Diyarbakır etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Diyarbakır etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
4 Mayıs 2016 Çarşamba
Halk İsterse...
"Halk isterse birden fazla parlamento kurar"
Evet halk isterse ...
O halk istedi "Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir!" diyerek TBMM'ni kurdu, bu bir!
"Türkiye Cumhuriyetini kuran Türkiye halkına Türk milleti denir" tanımlamasıyla etnik köken ve mezhepsel ayrımcılığa "hayır" dedi, bu iki!
Dolayısıyla..
Senin arkana aldığın, masum vatandaşlarımız olan halk değil, dünün "SEVR"cileri olan emperyalist güçlerin ta kendisidir, bu üç!
O vakit hani "halk" diyorsun ya...
Bak o masum halk ekmeğinin peşinde. Yoksa sizin gibi devletini yıkmak, milletini parçalamak peşinde hiç değil...
Zira hani senin partinden olan ve dünün milletvekili bugün Diyarbakır Belediye Başkanı Gültan Kışanak var ya... Hani hatırlatayım, daha çiçeği burnunda başkanlık koltuğuna oturur oturmaz çocukları dağa kaçırılan masum anaların saçlarından sürükleterek, yaptıkları eylemlere son verdirmeye çalışan...
İşte şimdi de aynı Gültan KIŞANAK, halkın elinden merasını yani ekmeğini almaya çalışıyor...
Ve o masum vatandaşlarımız nasıl feryat ediyor:
"En baştan beri sahte imzalarla bizi aldatmışlardır. İlk olarak 200 dönün arazi dediler şimdi ise 2000 dönümü geçmiş durumda inşaat alanı hatta bu bile yetmiyor"
Demek ki ne yapılmış?
"Sahte imzalarla" aldatılmışlar!
Dahası,
"Biz bu çöpü istemiyoruz, bize yazıktır, günahtır biz 1500 kişilik bir köyüz burada yaşıyoruz. Yaklaşık 15 bin hayvanımız bulunmaktadır, bizleri kandırdılar, bize sadece küçük bir alan tesisi yapacağız dediler. Ama şimdi tüm toprağımızı elimizden almaya çalışıyorlar. Biz bunu istemiyoruz. Ya bizi öldürecekler ya da biz izin vermeyeceğiz. Bu belediye bizi yaktı. Küçük bir alan değil gördüğünüz gibi büyük bir alanı işgal ettiler. Biz hayvancılıkla uğraşıyoruz, başka bir geçim kaynağımız yok. Komşu köyler bizleri istemiyorlar. Çünkü hayvanlarımız onların otlak alanlarına gidiyor diye onlarda haklı bir durumda. Biz burada bunu istemiyoruz izin vermeyeceğiz." 24 Mart 2016, diyarbakır.söz.com
Diyeceğim o ki...
Selo Bey bırak "yeni parlemento" filan kurmayı da, Türkiye Cumhuriyeti Devletine salladığın o parmağı, masum halkın ekmeğine göz dikenlere salla!!!
Zira ne diyor o halk:
"Bize yazıktır, günahtır biz 1500 kişilik bir köyüz burada yaşıyoruz."
Emperyalistlerin yanında durmayı bırak,
Kendi halkını dinle ve duy, bu da dört!!!
Sevgi ve saygılarımla!
"Haksızlık Karşısında Susan Dilsiz Şeytandır" Hz. Muhammed (A.S.)
Etiketler:
Arıtma Tesisi,
Diyarbakır,
Diyarbakır Çınar Sevindik Köyü,
halk isterse
18 Kasım 2015 Çarşamba
Hanım AĞA Leylâ ZANA
Leylâ ZANA
Çocukken hastalanıp hastaneye yatırıldığında, yakınlarından birisi babasına, "Yahu kız değil mi? Hastalığına niye üzülüyorsun, bırak ölecekse ölsün" demiş..
Ve henüz 14 yaşında iken kendisinden 21 yaş büyük toprak ağası oğluyla evlenerek, 15 yaşında ilk çocuğunu doğurmuş..
Dolayısıyla...
Leylâ ZANA Silvan'dan bir bölge gerçeği olan, toprak ağalığı ve feodalizm gerçeğini ne yazık ki bir kenara bırakıyor...
Ve Leylâ ZANA "ağalık"la mücadele edeceğine ve de küçük yaşta kocaman kocaman adamlara kuma olarak evlendirilen (ki bunların hiçbirisi çocuk yaşta evlenen kendisi gibi -ağa çocuğuyla evlenerek milletvekili olacak kadar- şanslı olmayan çocuklardır.) çocukların sorunlarını dile getirmek yerine, Türkiye Cumhuriyeti devletine dil uzatmayı marifet sayarak; güya, "insan hakları" söylemini kullanıp kürtçülük (ırkçılık) yapmayı "demokrasi" olarak görmeye devam ediyor...
Hani.. "kadın hakları" diye bas bas bağırırken, öte yanda PKK'nın kaçırdığı çocukların gözü yaşlı analarını Diyarbakır'da, zabıtalarca saçlarından sürükleterek belediyeden dışarı attıran da, yine kendi partisinin belediye başkanı, iyi mi!..
Dahası...
Batıda yaşayan Kürt kökenli vatandaşlar,
Kürt kökenli Fransız'ım,
Kürt kökenli İngiliz'im,
Kürt kökenli Kanadalıyım,
Kürt kökenli Alman'ım,
Kürt kökenli İtalyanım,
Kürt kökenli İspanyolum... diyor da,sıra Türkiye Cumhuriyeti Devletine gelince,
"Türk'üm" demekten niyeyse gocunuyor!
Oralar da ulus devlet.. Ama kimse sizin gibi çıkıp da devletine dil uzatıp, parmak sallamıyor.. Uzatan olursa da, yasalar karşısına çıkıyor..
Dolayısıyla o ülkelerin bir anayasası var...
Ve o anayasanın kurallarına göre yaşayanlar sıra Türkiye Cumhuriyeti Devletine gelince niye çığırtkanlık yaparlar, doğrusu üzerinde iyi düşünmek gerekiyor.
Ayrıca o ülkelerde kurallara uyulmadığı zaman insanlar yasal olarak cezalandırılıyor, bu durumda kimsenin gıkı çıkmazken... Söz konusu Türkiye olunca, Allah muhafaza... "tu kaka"...
O halde...
"Türk'üm" diyenle senin aranda ne fark var?
Neyin eksik, neyinden geri kaldın?!
Mağdurum da mağdurum diyorsun...
Allah aşkına...
Bu ne bitmez "mağduriyet"miş...
"Mağdurum" diye diye ülkeyi perişan, bütün vatandaşları mağdur ettiniz be!..
Bugün senin savunduğun eli kanlı silahlı tedhişçiler, Güneydoğu Anadolu bölgesini savaş alanına çevirdiler... Hastaneler, okullar, yollar bombalar altında tarumar edildi...
Bunun neresi "demokrasi"?!
Bağımsız bir ulusun Milli Marşı için "ırkçılık" yapıyor diyorsunuz, kendinize bir marş yazmışsınız.. mazaallah ırkçılığın kitabı..
"Hey düşman, Kürt ulusu dili ile yaşamakta
hiçbir zaman düşmanlar tarafından yenilemez"
"Düşman" diye tanımladığınız bu vatanın özbeöz has evlatları...
Binlerce yıl aynı toprak üzerinde birlikte yaşamış, birlikte aynı kaderi paylaşmış.... insanlar arasında birbirlerine karşı kin, nefret tohumu ekmekten başka bir amaç taşımıyor..
O halde bunun neresi "halkların kardeşliği" diye sormazlar mı, adama?
Bu olsa olsa..
Emperyalist haçlı güçlerle işbirliği içerisinde,
Kardeşliğin düşmanlığa dönüştürülmesidir!!!
Sevgi ve saygılarımla!
NOT:
ANAYASA'nın Türk vatandaşlığıyla ilgili 66. maddesi:
"Türk Devleti'ne vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türk'tür. Türk babanın veya Türk ananın çocuğu Türk'tür. Vatandaşlık, kanunun gösterdiği şartlarda kazanılır ve ancak kanunda belirtilen hallerde kaybedilir. Hiçbir Türk, vatana bağlılıkla bağdaşmayan bir eylemde bulunmadıkça vatandaşlıktan çıkartılamaz..."
1924 Anayasası'nın 88. madde, 1961 Anayasası'nda 54. madde olarak karşımıza çıkan, ulus devlet ilkesinin temel unsurlarından birisidir. Bu madde, Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin kurucularının ülke ve ulus bütünlüğünü sağlamak üzere yazıldığı gerçeği ile bugüne kadar özünü korumuştur.
Dolayısıyla, bu maddede "kan bağı" demiyor!
Ya ne deniliyor? "Vatandaşlık bağı" diyor!
NOKTA!
"Haksızlık Karşısında Susan Dilsiz Şeytandır" Hz. Muhammed (A.S.)
Etiketler:
ANAYASA,
Anayasa'nın 66. Maddesi,
Diyarbakır,
FEODAL SİSTEM,
kuma,
Leyla ZANA,
mağduriyet,
Silvan,
toprak ağalığı
22 Ekim 2015 Perşembe
Bunları Yapanlar "Terörist Değil"miş!
Okullar yakıldı, bayraklar indirildi, doktor öldürüldü, ambulanslar taşlandı, öğretmenler kaçırıldı, çocuklar öldürüldü, hastaneler kullanılamaz hale geldi, halkın kullandığı ortak alanlar, binalar, yollar yakıldı, yıkıldı, talan edildi.
Bombalar patlatıldı, hendekler kazıldı, mayınlar döşendi, güvenlik güçlerimiz, askerlerimiz alçakça arkadan kalleş tuzaklarla şehit edilirken,
Güneydoğu Anadolu bölgemiz savaş alanına döndü.
Hal böyleyken... tüm bunları yapan eli kanlı canilere, "terörist" diyemeyenler, emperyalizmin ağında hiç aksamadan tıkır tıkır işleyen bir mekanizmanın dişlileri arasına düşmüş ufacık bir yonga parçası kadar önemsiz bir kukla olduklarını hissedemeyecek kadar gaflet, dalalet ve hatta hıyanet içerisinde, "mağdurum da mağdurum" rollerindeler, iyi mi!
Dolayısıyla Batılı Haçlı güçlerce bölgemiz coğrafyasının ocağını söndürdükleri, yerle bir ettikleri açıkça görülen, ama ortadan kaldırılan bölge halklarının yaşamının yerine bambaşka bir kukla düzeninin kurulma çabaları ne kadar başarılı olacak derseniz,
"Diyarbakır’ın Bağlar İlçesi Fatih Ortaokulu’nun bahçesindeki gönderde asılı bulunan Türk Bayrağı, 15 Ekim’de top oynayan bir grup çocuk tarafından indirildi. Okul bahçesinde oynayan 10-13 yaşları arasındaki 4 çocuk ise yere atılan bayrağı aldı ve yerine astı. Bayrağı yerine asan çocuk, arkadaşlarından alkış aldı. Yaşananları okulun güvenlik kamerası saniye saniye kaydetti." 20 Ekim 2015
Dolayısıyla...
Başaramayacaksınız!!!
Sevgi ve saygılarımla!
"Haksızlık Karşısında Susan Dilsiz Şeytandır" Hz. Muhammed (A.S.)
4 Haziran 2014 Çarşamba
Eş Başkan'a İthaf Olunur!
"BDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş,"Bizim görüştüğümüz hiçbir aile 'çocuğumuz kaçırıldı' demedi. Orada oturan bazı aileler istihbarat tarafından kendilerine verilen ücret karşılığında o eylemi yapıyorlar. Çocukların da dağa gittiği yok" dedi." 3 Haziran 2014
"PKK'nın kaçırdığı oğlu için 3 ineğini sattı
5 çocuk annesi Lütfiye Bozoğlu, 2 ay önce kandırılarak dağa götürülen oğluna kavuşmak için 3 ineğini satarak Diyarbakır'a geldi.
Oğlundan 2 aydır haber alamadığını ifade eden Bozoğlu, "Diyarbakır'a oğluma kavuşmak için geldim. Çobanlıkla geçimimizi sağlıyorduk. Durumumuz iyi değildi. Ama oğlum bize çok düşkündü. En büyük umudumuz Sedat idi. Bana, 'Anne ben okuyacağım, sizi saraylarda yaşatacağım. Sen ağlama anne, seni bu çileden kurtaracağım' diyordu" diye konuştu." 3 Haziran 2014, Haber 7
Selahattin DEMİRTAŞ'a ithaf olunur!
Sevgi ve saygılarımla!
Eş Başkana...
AĞLARSA ANAM AĞLAR GERİSİ YALAN AĞLAR
"Haksızlık Karşısında Susan Dilsiz Şeytandır" Hz. Muhammed (A.S.)
Etiketler:
Dağa kaçırılan çocuklar,
Diyarbakır,
Lütfiye Bozoğlu,
Selahattin DEMİRTAŞ,
Üç Hürel
26 Mayıs 2014 Pazartesi
Diyarbakır Olmuş DiyarBETON
Dedim ya, Diyarbakır'a geziye gittik... Bu harika ilimizi ve gezimizi keyifle taçlandıran bir akşam yemeği sefamız oldu. Hani... türkülere, hikayelere, şiirlere, kitaplara konu edilen ve Dicle Nehri kenarında yer alan Kırklar Dağı. Bu dağ aynı zamanda buranın seyir tepesi olarak anılmaktadır. Zamanında kırk evliyanın dağdaki mağaralarından birine girip bir daha çıkmadıkları rivayet edildiği için dağa "Kırklar" adının verildiği söyleniyor.
"Eyvan" gecesi, sıra gecesinin Diyarbakır usulü olanı. Eyvan "avlu" demek. Eskiden konu komşu, mahallede bir evin "avlusunda" toplanır, eğlenirlermiş.
Hal böyle olunca, hazır Diyarbakır'dayız biz de bu geceyi tarihi Erdebil Köşkü'nde yaşadık. Doğası, havası inanılmaz güzel... Tabii içindeki dostlar da güzel olunca bizim de mutluluğumuz katmerlendi..
Her şey güzel güzel olmasına da, karşımızda insanı derinden sarsan ve o canım güzelliği yok eden, Diyarbakır'ın tam kalbine saplanmış bir hançer gibi ucube binaların inşaasına başlanmış, Kırklar Dağı'nın imara açıldığını gördük. O muhteşem güzelliği yok edecek bu binalara imar izni "nasıl verilir?" diye insan sormadan edemiyor doğrusu... Vallahi inanılır gibi değil! Aynı duygular herkesin yüreğini yakıyor. Ki bu durum, Diyarbakır halkını da gerçekten mutsuz ettiği söylendi..
Anlaşılan o ki, Diyarbakır Belediye Başkanı asıl ilgilenmesi gereken bu önemli sorunları unutmuş...
Yazık ki bu durum hem Diyarbakır'a, hem Diyarbakırlılara, hem de Diyarbakır'ın tarihine ve kültürüne bir ihanet olarak kalacaktır! Dolayısıyla korunması gereken tarihi bir mirasımız daha yok edilmenin eşiğinde...
Tarihten gelen halkın mirası, halka bile sorulmadan talan ediliyor...
Sevgi ve saygılarımla!
"Haksızlık Karşısında Susan Dilsiz Şeytandır" Hz. Muhammed (A.S.)
22 Mayıs 2014 Perşembe
Hani Temizlik İmandandı?
Haftasonu eşimin "Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi" buluşması münasebetiyle Diyarbakır'daydık... Harika bir gezi oldu. Gezi kapsamında Mardin, Midyat, Hasankeyf de vardı.
Müthiş güzelliklere ve zenginliklere sahip bu bölgeye yakışmayan bir kaç nokta üzerinde durmak istiyorum:
"Neredeyse tamamen yıkılmış olduğu için, günümüzde Dicle'nin iki yakasını bağlayamayan ama, buna karsın güzelliğini yitirmeyen simgeleşmiş Roma Köprüsü ile de görülmeye değer," aynı zamanda "dünya mirası kapsamında" da olan tarihi miraslarımızdan birisidir Hasankeyf.
Mardin'in 5 km. kadar dışında bulunan çok eski bir Süryani manastırı olan Deyrulzafaran Manastırı terasından doğa harikası bir Mezopotamya ovası manzarası ile avlusunda gerçekten huzurla oturabileceğiniz, muhteşem bir yer... kapıdan içeri girdiğiniz anda o bölgeden başka bir coğrafyaya çıkıyor gibisiniz... Zira bölgenin sıcak havasına rağmen üfül üfül esen bir yerde...
Oradan ayrıldıktan sonra Hasankeyf'e geldik. Kaleye çıkmak yasak. Dolayısıyla aşağıda bulunan camiinin bulunduğu mekana hep birlikte girdik.
Ne yazık ki büyük bir hayal kırıklığıyla birlikte ezilen ve isyan eden ruhumu tarifsiz bir sızı kapladı...
"İnsana huzur verecek şeyler yok bizim camiimizin bulunduğu alanda. Ne bir temizlik, ne bir intizam ne de çevre düzeni...
Bakımsızlık diz boyu...
Nerede otursam diye düşünmekten üzerime korku bastı. Sonra biraz önce ziyaret ettiğim manastırı düşündüm. İkisi arasında yaptığım mukayeseyle birlikte gördüğüm manzara korkunç bir uçurum çıkardı karşıma. İkisi de ibadet yeri... Üstelik ikisi de aynı coğrafyada neredeyse bitişik sayılacak kadar birbirine yakın topraklar üzerinde.. Zira birisi "cennet" gibi çiçeklerle bezenmiş, bir diğeri yemyeşil bir ağacın gölgesinde inşa edilmesine karşın zerre kadar, insanda huzur bırakmayan bir tablo vardı. Yani gördüğüm şu ki; her yer çöp, havada da, inanılmaz keskin tuvalet kokusu vardı. Kötü kokularda, sinekler sıcakla boğuşur gibiydi... Camiinin karşısı tuvalet ve abdest alma yeri.. buralar çırılçıplak ortada.. Diğer tarafta manastırda ise tuvaletler öyle uluorta yerde değil.. Camiinin kapısı düzensiz şekilde ayakkabılarla dolu, sinekler vızır vızır.. Camiinin içerisindeki, uzaktan görebildiğim kadarıyla, dikkatimi ilk çeken, tavandaki inanılmaz örümcek ağları ve kirliliği oldu..
Pes vallahi, pes!!!
Allah aşkına.. "temizlik imandan gelir" diyoruz ama, camiinin durumu ortada.. Üstelik turistik ve dünyaca tanınmış bölgenin bir camiisi bu... Ruhum daraldı. Kendi kendime söylendim öfkeyle... Zira hiç olmadık yerlere teee, dışarılardan lale filan getirtilip oraya buraya dokusu uysun uymasın ekenler, yine dokusu coğrafyasına uyar mı uymaz mı hiç düşünülmeden -yurt dışından- "görgüsüzce" ağaçlar getirtilerek dikmeye kalkanlar, nedense söz konusu camii olunca bunların hiçbirisini aklına dahi getirmemiş. Öte yandan bu içler acısı manzara İslam dinini "aşağılatmaktan" öteye geçemeyecek kadar "zavallı" hale düşürüyor...
Bu duruma sebebiyet olarak düşündüğüm acı gerçek; acaba "sahipsiz" bırakılmaktan mıdır? Zira aynı topraklarda iki ayrı ibadet yeri. E, o zaman niye aralarında uçurum var?
Bu işlerin, sadece halkın koruması ya da ne bileyim yöre halkının anlayışına teslim edilemeyecek kadar önemli olduğu ortada değil mi? İnsan camiiye girdiği zaman oradan çıkmak istememeli! Burada ise, bir an önce o mekandan ne yazık ki çıkma hissine kapılıyor insan..
Üzülerek ifade edeceğim ama, ben, manastırın güzelliğine büyülenirken ne yazık ki kendi ibadethanemin bulunduğu mekandan çıkmak için sabırsızlandım!!!
O vakit..
Bu durumda insanı görüntü itibariyle cezbeden hangisi olacaktır?
İslam coğrafyasında İslam dinini yaşayan insanların, sahip olduğu kendi topraklarında ibadetini yaptığı mekanlarının bu kadar ucuz ve kalitesizliği barındırması, bizlere reva mı?
En özel, en kutsal yerlerimizi alt yapısı hazırlanmadan, iyi düşünülmeden alelade bir şekilde dünyaya açmak, bölgenin örnek gösterildiği Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ne yakışıyor mu?
Milletler tarihleri ve kültürleriyle varlıklarını sürdürürler... İslâm dini ve İslam anlayışını yerle bir etmeye maruz bırakacak bu yaklaşımlar gerek ülkemize, gerek inancımıza gerekse köklü tarihimize ve geçmişimize büyük bir ihanettir!!!
Ki o sebeple olsa gerek, camiinin sözde avlusuna girdiğim andan itibaren ruhum acı ve sıkıntıya büründü. Dahası kendimi inanılmaz aşağılanmış hissettiğimden olsa gerek, rehber arkadaşın bir kaç adım ileride, tarihi mekanın anlatımlarını bile dinlemeyi reddettim!
Bu aşağılanmayı kendime ve ülkeme yakıştıramadım.
Orası "yol geçen hanı" filan değil!
Orası sıradan bir yer değil!
Orası "kuş uçmaz, kervan geçmez" misali ıssız bir yer hiç değil!
Manastır örgütlü ve kurumsal bir yapıyla işliyor, dolayısıyla maddi olanağı o sebeple var diyenlere,
Bizim de bırakın halktan toplanan hayır paralarını, koskocaman bir Diyanet'imiz var... Dahalarını saymaya bilmem gerek var mı?
Diyeceğim...
Bu ayıptan öte neredeyse 3. dünya ülkelerini aratmayacak görüntülerin bir an evvel ortadan kaldırılması için Diyanet'in ve Turizm Bakanlık yetkililerinin derhal harekete geçerek orada bulunan camiinin en az yanıbaşındaki manastır kadar temiz, iç açıcı, ferah bir konuma getirecek çalışmaların ivedilikle başlatılması kaçınılmaz olmuştur!!!
İlgili kurum ve sayın yetkililere duyurulur!
Sevgi ve saygılarımla!
"Haksızlık Karşısında Susan Dilsiz Şeytandır" Hz. Muhammed (A.S.)
30 Kasım 2013 Cumartesi
Gözün Aydın Diyarbakır...

"Dersim Araştırmaları Merkezi (DAM), Seyid Rıza ve arkadaşlarının idam edilişinin 75’inci yılında anma etkinliği düzenledi. Anmada konuşan gazetemiz yazarı Can Dündar,
"Ben ne yazık ki Kürtçe bilmiyorum. Az önceki şarkıları anlamadım; ancak o acıyı anlamak için Kürtçe bilmeye, Dersimli olmaya gerek yok. İnsan olmak yeterli o acıyı anlamak için" dedi."17 Kasım 2013, Cumhuriyet
Vallahi beylik laf etmiş Can DÜNDAR... Zira Irak'ta milyonlar öldürülürken, orada yaşanan insanlık dramını ve acıları nedense bu kadar hassas duygularla anlayıp, bu şekilde cümle âleme dile getirmedi...
Neyse...
Can DÜNDAR her zamanki gibi kolları sıvayarak işe girişmiş..
"Diyarbakır Rönesansı" adlı 4 bölümlük bir yazı dizisi yayınlandı.
Okudum...
Aman efendim yazılanlara inanamazsınız... "yeni" bir millet "yaratılma"nın dayanılmaz sevinci ve coşkusu kâh söylemlerle, kâh yorumlarla her satıra ince ince yayılmış...
Mesela;
"Biz klasik değil, Kürdi bir Hamlet yaptık. Bölge kültürüne sadık kaldık. Oyun, kostümlerinden, şarkılarına kadar Kürt coğrafyasında geçiyor gibi yorumlandı"...
Vay be... Meğerse bölge insanımızın tek derdi Hamlet'i "Kürdi" izlemek'miş...
"Rönesans"da bakın daha neler var neler...
"Bir yandan da kendisine ait ilk Kürt opera bestesi üzerinde çalışıyor." imiş.
Demek ki, Güneydoğu Anadolu bölgemizde "Kürt opera" çalışmalarının olmaması önemli bir "problem"miş, bu sayede öğrendik!
"Diyasporadaki Kürtlerden (Avrupa’daki 17 farklı Kürt filmleri festivalinden) çoğunlukla sürgün psikolojisini yansıtan filmler geliyor. Türkiye’den gelenler, ağırlıkla dil ve savaş koşulları motifli... “Belleği diri tutmak” amaçlı, “Dağ sineması”... Irak filmleri ise daha estetik...
En hoşa gitmeyen şey, “Size film yapmaya geldik” havasında bölgeye dizi ya da film çekmeye gelenler... İstanbullu yönetmen ve oyuncuların halkı ve kültürünü tanımadan bölgeyi dekor olarak kullanmaları tepki çekiyor. "Kültürel yağmacılık" sayılıyor."
Gördünüz mü? "kültürel yağmacılık" yapılıyormuş.. Kim tarafından? "İstanbullu yönetmen ve oyuncular"ca. Üstelik de "halkı ve kültürünü tanımadan" işe girişiyorlar'mış..
İyi de o film ve dizileri hazırlayan kimler? Hiç şüpheniz olmasın Batılı emperyalistler... Hem de parasal kaynağı "Avrupa Birliği" tarafından karşılanarak, iyi mi?
Eee, o zaman?..
Irak işgaliyle birlikte her yer tarumar edildi, milyonlar öldü, on binlerce kadın fuhuşa sürüklendi, çoluk çocuk katledildi... Bölgede hal böyleyken söyler misiniz bunun neresi "özgürlük"? Hangi Irak'ın özgürlüğünden bahsediliyor?.. Yıkım ve katliamlar bir yana, Mezopotamya medeniyetini barındıran dünyanın en büyük kütüphanesi yakılarak talan edildi... Bölgenin kültürü yerle bir edilerek "Kültürel yağmacılık"ın daniskası yaşanıyor... Pekii... bunlardan niye bahsedilmiyor? Filmleri niye yapılmaz?
"Hakikat aşktır. Aşk, özgür yaşamdır." diye yazılmış kapı üzerlerine... Can Dündar merak etmesin. Zira "özgür yaşam" şu anda bölge coğrafyamız üzerine çoktan kondu bile.. Maşaallah bölge coğrafyası kan, gözyaşı ile sulanıyor, açlık sefalet ve kölelikle demokrasi yaşanıyor... Ama şimdi bunun adı "Rönesans"mış, pes!!!
Kürtçe tango, yoga, opera, imiş Kürt halkımızın tek eksiği.. Öyle ya, geleneğimiz, adetlerimiz bunlarmış da haberimiz yokmuş!!! Hani ben zannediyordum ki, davullu zurnalı halayımız, sazlı sözlü eğlencelerimiz, ağıtlarla bezenmiş yanık türkülerimiz...
Ama görünen o ki, bunlar şimdi bir kenara itilmiş, malum ezik'lenmeye açılan kapının aralığından içeriye süzülen baş hastalık "aydın"lanmanın aracı, tangolar, baleler, operalar filan olmuş...
Gözün aydın DİYARBAKIR...
"Kıpır kıpır bir coğrafyanın yıpranmış örtüsünün altından yepyeni bir yaşam umudu doğuyor." diyor Can Dündar...
Vallahi Can Dündar'a göre yöre halkının "yepyeni yaşam umudu" bunlar'mış... Sakın yanlış anlaşılmasın, "açlık, yoksulluk, feodal sistemin altında köleleşen kadınlarımızın, insanlarımızın tek sorunu; üretimden uzak, Batılı ve Haçlı kültürünün etkisi altında yaşamak, yemek, içmek'miş, vesselam...
Yani onlar gibi düşün, onlar gibi yaşa...
Yedirmezler efendim, yedirmezler!!!
Ya, ne yaparlar?
Vallahi yaptıkları yapılacakların teminatıdır! Yani kardeşi kardeşe kırdırarak bölge coğrafyasının tüm yeraltı ve yerüstü zenginliklerini ele geçirmenin bir metodu ve aracı olacaktır bundan önceki gibi bundan sonraki gelişmeler...
Yani bu itibarla, "yepyeni" kukla ve itaatkâr bir toplum olmanın önü açılmaya çalışılıyor. Ki bu da sadece ve sadece, "dil" kullanılarak yapılmak isteniyor.. Dahası "zazaca", "kırmançi"... dil'leri de sırada bekliyor. Yani bir sonraki adım "Kürtçe"yi de kendi arasında ona beşe bölüp, her daim kanlı "iç savaş"ı diri tutmak olacak...
Anlayacağımız, Can DÜNDAR'ın kaleme aldığı "Diyarbakır Rönesansı" yazısının altında yatan tek gerçek:
Ortak tarih, ortak kültür, ortak yaşam, ortak inanç, ortak kader ve ortak dil'den adım adım koparılmak istenilen bir milletin, Batılı emperyalist haçlıların yüzyıllık planlarıyla desteklenen hedeflerinin, perdelenerek ortaya atılan yutturmaca yeni adı;
"Yepyeni bir yaşam umudu" olmuş...
Rönesans mı?
İnsanları açlıktan, kölelikten kurtaracak, üretime dönük ekonomik bağımsızlığın kazanılmasıyla başlar asıl rönesans.. Ki bu sayede insanlar özgürce düşünebilen, özgürce iradesini ortaya koyabilecek tercihleri yapabilirler.. Dahası toplumların kendi topraklarının bereketiyle ortaya çıkan öz kültürleri ile sanata dönük çalışmalar sayesinde ufukları açılır ve hayalleri zenginleşir. İşte o zaman sanat, özgür zihinlerle ortaya çıkar! Yoksa başkalarının kültürünü taklit ederek yaşamak, "şebek"likten öteye geçemez. "Batı hayranlığı" da bu sayede ortaya çıkıyor. Yani ezik, köle ruhlu toplumlar!...
Bu vesileyle bizi "aydınlatan" Dündar'a teşekkür mü etsek ne yapsak vallahi bilemiyorum... Zira yazı "aydın-latan", yazar "aydın" olunca bize de; "Diyarbakır gözün-aydın" demek düşüyor...
Vah benim güzel ve yalnız ülkemin kadersiz insanları...
Sevgi ve saygılarımla!
Etiketler:
Avrupa Birliği,
Can DÜNDAR,
Diyarbakır,
Diyarbakır Rönesansı,
itaatkâr,
Kırmançi,
Kültürel yağmacılık,
Opera,
Rönesans,
Zazaca
2 Temmuz 2013 Salı
Rezalet!
"Diyarbakar'da çeşitli ziyaretlerde bulunan ABD'nin Ankara Büyükelçisi Francis Ricciardone... Tarihi yerleri gezen Ricciardone'nin elini, bir vatandaşın öpmek istemesi dikkat çekti." 27 Haziran 2013 http://www.takvim.com.tr/Siyaset/2013/06/27/baris-elcisi
Yukarıdaki satırları yazarken zihnim tarihe doğru kaydı... Halide Edip ADIVAR'ın "Vurun Kahpeye!" adlı eseri... O dönemi (Kurtuluş Savaşı dönemini) yansıtan eserde, Hacı Fettah Efendi ve Küçük Hüseyin Efendi'nin davranışları bir hayli düşündürücüydü.
"İki yobaz kılık değiştirip,Yunan karargahlarına gittiler. Askeri plânları açıklayıp Yunanlılara yardım ettiler. Yunanlılar bir sabah alaca karanlıkta bu yöreye girerler. Hoca onları karşıladı. Yunan komutanı kasaba hakkında bilgi toplamış. Zenginleri tespit etmişti. Amacı önce kasabada emniyeti temin etmek,sonra da kendi için bolca para toplamak" Halide Edip ADIVAR, Vurun Kahpeye
Ne alakası var, diyeceksiniz… Haklısınız… Hiçbir alakası yok... Konuya dönüyorum.
Okudunuz değil mi haberin dikkat çeken kısmını?
Ne diyor, "Ricciardone'nin elini, bir vatandaşın öpmek istemesi dikkat çekti."
Çok güzel (!) hareketler bunlar valla...
Elini öpen kişiye iyi bakın bir de...
E be mübarek...
Nedir derdin? Niye elin haçlısının elini, ayağını öpmeye kalkışırsın?
Beklentin ne?
Allah korusun... Ülken bir zarar görürse sen aradan sıyrılıp, ona buna yağ çekerek mutlu mesut yaşayacağını mı zannediyorsun?
Yoksa... birilerini kendine "efendi" mi edindin?
Söz buraya kadar gelmişken, izninizle bir hatırlatma daha yapalım:
"15. yy’da, Osmanlı’nın devşirdiği kapıkulları da, biz, Anadolu’nun kadim halklarını aşağılamaya yelteniyor; asıyor, kesiyor, boğuyor, kuyulara dolduruyor, etmediğini bırakmıyorlardı. Atatürk, bu karanlık dönemi kapatırken; dönekler, devşirmeler, "İngiliz, Amerikan, Alman mandası" diyor, Türkler ve Kürtler ise o büyük insanın Bağımsız Türk Devleti hedefine kayıtsız şartsız destek veriyorlardı." Murtaza Demir
O bakımdan,
Unutma ki uğruna "ihanet" ettiğin ve "efendi" bellediğin kimseler, yarın ilk seni gözden çıkaracak...
Sevgi ve saygılarımla!
Etiketler:
Diyarbakır,
efendi,
Francis Ricciardone,
Halide Edip Adıvar,
ihanet,
Vurun Kahpeye
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)