3 Ekim 2011 tarihli Vatan'ın konu ettiği haber, Sultan Abdülaziz.
"135 yıl sonra ortaya çıkan tanıklık" ifadesiyle anlatılmak istenen haberin üzerinde düşünülecek pek çok ince ayrıntılar dikkat çekiyor.
Sultan Abdülaziz’in 10 yaşındaki kızı Nazime Sultan’ın anlatımları bana göre "uydurma"dan öteye geçemeyecek kadar basit bir senaryodan ibaret...
Asıl önemlisi de haberin sonunda "Sultan Adülaziz kimdir?" anlatımıyla, Sultan Abdülaziz'in yaptıklarıyla üzerinde düşünülmesi lazım gelen hususlara dikkat çekileceğine, bilakis ona paye verilecek... anlatımlara yer verilmesi gerçekten Türk toplumunun tarih ile aldatılmasından öteye geçmiyor sanırım.
Zira madalyonun öteki yüzüne bakarak tarihimizdan ders almak mı, yoksa olayları örtbas ederek uyutulmak mı isteniliyor kuşkularına izninizle değinmek istiyorum:
"Sultan Abdülaziz kimdir?
32. Osmanlı padişahı ve 111. İslam halifesi olan Abdülaziz II. Mahmut ve Pertevniyal Sultan’ın çocuğu, Abdülmecid’in kardeşidir. Abdülaziz 25 Haziran 1861 tarihinde kardeşinin ölümü üzerine, 31 yaşındayken tahta geçti. 15 yıl tahtta kalan Sultan Abdülaziz, Osmanlı donanması ve ordusunun modernizasyonu, Osmanlı Bankası’nın açılması, sayıştay ve danıştay benzeri kurumlar ile itfaiye kurulması gibi önemli işlere imza attı. Yavuz Sultan Selim’den sonra Mısır’ı ve Avrupa’yı ziyaret eden ilk ve tek Osmanlı Padişahı olan Abdülaziz, 1867’de Napolyon’un daveti üzerine Paris’te açılan bir sergiye katıldı ve İngiltere, Belçika, Almanya, Avusturya-Macaristan’a giderek temaslarda bulundu." 3 Ekim 2011, VATAN
Şimdi 135 yıl önceye değil de, 150 yıl öncesine dönerek Yazar Cengiz ÖZAKINCI'nın "Türkiye'nin Siyasi İntiharı Yeni-Osmanlı Tuzağı" kitabı(sf:73/80)ndan alıntılarla "Sultan Abdülaziz Kimdir?" sorusunun cevabına izninizle bakalım:
"Yabancılara toprak satışı için gerekli devletler arası düzenlemeler yapılmadan önce, Ege bölgesinin neredeyse İngiliz sömürgesine dönüştüğünü belgelendirmişti. Buna göre İngilizler İzmir'in Frenk mahallesinde, Bornova'da, Buca'da kendi özel okullarını kurmuş, futbol sahası, bisiklet pisti, vs. yaptırmış; Kraliçe Viktorya'nın doğum günü İzmir'de neredeyse resmi tatille her yana İngiliz bayrakları asılarak törenlerle kutlanıyordu. Yerli Rum ve Ermenilerle ticari ağ kuran İngilizler Ege'ye yerleşmiş, örneğin Whitall'ler tarım sanayi ve madencilkteki egemenlliklerini İzmir'den Mersin'e dek yaymışlardı.
(...)
İngilizlerin kurduğu Aydın Demiryolu şirketi yöneticileri Osmanlı mahkemelerinin yargılama yetkisini kabul etmeyerek, davalarına İzmir konsolosluk mahkemelerinin bakması hakkını elde etmişler ve Ege bölgesinde çok sayıda taşınmaz ve tarım arazisi satın almışlardı. İngiliz büyükelçisi Lord Stratford, 16 Kasım 1858 günü Times gazetesinde yayımlanan demecinde;
"Bu demiryolunun, sanayi ürünlerimizin Türkiye'ye girişini kolaylaştıracak bir sermaye yatırımı olacağını umuyoruz. Türkiye'nin yeniden canlandırulmasında Avrupa'nın her zamankinden daha çok çıkarı var. Batı uygarlığı Levent kapılarına geldi dayandı. Bu kapılar ardına kadar açılmazsa, kendi çıkarlarımız doğrultusunda zor kullanarak açacak ve isteklerimizi kabul ettirecek güce sahip olduğumuzu herkesin bilmesini isterim." diyordu.
1858-1860'larda durum böyle olmasına karşın, 1860'ta bütçesi 250 milyon frank açık veren Osmanlı, borç almak üzere İngiltere'ye başvurmuş ve İngiliz Konsolosu, Büyükelçi Sir Henry Bulwer'e gönderdiği raporda:
"Bölgenin genel durumu gün geçtikçe iyileşmekte... Ancak bu iyileşmeden yararlananlar Türkler değil, onları soyup soğana çeviren Hıristiyanlar... Gülhane Hattı Şerifi'nin öngördüğü reformlarla beraber Hıristiyanlar tarımla ilgilenmeye başladı ve yeni gelenlerle birlikte sayıları her geçen gün daha da arttı.
Askerden dönen Türkler köylerini kentlerini tanımayacak kadar değişmiş buldular. Her yerde Türklerin yerini Hıristiyanlar alıyordu. Eskiden olduğu gibi tarlalarını işlemek isteyen Türkler, anında Hıristiyan bir tefecinin pençesine düşüyor ve eninde sonunda toprağını satmak zorunda bırakılıyor. Talihlerini başka yerde denemek isteyenlerin toprakları ise gene Ermeniler, Rumlar veya Frenkler tarafından yok pahasına satın alınıyor. Bu yolla toprak sahibi olan yabancılar arasında, içerlerde büyük çiftlikler satın almış yedi İngiliz vatandaşı daha var. İzmir yakınlarındaki bütün topraklar yabancıların eline geçtiği gibi daha uzaklardaki köylerde de Türkiye topraklarını yabancılara satıyorlar" diyordu.
İngiliz konsolosu, Osmanlı İmparatorluğu'nun bir İngiliz yarı-sömürgesi olmaktan öte, tam-sömürge olmaya doğru gidişini 1860 tarihli bu raporunda açık seçik anlatmasına karşın, İngiltere, borç almak için kapısını çalan Osmanlı devletini, yabancılara toprak satışı konusunda 1856 Paris Anlaşması sırasında verilen "hakk-ı tapu" (yabancıya toprak tapusu) sözünü tam olarak yerine getirmediğini öne sürerek reddetmiş ve bunun üzerine Abdülmecid, 1860'da İngiltere devletinden değil Parisli bir özel bankerden, tefeci Mires'ten 400 bin franklık borç almıştı.
Abdülmecid bu olaydan bir yıl sonra 1861'de, Osmanlı devletinin varlığını ve toprak bütünlüğünü Avrupa devletlerinin güvencesi altında korumak amacıyla Osmanlı devletini Avrupa Devletler Konseyi'ne sokmayı başarmış; fakat bunun sonucu olarak Osmanlı devletini Avrupa'nın yarı sömürgesi haline getirmiş, kendisi de bu uğurda Hıristiyan Tarikatı'na yazılıp Haçlı Şövalyesi olmuş bir Halife-Padişah olarak öldü.
Yerine geçen Sultan Abdülaziz de Abdülmecid'in yolundan yürüyerek Osmanlı'nın devlet politikası değişmeyecekti.
(...)
Avrupa devletlerinin onayıyla, Sultan Abdülaziz'in 10 Haziran 1867 tarihinde "7 Sefer Kanunu", "Yabancı Uyrukların Taşınmaz Kullanımı Konulu Yasa ve "Teba-i Ecnabiyenin Emlak İstimlakine Dair Nizamname" ile yabancı uyruklara Osmanlı ülkesinde toprak satınalabilme hakkı bu kez Avrupa devletlerinin istediği çerçevede tanınmıştı.
Abdulaziz'in çıkardığı bu yasa ve yönetmeliklerle yabancı uyruklara toprak satışında bir patlama görülmüş...
(...)
Yabancıların satın aldığı topraklar milyon dönümlere ulaştı. Müslümanlar İzmir'e bu yüzden "GÂVUR İZMİR" demeye başlamışlardı.
Abdulaziz "7 Sefer Kanunu" çıkarır çıkarmaz Yahudiler Filistin'de toprak satın almaya başlamış; İsrail Devleti'nin temelleri, Sultan Abdülaziz döneminde çıkartılan yasayla atılmıştı...
Abdülaziz, yabancılara kapitülasyonlarla ellerinde tuttukları ayrıcalıkları yitirmeksizin toprak satın alma hakkı tanıyan bu yasayı çıkarttıktan 10 gün sonra, 21 Haziran 1867'de Avrupa gezisine başladı. Yanına kendisnden sonra Padişah olacak yeğeni V. Murat ve II. Abdülhamid'i de almıştı. Tarihte ilk kez bir Osmanlı padişahı, yanına kendisnden sonra taht'a oturacak şehzadelerle birlikte Avrupa'lı kralların, kraliçelerin ayağına gidiyor; borç alabilmek için ülkesinin topraklarını yabancılara satmayı kabul eden bu Osmanlı, uğradığı bütün ülkelerde alkış ve övgülerle ağırlanıyor, götürüldüğü operalarda, konserlerde Yahudi bestecilerden Sinyor Arditi'nin Rum müzisyen Zafiraki Efendi'nin sözlerinden bestelediği marşla karşılanıyordu.
Halife Sultan Abdülaziz de
Tıpkı Abdülmecid gibi
Hıristiyan Tarikata giriyor
Hıristiyan Şövalyesi oluyor.
Osmanlı Devleti'nin kasası tamtakırdı. Devlet memurlarının, askerlerinin, subaylarının aylıklarını bile veremez olmuştu. 1867'de yeni borç arayışıyla Avrupa'da kapı kapı dolaşan Abdülaziz'e çıkardığı yabancılara toprak satışı yasası onuruna, İngiltere Kraliçesi Viktorya, bir diz bağı nişanı takarak onu Hıristiyanlığa hizmet eden Garder Şövalyesi ilan ediyordu..."
Abdülaziz döneminde, "Osmanlı'da ekonomik çöküntü her alanda yenilgi ve bozgunlara neden oluyordu. Abdülaziz padişah olduğunda yaklaşık 25 milyon altın lira dolyında olan dış borçları Abdülaziz'in padişahlığı döneminde on kat artarak 250 milyon altın liraya fırlamıştı..." Cengiz ÖZAKINCI
Demem o ki...
Millet olarak birlik ve beraberliğimizi korumak adına tarihimizden ders almak varken...
Neden tarih ile aldatılmaya çalışılırız?!
Sevgi ve saygılarımla!
"HAKSIZLIK KARŞISINDA SUSAN DİLSİZ ŞEYTANDIR." HZ. MUHAMMED (S.A.V.)