11 Ekim 2011 Salı

"Allah'tan Cevap İstiyor"...


















Ülkelerindeki yoksulluktan ve insanlık dışı hayatlarından kurtulmak isteyen mülteciler, yaşamlarını idame ettirebilmek için en azından ayakta kalabilmek umuduyla ölümü göze alarak "umuda yolculuk"a çıkıyorlar...


"Muğla’nın Dalaman ilçesinde kaçak yollarla yurt dışına çıkmak isteyen 19 kaçağa para karşılığı yardım eden 2 şüpheliden 1’i tutuklandı." 7 Ekim 2011

"Sultangazi'de gecekondu cehennemi. Üzerlerine kapı kilitlendiği tespit edilen Hindistan vekistanlı yedi işçi çıkan yangında feci şekilde can verdi. Vahşetin şüphelisi insan kaçakçıları...

İçerideki 7 kişi alevlerden kaçmak için banyoya sığındı, suları açıp duvarları ıslatmaya çalıştı. Bu arada tamamen yanan çatı üzerlerine yıkıldı. Şahısların dumandan zehirlendikleri öne sürüldü. Polis, insan tacirlerinin kapıyı şahısların üzerine kilitlemiş olabileceği ihtimalini değerlendiriyor." 10 Ekim 2011


Bu haberleri okuduğum zaman aklıma "KÖKLER" kitabı geldi... Hani hatırlarsınız ya, "Kunta Kinte"...

Topraklarından zorla koparılarak Batı'ya "köle" olarak getirilen, ve insanın insana reva gördüğü zulme terkedilen siyah adamlar...


Ve kitabı okuduğumda, insanlığımdan utanmıştım...

O vakit insan olmanın ne demek olduğunu, ruhumda derin acılarla sezinlemiş ve onursuzlığun ne olduğunu bu kitapla yakından hissetmiştim... Kendi kendime "insan ne için yaşar?" sorusunu defalarca sordum... Defalarca insanlık adına, zalimlerin yaptığı vahşeti sorguladım... Onurlarının ayaklar altında çiğnenmesi karşısında dimdik mücadele veren Afrikalıların çilelerini, ızdırap dolu yaşam hikayelerini "alın yazısı olabilir mi?" diye sorguladım...


Ve bugün ne yazık ki aynı onursuzluğa insanlık yine tanıklık ediyor... İnsanlık ayıbı, insan tacirleri yine iş başında...

Bir lokma ekmek için,

İnsanca yaşamak için umut yolculuğuna çıkanların canları pahasına her şeyi göze almaları, işin ne derece vahim olduğunu göstermeye yetiyor da artıyor bile...


Şüphesiz ki sorunun kaynağı emperyalist güçlerin doymazlıklarıyla ilgili. Zira ülkelerin ve halkların zenginliklerine el koyup gasp etmesiyle yoksulluk başlıyor. Ve umuda yolculuk yapan bu insanlar, açlıkla, yoksullukla başbaşa kalmanın neticesinde tıpkı Kunta Kinteler gibi kah gemilere istifleniyorlar; kah derme çatma, izbe yerlerde diri diri ölüme terk ediliyorlar.


O vakit, dünyanın neresinde yoksulluk varsa, bilinmelidir ki orada insanlar, emperyalist güçlerin saldırı ve sömürüsü altında can çekişmeye mahkum edilmektedirler.

Ya da...

Onursuzluğun bir diğer adresi olan insan tacirleri eliyle...



"Kunta, "acaba aklımı mı oynattım" diye düşünüyordu. Kendisine geldiğinde karanlık, sıcak, leş gibi kokan, ağlama, hıçkırık, çığlık ve kusma seslerinin doldurduğu bir yerde, iki kişinin arasında, çıplak ve zincirlenmiş olarak sırt üstü yattığını farketti. Karnında ve göğsünde kendi kusmuğunun sıcaklığını ve kokusunu hissediyordu. Dört gün önce yakalandığı zaman yediği dayaktan vücudunun her yanı ağrıyordu. Ama en çok ağrıyan, ellerine, ayaklarına bağlanmış olan zincirlerin yeriydi.


Şişman, kıllı bir fare yanağına sürtündü ve burnunu uzatıp ağzını kokladı. Kunta irkilp ağzını iyice yumdu. Fare korkup kaçtı. Kunta öfkeyle, hırsla, elini ayağını bağlayan zincirleri koparmaya çalıştı.Zincirlerinin bir ucunun bağlı olduğu yanındaki adamın feryadını duydu. Hırsından ve can acısından yerinden fırlamaya çalışırken başını, sert bir tahtaya çarptı. O ve yanında olupda yüzünü göremediği adam soluk soluğa kalıncaya dek bileklerindeki demirleri birbirlerine vurdular. Sonunda ikisi de bitkin düştü. Kunta yeniden kusacak gibi oldu. Kendisini tutmaya çalıştı, ama olmadı. Ekşi bir sıvı dudaklarının kenarından aşağı aktı. Kunta, keşke ölsem, diye düşünüyordu.

(...)

Biraz önce başını vurmuş olduğunu anımsayarak Kunta dikkatle doğruldu. Oturacak kadar bile yer yoktu. Başının gerisinde ahşap bir bölme vardı. "Tuzağa düşmüş bir kaplana benziyorum" diye düşündü. (...)

Çevresinde duyduğu bağırmaları, inlemeleri dinlemek için kendini zorladı. Odada, eğer bu bir odaysa, kimi yakınında, kimisi uzağında olmak üzere daha bir sürü insan vardı. Biraz daha dikkatle dinledi. Boğuk boğuk seslerin bazısı, üzerinde bulunduğu kıymıklı tahtaların altında geliyordu. (...)

Kunta bunları dinlerken, bir yandan da bağırsaklarını boşaltmak istediğini unutmaya çalıştığını farketti. Ama artık kendini daha fazla tutacak durumda değildi. Ve altını kirletti. Kendinden, odanın bu pis kokusuna yaptığı katkıdan iğrenerek ağlamaya başladı. Sonra yine kustu. Bu kez pek fazla bir şey gelmedi ağzından ama öğürmeye devam etti. Ne günahı vardı da böyle cezalandırılıyordu? Allah'tan cevap istiyordu." Alex HALLEY / Kökler, sf:137/139


Evet, farkeden bir şey yok aslında...


O dönemde insan tacirleri Afrikadan kaçırdıkları insanları zincire vurarak köle niyetine satıyorlardı;

Bugün ise aynı tacirler, insanları hapsederek köle satışına bir başka şekilde kaldıkları yerden devam ediyorlar...


Üstelik...

Bir taraftan "insan hakları", "çocuk hakları" gırla gide dursun;

Öte yandan Birleşmiş Milletler gözetiminde olan "modern" dünyamızda, "özgürlük", "demokrasi" havada uçuşuyor...

Buna rağmen,

İnsanlık ayıbı ve utancı, dün olduğu üzere bugün de aynı hızla...

Hiç eksilmeksizin devam ediyor.

Sevgi ve saygılarımla!

Image"HAKSIZLIK KARŞISINDA SUSAN DİLSİZ ŞEYTANDIR." HZ. MUHAMMED (S.A.V.)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder