29 Ağustos 2018 Çarşamba

Türk'ün; "Biz Daha Ölmedik" Dediği Gün...




"Haydi beni bir daha tutuklayın İngilizler! Ama tutuklamak ve öldürmekle iş bitmiyor. İşte öldü sanılan Türkler, cenaze törenleri için hazırlanan tabutları katillerinin başlarına geçirdiler." GANDHİ (Büyük Taarruz'dan sonra verdiği demeçten

"Bu memleket dünyanın beklemediği, asla umut etmediği ayrıcalıklı bir varoluşa sahne oldu. Bu sahne en az 7 bin senelik bir Türk beşiğidir. Beşik doğanın rüzgarlarıyla sallandı,beşiğin içindeki çocuk doğanın yağmurlarıyla yıkandı. O çocuk doğanın şimşeklerinden, yıldırımlarından, kasırgalarından evvela korkar gibi oldu,sonra onlara alıştı. Onların oğlu oldu. Bir gün o doğa çocuğu doğa oldu, şimşek, yıldırım, güneş oldu:Türk oldu... Türk budur. Yıldırımdır, kasırgadır, dünyayı aydınlatan güneştir. " Mustafa Kemal ATATÜRK



Başkomutanımız ATATÜRK'ümüzün, büyük imkansızlıklar içerisinde  yedi düveli ( Fransızlar, İngilizler, İtalyanlar, emperyalizmin emrinde varlık gösteren Çarlık  Rusyayla birlikte hareket eden  Ermeniler, Yunanlılar, Yeni Zelanda'da ve Avustrulya'dan toplanan lejyonerlerden oluşan Anzaklar, ve yine İngilizlerin diğer sömürge ülkelerinden topladıkları haydutlar ve perde gerisindeki Amerikalılar) dize getiren Büyük TÜRK milletine ve onun bağrından çıkan Kahraman Türk ordusuna armağan ettiği 30 Ağustos Zafer Bayramı.

96. yılını kutladığımız bu gün,  bu vatanın en mutlu, en büyük bayramıdır!

Bu vesileyle  başta Büyük Atatürk'ümüz olmak üzere  dizlerinin üzerinde yaşamaktansa, ayakta ölmeyi  tercih eden aziz şehitlerimizi sonsuz  minnet ve sevgiyle anarken  bu mutlu günü yürekten kutlayan herkese,

Selam olsun...

Ne mutlu Türk'üm diyene!




Sevgi ve saygılarımla!


"Haksızlık Karşısında Susan Dilsiz Şeytandır" Hz. Muhammed (A.S.)

26 Ağustos 2018 Pazar

Olmazsan Olmazdık Yüce ATA'm!



Hayatını cepheden cepheye koşturarak geçiren, milleti için canı pahasına çalışan ulu önderimiz Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK'ümüzün ve silah arkadaşlarının, sonsuz minnet ve şükran duygularımızla  ruhları şad, mekanları cennet olsun...


28 Eylül 1922-11 Kasım 1922 

BÜTÜN Türkiye günlerdir durup durup coşuyor, bayram ediyordu. 

Bir İstanbullu anı defterine şöyle yazdı: 

"Hastalık, parasızlık, acı, düşmanlık, gelecek kaygısı, her şey, her şey unutuldu. Her yer çılgınca sevinen mutlu insanlarla dolu. Sevinçten kucaklaşıp kucaklaşıp ağlaşıyoruz. Her yanda bayraklar. Milli Mücadele karşıtı beş hocayı üniversiteden kovdurmayı başaran öğrencilerin sevinci artarak sürüyor"

Asya, Ortadoğu ve Afrika'daki bütün Müslüman topluluklar da, bu mucize zaferi coşkuyla kutlamaktaydı. Hiçbiri bağımsız değildi. Hepsi sömürgeydi, işgal ya da denetim altındaydı, esirdi, geriydi. Dünya bu talihsiz insancıkların sevinç ve gurur dolu çığlık-larıyla inliyordu: 

"Yaşasın Türkiyeeee!" 

Türkler emperyalizmi yenmişti. Bir ilkti bu. Tarihin çok önemli bir dönemeci yaşanıyordu- Türk ordusu Anadolu'yu temizlemiş, Çanakkale'yi sarmış, İstanbul kapılarına dayanmıştı. 

Kanlı oyunun son aşaması başlamıştı. 

Türkiye 1918'de yenilip teslim olduğu zaman hepsi yıkılmıştı. Türkler bile başa çıkamadığına göre 'bu beyaz efendileri' kimse yenemez diye düşünmüşlerdi. Ümitsizliğin dibine çöktükleri anda 'Türklerin İngilizlere ve ortaklarına isyan ettikleri' gibi inanılması zor haberler gelmeye başlamıştı. 

"Neee?"

İşgale, parçalanmaya, paylaştırılmaya, sömürülmeye karşı çıkmıştı Türkler... 

"Acaba doğru mu?" 

Son haçlı saldırısına direniyorlardı... 

"Direniyorlar ha!" 

İngilizlerin ortaklarını, paralı askerlerini, kiralık katillerini art arda yeniyorlardı... 

"Yarabbi bu bir rüya ise ne olur uyandırma!" 

Bu olağanüstü mücadeleyi dört yıl boyunca, Türklerin kazanmasıiçin dua ede ede, içleri titreyerek izlemişlerdi. Ezilen, sömürülen, hor görülen İslam dünyası için bu bir onur sorunuydu. Sonunda büyük haber gelmişti: Müslüman Türkler bütün beyaz efendileri, adamları, yamakları, uşakları, beslemeleri, soytarıları, alkışçıları ve çığırtkanlarıyla birlikte yenmişti! 

Milyonlarca yanık, kavruk ses göğe yükseldi: 

"Elhamdülillaaaaah!" 

Malezya'dan Nijerya'ya kadar Asya ve Afrika'daki bütün Müslüman topluluklar sevinçle dalgalandı. Birçok şehir M. Kemal Paşa'nın resimleriyle donatıldı, Gazze'de ve Nablus'ta pencerelere Türk bayraklarıasıldı. 

İngilizler Nehru ile öteki Hint liderlerini hapsetmişlerdi. Liderler kaldıkları koğuşları Türk zaferi şerefine çiçekli dallarla süs-lediler. 

Bu olay Müslüman olmayan sömürgelerde de bağımsızlık ve özgürlük ümidini yeş erte çekti. 

Tarihin akışı değişiyordu. 

Tunus'un Kairouan şehrinde yaşayan Bouhdiba Efendi haberi alır almaz şükür secdesine kapandıktan sonra duaya durdu: 

"Bize de Mustafa Kemal Paşa gibi bir serdar, Türk ordusu gibi bir ordu nasip et ey yüce Allahım."

Turgut ÖZAKMAN, CUMHURİYET Türk Mucizesi, sf:15-16


Bugün 26 Ağustos 2018

Büyük Önderimiz ve ebedi Başkomutanımız ATATÜRK'ümüzün komutasındaki TÜRK ordusu, 26 Ağustos 1922 tarihinde Türk Kurtuluş Savaşı esnasında taarruza geçerek Yunan kuvvetlerine karşı genel bir saldırı başlattı. Dolayısıyla, Türk ordusu, 26 Ağustos gecesi Ahır Dağları üzerinde yer alan Yunanların geceleri savunmadığı Ballıkaya mevkiisine ilerledi ve buradan sızarak Yunan hatlarının gerisine vardı

Ve...

Sabaha kadar süren intikalin ardından Kocatepe'de yerini alan Başkomutan Mustafa Kemal Atatürk'ümüzün komutasındaki Türk ordusunun,  işgalci Yunan birliklerine karşı başlattığı Büyük Taarruz'un 96. yıl dönümü Yüce Türk ulusuna kutlu ve mutlu olsun!


Ne mutlu Türk'üm diyene!



Sevgi ve saygılarımla!


"Haksızlık Karşısında Susan Dilsiz Şeytandır" Hz. Muhammed (A.S.)


25 Ağustos 2018 Cumartesi

"KATLİAM"



Bursa, Yıldırım'da,

 "Mehmet Sıttık KARAKAŞ, sokakta telefonla görüşürken önünde bulunduğu apartmanın üçüncü katından düşen keçi sonucu kanlar içinde yere yığılır."😔 Sonra Mehmet Bey, hastaneye kaldırılır. Keçi hızla izini kaybettirerek kaçar. 😍

İşin diğer inanılmaz  yanı ise,


"Yıldırım Belediyesince yaklaşan Kurban Bayramı dolayısıyla vatandaşların elinden kaçan kurbanlıkların yakalanması için 😖"kaçan kurbanlıkları yakalama timi" oluşturması" 😢

 Dolayısıyla, inanılmaz olaylara tanıklık ettiğimiz, inanılmaz güzel tatları tattığımız ve de  geleneksel müthiş anıların yaşandığı  günlerdir bayramlarımız

Kurban üzerinde istemediğimiz kadar yorumlar yapılırken bir notu daha hatırlatmak istedim:

Hani bir tarafta et, mangal şahane iken, öte yandan salamlar, sucuklar her daim soframızda olsun isteriz.Ama  kurban  söz konusu olunca, "katliam" kelimesi eksik olmuyor...

O sebeple  eti, sucuğu, kavurmayı  afiyetle yediğimiz de  "katledilen" aynı koyun, aynı dana değil mi?

Peki nedir aradaki fark? 

Hani neşeyle ve büyük istekle yediğimiz, mezbahalarda kesilen koyun ve inekler olunca bir sorun yok da, bayramda kesilince mi sorun oluyor?!

Dahası aynı "katliam" hıristiyanlar için de geçerli değil mi? Zira onlar da "şükran günü" adı altında hindi katletmiyorlar mı?

Dolayısıyla...

Hayvanlar mezbaha sınırları içinde -yani biz görmeden, kimse duymadan-  kesilirse "uygar", yoksa -alenen bilinerek kesilirse - "barbar", öyle mi?

İnsanın biyolojik anlamda ihtiyaç duyduğu besinlerden bir tanesi et olduğuna göre, bunu  temin etmenin yolu  hiç şüphesiz, modern anlamda kesim, vahşi  tanımla katletmekten geçiyor. (Elbette ki hayvanları modern koşullarda, usulüne uygun, teşhir etmeden  ve canlarını acıtmadan kesmek aslolan ve de görmek istenilendir!)

Öte yandan... 

Batılıların kristal fanus içindeki  o "insancıl" ve de "uygar" yaşamlarını hangi sömürüye borçlular diye sorguladığımızda cevabını çok net vereceğimiz kesin! Zira Batı Asya, Afrika.. gibi ülkeleri sömürerek elde ettikleri zenginliklerle, "mis" gibi bir yaşam sürüyorlar.. Dolayısıyla da perde gerisinde sömürdükleri ülkelerin halklarını da aynı zamanda  katlediyorlar.

Demem o ki...

Asıl katliam coğrafyamızda gözümüzün içine baka baka gerçekleşiyor... İnsanlar katlediliyor, bizler de tv ekranlarından bütün bu olanları umarsızca izleyerek, bu katliamlara ne yazık ki ortak olduk! 

Hem de,  "bana dokunmayan yılan bin yaşasın" dercesine! 



Sevgi ve saygılarımla!


"Haksızlık Karşısında Susan Dilsiz Şeytandır" Hz. Muhammed (A.S.)

22 Ağustos 2018 Çarşamba

Bayram



SEVGİ dolu bir bayram geçirmek umuduyla,

Kurban Bayramımız kutlu ve mutlu olsun...



Sevgi ve saygılarımla!


"Haksızlık Karşısında Susan Dilsiz Şeytandır" Hz. Muhammed (A.S.)

19 Ağustos 2018 Pazar

Huzur İçinde Uyu Mister ANNAN!



Göreve ilk geldiğinde "Haritada bile gözükmüyor canım, çözeriz iki dakikada bu Kıbrıs’ı" dediği rivayet edilen Kofi ANNAN.

Hani diyorum,

Nobel ödülü almak uğruna "plân, proje adamı" olmaya çalışacağına,

Çakma Morgan Freeman olarak tanınsaydın...

 
Valla o zaman daha iyi olurdu.. Zira hiç olmazsa seni, Amerika'nın değil de,  sinemaların tezenesi olarak anardık.

Dolayısıyla şimdi gittiğin yerde işin burada olduğu kadar kolay olmayacak...

Zira sicilin çok kabarık.

Mesela,

Sakın ola Sayın DENKTAŞ'a görünme!

Ha, bir de hani şu 500 bin Tutsi'nin katledilişine seyirci kaldığın Ruandalılar vardı değil mi!..

Haklısın! Bir an için unutmuşum...

Diğer taraftan  milyonların katledildiği Irak halkı da seni bekliyor olacak!

Sahi...

Hani şu elinizde katledilen 8 bini aşkın Boşnakları da koy üzerine!

E vallahi  bu kadar "ah"la...

İşin çok zor be Mister ANNAN!



Sevgi ve saygılarımla!


"Haksızlık Karşısında Susan Dilsiz Şeytandır" Hz. Muhammed (A.S.)

18 Ağustos 2018 Cumartesi

Kim Masum? Kim Şeytan?


Okuduğum bütün kitaplar  üzerinde notlarım vardır. Lüzum hissettiğimde bu notları tekrar gözden geçiririm. Dolayısıyla bugün her şeyin birbiriyle karıştığı, neyin suç, neyin ceza olduğunu ayırt edemeyecek kadar değerlerin ayak altı edildiği bir ortamda  yaşıyoruz. Hal böyle olunca zihnimde yer eden, "Suç Ve Ceza" kitabını yeniden elime aldım...

"Asya nın derinliklerinden Avrupa'ya gelmekte olan, görülmemiş, işitilmemiş korkunç bir afet ile mahva mahkûm olduğunu gördü. Çok az seçkin kişi dışında kalan herkes ölecekti. İnsan vücuduna  yerleşen yeni birtakım trişinler, mikroskobik yaratıklar türemişti. Ama bu yaratıklar, akıl ve iradesi olan bir takım ruhlardı. Bu mikroplar kapanlar, hemen şeytanların pençesine düşüyor, zır deli bir hale geliyorlardı. Ama insanlar hiçbir zaman, kendilerini bu hastalığa tutulanların hissettikleri kadar, böylesine akıllı, doğrulukta bu derece sarsılmaz hissetmemişlerdi. Onlar kararlarını, bilimsel araştırmalarının sonuçlarını, ahlâki ve dini inançlarını hiçbir zaman böylesine sağlam ve sarsılmaz hissetmemişlerdi. Bütün köyler,bütün kentler, bütün uluslar  bu hastalığa tutuluyor ve çıldırıyorlardı. Herkes üzüntü ve telaş içinde idi. Kimse kimseyi anlamıyordu. Herkes gerçeğin yalnız kendisinde olduğunu sanıyor, başkalarına bakarak acı çekiyor, göğsünü yumrukluyor, ağlıyor ellerini ovuşturuyordu. Kimi nasıl yargılayacaklarını bilmiyorlardı. Neyin iyi,neyin kötü olduğunda anlaşamıyorlardı. Kimi mahkûm etmek, kimi beraat ettirmek gerektiğini bilmiyorlardı. Birbirlerine karşı büyük ordular halinde toplanıyor, ama bu ordular daha yolda iken, birden bire kendi kendilerini kırmaya başlıyor, saflar dağılıyor, savaşçılar birbiri üzerine saldırıyor, birbirini boğazlıyor, doğruyor, ısırıyor, birbirini yiyordu. Şehirlerde bütün gün felaket çanları çalıyordu. Herkes çağrılıyordu, ama kimin çağırdığını kimse bilmiyordu. Herkes telaş ve heyecan içinde idi. Bütün sıradan zenaatlar bırakılmıştı çünkü herkes, kendi düşüncesini, kendi düzelttiği şeyleri ileri sürüyor ve bir anlaşmaya varmak mümkün olamıyordu. Tarım işleri durmuştu. Şurada burada insanlar, kümeler halinde toplanıyor, herhangi bir şey üzerine birlikte karar veriyor, ayrılmayacaklarına and içiyorlardı. Ama, arkasından hemen, az önce önerdiklerinden bambaşka bir şey yapmaya başlıyorlardı. Birbirlerini suçlamaya koyuluyor, dövüşüyor ve vuruşuyorlardı. Derken yangınlar ve açlık başlıyordu. Her şey ve herkes mahvoluyor, afet genişliyor, durmadan ortalığa yayılıyordu. Bütün dünyada ancak bir kaç kişi kurtulabilmişti. Bunlar, yeni bir insan kuşağı meydana getirmek, yeni bir yaşayış kurmak, yeryüzünü yenileştirmek ve temizlemekle görevlendirilmiş, temiz, seçkin kişilerdi. Ama, hiç kimse hiçbir yerde bu adamları görmemiş, hiç kimse onların sözlerini ve seslerini duymamıştı." Dostoyevski, Suç ve Ceza 2. Cilt sf:360-361

Romanın kahramanı Raskolnikov'un ikilemleriyle birlikte duyduğu vicdan azabı ve iç çatışmalarını hatırladıkça  insanın, toplumsal, ahlâki ve dini değerleri üzerinden bugünü, dolayısıyla da sahip olduğumuz değerleri sorgulamayı kaçınılmaz bir durum olarak düşünüyorum. Zira Dostoyevski, insanın en saf ve masum halinden, çevresel koşulları, dayatmaları, istekleri, ve de en önemlisi zaafları ile  nasıl da değişebileceğini   inanılmaz  anlatımlarıyla ortaya koymuştur.

Demem o ki...

Hani coğrafyamız üzerinden başlatılan kanlı savaşlarla, "yeni bir dünya kuruluyor" deniliyor ya...

Hah işte, o sebeple aklıma Raskolnikov'un hasta yatarken ateşler içinde ve de sayıklamalar arasında gördüğü,  bugün  "karabasan" gibi üzerimize çullanan emperyalistleri anımsatan "düş"ünden bir alıntıyla, aslında coğrafyamızın tek sahibi olan müslümanların kendi aralarında bitmek tükenmek bilmeyen kavgalarını kıyaslamak istedim. 

Dolayısıyla da  yine Raskolnikov'un etkileyici sözüyle yazımı tamamlamak istiyorum:

"Ve artık şunu biliyorum Sonya, 

Güçlü, sağlam bir kafa ve ruha sahip olan kişi insanların efendisidir. Kim daha cesaretli ve gözü pek ise, onların gözünde o haklı ve doğrudur. Kim daha çok şeyi ayakları altına alır, çiğner geçerse onların yasa koyucusu olur ve en arsız en cüretkar olan, muhakkak ki en haklı olandır. Bu hep böyle gelmiş ve böyle gidecektir."


Sevgi ve saygılarımla!


"Haksızlık Karşısında Susan Dilsiz Şeytandır" Hz. Muhammed (A.S.)

4 Ağustos 2018 Cumartesi

Boşu Boşuna



Dünyayı ele geçirmek için insanları köle etmek, yaşamı zindan etmek zulmü her daim ayakta tutmak varlık sebepleri olan ve de  güç sarhoşluğuyla gözleri dönmüş  zalimlere  bir anda her şeyin nasıl da geçici olduğunu, o hayıflanmaların, dünya hırslarının nasıl da yalan olduğunu tokat gibi yüze çarpan bir Aşık Mahzuni türküsüyle, bugün ülkemizi şantajla tehdit eden emperyalizme gelmek istiyorum. Zira kanla ve zorbalıkla hırslarına yenik düşenlere, 

"Sonuç ne?"  diye sormak istiyorum:

Kocaman bir hiç!

Mevlam bana ömür vermiş
Vücuduma bir can girmiş
Boşu boşuna boşu boşuna

İsa Meryem'e mi kalmış
Musa asadan ne bulmuş
Süleyman bir sultan olmuş

Saltanatı boşu boşuna

Öte yandan...

Amerika Devlet Başkanı Lyndon Johnson, Türkiye Cumhuriyeti Devleti  Başbakanı İsmet İNÖNÜ’ye  -5 haziran 1964 tarihli- tehditkar içerikli yazdığı mektup tarihe"Johnson mektubu"  olarak geçti.

Dolayısıyla bugünü anlamak üzere, Amerika'nın 54 yıl önce Türkiye'nin kendi haklarından dolayı Kıbrıs'a olası çıkarma yapma girişimini engellemek üzere yazdığı o küstah  mektubu kısaca  hatırlatmak isterim

Sevgili "Müttefikimiz" Türkiye,

Hani size silah veriyoruz ya... 

Hah işte,  size verdiğimiz o silahları kullanarak Kıbrıs'a asker çıkaramazsınız, bunu bilin! Yok şayet verdiğimiz silahlarla Kıbrıs'a çıkmaya kalkışırsanız, vallahi sizi ambargoyla haşat ederiz, haberiniz olsun! 

Sizi seviyoruz.

L.  JOHNSON

O sebeple hani şu sıralar müttefikimiz (!)  aynı Amerika bize aleni parmak sallıyor ya...

Hani "papaz" olduğumuz şu sözde Papaz var ya...

Hah işte!..

Papaz bahane, olay şahane. Zira bu küstahlar, coğrafyanızda kukla bir devlet kuracağız diyorlar, NOKTA.

Ve bu plâna sakın ola karşı koymayın diyorlar, NOKTA.

Dolayısıyla da kurulacak sözde kukla devlet için ülkenizi böleceğiz diyorlar, NOKTA.

Dahası  bu konuda siz de yardım edeceksiniz diyorlar, NOKTA.

Ve de... Türk milletini etnik ve mezhepsel olarak paramparça edeceğiz diyorlar, NOKTA.

Son olarak da ATATÜRK'ün kurmuş olduğu Türkiye Cumhuriyeti ulus devletini ortadan kaldırıp Yugoslavya gibi bir  "iç savaş"la sizi haritadan sileceğiz diyorlar, NOKTA.

Kısaca... 

Siz de yaptıklarımıza ve yapacaklarımıza ses çıkarmadan  boyun eğip,  "seyredeceksiniz" diyorlar, NOKTA.

Pekiii...

1964'teki rezil mektuba karşın biz ne demişiz?


 "Yeni bir dünya kurulur ve Türkiye bu dünyada yerini alır"

Demem o ki... 

Bugün Amerika'nın küstah ve aleni tehditkar çıkışları karşısında bir kez daha hatırlatalım:

Tam bağımsız Türkiye!

Türkiye Cumhuriyeti Devleti ilelebet payidar kalacaktır!


Ne mutlu Türk'üm diyene!


NOKTA!


Sevgi ve saygılarımla!
"Haksızlık Karşısında Susan Dilsiz Şeytandır" Hz. Muhammed (A.S.)