"Türkiye Cumhuriyeti'ni kuran Türkiye Halkına Türk milleti denir." Mustafa Kemal ATATÜRK
1919'un İşgal günlerindeki yaşanılan ızdırap dolu kahırlı günlerini çok şükür geride bıraktık. Yani en azından görüntü itibariyle durum böyle gibi... Oysa durum hiç de öyle değil işte... Zira bilinen asıl gerçek; Batılı güçler niyetlerini saklamadan ülkemiz ve milletimiz üzerindeki fütursuzca emellerini ısrarla gerçekleştirmenin yollarını, o gün bugündür sürdürmekte; ve önlerine çıkabilecek hiçbir engeli tanımamakta kararlı duruyorlar...
Bize gelince düşüncemi bir atasözümüzle özetlemek isterim:
"Arı kahrını çekmeyen balın kadrini ne bilir"
Evet; şimdilerde dışarıdan destekli ve güdümlü bölücü güçlerin dayatma ve zorlamaları ile vatanın bölünmez bütünlüğüne ve birliğine kastedenler, sanıyorlar ki "gelecekte mutlu günler" onları bekliyor... Gülerim gaflet içindeki bu aymazlara... Ve galiba bu aymazlar, sahip oldukları özgürlüğün kıymetini anlamaları için atalarının çektikleri acıları ya bilmiyorlar, ya da bilmezden geliyorlar...
Pekii;
Lozan görüşmeleri yapılırken Batılı devletlerin Kürtleri "azınlık" olarak görmekte ısrar etmeleri üzerine, Bitlis milletvekili Yusuf Ziya Bey Meclis kürsüsünden şöyle sesleniyor:
"Avrupalılar diyorlar ki, 'Türkiye'de yaşayan akalliyetlerin (azınlıkların) en büyüğü, en kesretlisi (kalabalığı) Kürtlerdir.' Bendeniz Kürdoğlu Kürdüm. Binaenaleyh bir Kürt mensubu olmak sıfatiyle sizi temin ederim ki Kürtler hiç bir şey istemiyorlar. Biz Kürtler vaktiyle Avrupa'nın Sevr paçavrası ile verdiği bütün hakları, hukukları ayaklarımız altında çiğnedik ve bütün manasıyla bize hak vermek isteyenlere iade ettik... Türklerle beraber kanımızı döktük, onlardan ayrılmadık ve ayrılmak istemedik ve istemeyiz." 3 Kasım 1922, TBMM
Demek ki neymiş?!
"Ayrılmadık ve ayrılmak istemedik ve istemeyiz." denilmiş!!!
Devam edelim,
Tunceli Milletvekili Diyap Ağa'nın konuşması:
"Efendiler, kusura bakmayınız, ben ihtiyarım. Hepimiz biliyor ve söylüyoruz ki; dinimiz ve diyanetimiz, aslımız, neslimiz hep birdir. Bizim içimizde ayrılık, gayrılık yoktur. İsmimiz de, dinimiz de Allahımız da birdir. Başka ne diyeyim. Hepinize söz yetiştirmeye ben takat getiremem. Hepimizin halimize göre söyleyeceğimiz sözlerimiz vardır. Hele bu haller bir düzelsin de ondan sonra daha çok konuşuruz. Bendeniz ihtiyarım, kusura bakmayınız. Murahhaslarımız haklarımızı kurtarmaya Avrupa'ya gidiyorlar. Allah yardımcıları olsun. Hamdolsun gidenler dinini diyanetini bilen adamlardır. Zaten hepimiz biriz ve kardeşiz. Ama düşmanlar bizi birbirimize saldırtmak için tuzaklar yapıyorlar. Sen şöyle, ben böyleyim diye. Ne yaparlarsa nafile, biz hep kardeşiz. Birisinin beş, bir diğerinin on oğlu olur. Biri Hasan, biri Mehmet, biri Ahmet, bir Abdullah'tır. Fakat hepsi insandırlar. La İlahe illallah, Muhammedün Resulullah... İşte bu... hepsi bu..." 3 Kasım 1922, TBMM
Demek ki neymiş?!
"Ne yaparlarsa nafile, biz hep kardeşiz... La İlahe illallah, Muhammedün Resulullah..."
Öte yandan...
Tıpkı Milli Mücadele Kahramanımız Sütçü İmam'ın Maraş'ta gavur kahrına karşılık başlattığı özgürlük mücadelesini unutan aymazların dün Kahramanmaraş'ta bir askerimizi şehit ettiği gibi...
"Arı kahrını çekmeyen balın kadrini ne bilir"
Diyeceğim;
Çekilen kahırlar unutulmuşsa... Ya da ne bileyim hatırlanmak istenmiyorsa...
İşgal yılları ve Milli Mücadele azmimiz küçümseniyor ve Mondoros ve Sevr paçavraları yok sayılıyorsa...
E o zaman...
Bugün "özgürlük" diye kıyamet koparanlar!
Sahi; siz, gerçek anlamda özgürlük nedir, bilir misiniz?!
Sevgi ve saygılarımla!
"HAKSIZLIK KARŞISINDA SUSAN DİLSİZ ŞEYTANDIR." HZ. MUHAMMED (S.A.V.)