olan “Mareşal” rütbesi ve “Gazi” unvanı ile onurlandırdı.

“Mareşal” rütbesi ve “Gazi” unvanı verilen Başkomutan Mustafa Kemal Paşa, Meclis’e şöyle teşekkür etti:

"... Kazanılan bu başarı, Yüksek Heyetinizin iradesiyle kuvvet bulan ordumuzun iradesi sayesinde, düşman ordusunun iradesinin kırılması suretiyle belirmiştir." ataturkdevrimleri.com

Bu vesileyle,  dünden bugüne vatanımızın dört bir yanında bağımsızlığımız uğruna canlarını veren şehitlerimizi ve başta GAZİ MUSTAFA KEMAL ATATÜRK'ümüz olmak üzere tüm gazilerimizi minnet şükran ve rahmetle anarken, hayatta olan gazilerimizin GAZİLER GÜNÜ'nü kutlar ellerinden öperim.



Sevgi ve saygılarımla!

"Haksızlık Karşısında Susan Dilsiz Şeytandır" Hz. Muhammed (A.S.)

17 Eylül 2017 Pazar

"Neden Tanrı böylesine kötü bir hastalık için seni seçti?"


Bugün içinde yaşadığımız pek çok sıkıntıların arasında, dünyaca ünlü  tenis oyuncusu Arthur Ashe'in yaşamından, insanlık için herkesin önemli ders çıkaracağı  bir hikâyesinden izninizle  bahsetmek istiyorum:

"Mutluluk insanı tatlı yapar. Başarı ışıltılı, zorluklar güçlü, hüzün insanı insan yapar, yenilgi mütevazı. Tanrı'ya asla 'neden ben?' diye sormayın. Ne olacaksa zaten olur..." 

Ve

"Nerede olursan ol başla. Sahip olduğunu kullan. Yapabildiğini yap." diyen Arthur Ashe'ye aids ile cebelleştiği dönemlerde hayranlarından biri mektup yazar ve sorar:

"Neden Tanrı böylesine kötü bir hastalık için seni seçti?"

Arthur Ashe buna şu cevabı verir:

"Tüm dünyada 50 milyon çocuk tenis oynamaya başlar, 5 milyonu tenis oynamayı öğrenir, 500 bini profesyonel tenisi öğrenir, 50 bini yarışmalara girer, 5 bini büyük turnuvalara erişir, 50'si Vimbledon'a kadar gelir, 4'ü yarı finale, 2'si finale kalır. Elimde şampiyonluk kupasını tutarken Tanrı'ya 'Neden ben?' diye hiç sormadım. Ve bugün sancı çekerken, Tanrı'ya 'Niye ben?' mi demeliyim? Mutluluk insanı tatlı yapar. Zorluklar güçlü yapar. Hüzün ise insan yapar. Yenilgi mütevazı yapar. Başarı insanı ışıldatır. Ama yalnız Tanrı, yolumuza devam etmemizi sağlar. Tanrı'ya asla 'Niye ben?' diye sormayın... Ne olacaksa olacak. O'nun kendine has usulleri vardır. Her şey kendi iyiliği için olur. İnancınızı koruyun..."



Dolayısıyla,

İnsana dair inancımızı koruyacağımız günlerde buluşmak dileğiyle...


Sevgi ve saygılarımla!


"Haksızlık Karşısında Susan Dilsiz Şeytandır" Hz. Muhammed (A.S.)

9 Eylül 2017 Cumartesi

Mir-i Liva Mustafa Kemal


"Mustafa Kemal (Atatürk)'ün
Alman Komutanlara İsyanı

Friedrich Bronsart von Schellendorff'un Osmanlı Genelkurmay Başkanı olduğu dönemde, 7. Ordu kumandanı olarak Suriye-Filistin-Irak cephesinde Alman Mareşal Falkenhayn'ın komutası altında bulunmaktan rahatsız olan Tuğgeneral Mustafa Kemal, İstanbul'a, Enver Paşa'ya ve Sadrazam Talat Paşa'ya bir rapor göndererek bu durumun sakıncalarını apaçık gösterecekti. Genelkurmay Askeri Tarih ve Stratejik Etüd Başkanlığı (ATASE) Atatürk Arşivi, Klasör 33, Dosya 12-16/A, F. 19-38'de tam metni bulunan 20 Eylül 1917 tarihli raporunda özetle şöyle diyordu Mustafa Kemal:



(...) İçinde bulunduğumuz bataklıktan Almanlarla birlikte kurtulmak zorunlu ise de, Almanların bu zorunluluktan ve savaşın uzamasından yararlanarak bizi sömürge şekline sokma ve ülkemizin bütün kaynaklarını kendi ellerine alma siyasetinin karşısındayım. Ve devlet adamlarının bu konuda hiç olmazsa Bulgarlar ölçüsünde bağımsız ve kıskanç olmalarını gerekli görürüm. Ayrı ve bağımsız  olma konusunda kıskanç olduğumuz, Almanlar'ca gereği gibi anlaşıldığı gün, onların bizi Bulgarlardan daha önemli ve saygı değer göreceklerine size temin ederim. İyi idare edeceğim diye durmadan ödünler vermek, herhangi bir müttefike ve özellikle Almanlara merhamet ve ihsan telkin etmeyip, onları belki verdiklerimizden yüz kat fazlasını elde etmeye hırslandırır ve teşvik eder. Bugün Falkenhayn her vesilede herkese karşı Alman olduğunu ve elbette Alman çıkarını en fazla düşüneceğini söyleyecek kadar cesaretlidir. Halep'te, Fırat'ta ve Suriye'de Alman siyasetinin ve Alman çıkarının ne demek olduğunu ve özellikle bu sözü kullanan bir Alman konsolosu olmayıp, yüz binlerce Türk'ün kanı için karar vermek mevkiinde bulunan bir kumandan olursa, işin tümüyle ülke çıkarlarımıza karşı cereyan edeceğini anlamamak mümkün değildir. Falkenhayn, geldiği günden beri aşiretlerin reislerine Alman teğmenleri göndererek doğrudan doğruya temas kurmaktadır ve "Araplar, Türklere düşmandır, biz Almanlar tarafsız olduğumuzdan onları kazanabiliriz" sözünü bizzat bana, yani bir ordu kumandanına söyleyebilmiştir. Irak harekâtını, (Almanların) ülkeye yerleşmesi için bir araç olarak gördü. Gerçekte, amacı, bütün Arabistan'ı Alman idaresine almaktı. Nitekim tasarısının ikinci evresini uygulamaya başlamıştır. Irak hedefi doğal olarak değişince Sina cephesinde bir saldırıya girişmeyi söz konusu etti. İki ay sonra saldırı mı yoksa savunma mı gerekiyor olduğunun şimdiden kestirilemeyeceği, herkes gibi, onun gözünde de açıktı. Fakat bugün saldırıdan söz etmesi, bütün Suriye'nin -Arabistan'ın- Alman egemenliği altına girmesi için çekici bir araçtan başka bir şey değildir. İki ay sonra durum, saldırıya elvermeyip bütün güçlerle Filistin'in savunulması mümkün olursa, General Falkenhayn'ın dünyaya ve ülkemize karşı en büyük başarıyı kazanmış pozunda ortaya çıkacağına kuşku yoktur. Fakat bu durumda, hükümeti ve ülkeyi güçlendirmek koşulu şöyle dursun, ülke tümüyle bizim elimizden çıkarak bir Alman sömürgesi haline girmiş olacaktır. Ve General Falkenhayn, bu amaç için bizim borcumuz olan altınları ve Anadolu'dan getirdiğimiz son Türk kanlarını kullanmış olacaktır. Kısacası, gerek mülki hükümet ve gerek halk içinde yapılacak işlerin sıradan bir ülke sorunu değil, en birinci bir yurt savunması konusu olduğu bu dönemde; yurdun herhangi bir köşesinin herhangi bir yabancı etkisi ve yönetimi altına verilmesi, Osmanlı saltanatının varlığını kesin olarak bozar ve ortadan kaldırır. İşte benim görüşlerim bundan ibarettir. Bulunduğunuz konum nedeniyle bunları anlatmakta vicdanım üzerindeki bir yükü kaldırmış olduğuma inanıyorum.

Yedinci Ordu Kumandanı 
Mir-i  Liva Mustafa Kemal

Mustafa Kemal (ATATÜRK)
Alman Komutan Görevden Alınmazsa 
İstifa edeceğini bildiriyor." Cengiz ÖZAKINCI, Türkiye'nin Siyasi İntiharı Yeni-Osmanlı Tuzağı, sf:220-222


Dolayısıyla... 

Büyük Atatürk'ün daha 1917 yılında gözlemlediği, Alman emellerini açığa çıkaran bu belge bize gösteriyor ki, Almanların ülkemiz ve bölge üzerindeki geçmişe dayalı emellerinin  ne yazık ki aradan geçen 100 yıl içerisinde en ufak bir sapma olmaksızın değişmemesidir. Dolayısıyla bugün yaşadıklarımızı göz önüne alacak olursak bu rapor, günümüze ışık tutacak tarihsel öneme sahip bir belgedir.

Bu vesileyle demem o ki... 

Bugün yeni bir savaşın içinde olduğumuzun bilinciyle...

İzmir'in düşman işgalinden kurtuluşunun 95. yıl dönümü, 

Yüce Türk milletine kutlu olsun!



Ne mutlu Türk'üm diyene!


Sevgi ve saygılarımla!


"Haksızlık Karşısında Susan Dilsiz Şeytandır" Hz. Muhammed (A.S.)

8 Eylül 2017 Cuma

O Tehciri Kim Yönetti Acaba?



Ey Sabancı Üniversitesi akademisyenleri! 

Desteğinizle Berlin'de sözde Ermeni Soykırım Çalıştayı düzenlenecekmiş...

Ama neyse ki bu ihanetten  vazgeçtiniz!

Üniversiteler bilim yuvasıdır! Bunu ne zamandan beri unutup, milletinizi bölmek, devletinizi yıkmak amacına hizmet etmeyi  görev saydınız?

Oysa gerçek anlamda bilim ve araştırma diyorsanız, buyurun o zaman belgeleri inceleyin!!!

Dolayısıyla emperyalist güçlerin Türkiye'yi parçalamaktan başka bir niyetlerinin olmadığını tarih okuyan herkes bilir. Vatanımızın güneydoğusunda ve doğusunda  bir "Kürdistan" ve "Ermenistan" kurmanın hayalleri ile yaşadıklarını sağır sultan bile duydu da, bir duymayan galiba kukla "akademisyen"ler'imiz kalmış!

Peki o vakit gelin bir çalıştay da siz düzenleyin! Ama bu çalıştay öyle görevli memur düzeyinde değil, gerçeklere dayalı belgeli bir çalıştay olsun! Hal böyle olunca da  size biraz ipucu vermek artık boynumuzun borcu oldu.

Ve 

Ey Almanya! 

Sözde soykırım yalanını en çok destekleyenlerden, hatta Ermenilerden önce gelen ülke olduğunuz gerçeğini tarihi okuyarak hatırlayın!

Zira  o  tehciri kim yönetti acaba? 

"Almanya ile askeri ittifakın yalnızca Osmanlı Ordusunu Alman subayların komutası altına sokmakla kalmayıp, Osmanlı devletini ve topraklarını bir Alman sömürgesine dönüştüreceği, Almanların bunu amaçladıkları apaçık ortada olmasına ve raporlarla kendisine bildirilmesine karşın, Enver Paşa ve diğer yüksek düzeyli yöneticiler, kendileri birer Alman kuklasına dönüşmüş bulundukları için...



Alman buyruğuyla 1915 Ermeni Tehciri

... 1. Dünya Savaşı'nda (1914-1918) Osmanlı ordusunun tümüyle Alman komutanların yönetimi altına girdiği kesindir. Öyleyse 1915 Ermeni Tehciri de bu Alman komutanların buyruğuyla yapılmış değil midir?Osmanlı'nın 1915'te Genelkurmay Başkanlığı koltuğunda oturan Bronsart, 24 Temmuz 1921 günü Deutsche Allgemenie Zeitung gazetesinin 342 no'lu Sabah sayısı ekinde, kendi döneminde gerçekleşen 1915 Ermeni Tehciri'ni gerekli bulduğunu ve onayladığını açıklayacaktı. (...)

Bronsart'tan sonra 

Osmanlı'nın Yeni Genlekurmay Başkanı 

Yine bir Alman: Hans von Seeckt

Friedrich Bronsart von Schellendorff, Osmanlı'nın son Genelkurmay Başkanı olmadı; Aralık 1917'de o görevden alındıktan sonra, yerine yine bir Alman, bu kez Hans von Seeckt Osmanlı Genelkurmay Başkanı olacaktı." Türkiye'nin Siyasi İntiharı Yeni-Osmanlı Tuzağı, Cengiz ÖZAKINCI, sf:223-224


"Murat Bardakçı'da 26 Aralık 2004 günlü Hürriyet'te yayımlanan bir yazısında bu gerçeği vurgulayarak şöyle diyordu:

1. Dünya Savaşı'na girmemizden hemen sonra, o günlerde devletin en güçlü adamı olan ve 'Harbiye Nazırı ve Başkumandan Vekili' ünvanını taşıyan Enver Paşa, .. Sarıkamış'ı hedef alan bir harekât hazırlığına girişti. .. Ve, çoğumuzun hâlâ bilmediği bir husus: Türkiye'nin o günlerdeki Genelkurmay Başkanı Türk değil, bir Alman generaliydi: General Bronsart von Schellendorf!Cengiz ÖZAKINCI, Türkiye'nin Siyasi İntiharı Yeni-Osmanlı Tuzağı, sf:218

Dolayısıyla...

Fransa'nın Cezayir'de yaptıkları...

İtalya'nın Libya'da yaptıkları...

Belçika'nın Ruandalılara yaptıkları...

Amerika'nın Kızılderililere yaptıkları...

Ve

BM eliyle Kosova'da yapılan Müslüman katliamı...

Hocalı'da katliam, Kıbrıs'ta kanlı Noel katliamı, Irak'ta, Felluce'de Türklere yapılan katliam. Suriye'de, Libya'da yapılanlar..

Ve kanlı kavim göçlerini yaşadığımız  bugünler...

Daha sayalım mı?

Bu kanlı tarihi olayları nereye koydunuz?

Eline iki tarih kitabı alıp okumadan kendilerini tarihçi sayıp, tarihi yargılayanlar!

Soykırım nedir?

Tehcir nedir?

Katliam nedir?

Kavimler göçü nedir?

Aralarında ne fark vardır?

Sorun bunları kendinize!

Bunları bilmeden, ülkemi, milletimi bölmeye kalkışma!!!

Sonra rezil olursunuz!!!



Sevgi ve saygılarımla!




"Haksızlık Karşısında Susan Dilsiz Şeytandır" Hz. Muhammed (A.S.)