30 Ağustos 2017 Çarşamba

Kutlu Olsun...



İsmet İnönü sorar : "Kemal sana göre dünyanın en zor işi nedir?"

Atatürk cevap verir : "Türk milletini ayağa kaldırmak der. Ben en çok bu noktada zorlandım."

Atatürk devam eder "İsmet şimdi bana bundan daha zor bir şey var mı" diye, sor der.

İnönü sorar, "var mı?" diye.

Atatürk cevap verir: "Harekete geçince bu milleti durdurmak!"


Hal böyleyken...

"1922, Büyük Taarruz'dan bir yıl önce, yani 1921 Ağustos ayında, Yunanlılar General Papulas'ın komutasında Ankara'ya doğru iki kol halinde ve İngilizlerin büyük desteği ile Türklere saldırırlarken; "Ankara Kalesine Yunan Bayrağını çekeceğiz.." diyerek seviniyorlardı.. "Mustafa Kemal'in boynuna bir ip geçirerek, yerlerde sürükleye sürükleye Atina'ya götürüp, orada asacağız!.." diyorlardı..


Dolayısıyla...

Türk ulusu bağımsızlığı uğruna canlarıyla bedel ödeyip, kanlarıyla suladıkları toprakları vatan yapan tarihi bir zaferdir 30 Ağustos. Ve tarihe destan yazan onurumuz Türk ordusu ve ona komuta eden başta başkumandan Mustafa Kemal Paşa olmak üzere bu vatan için canını vermiş tüm kahramanlarımızı ve aziz şehitlerimizi sonsuz minnet, saygı ve sevgiyle anıyoruz.

Ve yine esareti ve zulmü asla kabul etmeyen ve bu uğurda ölümü seve seve kabul eden yüce Türk milletinin ve sonsuza kadar yaşayacak olan Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin bugün,  

Zafer Bayramı'dır!

KUTLU OLSUN...

Ne mutlu Türk'üm diyene!







Sevgi ve saygılarımla!




"Haksızlık Karşısında Susan Dilsiz Şeytandır" Hz. Muhammed (A.S.)

29 Ağustos 2017 Salı

Zıkkımın Kökü'nü Okudum



Bir yanda...

Her Allah'ın günü geçin televizyonlarınızın başına...

Kadın programları, aile içi hesaplaşmalar, diziler, haberler...

Peki ne anlatıyor bu yayınlar?

Bol bol aldatma, tecavüz, sinsi planlar, bol bol "bip"lenerek yayınlanan argolu cümleler, sömürülen duygularımız...

Ve...

Öfke, kin, nefret...

Fakirsen ezil,

Zenginsen "kral"sın mesajları ve dahalarıyla zihinleri ve ruhları kirletilen  çocuklarımız.

Öte yanda...  


Cumhuriyetimizin aydınlık yarınlarına ışık olan edebiyatçılarımızdan güzel insan Muzaffer İZGÜ'nün kitaplarıyla büyüyen çocuklarımız.

Mesela...

Fakir insanların küçük dünyalarında ki büyük mutluluğunu anlatan Zıkkımın Kökü...

Hani tüketim çılgınlığını yaşadığımız,

Ve de aldıkça alan, ama bir türlü doyuma ulaşamadığımız bugünlere inat...


Muzaffer İZGÜ'nün kendi yaşam öyküsünden bugünlere, kapitalizme tokat gibi bir cevaptır, "Zıkkımın Kökü"..


Zira...

"Öyle ki bit pazarından baba için alınan ancak eğilip doğrulmamak şartı ile bir hafta idare edilen pantolonu eline geçen haftalık yevmiyesi ile yenisiyle değiştirince eskisinden çocuklara yelek yapıldığı zamanlar hemde dört düğmeli dördü de başka düğmeli . "Isıtır oğlum ısıtır, yün yündür" Tek göz odada dört kişilik, birbirlerine sımsıkı kenetli mutlu bir aile; cefakar ve her zaman iyimser bir anne, varını yoğunu ailesine adamış yokluğun yokluğundan mecburi icatlarla varlık yaratan bir mucit bir baba, aralarında birer yaş olan küçüğün büyüğe göre çok daha gözü kara afacan iki erkek çocuğu. Muzaffer İZGÜ ailesinin mutluluk anlayışını şu sözlerle özetliyor:"

"Bizim mutluluğumuz çok basitti. Tencerede yemeğimiz olsun, çıkında ekmeğimiz, lambada gazımız, ocakta çaydanlığımız, yeter de artardı bile..."



Dolayısıyla...

Yoksulluk içinde geçen çocukluk ve gençlik dönemi ile Anadolu'yu anlatır güzel insan Muzaffer İZGÜ'nün kahramanı "Küçük Muzo"

Diyeceğim...

Seni kitaplarınla birlikte sonsuza kadar asla unutmayacağız...

Ruhun şad, mekanın cennet olsun,

Güzel İnsan Muzaffer İZGÜ.


Sevgi ve saygılarımla!


NOT:

Yazar: Muzaffer İZGÜ
Yayınevi: Bilgi Yayınevi
Sayfa Sayısı : 276
İlk Baskı Yılı : 2003
Dil : Türkçe
ISBN: 9789754940480

"Yıl 1933, aylardan ekim, günlerden 29; yani onuncu yıl...cumhuriyetin onuncu yıldönümü... İşte o gece annem tutturmuş da tutturmuş, fener alayını izleyeceğim, diye... Babam, yahu avrat ayın günün, sancın mancın tutar, hem bu karınla... demiş. Ama annem hiç öyle coşkulu bir günde evde oturmak ister mi? Komşu kadınlardan biriyle çıkmışlar evden, bir yaşındaki abim de annemin kucağında. Fener alayını eve en yakın izleme yeri, olsa olsa Saathane'nin orası... nasıl kalabalık, iğne atsan yere düşmez!... Az sonra bando öteden gözükmüş. Pıstattararaaaa... demeye başlayınca, uy anam, annemdeki sancı... Breh, kaldırımda adım atacak yer yok, yan yön insan, gerisi dükkân... annemi eve zor yetiştirmişler. Tastamam eve geldikten on dakika sonra beni doğurmuş..." Bundan sonrası kitaptan öğreneceksiniz:

Zıkkımın Kökü




"Haksızlık Karşısında Susan Dilsiz Şeytandır" Hz. Muhammed (A.S.)

26 Ağustos 2017 Cumartesi

26 Ağustos Meydan Muharebesi ve Başkomutan Mustafa Kemal ATATÜRK



MUSTAFA KEMAL PAŞA VE YUNAN KUVVETLERİ KOMUTAN TRİKOPİS

"Bütün bu taarruz esnasında Gazi’nin yanında bulunan arkadaşlar, Yunan kuvvetleri komutanı general Trikopis’in başkumandan çadırına nasıl getirildiğini şöyle anlatılar.

Trikopis, diğer esir kolordu ve fıkra(tümen) kumandanları ile birlikte Gazi’nin huzuruna çıkardıkları vakit, hepsi çok heyecanlı ve bitkin halde, imişler. Gazi, bunları oturtmuş, kendilerini teselli için bu gibi mağlubiyetlerinin tarihte misalleri olduğunu, sevk ve idarede vazifesini bi hakkın yapmış iseler vicdanen müsterih olabileceklerini söylediği zaman Trikopis:

"-Askeri vazifemi tamamen yaptığıma eminim.Fakat asıl vazifemi maalesef yapamadım." diye intahar edemediğini anlatmak isterken Gazi:

"-O size ait bir düşüncedir." diye sözünü kesmiş ve harita üzerinde:

"-Şurada bir fırkanız vardı.Niçin onu şuraya almadınız. Filan yerdeki kuvvetlerinizi falan yere süreydiniz daha iyi olmazmıydı?" gibi bazı tenkitler yapmış, Trikopis:

"-Ben öyle hareket etmek için emir verdim.Fakat (Yanındaki kolordu komutanını gösterirken) bu yapamadı!" demiş.

Bu görüşmeler olurken esir fırka kumandanı yavaşça yanında bulunan zabitlerimizden birine:

"-Bizim ile konuşan bu general kimdir?” diye sormuş Zabit:

"-Başkumandan Mustafa Kemal" deyince adam hayrete düşmüş:

"-Şimdi anladım biz niçin mağlup olduk! Bizim başkumandan İzmir’de vapurda oturuyordu!" diyerek derdini dökmüş..."  İLGİNÇ OLAYLAR VE ANEKTODLARLA ATATÜRK,  Sf:43



26 Ağustos 1922 tarihinde, Başkomutan Büyük Önder Mustafa kemal ATATÜRK'ün komutasındaki Büyük Türk milletinin bağrından çıkardığı Türk ordusu  Yunan cephesinin en güçlü olduğu direnme merkezi olan Kocatepe'de, sabahın erken saatlerinde top atışlarıyla taarruza geçti.

Bu beklenmedik Türk taarruzuna hazırlıksız yakalanan emperyalistlerin maşası olarak yurdumuzu işgal eden Yunan ordusu panik içerisinde geri çekilmeye başladı.

Ve... 30 Ağustos 1922'de Dumlupınar'da köşeye sıkışan Yunan ordusu, Türk ordusuyla karşı karşıya geldiği meydan muharebesini de kaybedip İzmir'e doğru kaçmaya başladı. Bu kaçış sırasında  Türklere ait ne varsa yağmalıyor, yağmalayamadıklarını da yakıp yıkıyordu.

Ve nihayet 9 Eylül'de Başkomutan Mustafa Kemal ATATÜRK'ün komutasındaki Türk ordusu imkansızı başararak, düşman güçlerini emsalsiz bir zaferle  kazanmıştır! Bu sayede  vatan topraklarımız emperyalist işgalden tamamen temizlemiştir.

Dolayısıyla bugün  26 Ağustos Başkomutanlık Meydan Muharebesi ve Büyük  Taarruz'un 95. yıldönümü... 

Bize bu onur ve gurur verici tarihi canları pahasına yazan Başkomutan Mustafa Kemal ATATÜRK'ümüze  ve silah arkadaşlarıyla birlikte tüm şehitlerimize binlerce kez minnet ve şükran borçluyuz...

Ne mutlu Türk'üm diyene!



Sevgi ve saygılarımla!



"Haksızlık Karşısında Susan Dilsiz Şeytandır" Hz. Muhammed (A.S.)

24 Ağustos 2017 Perşembe

Şükrü KIZILOT




CEZA

İngiliz yargıç, gece yarısı parktan geçen kızı korkutan adama 7 yıl 7 gün hapis verince, şaşıran gazeteciler sormuşlar:

"Adam kıza elini bile süremedi. Kaçan kızın çığlıklarına yetişenler de adamı yakaladılar. Bu 7 yıl, 7 gün çok değil mi?"

Yargıcın yanıtı hukuk tarihine geçecek düzeydedir:

"Kızı korkutmanın karşılığı 7 gündür. 7 yıl, İngiliz kızlarının gece yarısı parkta dolaşma özgürlüklerine saldırmanın cezasıdır." Şükrü KIZILOT,  12 Aralık 2010 Hürriyet


HADEME VE DOKTOR

Tıp fakültesi hastanesinde Profesör Hoca, asistanların odasına telefon açmış, asistanlardan birinin adını söylemiş ve “şu isimli hastanın dosyasını alıp benim yanıma gelsin” demiş. Beş-on dakika sonra asistan elinde dosyayla gelmiş. Profesör sormuş: “Ne düşünüyorsun? Sence bu hastaya ne yapmamız gerekiyor?”
Asistan şaşırmış. “Hocam, dosyayı incelemedim. Siz söyleyince buldum, hemen getirdim” demiş.
“Sen hademe misin?” yanıtını almış. “Dosyanın bana gelmesini isteseydim sana değil bir hademeye söylerdim.”
(Teşekkürler Halis EROĞLU)


HAYATI KARIŞIK HALE GETİRMEYİN

Özlüyorsanız...arayın

Görüşmek istiyorsanız.... davet edin

Daha anlaşılır olmak için ..... açıklayın

Kafanıza takılan bir şey varsa ..... sorun

Beğenmediyseniz ..... açık olun

Hoşlandıysanız ..... belli edin

İstiyorsanız ..... sorun

Seviyorsanız ..... söyleyin

(Teşekkürler Mehmet TÜRKMEN)

Şükrü KIZILOT, 5 Ekim 2014, HÜRRİYET


Köşe yazıları, bilimsel makaleleri ve de mizahi yönüyle tanıdığımız değerli akademisyen Prof. Dr.  Sayın Şükrü KIZILOT'u kaybettik..


Sayın Hocamıza Allah'tan rahmet diliyorum...



Sevgi ve saygılarımla!




"Haksızlık Karşısında Susan Dilsiz Şeytandır" Hz. Muhammed (A.S.)

21 Ağustos 2017 Pazartesi

"Unutulmaz Bir Bayramdı"


Talip APAYDIN'ın 1967 yılında yayımlanan ''Karanlığın Kuvveti'' adlı  kitabında yer alan anısı,

İşte o öykü:

Kurban bayramı tam kışın ortasına rastlıyordu.

O günler bir soğuktu, bir soğuktu...
Kar, fırtına, tipi... Eskişehir ortalarında papaz harmanı savruluyordu. Göz gözü görmüyordu dışarılarda.
Sular donmuştu hep.
Seydi Suyu iri buz parçaları akıtıyordu.
Santral kanalı kapandığından, elektriklerimiz kaç gündür doğru dürüst yanmıyordu.

Akşam seminerlerinde kitap okuyamıyorduk, ders çalışamıyorduk. Lambalar ikide bir usulca sönüveriyordu.
Dersliklerimizde pelerinlerimizle oturuyorduk da, gene de ısınamıyorduk.
Musluklarımızdan su akmıyordu. Ellerimizi yüzlerimizi yıkamak için dere kıyısına gidiyorduk. İçme suyumuz yoktu.

Dört gün bayram iznimiz vardı, ama bu soğukta nereye gidecektik? Köyü yakın olanlar gitti ancak.
Bayram sabahı kampana çaldı. Dışarıda toplanılacak dediler.
Başımızı gözümüzü sararak, büzülerek çıktık.

Müdürümüz Rauf İnan merdivende bizi bekliyordu.
Üstünde palto bile yoktu. Ellerini arkasına bağlamıştı.
Boz urbaları içinde, yağsız çehresiyle bir heykel gibiydi.
Savrulan karlardan gözlerini kırpıştırıyordu.
O halini görünce usulca pelerinlerimizin yakalarını indirdik.
Ellerimizi cebimizden çıkardık.

"Arkadaşlar !" diye başladı. Bir canlıydı sesi, bir heybetliydi.
Önce yılgınlık psikolojisinin zararlarını anlattı.
Korkan insanın muhakkak yenileceğini ve korktuğuna uğrayacağını söyledi.
Bu hava soğuk evet, fakat siz isterseniz üşümezsiniz, dedi..
Olduğumuz yerde birkaç kez sıçramamızı ve kuvvetli tepinmemizi istedi.
Dediğini yaptık. Birden ısınmıştık sanki. Hoşumuza gitmişti.

Bugün bayram, dedi. Şimdi birbirimizi tebrik edeceğiz.
Sonra yapacağımız iki iş var:
Ya tekrar içeri girip sıralara büzülmek, mıymıntı mıymıntı oturmak,
bu dört günü böyle faydasız, hatta zararlı geçirmek, can sıkıntısından patlamak.
Boşuna içlenmek. Üstelik üşümek.

Yahut da kazmayı, küreği alıp, santral kanalını temizlemeye gitmek.
Emin olun gidenler, kalanlar kadar üşümeyecektir.
Çünkü inanarak çalışan insan ne soğukta üşür, ne sıcakta yanar.
O; yücelten, dirilten, kuvvetli kılan bir heyecan içinde her türlü güçlüğün üstüne çıkmıştır...
Onu hiçbir karşı kuvvet yolundan alıkoyamaz.
Yeter ki bir insan yaptığı işin gereğine inansın.

-Ben şimdi kazmamı küreğimi alıp kanala gidiyorum, dedi.

Çünkü kanal açılınca elektriklerimiz yanacak.
Elektrik yanınca okulun işleri yoluna girecek. Kitap okuyabileceksiniz, ders çalışabileceksiniz.
Sularınız akacak, yıkanabileceksiniz.
Size şunu söylüyorum, bizim asıl bayramımız,
yurdumuz bu gerilikten, bu karanlıktan kurtulduğu gün başlayacaktır.
Şimdilik bize düşen milletçe çalışmak, çok çalışmaktır.

Parolamız şu olmalıdır:

"Bayramlarda çalışırız bayramlar için".

Ben gidiyorum. Gelmek isteyenler gelsin.
Heyecanlanmıştık, üşümemiz geçmişti.
Hepimiz geleceğiz! diye bağırmıştık.
Bayramda çalışırız bayramlar için!
Bayramda çalışırız bayramlar için!
Altı yüz kişi böyle bağırdık.
Sonra da kazma kürekleri koyduğumuz işliğe doğru bir koşuşma başladı.
İnsanların böyle canlanması, bir amaca doğru saldırması belki sadece savaşlarda görülür..

Santral havuzundan başlayarak onar metre arayla su kanalına dizildik.
Çıplak Hamidiye Ovası ayaz. Kırıkkız Dağı'ndan doğru zehir gibi bir rüzgâr esiyor.
Pelerinlerimizin etekleri uçuşuyor.
Kazmayı vurdukça yüzlerimize buz parçaları fırlıyor.
Bazı yerlerde kar her yeri doldurmuş, kanal dümdüz olmuş.
Nereyi kazacağız belli değil.
Müdürümüz, öğretmenlerimiz başımızda dört dönüyorlar.
Bir o yana koşuyorlar, bir bu yana.
Öyle çalışıyoruz ki, boyunlarımızdan buğu çıkıyor.

Bazen adam boyunda buz parçalarını elleyip çıkarıyoruz kıyıya.
Kimisi bağırıyor, kimisi kazmalara tempo tutuyor. Bir gürültü gidiyor kanal boyunca.
Yeşilyurt köylüleri evlerinin önüne çıkmış, bize bakıyorlar..
Böyle çalışmamıza alışkınlar ama bayram günü, bu soğukta nasıl donmadığımıza şaşıyorlar.
Yeşilyurtlu arkadaşımız Azmi, köyü yakın olduğu için izinli ya!
Bize evlerden bazlama ekmek taşıyor. Köylü ekmeğini özlemişiz, aramızda kapışıyoruz.
Yukarılardan, aşağılardan ikide bir sesler yükseliyor:

-Bayramda çalışırız bayramlar için!

Koca ova çınlıyor. Taa uzaktan Hamidiye'nin, Mesudiye'nin köpekleri ürüyorlar.
Bu kış günü böyle seslere anlam veremiyorlar herhalde.
Ayaz ovanın ıssızlığı yırtılıyor.
O gün o kanalın yarı yerini açtık.
Bir buçuk metre derinliğinde, uzun, derin bir çukur karları yara yara gitti.
Ertesi gün taa bende kadar tamamladık. Sonra merasimle suyu saldık.
Nazlı bir gelin getirir gibi önünden ardından yürüyerek, türküler marşlar söyleyerek getirdik
ve geç zamanda, santral havuzuna döndük,
sonra bir baktık, okulumuzun balkonuna çakılı "Ç K E" yandı... ( Çifteler Köyü Enstitüsü ).
O zamanki sevincimizi nasıl anlatmalı? Üşümüş ellerimiz alkıştan ısındı.


"Yaşa var ol" seslerimiz ufukları kapattı.
Dünyanın en içten gelen, en coşkun bayramı oldu belki.
Hiç unutmam bir arkadaşımız kendi ellerini öpüyordu.

"Aferin ulan eller, diyordu, bu elektriğin yanmasında senin de hissen var, yaşasın."

Sevinçten gözlerimiz yaşarmıştı. Müdürümüz bir tümseğe çıktı. Birkaç kelimeyle başarımızı tebrik etti.
Her nokta koyuşta "sağool!" diye bağırıyorduk..

- Şimdi, dedi, depomuza su dolacak, banyoyu yakacağız.

Yıkanın ve çalışıp başarmış insanların huzuru içinde uyuyun.
İşte gördünüz, inanarak çalışan yapar! Amacına ulaşır!
Bu heyecanla çalışmaya devam edersek, biz Türkiye'yi de yükseltebiliriz!

- Yükselteceğiz!, diye bağırdık.

-Bayramda çalışırız bayramlar için!

-Bayramda çalışırız bayramlar için!

İçeri girdik, musluklardan şarıl şarıl sular akıyordu. Birbirimizi tebrik ediyorduk

"Unutulmaz bir bayramdı."




Sevgi ve saygılarımla!


"Haksızlık Karşısında Susan Dilsiz Şeytandır" Hz. Muhammed (A.S.)

19 Ağustos 2017 Cumartesi

Bulantı Duyuyorum...



"Barcelona kent merkezinde patlama..."

Bulantı duyuyorum... 

Zira  yaşamı düzmece bir algıyla  topluma sunmak, dolayısıyla tarihsel olayları yanıltmak insanın midesini bulandırıyor.

Konu AVRUPA ve Batılı ülkeler olunca... tüm basın ve yayın kuruluşları aralıksız bu kanlı tedhiş olaylarını çarşaf çarşaf, "son dakika" haberi olarak dünya kamuoyuna sınırsız servis ededursun, diğer tarafta coğrafyamızda  her Allah'ın günü onlarca kişinin bombalar altında ölmesini küçücük bir satır halinde, adeta kamuoyundan kaçırırcasına  "basit" ve "önemsiz" bir olaymış gibi göstermek, insana ağır geliyor... 

Öte yandan...

Gelinen nokta itibariyle bugün  bu korkunç olayları tertipleyen eli kanlı emperyalistlerin alçakça planlarına kurban gitmek hiç kimse için   öyle uzak filan değil...

O sebeple elimiz yüreğimizde bu korkunç olayları endişe ile takip ederken insan ister istemez sorguluyor.

Bu patlamalarda ölmek doğal değil...  Ve yaşanan can pazarı bu kanlı eylemlerdeki cansız bedenleri gördükçe... Bu insanlar artık yoklar! Ama diğer yandan dünyanın ötekiler için sürüp gittiğini düşünmemek elde değil. Zaten insan bunları düşünmek için yaratılmadı mı!..


Jean-paul Sartre'ın, İspanya iç savaşı sırasında Frankocular tarafından idama mahkum edilen bir cumhuriyetçinin aynı hücrede kalan iki arkadaşı ile birlikte ölümü bekleyişini konu eden "DUVAR" adlı hikayesindeki, korkuyla karışık iç hesaplaşması aklıma geliyor:

"Nişan al!" diye bağıracaklar ve bana çevrilmiş sekiz tüfek göreceğim. Duvarı yarıp içine girmeyi isterim diye düşünüyorum; olanca gücümle duvara sırtımla yaslanacağım ve duvar karşı koyacak. Tıpkı kabus gibi." J.P. SARTRE, Duvar, Sf:23

"Biliyordum ki hiçbir ortak yanımız yoktu. Şimdiyse ikiz kardeşler kadar birbirimize benziyorduk, basit bir şey, çünkü birlikte geberip gidecektik" J.P. SARTRE,  Duvar, Sf:25

Coğrafyamızda  hemen her gün onlarca insanın patlamalar neticesinde öldüğü olayları küçümseyerek dünya kamuoyundan kaçıranlara diyeceğim o ki: 

Sorunlu ve yozlaşmış bir dünyanın girdabında toplumlara sunulan ahlâk  yasalarından  ruhumuzu huzura eriştirecek bir çıkış arıyoruz...


Sevgi ve saygılarımla!




"Haksızlık Karşısında Susan Dilsiz Şeytandır" Hz. Muhammed (A.S.)

15 Ağustos 2017 Salı

Affet Bizi...


Henüz gözümüzdeki yaş kurumadan, yüreğimizdeki acı dinmeden,

Bir kara haber daha...

Eren için yazdığım yazının akabinde telefonuma yazılı gelen bir mesajla birlikte yüreğim paramparça oldu:


"Hocam aynı gün gördüğüm kardeşim dediğim insanı, aynı günün akşamı cennete uğurlamak zor oluyor."...

Bu haberle birlikte,

Öğrendik ki, Yiğit Sinan ACAR'ımızda hain bir saldırıyla ŞEHİT olmuş.

Öğrendik ki, Yiğidimiz Sinan'ımız, iki hafta önce nişanlanmış... ve birkaç gün sonra da ailesiyle birlikte doğum gününü kutlayacakmış...

Dolayısıyla...

Arkada kalan bir avuç anı ile bırakıp gitti tüm sevenlerini, Sinan ACAR. 

E haliyle insanın yüreği dağlanıyor... 

"Benden sana son kalan
Bir küçük resim şimdi
Cevap veremez ama
Ağlar yalnızlığına"

Genç Polis Sinan ACAR Yavrumuz...

Bu vatanın ve milletin bölünmez bütünlüğünü korumak için yemin ettin, biliyorum. Zira ben de bir polis kızıyım... Ve polisin ne demek olduğunu çok iyi biliyorum.

Onun için  de bu yüksek görevini her şeyden üstün tutarak henüz hayatının baharında ŞEHİT oldun yavrum.

O sebeple...

Biz hep birlikte kuramadık yavrum,  sizin için daha aydınlık ve onurlu yarınları.

Veremedik yavrum sizin için insan olmanın onurunu.

Bitmez tükenmez hırsımıza ne yazık ki, yenik düştük yavrum.

Ve daha da acısı,

Atalarımızdan ve aziz şehitlerimizden devraldığımız bu cennet vatanı koruyamadık yavrum.

Çok üzgünüm Sinan ACAR!

Affet bizi...


Ama biliyorum  ki  bu topraklarda Sinanlar bitmedi,  bitmeyecek! 

Dolayısıyla aydınlık yarınlar Yüce Türk milletiyle birlikte olacaktır!

Mekanın cennet, ruhun şad olsun yavrum.

Ne mutlu Türk'üm diyene!


Sevgi ve saygılarımla!


"Haksızlık Karşısında Susan Dilsiz Şeytandır" Hz. Muhammed (A.S.)

14 Ağustos 2017 Pazartesi

...Aşk Olsun!



"Ne bir haram yedin ne cana kıydın
Ekmek kadar temiz su gibi aydın" 

Yiğidim aslanım MAÇKA'da yatıyor.

Oysa düşlerin vardı
Birden bire yarım kaldı
Yaşayacak çok şeyin vardı
Bu VATAN seni unutur mu?

Okuyacaktın daha...
Fizik,
Coğrafya,
Edebiyat,
Matematik.

Ama sen,

Tarihi seçtin, 

Ve...

Çanakkale'deki "onbeşliler" gibi...

TARİH YAZDIN!


Bir de dileğin varmış:

"Biri de çıkıp demiyor ki Eren iyi ki varsın"

Dolayısıyla Can YÜCEL'in dediği gibi,

"En sekmez lüverin namlusundan fırlayarak...
En hızlısıydı hepimizin,
En önce göğüsledi ipi...
Acıyorsam sana anam avradım olsun,
Ama aşk olsun sana çocuk, aşk olsun!"

İyi ki varsın EREN!




Sevgi ve saygılarımla!


"Haksızlık Karşısında Susan Dilsiz Şeytandır" Hz. Muhammed (A.S.)