31 Ekim 2016 Pazartesi

"Afgan Kızı" Şerbet Gula



"Fotoğrafçı Steve McCurry’nin bir mülteci kampında tanışıp fotoğrafını çektiği ve 1985’te National Geographic’e kapak olan yeşil gözlü ve hızmalı "Afgan kızı" Şerbet Gula, Pakistan’da sahte kimlikle yaşarken yakalandı." 27 Ekim 2016

Amerika,  Sovyetler Birliği'nin Afganistan'ı işgalini bu fotoğrafla simgeleştirdi.

Zira Amerika Vietnam'daki başarısız süren 10 yıllık savaşta 60 bin askerini kaybetti. Dolayısıyla Amerikan halkının baskısı nedeniyle Vietnam'dan çekilmek zorunda kaldı..

Hal böyle olunca Amerika, Afganistan işgali ve  Körfez savaşlarında serbest gazeteciden daha çok "iliştirilme" embedded gazetecilerin oluşmasını sağlamıştır. Yani kendi askeriyle birlikte hareket eden gazetecilerin istediği yöndeki haber ve resimlerin yayınlanması gibi.

Dolayısıyla...

Korku dolu bakışlarla genç "Afgan kız"ın delip geçen gözlerini, Afganistan'ın Rus işgalinin simgesi yapıldı. Ki böylelikle zihinlere yerleştirilen korku'nun resmi, sanat yoluyla dünyaya -psikolojik savaş yöntemiyle- yayılmış oldu, bu bir!



2. olarak da, Afgan kızı gibi bir sembol de 1. Körfez savaşında petrole bulanmış karabatak kuşunun fotoğrafı dünyaya servis edilmişti. Böylece  "Saddam Hüseyin sadece insanlara değil, hayvanlara da eziyet eden birisiydi" algısı yaratılmış oluyordu. Ancak daha sonra anlaşıldı ki, "bu görüntülerde görülen karabatak kuşunun aslında yıllar önce Exxon-Valdez adlı tankerin Alaska'da yaptığı kaza sonucu denize yayılan petrolden kirlenen bir kuş" olduğu açığa çıktı.


Pekii, Afgan kızın fotoğrafını çeken Fotoğrafçı Steve McCurry bundan sonra artık dünyaca ünlü bir fotoğraf sanatçısı oldu. Ve aynı fotoğrafçı aradan geçen 17 yıl sonra aynı Afgan kızı Şerbet Gula'yı bir kez daha dünyaya servis etmeyi başardı. Bu defa o delip geçen gözlerin sözde mutluluğunu... Öyle ya... Şerbet GULA bundan böyle artık Rusya'nın değil Amerikan bombası altında yaşıyordu



Ve Şerbet Gula'nın fotoğrafı gazetelerde 3. defa olarak dünyaya servis edilmiş oldu. Dolayısıyla "sahtecilikten yakalandı" haberiyle...

Diyeceğim o ki... 

Emperyalistlerin  genel karakteridir bu... 

Önce planlarlar, sonra uygularlar

İşleri bitince...



Sevgi ve saygılarımla!




"Haksızlık Karşısında Susan Dilsiz Şeytandır" Hz. Muhammed (A.S.)

29 Ekim 2016 Cumartesi

Cumhuriyet'in Onuncu Yıl Nutku



Türk Milleti! 

Kurtuluş Savaşı'na başladığımızın on beşinci yılındayız. Bugün Cumhuriyetimizin onuncu yılını doldurduğu en büyük bayramdır. Kutlu olsun!

Şu anda, büyük Türk milletinin bir ferdi olarak, bu kutlu güne kavuşmanın en derin sevinci ve heyecanı içindeyim.

Yurttaşlarım! 

Az zamanda çok ve büyük işler yaptık. Bu işlerin en büyüğü, temeli, Türk kahramanlığı ve yüksek Türk kültürü olan Türkiye Cumhuriyeti'dir. Bundaki muvaffakiyeti, Türk milletinin ve onun değerli ordusunun bir ve beraber olarak, azimkârane yürümesine borçluyuz. Fakat yaptıklarımızı asla kâfi göremeyiz; çünkü, daha çok ve daha büyük işler yapmak mecburiyetinde ve azmindeyiz.

Yurdumuzu, dünyanın en mamur ve en medenî memleketleri seviyesine çıkaracağız. Milletimizi, en geniş, refah, vasıta ve kaynaklarına sahip kılacağız. Millî kültürümüzü, muasır medeniyet seviyesinin üstüne çıkaracağız. Bunun için, bizce zaman ölçüsü, geçmiş asırların gevşetici zihniyetine göre değil, asrımızın sürat ve hareket mefhumuna göre düşünülmelidir. Geçen zamana nispetle daha çok çalışacağız, daha az zamanda daha büyük işler başaracağız. Bunda da muvaffak olacağımıza şüphem yoktur.

Çünkü,Türk milletinin karakteri yüksektir; Türk milleti çalışkandır; Türk milleti zekidir. Çünkü, Türk milleti millî birlik ve beraberlikle güçlükleri yenmesini bilmiştir. Ve çünkü, Türk milletinin, yürümekte olduğu terakki ve medeniyet yolunda, elinde ve kafasında tuttuğu meşale, müspet ilimdir. Şunu da ehemmiyetle tebarüz ettirmeliyim ki, yüksek bir insan cemiyeti olan Türk milletinin tarihî bir vasfı da, güzel sanatları sevmek ve onda yükselmektir. Bunun içindir ki, milletimizin yüksek karakterini, yorulmaz çalışkanlığını, fıtrî zekâsını, ilme bağlılığını, güzel sanatlara sevgisini ve millî birlik duygusunu mütemadiyen ve her türlü vasıta ve tedbirlerle besleyerek inkişaf ettirmek millî ülkümüzdür. Türk milletine çok yakışan bu ülkü, onu, bütün beşeriyette, hakikî huzurun temini yolunda, kendine düşen medenî vazifeyi yapmakta muvaffak kılacaktır.

Büyük Türk milleti! 

On beş yıldan beri, giriştiğimiz işlerde muvaffakiyet vadeden çok sözlerimi işittin. Bahtiyarım ki, bu sözlerimin hiç birinde milletimin hakkımdaki itimadını sarsacak bir isabetsizliğe uğramadım. Bugün, aynı iman ve katiyetle söylüyorum ki, millî ülküye, tam bir bütünlükle yürümekte olan Türk milletinin büyük millet olduğunu, bütün medenî âlem az zamanda bir kere daha tanıyacaktır. Asla şüphem yoktur ki, Türklüğün unutulmuş büyük medenî vasfı ve büyük medenî kabiliyeti, bundan sonraki inkişafı ile, atinin yüksek medeniyet ufkundan yeni bir güneş gibi doğacaktır.

Türk milleti! 

Ebediyete akıp giden her on senede, bu büyük millet bayramını daha büyük şereflerle, saadetlerle, huzur ve refah içinde kutlamanı gönülden dilerim.

Ne mutlu Türküm diyene!

Ankara, 29 Ekim 1933

Mustafa Kemal ATATÜRK


https://www.youtube.com/watch?v=g0lMDKAWaQg


Cumhuriyet Bayramı'mız kutlu ve mutlu olsun...


Sevgi ve saygılarımla!


"Haksızlık Karşısında Susan Dilsiz Şeytandır" Hz. Muhammed (A.S.)

27 Ekim 2016 Perşembe

"Korkuyorum..."




"Belediye otobüsünde şort giydiği gerekçesiyle Ayşegül Terzi'ye tekme atan saldırgan Abdullah Çakıroğlu, dün ilk duruşmada tahliye edildi." Ayşegül TERZİ, 
"TEKRAR YAPACAĞINDAN KORKUYORUM"...  26 Ekim 2016

CEZA

İngiliz yargıç, gece yarısı parktan geçen kızı korkutan adama 7 yıl 7 gün hapis verince, şaşıran gazeteciler sormuşlar:

"Adam kıza elini bile süremedi. Kaçan kızın çığlıklarına yetişenler de adamı yakaladılar. Bu 7 yıl, 7 gün çok değil mi?"

Yargıcın yanıtı hukuk tarihine geçecek düzeydedir:

"Kızı korkutmanın karşılığı 7 gündür. 7 yıl, İngiliz kızlarının gece yarısı parkta dolaşma özgürlüklerine saldırmanın cezasıdır." 12 Aralık 2010 Hürriyet, Şükrü KIZILOT


Sevgi ve saygılarımla!




"Haksızlık Karşısında Susan Dilsiz Şeytandır" Hz. Muhammed (A.S.)

25 Ekim 2016 Salı

"Ey İnsan, Sen Vicdanını Nerede Kaybettin?"



Bugün Türkiye'de ve
dünyadaki en büyük sorun,

şahsi kanaatime göre,

insanın akıl ve bilimden sapması, evet.

Ama aynı zamanda vicdanını kaybetmesi.

Bugün bu çok büyük bir sorun hâline geliyor.


Çünkü Lewis Carroll'u hepiniz biliyorsunuz,

Alice Harikalar Diyarında'nın yazarıdır. Onun böyle bir sözü var:

"Bu dünyadaki yerim ne? Ah, büyük muamma işte budur."

Bugün kaybedilen şeylerden biri bence bu.

Hepimizin ne yazık ki büyük oranda kaybettiği bir şey.

Bütün toplum, sadece Türkiye'de değil.

Türkiye'de çok açık bir şekilde çok büyük oranda.

Ama ben size kısa bir hikâye anlatmak istiyorum.

Aslında sizin hikâyeniz bu, hepimizin hikâyesi.



Evrenin yaklaşık olarak 13,5 milyar yıl önce ya da 13,8 milyar yıl önce başladığını düşünüyoruz.

Bize öyle söylüyor bilim insanları. 4,5 milyar yıl önce de Güneş Sistemi ve Dünya ortaya çıktı. 3,8 milyar yıl önce,
3,8 milyar yıl önce de dünyada ilk yaşam başladı.

80 milyon yıl önce Meksika Körfezi'ne bir göktaşı düştü.

Ve 350 milyon yıl boyunca dünyaya hükmeden dinozorların devrini bitirdi.

Eğer o zamanlar bir uzaylı gelseydi ve dünyaya kim hâkim olacak diye baksaydı, dinozorları bulurdu, onları düşünürdü.
Çünkü en küçüğünden dev boyutlarına kadar, otçulundan etçiline kadar, tamamen dünyanın
imparatorlarıydı dinozorlar.

Ama bu göktaşı Meksika Körfezi'ne çarptı ve canlıların %90'ı kadarını
türlerin, tamamen yok etti.

Memelilerin çağı başladı. 55 milyon yıl önce de ilk primatlar ortaya çıktı.

Beş milyon yıl önce ilk insansı, ardından 1,8 milyon yıl önce
ilk insan ortaya çıktı.

Şurada gördüğünüz Lucy, adı Lucy onun. Canlandırılmış hâli olarak.

200 bin yıl önce de Homo Sapiens.

Descartes'in hani "düşünüyorum,
öyleyse varım"ı uyarladığı, düşündüğünün üstüne düşünebilen insan, you know?

Yani "Homo sapiens sapiens".

Biz sadece "Homo sapiens" diyoruz biliyorsunuz.

200 bin yıl önce çıktı. Bu Arjantin'de Eller Mağarası dediğimiz bir şey.

30 küsur bin yıl önce içinde binlerce el var.

Niye onu yaptılar bilmiyoruz.

Belki insan hani ben de yaşadım demek ister ya.

Belki de ben de buradaydım demek için yaptılar.

Niyesini bilmiyoruz, ama 30 bin yıl önce mağara duvarlarına ellerini bu şekilde
boyayan insanlar vardı.

Ve 70 bin yıl önce insan dediğimiz canlı, kültür dediğimiz yapıları ortaya çıkardı.

10 bin yıl önce de buz devri bitti ve tarım başladı.

Tarım devrimi dediğimiz şey başladı.

O güne kadar ortalama insan ömrü 18 ila 20 yıl kadardı.



İnsan hükmettiği enerji 1 beygir gücü deriz ya standart odur, bunun beşte biri, yani
insanın kas gücü kadar.

Öldükten sonra sizin yaşadığınızın hiçbir kanıtı kalmazdı.

Sizi tanıyanlar öldüğü anda, siz bu dünyaya hiç gelmemiş gibi olurdunuz.

Ve bütün servetiniz yanınızda taşıyabildiğiniz kadardı.

Atalarımız çünkü avcı ve toplayıcıydı.

Ama tarım devrimi ortalama ömrü 30 yıla çıkardı.

Sonra insanın hükmettiği enerji 1 beygir gücüne geldi ortalamada.

Çünkü hayvanlar evcilleştirildi.

Kral, imparator ya da sanatçıysan kimse seni unutmazdı.

Kendi adına anıtlar, tablolar, tabletlerde bir yazılar olurdu.

Servet de arazi, hayvan ve bu çok önemli köle.

Yani siz ve ben. Birilerinin kölesi.

Sanayi devrimi ise ortalama ömrü

1900'de insan hayatının en uzun olduğu döneme, 49 yıla, bakın 49 yıl.

Hani İlyada’da falan yaşlı adam falan deniyor ya,

onlar 30 yaşları civarındalar biliyor musunuz?

Uzun ömürlü, çok yaşamış çünkü.

İnsanın hükmettiği enerji ise yüzlerce beygir gücüne ulaştı.

Sonra servet, ürettiğiniz mal ve kontrol ettiğiniz sermayeye döndü sanayi devrimiyle.

Tren ve otomobil, hareketliliği insanın çağlar boyunca hayal edemediği bir noktaya getirdi.

İnsanı hareketli hâle getirdi buhar gücünün izniyle.

Şimdi içinde bulunduğumuz yerse, yani yeni bilim çağı dediğimiz bilim çağıysa ortalama ömrünü insanın, bilmiyoruz.

Şu anda biz insanın ortalama ömrü nereye gidiyor bu çağda,



İnsan, insan olma vasfının sınırlarına gelmiş vaziyette.

İnsanın hükmettiği enerji trilyonlarca beygir gücüne ulaştı.

Bu ne demek?

Bu şu demek.

Nükleer güç de dâhil olmak üzere, çok büyük bir gücü kontrol altında tutuyoruz.

Ve kendimizi tehdit ediyoruz bu güçle.

Ve bütün servet bugün, üretilen bilgiye ait bir şey.

Bilgi üretmeyenlerin başarılı bir geleceği olması mümkün değil.

Bu yüzden bilgi üreten toplumları hepimiz hayranlıkla izliyoruz ve onların peşinden gidiyoruz.

Neyi kastediyorum?

Bildiğiniz insanın sonu geliyor arkadaşlar.

Çok güzel bir kitap var "Geleceğin Fiziği" diye.

Kaku'nun kitabı.

Asya asıllı Amerikalı kendisi.

Türkiye'ye de iki kez geldi.

Hepiniz lütfen kitabı bulun ve okuyun.

Her sıradan insanın anlayabileceği kadar.

Yani ben anladıysam siz rahatça anlarsınız öyle düşünün.

O kadar basit bir dille gelecek nasıl olacak bunu anlatıyor.

Ve orada şöyle bir şey var.

"Biz" diyor, "doğal yollarla ölen son insanlar olacağız."

Neyi kastediyoruz?

Organ basımının üç boyutlu yazıcıda, organ basımının sınırındayız şu anda.

Birtakım organlar basılıyor ve üretiliyor ve bunlar maksimum on yıl içinde
insanlara nakledilmeye başlanacak.

Mesela Çin'de ilk nakil yapıldı.

Tam olarak bu değil ama şöyle bir şey.

Bir çocuğun omurunda bir sorun var.

Omur çıkarıldı.

Sonra üç boyutlu tarayıcıda tarandı, bilgisayara aktarıldı.

Omurdaki eğrilik bilgisayarda düzeltildi.

Kalçasından alınan jelle üretildi ve çocuğa tekrar takıldı.

Evet, kemik ölü bir doku sonuçta.

Ama ilk insana ilk nakilde üç boyutlu yazıcıdan, o oldu.

Dolayısıyla çok insanın insan olma vasfını sorguladığımız bir yerdeyiz.



Ve sonunda tüm işlevleri yerine getiren bir organ üretildi.

İskoçya'da çalışan araştırmacılar laboratuvarda büyüttükleri hücreleri
tamamen fonksiyonel bir organa dönüştürüp canlı bir hayvana nakletmeyi başardı.

Edinburgh Üniversitesi Yenileyici Tıp Merkezi'ndeki araştırmacılar
bu tekniğin ileride insanlar için de kullanılacağını düşünüyor.

Emin Çapa: Buna ne deniyor?

Buna biofabrikasyon deniyor.

Bu sözcük İngilizce sözlüğe geçen yıl girdi.

Üç boyutlu yazıcıda sizin kök hücrelerinizi alıyoruz ve çoğaltıyoruz.

Kök hücre bilmiyorum biliyor musunuz?

Göz hücreniz göz hücresi, işte cilt hücreniz cilt hücresi, beyin hücreniz, karaciğer hücreniz,
tamamen organ.

Ama kök hücre bunların hepsine dönüştürülebilen bir hücre.

Ve ilk kez 2014 yılının Kasım ayının 3. Haftasında, bir Türk bilim insanın başında olduğu,

Harvard Tıp Fakültesi'nden bir ekip İskoçya'daki bu laboratuvarda üç boyutlu yazıcıda
kök hücreyi çoğalttılar.

Kök hücreyi çoğalttılar arkadaşlar üç boyutlu yazıcıda.

Bu yüzden insanın insan olma vasfının değiştiği dememin nedeni bu.

Çok önemli, çok kritik bir insan eşiğinin aşıldığı bir yerdeyiz.

İkinci bir şey daha oluyor.



İnsanın mahremiyetinin sonuna geliyoruz.

Bu salondaki hiç kimse yanındaki kimseyi tam olarak, yüzde yüz bir şekilde tanıyamaz
ve bilemez.

Hepimizin bir takım zihninin arkasında düşünceleri var, söylemedikleri var, gizli bir hayatı var.

Ama insanın bu mahremiyetini elinden alabilecek bir sınırdayız.

O da insan düşüncesini, sizin düşüncenizi, sizin hayal ettiğiniz bir şeyi, bilgisayarda başkalarına
izlettirebilme imkânınız ya da belki zorla izleme imkânının eşiğindeyiz.

Benim için bu da çok kritik önemde bir şey.



İsviçrelilere yakışacak bir yalınlıkla insan beyni projesi olarak adlandırılan bu çalışmayla,
insan beyninin ilk eksiksiz bilgisayar simülasyonu yaratılacak.

Hedef 10 yıl içinde beynin biyolojisine dair her şeyi modellemek.

Mühendisler, veri kuramcıları, sinir bilimciler, biyologlar, evrim uzmanları gibi birçok alandan uzman, bu disiplinler arası projede çalışıyor.

Amerika Birleşik Devletleri ise bir başka dev proje başlattı.

"Beyin Girişimi" denen bu projeyle ilk kez insanın tüm beyin etkinliklerinin ayrıntılı haritası çıkarılacak.

Böylece bir anının oluşma anı görüntülenecek ve bu anı da daha sonra bilgisayarda izlenebilecek.

Çalışmanın bir diğer amacı ise beynin davranış bozukluğuna neden olan yanlarını bulup bunları düzeltebilmek.

Penn Eyalet Üniversitesi'nin başını çektiği ve sekiz kurumun rol aldığı
bir başka proje ise, beynin görsel korteksini bilgisayarda canlandırmayı hedefliyor.

Beş yıl içinde insan beyninin gördüğü ya da hayal ettiği görüntüleri bilgisayara aktarmayı umuyor
bilim insanları.


İşte bu da olayın, bilimin iki taraflı yanı.

Bir yanda çok büyük bir tehlike, bir yanda çok özel bir şey var.

Ve bu, insan ömrünü uzatan o organ nakliyle birlikte geleceğin en önemli
şekillendiricilerinden biri olacak.

Şu anda dünyada iki büyük dalga var. Bir tanesi benim asıl işime dair,
ekonomi tarafına dair.

O dalga son beş yüzyıla egemen olan batılı güçlerin ekonomik üstünlüklerini dünyaya,
dünya haritasını şekillendirme güçlerini, onların elinden alan ekonomik güç dalgası.

Gücün önemli bir kısmı Atlantik'ten Pasifik'e kayıyor.

Yani yukarıda Amerika, Kanada, aşağıda Brezilya, Arjantin,
Şili'nin olduğu.

Öbür tarafta da yukarıda, belki biraz Rusya, ama Kore, Japonya, Çin.

Aşağısında Singapur, Hong Kong, Endonezya, Malezya,
Avustralya'nın olduğu Pasifik'e kayıyor güç.

Ama asıl şekillendirici olan bu bilimsel patlama.

Neden bu kadar çok bilim patlaması yaşanıyor diye bir kendinize sorun.

Şu anda bilimde gerçek bir patlama yaşanıyor.

Ve bu bilimsel patlamanın dışında kalan herkes ama herkes, her toplum, sanayi devrimini
ve matbaayı kaçıranlar gibi, çağın çok ötesine düşecekler.

Ben sadece bu kaygı ve bu korkuyla ekonominin yanında bilim programı yapıyorum.

İnsanlar dalga geçiyorlar. Sen ne anlarsın bilmem ne.

Birisi yapsın. Biri bunu yapmalı.

Çünkü bu ülke eğer bilim ve aklın bu kadar dışında kalmaya devam ederse bundan 20 yıl sonra, 30 yıl sonra çok daha kötü bir yerde olacak.

Neden böyle diyorum?

Bir şeyden.

İnsanoğlunun bir sorunu var.

Evrenin bize ait olduğunu düşünüyoruz.

Bütün noktaları birleştiriyoruz ve evrenin merkezi neresi biliyor musunuz?

Tam benim durduğum yer.

Niye?

Çünkü ben buradayım. Değil mi?

Ben burada olduğuma göre evrenin merkezi burası.

Çünkü evrendeki en önemli canlı, en önemli varlık benim.

İnsanoğlu böyle düşünüyor.

Ama öyle değil.



Uzayda hava olmadığı için herkes ses de olmayacağını düşünür.

Çünkü sesin iletilebilmesi için havaya ihtiyaç vardır.

Ancak aslında tam da öyle değil.

Kulağımız sesleri duymasa da aletlerimiz sesleri kaydedebilir.

İşte NASA tam da böyle yapıyor.

Uyduların özel dizayn edilmiş aletleriyle gezegenlerin sesleri kayıt ediliyor.

Bu duyduğunuz Satürn'ün halkalarının sesi.

Bu güneş sisteminin en büyük gezegeni Jüpiter'in sesi.

İşte üzerinde yaşadığımız dünyamızın uzaydan duyulan sesi.

Ya da şiirsel deyişiyle evimiz dünyanın uzaya haykırdığı şarkısı.


Sanki canlıymış ve insan gibi konuşmuyormuş ama konuşuyormuş gibi değil mi?

Çünkü dünya aynı zamanda çok büyük bir sıvı kütlesine sahip.

O, bu sesi çıkartıyor.

Evrene baktığınız zaman biz üstün insanlar ve keşfedilmeyi bekleyen zavallı şeyler... gibi düşünebilirsiniz.

Ama öyle değil.

Neden?

Çünkü kendimize sormamız gereken şey bu.

Ben kimim?

Biz kimiz?


Ve evrenin içerisinde neyiz acaba?

Bu soruyu sormadığımız zaman insanlığımızı kaybediyoruz.

Neden?

Bu demin gördüğünüz şey.

Bu Voyager 1.

Bir kahraman.

Bütün bugünkü uzay çalışmalarının şekillendiricisi.

Bu Voyager 1 çok enteresan.

Benim hayatımda da özel bir yeri var.

5 Eylül 1977'de fırlatıldı.

Güneş sisteminin dışına çıkan ilk insan yapısı araç.

Güneş sisteminin dışına çıktı.

Bu Jüpiter'in yanından geçerken gönderdiği fotoğraf.

Hayatınızda bu kadar güzel bir görüntü gördünüz mü bilmiyorum.

Bu kadar güzel bir tabloyu hiçbir insan yapmadı.

O yukarıda gördüğünüz kızıl leke,

600 yıldır devam eden bir fırtına.

Hiç kenarlarına değmeden içinden geçebileceği kadar dünyanın büyük bir fırtına o.

Ama onu meşhur eden bu değil. Yıldızlar arası boşluğa çıktığında
bize bir şey gönderdi.

İlk kez güneşin bozmadığı yıldızların sesini gönderdi.

İnsan evladı artık yıldızların sesinin nasıl olduğunu biliyor.




14 Şubat 1990'da insanoğluna bir ayna tuttu.

Kim olduğunu, haddini bildiren bir ayna.

Dünyanın 6 milyar 86 milyon 176 bin 360 kilometre uzaktan fotoğrafını gönderdi.

Düşünürler o fotoğraf için "tabu yıkıcı" dediler.

Bilim insanları "zihin açıcı" dediler.

Ve Carl Sagan kısacık bir video yaptı.

Ve "Soluk Mavi Nokta" diye.

Bize o aynayı gösterdi.

O fotoğraf bu.

Satürn'ün halkalarından siz, biz,

"mühim insanların" yaşadığı dünyanın fotoğrafı.

Şurada gördüğünüz o toz  zerresinin içindesiniz.

Bir hiçin içindesiniz aslında.

Bütün evren sizin çevrenizde dönüyor.

Bütün evren benim çevremde dönüyor.

Bu kadar önemliyim.

Ama evren açısından ben değil.

Yaşadığın dünya bile bir toz zerresi.


Ve onun sonunda ben size birkaç cümle etmek istiyorum.

Buradaki en önemli cümle ne biliyor musunuz?

Yardım için ipucu, bizi kendimizden kurtarmak için yardım ipucu, başka hiçbir yerden gelmeyecek.

Sağınıza ya da solunuza bakın.

Şikâyet ettiğiniz sevgilinizi, karınızı, kocanızı, annenizi, babanızı, işinizi, ülkenizi, dünyayı düşünün.

Yardım için ipucu başka hiçbir yerden gelmeyecek.

Sadece sizden gelebilir.

Kurtarmak için.

Bu çok önemli bir soru.

Ve son olarak gene aynı yere dönmek istiyorum.

Bir gün insan kendine bunu sorar.

Herkes kendine sorar.



İnsan nedir?

İnsan sadece bir suret midir?

"Sadece şu şekilde olduğum için mi insanım ben?" diye kendimize sorarız.

Hayır değil.

İnsan akıl ve vicdanın bir karması.

Sadece akıl bizi robot yapar.

Sadece vicdan da saftirik yapar.

İkisinin birleşmesi lazım.

Bugünün önemli sorunu akıl yolunda, belki bizim ülkemiz değil ama dünya hızla koşuyor.

Ama vicdan tarafında büyük bir kayıp var.

Hayatınız sadece size mi aittir?

Annenizin, babanızın, doğmamış çocuğunuzun, eski sevgilinizin, sokaktaki aç kedilerin,
susuz köpeklerin, uçan kuşların.

Siz iyi bir hayat yaşayın diye ısıttığınız dünya yüzünden yaşam alanlarını kaybeden kutup ayılarının
sizin hayatınız benim hayatım üzerinde hiç mi hakkı yoktur?

Eğer yoktur diyorsanız, onlara karşı bir sorumluluğum yoktur diyorsanız, o zaman tamam.

Ama vardır diyorsanız bir gün siz de benim gibi, ben hemen her gün kendime
bunu sorarım, bir gün insanoğlu diz çöker ve şöyle der,

"Bu dünyadaki yerim ne?"

"Ben ne yapıyorum ya?"


"Ben kimim?"


"Ben sadece para kazanmak için çalışan biri miyim?"

Lüks markalar giymek için, ev, araba, yazlıklar almak için mi bu dünyadayım derseniz ve eğer yanıt sadece buysa, ister süperstar olun, ister dünyanın en güçlü adamı olun, bir gün hayatınız biter ve bu soruyla baş başa kalır ve belki de bence pişman olursunuz.

Ben o yüzden size bugün sadece insanın akıl, sadece akıl olmadığını bir hatırlatmak istedim.

Çünkü hem Türkiye'de hem dünyada bu vicdanın kaybı, bence bugünün en önemli sorunlarından biri.

Teşekkür ederim beni dinlediğiniz için.

Umarım sıkılmadınız.

Sağ olun.

Gazeteci Emin ÇAPA


https://www.youtube.com/watch?v=hFbE4km7uhg



Sevgi ve saygılarımla!





"Haksızlık Karşısında Susan Dilsiz Şeytandır" Hz. Muhammed (A.S.)

22 Ekim 2016 Cumartesi

Altemur KILIÇ






"Küçük Zabit Mektebi"nden mezun,  cevvalliği ve aldığı emirleri yerine getirmekteki başarılarıyla Mustafa Kemal'in dikkatini çeken Kıdemli Başçavuş Süleyman Asaf Emrullah, Atatürk'ün "Kılıç Ali" adıyla hitap ettiği yaveri olarak tanınır.


Dolayısıyla...

Kılıç Ali'nin iki çocuğundan birisi olan ve adını Latife Hanım'ın koyduğu gazeteci yazar Altemur KILIÇ'ı kaybettik.

Küçük bir not; Sayın Altemur KILIÇ'la,  yazdığım bir yazı nedeniyle, kısa bir yazışmamız olmuştu. Dolayısıyla Sayın KILIÇ'ın bu vesileyle okuyucularına karşı gösterdiği saygısını ve nazik hassasiyetini bizzat yaşadım. Atatürk'ün yakın silah arkadaşının çok kıymetli oğlu Altemur KILIÇ'a Yüce Allah'tan rahmet diliyorum... 


Sevgi ve saygılarımla!





"Haksızlık Karşısında Susan Dilsiz Şeytandır" Hz. Muhammed (A.S.)

17 Ekim 2016 Pazartesi

Rambo...




Yeni film gösterime girdi...

Hollywood yapımı filmi evlerinizden izlemek üzere geçin ekranlarınızın başına.

Senaryonun bir parçası IŞİD,

Diğer parçası PKK,

Dolayısıyla "operasyon" bahane,

Olay  bu coğrafyada senaryonun kalıcı olarak hayata geçirilmesidir.

Oyuncular ise Hollywood'un paralı askerleri...

O sebepla Rambo filmleri geldi aklıma.

Zira hani "herkesin cani, katil olabileceği" mesajıyla hazırlanan bu filmlerde oluk oluk  kan akıtıp canice cinayetlerin işlendiği, çoluk çocuğun katledildiği, kadınların bol bol tecavüze uğradığı, kafa kesenlerin ortada cirit attığı ve daha pek çok kirliliklerin kol gezdiği bu filmlerle, Işid türü vahşileri akla getirip empati  kurmamak, elde değil.
Hal böyle olunca...

Kıvama gelen bölgemizin şekillenmesine yönelik olan gerçek bir Hollywood filmi bu sabahtan itibaren gösterimde... 

Geçin televizyonlarınızın başına...

Canlı yayında izleyin "Musul Operasyonu"nu.


Ancak unutulmasın ki,

"Mustafa Kemal ATATÜRK 93 yıl önce Amerikalı gazeteci Marcosson'a -Temmuz 1923, Ankara'da- verdiği röportajda Ortadoğu ve bugüne değiniyor...

Atatürk’ün, Amerikalı gazeteci Marcosson’a verdiği röportajda söylediği sözlerin bir bölümü:

"Bir gün, cihan harbinden sonra Ortadoğu’da kurulan suni devletlerin halkları ayaklanacaktır. O gün geldiğinde, yeni kurduğumuz cumhuriyetimizin yöneticileri, bu halkların değil emperyalist güçlerin yanında yer alırsa aynı akıbete kendileri uğrayacaktır ve Kurtuluş Savaşı’nda yedi düvele haddini bildiren Türk halkı onların da hakkından gelecektir…"


Dolayısıyla...

Hollywood senaryolu filmin sonuna "The End" yazısını yazmak da,

Biz Türklere düşecek!


Sevgi ve saygılarımla!






"Haksızlık Karşısında Susan Dilsiz Şeytandır" Hz. Muhammed (A.S.)

13 Ekim 2016 Perşembe

"Bugünkülere Ders Olsun, Ders!"



Kurtuluş Savaşı’na ilişkin Kadir Mısıroğlu, "Keşke Yunan galip gelseydi. Ne hilafet yıkılırdı. Ne şeriat yıkılırdı. Ne medreseler lağvedilirdi. Ne hocalar asılırdı. Hiç biri olmazdı" demiş, iyi mi!

Yazıma önce bugünden "müjde" vererek başlamak istiyorum. Zira şu anda Irak, Suriye, Libya, Afganistan... tam da bu zevatın istediği gibi  Haçlı kuşatması ve işgali altında. Dolayısıyla İslâm  coğrafyasında yaşayan Müslümanlar,  haçlı işgalin altında  "mutlu mesut" yaşıyorlar(!).. 

Asıl konuya gelince,

Bu sözlere muhatap olan vatanımızın işgal yıllarındaki Yunan zulmüne tanıklık etmiş Toprak Dede Hayrettin KARACA'nın ağzından büyük bir hüzünle dökülen sözleriyle yazıma izninizle devam etmek istiyorum. Ki  bu ihanet sözleri sarf edenlere,"ders olsun!"


"Bak şimdi; Ben Bandırma doğumluyum... Yunan yakmış gitmiş... Yunan zalimi Yunan yangını, 1933 yılında İstanbul'a geldim okula. Yunan zalimi, Yunan yangını ile büyüdüm o vakte kadar..

Yunan komutanı ezanı yasaklatmış. Bugünkülere ders olsun, ders! Babamla kardeş çocukları olan Osman amcam  var. Osman Amcam 9 yaşında, Hafız-ı Kuran. Demişler ki bu çocuğu çıkaralım hiç olmazsa... O dönem her şey ezanla konuşulurdu. İşte öğle namazından sonra, akşam ezanı öncesi... Ezan çok önemliydi. Osman amcam ezan okurken Yunanlılar geliyorlar dövüyorlar, öldürüyorlar atıyorlar caddeye

Daha sonra öldü zannedilen Osman amcamı kucaklarına almışlar. Bakmışlar ki kalbi atıyor. Tedaviyle onu kurtarıyorlar. Osman amcam iyileşti ama ölünceye kadar özürlü kaldı..."  Hayrettin KARACA ile söyleşimden, 27 Mart 2013

http://www.tulaygurdal.com/2013/03/toprak-dede-hayrettin-karaca-ile.html

Öte yandan... 

Bu hainliğe  Sultan 2. Abdülhamit’in torunu ve Şehzade Mehmet Burhaneddin Efendi’nin oğlu olan Ertuğrul Osman'dan tokat gibi bir cevapla karşılık versek, acaba utanan olur mu?!..

"Bir şeyi unutmayın. Eğer Mustafa Kemal Paşa olmasaydı hiçbirimiz olmazdık. Yaptığı devrim belki hanedan için kötü oldu ama Türkiye onun sayesinde var. Siz, ben, hepimiz varlığımızı ona borçluyuz.

-Saltanatın kaldırılmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Harp bittikten ve Türk imparatorluğu ortadan kalktıktan sonra bir manası kalmadı. Memleketi kurtarmanın şekli, cumhuriyet kurmaktı.

-İngiltere ve İspanya’da krallıklar hâlâ sürüyor ama…


Onlar birer lüks. Bizde olmaz. Lüzumsuz bir şey. Ben bir şey anlamam. Bir kral koyuyorsunuz. Müthiş bir masraf. Ağzını açamıyor, bir şey söyleyemiyor. İdare etmiyor. Bir sembol. Bu memleketin sembole ihtiyacı yok." millibirlikhaber.com, 22 Eylül 2013

Ve yine, "Atatürk’ün ruhu için Anıtkabir’de Fatiha okudum" diyen Şehzade Orhan Osmanoğlu, şöyle diyor:

"Kimse kendine puslu havada av aramasın. Ben bugün çıkıp Mustafa Kemal’e laf söyleyen insanı cahil olarak görürüm. Bu vatana gelebilmemizi, sağ kalmamızı ona borçluyuz." 4 Ekim 2009, Vatan

Dolayısıyla...

"Allah, ancak din konusunda sizinle savaşanları, sizi yurtlarınızdan sürüp-çıkaranları ve sürülüp-çıkarılmanız için arka çıkanları dost edinmenizden sakındırır. Kim onları dost edinirse, artık onlar zalimlerin ta kendileridir." Mümtehine Sûresi, 9. Ayet

Atatürk'ü sevmeyebilirsiniz! Ayrıca sevmek zorunda da değilsiniz!.. 

Ancak bu nefreti ve kini "Keşke Yunan galip gelseydi." noktasına kadar getirip, sırf intikam için yurdunu işgal eden haçlı düşmanı, kendi halkından daha üstün görüyor ve bu zillete alkış tutabiliyorsan,  buna hainlikten başka bir şey denilemez!

Yazıklar olsun... 

Sevgi ve saygılarımla!





"Haksızlık Karşısında Susan Dilsiz Şeytandır" Hz. Muhammed (A.S.)