kilise etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
kilise etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

9 Temmuz 2018 Pazartesi

Misyonerlik


"Rahibe Teresa’nın yardım kuruluşunda skandal iddia… Kemikleri sızlayacak
Hindistan'ın doğusundaki Jharkand eyaletinde Rahibe Teresa'nın Hayır Misyonerleri adlı yardım kuruluşunda çalışan bir kadın 14 günlük bir bebeği satmaya çalıştığı iddiasıyla gözaltına alındı." 6 Temmuz 2018

Dolayısıyla hazır Rahibe Teresa'dan söz edilmişken bugün bütün dünyanın acı çekmesine neden olan Hıristiyanlık adına "misyonerlik"ten, din eğitimi almış Charles Darwin'in biyografisinden alıntıyla bahsetmek istiyorum:


"Charles, kilisenin siyasal otorite üzerindeki etkisini biliyordu. "Tanrının imparatorluğu", yaklaşık bin sekiz yüz yıldır Hıristiyanlığın erdemleri adına insanlığı yönetiyordu. Bu yönetimin bir maliyeti bir de rantı vardı. Maliyet-rant arasındaki fark ile İngiltere'nin en küçük köylerine kiliseler inşa edilmişti. Kilisenin bulunduğu yerlerde de birer garnizon...

Bir yanda "Tanrı imparatorluğu"nu kurmaya çalışan İngiltere imparatorluğu; Diğer yanda İngiltere İmparatorluğu'nun dayanağı "Tanrı imparatorluğu..."

Bu iki imparatorluğun buluştuğu ortak dil ise İncil'in erdemleri...

İncil'in erdemlerinin; Arjantin, Peru, Ekvator, Tierra del fuego gibi daha onlarca ülkede nasıl uygulandığına tanık olmuştu. "Sermayenin Tanrısı", İncil'in erdemleri adına insanlığın erdemlerini ayaklar altına almıştı. Yücelerde gezinen İncil'in erdemei adına, yerlerde sürünen insanlığın erdemiydi..." Kökenini Arayan İnsan DARWİN, sf: 190


"Ben, İncil'in erdemlerinin nerede, nasıl kullanıldığını gördüm.O köleleri gördüm efendim. Toprakları alınan ve ellerine İncil'in erdemleri tutuşturulan köleleri... Tek suçları derilerinin renginin kızıl ya da kara olmasaydı. Onlar baharda yeşeren otlaklarında sığırlarını yetiştirirken, geceleri ataları olduklarına inandıkları yıldızlarla konuşuyorlardı. Belki Tanrıları bizim inandığımız Tanrılar değildi; ama toprakları vardı. O topraklarda deli taylar gibi özgürdüler. Artık Tanrıları var. Ama ne toprakları kaldı ne de özgürlükleri. Şimdi onların topraklarında çan sesleri ve çığlıkları birbirine karışmış..." sf: 199

Ve "misyonerlik" adı altında dünyanın pekçok yerinde insanların üzerinde vücut buldukları kendi toprakları ve sahip oldukları özgürlükleri ele geçiriliyor;  insanları, yönetime itaat için eğitim alıyor.


Hal böyleyken...

Sözde fakirler için bağış toplayıp, topladıklarını da Vatikan'a gönderdiği iddi edilen, dolayısıyla da Christopher Hitchens'ın "mother teresa - hell's angel (Rahibe Teresa-Cehennem Meleği)" belgeselinde dünya'nın muhafazakar iktidarlarını destekleyen bir "Vatikan ajanı" olmakla suçlanan bir Teresa'dan bahsediliyor. Hem de söylendiği üzere "mübarek"liği bir yana, pek çok hastalıklarla mücadele eden Hindistan'a gelen bağışları "ölüm evleri" gibi garip şeylere harcayıp (ki burada insanların yaralarının kurtlandığına dikkat çekilmekte ve ağrı ile kıvranan hastalara da ağrı kesici vermeyip, "acı çeken insan Tanrı'ya daha yakındır" diyen Teresa'dan!

Dolayısıyla, Rahibe Teresa, 12 kişiyle birlikte 1950 yılında Vatikan'ın izniyle "Hayırsever Misyonerler Cemaati"ni kurdu.  Dünyanın 450 noktasında 4.000 rahibenin görev aldığı bir topluluk Charles Darwin'in günlüğünde not ettiği gibi, "Katedrallerin, kiliselerin içinde Tanrıyla bütünleşmekten söz ettiği inanç, buralarda toprakların işgali ve ırkların yok edilmesi için kullanılıyordu. " sf:158

Demem o ki...

"Rahibe Teresa'nın Hayır Misyonerleri adlı yardım kuruluşunda çalışan bir kadın 14 günlük bir bebeği satmaya çalıştığı iddiası" misyonerliğin kirli faaliyetlerinin bu sayede ortaya saçılmasından başka bir şey değildir.



Sevgi ve saygılarımla!


"Haksızlık Karşısında Susan Dilsiz Şeytandır" Hz. Muhammed (A.S.)


29 Aralık 2017 Cuma

Şeytan Üflemesi






"Darağacına mahkum edilen Esmeralda'yı, hiç şüphesiz kaçmasından korktukları için La Tournelles'in ahlâksız suçluların kapatıldığı yeraltı zindanlarında, tepesinde dev ölçüdeki Adliye Sarayı ile bu türden fıçı dibine bırakmışlardı.

"Gözlerini yeniden açtığında (...)

Bir adam karşısında, ayakta duruyor, kara bir başlık da yüzünü gizliyordu (...)

-Siz kimsiniz?

-Bir rahip.

-Ah sefil! Kimsin sen? Ben sana ne yaptım? Benden bu kadar çok mu nefret ediyorsun? Ah! Bana karşı hıncının nedeni ne?

Rahip bağırdı:

-Seni seviyorum!

(...)

-Bir gün,

Kitap okuyordum. Pencere bir meydana bakıyordu. Bir tef, bir çalgı sesi duydum. Düşüncelerim arasında böyle rahatsız edildiğime kızarak, meydana baktım. Orada, sokağın ortasında, pırıl pırıl güneşin altında, bir yaratık dans ediyordu. Öyle güzel bir yaratık ki İsa onu Meryem'e tercih ederdi. (...) Gözleri kapkara, parlaktı. Kapkara saçlarının arasında güneşin içine işlediği birkaç tel saç, altın telleri gibi sarı sarı görünüyordu. Başının çevresinde, o kapkara saç örgülerinin içinde, güneşte ışıldayan, alnında bir yıldız taç meydana getiren madeni parçacıklar vardı... Kıvrak, esmer kolları birer çevre gibi beline bağlanıp çözülüyordu. Vücudunun biçimi şaşılacak güzellikteydi. Ah! Güneş ışığında bile aydınlık bir şey gibi beliren parlak yüz! Ne yazık ki bu sendin kız.

(...)

Şeytan kanatlarıma bağladığı ipin öbür ucuna da senin ayağına bağlamıştı. Ben de senin gibi kararsız, gezginci oldum. Seni kapı altlarında bekliyordum, sokak köşelerinde gözlüyordum, kulenin tepesinden gözetliyordum. Her akşam daha büyülenmiş, daha üzgün, daha umutsuz, daha tutkun, daha perişan, kendi içime dönüyordum.

(...)

En sonunda, artık ne yapacağımı, ne olacağımı bilmediğimden seni, kilise mahkemesine ihbar ettim. İnsan kötülük edince, her kötülüğü yapmalı. Canavarlıkta bir ortada duruvermek çılgınlıktır. Suçun sonunda sevinç heyecanları vardır." Victor Hugo, Notre-Dame'ın Kamburu sf:237-243


Notre-Dame'ın Kamburu adlı romanla HUGO, "Kişinin dinle çatışmasını ele almıştır." 

Victor Hugo, "Bundan birkaç yıl önce Notre-Dame'ı gezerken, kulelerden birinin karanlık bir köşesinde duvara derince elle kazılmış ANARKH (KADER) kelimesini buldu." 

Ve, "Bu dünyadan eski kilisenin alnına, bu suç ya da felâket damgasını vurmadan ayrılmak istemeyen acı içindeki ruh acaba kimdi?" diye düşündü, bunu keşfetmeye çalıştı.

"Notre-Dame'ın Kamburu o sözcük üzerine yazıldı. Şubat 1831, Victor HUGO"

Demem o ki...

Yıl 2017... 

İslam dinine, "felaket damgasını vurmadan ayrılmak istemeyen acı içindeki hastalıklı bir ruh" da, bizde çıkıtı!

Ülkemde Ortaçağ'ı aratmayacak zihniyetlerin yeniden yeşermesini sağlayacak sözde eğitimciler sayesinde, akıl ve bilimden hızla uzaklaştığımız  bir yılı daha geride bırakıyoruz...

Dolayısıyla...

"Okuldaki beden eğitimi dersine çıkarak kız öğrencileri görünce tahrik" olan varmış ya...

Hani, "Ya benim çok sapık duygularım var ya da şeytan onlara uğramıyor... Bir genç kızın vücut hatlarını gördükten sonra şeytan size üflemiyorsa ya erkekliğinizi ya da imanınızı kaybetmişsiniz demektir..." denilmiş ya...

Galiba o bahsedilen  "üfleme", 

Esmeralda'nın "vücut hatlarını" gördükten sonra şeytanın, Rahip Claude Frollo'yu üflemesi gibi bir şey olsa gerek



Sevgi ve saygılarımla!


"Haksızlık Karşısında Susan Dilsiz Şeytandır" Hz. Muhammed (A.S.)

31 Temmuz 2017 Pazartesi

"İki Şey"


"Tanrı, iradesini hakim kılmak için yeryüzündeki iyi insanları kullanır; yeryüzündeki kötü insanlar ise kendi iradelerini hakim kılmak için Tanrı'yı kullanırlar." Giordano Bruno

Giordano Bruno 16 yaşındayken Dominiken tarikatına girdi. Daha sonraları tarikattan ayrılarak   Hıristiyan inancıyla arasındaki bütün bağları kopartan Bruno, kiliseye karşı bir sistem içinde yer aldığından din sapkınlığı ile suçlandı.


Düşünceleri ve eylemleri yüzünden Engizisyon tarafında yakılarak öldürüldü. Zira Bruno'ya, düşüncelerinden vazgeçmesi ve sonsuz evren görüşünün din sapkınlığı olduğunu kabul etmesi durumunda kilise tarafından affedileceği söylendi. Ama o, gördüğü bütün işkencelere karşın, görüşlerinden taviz vermedi ve ölüme mahkûm edildi. Ölüm kararını Bruno'ya bildiren yargıç, ondan şu cevabı almıştır:

"Ölümümü bildirirken siz benden daha çok korkuyorsunuz". Dolayısıyla kilisenin bu kararı ile 1600 yılının Şubat ayında, Roma'da Campo de' Fiori meydanında Bruno'nun önce dilini kestiler sonra,  o'nu diri diri yaktılar.


"Bir insanın sırf çoğunlukta olduğu için kitlelerle ya da çoğunlukla aynı şekilde düşünmek istemesi, onun aşağılık ve düşük bir kafası olduğunun kanıtıdır. halkın çoğunluğu ona inansın inanmasın, hakikat değişmez." diyen  Filozof Gökbilmici, Şair Giordano Bruno, hayata dair  "İki şey" diyor:

İki şey 'Kalitesiz İnsan'ın özelliğidir:
1- Şikâyetçilik
2- Dedikodu

İki şey çözümsüz görünen problemleri bile çözer:
1- Bakış açısını değiştirmek
2- Karşındakinin yerine kendini koyabilmek...

İki şey yanlış yapmanı engeller:
1- Şahıs ve olayları akıl ve kalp süzgecinden geçirmek
2- Hak yememek

İki şey kişiyi gözden düşürür:
1- Demagoji (laf kalabalığı)
2- Kendini ağıra satmak (övmek, vazgeçilmez göstermek)

İki şey insanı 'Nitelikli İnsan' yapar:
1- İradeye hakim olmak
2- Uyumlu Olmak

İki şey 'Ekstra Değer' katar:
1- Hitabet ve diksiyon eğitimi almak
2- Anlayarak hızlı okumayı öğrenmek.

İki şey geri bırakır:
1- Kararsızlık
2- Cesaretsizlik

İki şey başarının sırrıdır:
1- Ustalardan ustalığı öğrenmek
2- Kendini güncellemek

İki şey başarıyı mutlulukla beraber yakalamanın sırrıdır:
1- Niyetin saf olması
2- Ruhsal farkındalık

İki şey milyonlarca insandan ayırır:
1- Sorunun değil, çözümün parçası olmak
2- Hayata ve her şeye yeni (özgün, orijinal, farklı) bakış açısıyla yaklaşabilmek

İki şey gelişmeyi engeller:
1- Aşırılık (mübalağa, abartı, ifrat)
2- Felakete odaklanmış olmak

İki şey çözüm getirir:
1- Tebessüm (gülümseme)
2-Sükut (susmak)

İki şeyin değeri kaybedilince anlaşılır:
1- Anne
2- Baba

İki şey geri alınmaz:
1- Geçen zaman
2- Söylenen söz

İki şey ulaşmaya değerdir:
1- Sevgi
2- Bilgi

İki şey "hayatta önemli olan her şey" içindir:
1- Nefes alabilmek
2- Nefes verebilmek.



Sevgi ve saygılarımla!


"Haksızlık Karşısında Susan Dilsiz Şeytandır" Hz. Muhammed (A.S.)

29 Nisan 2016 Cuma

LAİKLİK




"Bizler toplumsal yaraların sabeplerini araştırıyoruz. Bundan dolayı çoğu zaman kokuşmuşlukları ele almak, insanın sefaletinin, çılgınlıklarının bulunduğu yerin dibine kadar inmek zorundayız." Emile ZOLA


"Cübbeli Ahmet Hoca olarak bilinen Ahmet Mahmut Ünlü, 23 Nisan Çocuk Bayramı törenleri için ağır sözler söyledi, "Şarkılarla türkülerle yetişen nesil eşkiya oldu.

Biz size diyoruz ki; siz bu milleti uyuttunuz, uyuşturdunuz. Senelerdir balelerle, danslarla, çoluk çocuğun baldır bacak çıplak vaziyette stadyumlarda dolaştırarak, bütün erkekleri onlara baktırarak, kimin oğlu, kimin kızı belli değil, sarmaş dolaş dans yaptırarak yetiştirdiniz." 23 Nisan 2016



19. Yüzyılın ikinci yarısında Fransa'daki toplumsal çöküntüyle başlayan ve toplumda gericiliğin hızla yayılmasıyla birlikte yobazlar, dini kullanarak insanları sömürmeye başlamışlardır. Dolayısıyla din adamları güç ve iktidar yolunda burjuva ile birlik olmuş yoksul halkı eskiden olduğu gibi yine hayatın dışına itmişlerdir.

Emile Zola'nın olağanüstü yazmış olduğu ve unutmama imkan olmayan, ve de her cümlesini okurken Büyük ATATÜRK'ü minnetle andığım "GERÇEK" adlı romanından dikkat çeken birkaç paragrafı, aynen paylaşmak istiyorum:


"Yatağın önünde Zéphirin'in boğulmuş küçük bedeni duruyordu. Yüzü kireç gibi, çıplak boynunda katilin iğrenç parmak izleri olan çocuk, iççamaşırıylaydı. Kirletilmiş, yırtılmış uzun gece gömleğinin altından iğrenç bir biçimde ırzına geçildiğini açıkça gösteren vahşice ayrılmış ince bacakları görünüyordu. Yapılan sapık saldırı her haliyle belliydi.

Alana yığılan işçi ve köylülerin ağzında ... iğrenç şeyler dolaşıyordu. Geçen yıl gene bu okulda, iğrenç bir olay olmuş olaya adı karışan rahibi, üstleri hemen gözden uzaklaştırmışlar, olayı hasıraltı etmişlerdi. Bu okulda daha nice iğrenç şeyler döndüğü halde, baskı ve korku yüzünden kimse ağzını açıp bir tek şey açıklayamıyordu.

***

Doğanın, sağduyunun dışında yaşayan bu insanlar günah düşüncesiyle bayağılaşmış düş güçlerine tutsak olmuşlar, kadın ve erkeği başka türlü düşünmüyorlar. Kadın bir iblistir, onunla en küçük bir ilişki bile ahlâksızlıktır, kadına karşı kardeşçe bir sevgi duyulamaz, kadınla dostluk kurulamaz...

Din ve devletin birbirinden ayrılması, bir zamanların pek gözde "din" okuluna son tokadı indirmişti.

Kilise, ulusal eğitimin önünde sancağını indirmiş, din adamlarının zehirlediği milyonlarca çocuk bir yasayla kurtarılmıştı. İlkokulu, ortaokulu, lisesi, üniversiteyle öğretim ve eğitim devletin; laik devletin tekeli altına alınıyordu.

***

Bu çocukları eğitmek, onları bütün özgürlüklere, insan mutluluğuna düşman din dogmalarından, saçmalıklardan kurtarmak, bilgili, özgür yurttaşlar şeklinde yetiştirmek gerekiyordu. Mutluluk için bilgi başta gelirdi. İncil'deki o söz, "Ne mutlu yoksul kafalara" sözü, insanlığı çağlar boyunca yoksulluk ve köleliğe sürükleyen, dünyanın en korkunç yalanlarından biriydi. Hayır hayır yoksul kafalar sözü insanın hayvanlığa, tenin köleliğe ve ıstıraba zorlanmasıdır. Yoksul kafalar çoğaldıkça yoksulluk da çoğalacak, çoğunluk bir hırsızlar ve eşkıyalar azınlığınca soyulacak, sömürülecektir. Mutlu insan hakkını bilen ve isteyen insandır. İki bin yıldan beri ezilen, korku içinde kıvranan insanlığı, yalnız öbür dünya için yaşayan insanlığı Tevrat'ın kara kötümserliğinden kurtarmak gerekiyordu.

"Ne mutlu yoksul kafalara" sözü sökülüp atılmalıydı. Ne mutlu bilenlere, ne mutlu aydınlık kafalara, eylem adamlarına, istemesini bilenlere. Çünkü yeryüzü bilen, isteyen insanın, eylem adamının olacak!

***

Eğitimin yalnızca ilköğretim derecesinde değil, hemen her devrede ücretsiz olması  görüşü gittikçe üstünlük kazanıyordu. Paralı eğitim Fransa'yı ikiye bölmüyor muydu? Okumak, burjuvaların olduğu kadar, yoksulların, işçilerin de hakkıydı. Asıl demokrasi, herkese okuma imkanının verilmesidir. Bir ulus böyle güçlenir, bunun tersini yapmak ulusu tehlikeye atmak değil de nedir?"

***

Burjuva ve kilise eğitimin genelleştirilmesinden, aslında kendi çıkarları için korkuyordu. Eğitim tekellerinden çıkarsa toplumu sömüremezlerdi. " Emile ZOLA GERÇEK, 1.ve 2. Ciltten.



Dolayısıyla...

Hani soylularla kilisenin el ele verip iktidarı elde tutmak için kendilerini Allah'ın gölgesi gibi gösteren krallara karşı, dini devlet işlerinden ayrı tutmaktır LAİKLİK ilkesi.


Atatürk bugünleri görerek LAİK'liği Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin ayrılmaz bir felsefesi ve anayasal bir zorunluluk haline getirmiştir. Eskiden milletimiz olayları cehaletleri nedeniyle iyi bilmiyordu, iyi değerlendiremiyordu, yalanlarla aldatılmıştı. Oysa şimdi durum çok değişti. ATATÜRK Cumhuriyeti sayesinde, LAİKLİK ilkesiyle gerçekler gün ışığında... O vakit neden hâlâ derin bir kaygı ve uyku içindeyiz! Yoksa Türkiye Cumhuriyeti Devleti ve Türk halkı bu bölgenin ve  İslam dünyasının örnek aldığı ve hayranlıkla baktığı  ülke, mazlum milletlere örnek bir ülke değil mi!!!

Diyeceğim..

Güzel ülkemin güzel insanları laikliğin aydınlığı altında gerçeği göreceğinden hiçbir kuşku duymuyorum!

Ve...

Gerçeğe  sırtını dönmüş, adalete gözlerini yummuş Allah'ın kitabını kirletmeye çalışanlara laikliğin esasını -onların bakışına- Kur'an ayetiyle  noktalayalım sözümüzü:

1-De ki: "Ey Kâfirler!"

2-Ben sizin kulluk ettiklerinize kulluk etmem."
3-"Siz de benim kulluk ettiğime kulluk edecek değilsiniz."
4-"Ben sizin kulluk ettiklerinize kulluk edecek değilim."
5-"Siz de benim kulluk ettiğime kulluk edecek değilsiniz."
6-"Sizin dininiz size, benim dinim de banadır." Kafirun Suresi


Sevgi ve saygılarımla!


"Haksızlık Karşısında Susan Dilsiz Şeytandır" Hz. Muhammed (A.S.)


11 Mart 2013 Pazartesi

Papa İstifasını Kime Sundu Acaba?
















"Katolik dünyasının ruhani lideri Papa 16'ncı Benedikt, görevde bulunduğu sekiz yıl boyunca "Vatileaks" adlı köstebek skandalı, Katolik kilisesindeki çocuk istismarı iddiaları ve Vatikan Bankası'na yönelik kara para aklma ithamları gibi sorunlarla uğraştı." Şubat, 2013



Papanın istifası yönündeki çeşitli söylentilerle ilgili haberleri günlerce basından takip ettik...

O halde...

Papa'lık bir makam mıdır?

Yoksa ruhani lider midir?


Şüphesiz ki bu sorunun yanıtı "ruhani"... Ancak görüldüğü üzere papa istifa (ki bu durum tarihte 2. kez oluyor) ediyor ya da ettiriliyor.

Kim bilir?..

Artık ne hesaplar yapıldı, hangi entrikalar döndü orası bilinmez.. Ama bilinen tek gerçek; din duygularının sömürülme gerçeği olsa gerek.


Ortaçağ döneminde halkın hem felsefe yönünden cahil bırakılması, hem de din bilgisi zayıf olması kilise açısından bu durum, sömürü düzeni olarak bulunmaz bir araçtır. Zira o dönemde insanlar dinlerini tam olarak öğrenirlerse kilisenin saçma sapan uygulamalarını sorgulayacak, sorguladıkça da uygulamaları reddedeceklerdir.

O sebeple...

"Kilise 1521 de Martin Luther İncil’i ilk kez bir ulusal dile ,Almanca'ya çevirene kadar onun hiçbir ulusal dile çevrilmesine izin vermedi. Martin Luther de bir papazdır ama kilisenin saçmalıklarına tahammül edememiş ve yayınladığı bir bildiri ile kilisenin bir çok saçma uygulamasına karşı çıkmış ve bunların İncil de yeri olmadığını ilan etmiştir.

Hıristiyanlar bu zamana kadar aslı Grekçe olan İncil’i kendi dillerinde okuyamazlar, sadece papaz ve rahiplerin anlattıklarını bilirler ve öyle inanırlardı. İncil’in dilini öğrenmek sadece ruhban sınıfına tanınmış bir ayrıcalıktı. " İnternet üzerinden alıntıdır.


Öte yandan Rus yazar Lev N. Tolstoy'un düşüncesi tüm bu olanlara net bir açıklama getiriyor:


"Kilise, yalanları Tanrı'ya doğrulatan kurumun adıdır. Bu işi Tanrı'ya dayanarak yapar. Kilisenin en büyük özelliği yanılmaz olarak kabul edilmesidir. Kiliseye mensup insanlar da kendilerini yanılmaz gördüğü için ne kadar hata ederse etsin bunda diretirler. Kilise, Tanrı'nın kitabını doğru olarak anlamının Tanrı'nın seçtiği insanların söylediklerine uymakla mümkün olacağı düşüncesinden doğmuştur. Seçkin olduğunu iddia eden bu grup zamanla yetkilerini başka bir gruba devreder. Böylece bu gurup da seçkin olmuş olur. Tanrı'nın kitabını sözde sadece bu insanlar doğru anlar. Bunun böyle olduğuna hem kendileri, hem de başkaları inanır. Bu işi Tanrı'dan devraldıklarını söylerler. Böylece, kiliseye mensup olan kişiler Tanrı'nın öğrencileri sayılırlar."


Diyeceğim... Tolstoy'un düşünceleri bugünün "Vatikan"ını aleni ifşa etmekte olduğu gerçeğidir. Zira ne diyor, Tolstoy:


"İnsanlar eskiden kendi iradeleriyle seçtikleri adama boyun eğiyorlardı. Şimdi kendi seçtikleri bir adama değil rastgele birine boyun eğiyorlar. Bu yöntem daha gizli çünkü, artık soyulanlar vergiler, özellikler de aracısız vergiler yüzünden soyguncuların yüzlerini görmüyorlar. Bu yöntem daha yaygın çünkü. Hıristiyan milletler yalnızca kendi adamlarını soymakla kalmayıp bir sürü yöntemlerle, özellikle de Hıristiyanlığı yaymak bahanesiyle, bütün yabancı milletleri soyuyorlar. Şimdi bu yeni yöntem, kamu ve devlet borçları sistemi sayesinde daha yaygın bir duruma geliyor. Şimdi yalnızca yaşayan insanlar değil, gelecek nesiller de soyuluyor. Bu soyguncular kutsal kişiler olduğu ve insanlar onlara karşı gelmeyi göze alamadıkları için bu yöntem daha sürekli ve kalıcı oluyor."


Sahi, ne diyordum?

Vatikan'dan şok haber... Hıristiyan alemi sarsıldı!

Papa İSTİFA ETTİ!

:)

Papa 16. Benedikt'in yerine geçebilecek isimler arasında gösterilen Kardinal...

:)

Sevgi ve saygılarımla!


Image"Haksızlık Karşısında Susan Dilsiz Şeytandır" Hz. Muhammed (A.S.)

27 Ağustos 2010 Cuma

"Günahlara İndirim" Kampanyası!















"Etiler’de bulunan Akmerkez’in yanından girilen Arnavutköy yolunda görenleri şaşkınlığa uğratan bir ilan asılı. Beşiktaş Müftülüğü’nün hazırladığı ilanda yer alan “Ramazan geldi. Değerlendirin. İyiliklerde kat kat sevaplar, günahlardan yüzde 100 arınma imkanı” yazısıyla bir banka reklamını anımsatıyor." 27.08.2010, Vatan



Lev Nikolayaviç Tolstoy’dan bir alıntı yaparak, yazarın Hıristiyanlık dininin nasıl bozulduğunu anlatan "Hikayeler" isimli kitabından bir bölümle konumuza giriş yapmak istiyorum:

Şeytanların lideri Velzevul, olanları diğer küçük şeytanlardan dinliyordu:

"-Ben bu dini yeni baştan işledim, dedi.
-Nasıl işledin?
-Öyle bir duruma getirdim ki, insanlar onun dinine değil benimkine inanıyor ama onun adıyla anıyorlar.
-Nasıl yaptın bunu?
-Aslında kendiliğinden böyle oldu. Ben sadece destekledim o kadar.

Velzevul,

-Kısaca anlat, dedi.

Küçük pelerinli şeytan anlatmaya başlar..."

İnsanların kafasını karıştırarak binbir şeytanlıkları ortaya attıktan sonra pelerinli şeytan anlatmaya devam eder;

"İşler yolundaydı. Fakat bu müthiş aldatmacanın farkına varırlar diye ödüm kopuyordu. O zaman "kilise" diye bir şey uydurmak aklıma geldi. Onlar ona inanınca rahatladım. Böylece cehennemin yeniden kurulduğunu ve bizlerin de kurtulduğunu anladım.

Velzevul sert sert,

-O "kilise" dediğinde ne biçim şey? diye sordu.

Kilise, yalanları Tanrı'ya doğrulatan kurumun adıdır. Bu işi Tanrı'ya dayanarak ve, "Tanrım bu şey doğrudur" diyerek yapar. Kilisenin en büyük özelliği yanılmaz olarak kabul edilmesidir. Kiliseye mensup insanlar da kendilerini yanılmaz gördüğü için ne kadar hata ederse etsin bunda diretirler. Kilise, Tanrı'nın kitabını doğru olarak anlamanın, Tanrı'nın seçtiği insanların söylediklerine uymakla mümkün olacağı düşüncesinden doğmuştur. Seçkin olduğunu iddia eden bu grup zamanla yetkilerini başka bir gruba devreder. Böylece bu grup da seçkin olmuş olur. Tanrı'nın kitabını sözde sadece bu insanlar anlar. Bunun böyle olduğuna hem kendileri, hem de başkaları inanır. Bu işi Tanrı'dan devraldıklarını söylerler. Böylece, kiliseye mensup olan kişiler Tanrı'nın öğrencileri sayılırlar. Bu mantığın bizim açımızdan yararı şudur: Kilise kendini bu şekilde tarif ettiği için söyledikleri şeyler ne kadar saçma olursa olsun, bunu savunmak zorunda kalıyorlar.

Velzevul bunun üzerine,

-Peki, kilise bu dini niçin bizim lehimize yorumluyor? dedi.

Çünkü onlar kendilerini Tanrı kitabının biricik yorumcuları görüyor, insanları da buna inandırıyor, böylece insanların kaderini belirleyen en yüce kurum oluyorlar. Bunun sonucunda havalara giriyor ve yoldan çıkıyorlar. Bunu gören insanlar onlara kızıp, düşman kesiliyorlar. Kilise de düşmanlarına karşı zor kullanıyor, onları aforoz ediyor, ölüm cezasına çarptırıyor, diri diri yakıyor, işte bu duruma düştükleri için dini, kendilerini haklı gösterecek şekilde yorumlamak zorunda kalıyorlar. Böylece de bizim çıkarlarımız doğrultusunda çalışmış oluyorlar."


Evet, konuya Tolstoy'un Hıristiyanlık üzerindeki müthiş saptamasıyla giriş yapmayı düşündüm. Zira haberi okurken aklıma ilk gelen Tolstoy'un "İçimizdeki Şeytan" adlı kitabı oldu. Ve de Tolstoy'un tespitlerini bana çağrıştıran "Sevap Kampanyası" manşetiyle öne çıkan, Vatan'ın bu haberi oldu işte...


İnanılır gibi değil! Bilemiyorum; bana göre bu ilan, gerçekten ciddi anlamda kaygı verici bir durum. Çünkü, bizim dinimiz gerçekten aracıya ihtiyaç duyulmaksızın manevi anlamda insanın huzur bulduğu tek, hak dindir! O halde bu ilanın amacı ne olursa olsun, kalplere bıraktığı ilk intiba ile İslamiyet'e zarar vermekte olduğunu düşünüyorum ve hissediyorum!


Haberin kaynağına göre devamı daha da ilginç;


"Gerçekten de bilindiği üzere Ramazan ayındaki her sevap kat kat artarken günahlarda azalır. Vatandaş eski kelimelerle değil böyle daha rahat anlar diyerek Ramazan vurgularımızı daha güncel dile yakın hale getirdik. İlanı ilk kez hazırlattığımızda üzerinde ‘Ramazan geldi. İyiliklerde kat kat sevaplar, günahlarda yüzde 100’e varan indirimler. Bu fırsatı kaçırmayın” şeklinde hazırlatmıştık. İlçe Müftümüz bu ilanı aleni banka reklamı gibi olduğunu söyleyerek yumuşatılmasını istedi ve ortaya şu anki ilan çıktı."


Pes doğrusu! "Vatandaş böyle daha iyi anlar" düşüncesine dayanarak, kutsal Ramazan'ın cehalete teslim edilişine bir bakar mısınız?!


"Ticari zihniyet"ten esinlenerek yüce dinimizin hırpalanmasına yol açmak da neyin nesi oluyor?..

Yoksa, yıllarca Hıristiyanlık, "kilise" ve "rahip" zihniyetini beynimize toplu halde kazıyan film ve dizilerden yola çıkılarak, yeni bir anlayışa mı adım atılıyor?!..

Oysa insanlarımıza bu mübarek ayda verilecek o kadar çok şey var ki!!! İlla da insana bencil düşünceyi aşılayacak bireysel amaçlı mesajlar mı ön plana çıkartılmalı?


Mesela, bunun yerine kitlelerin beynine sosyal yardımlaşma ve toplumsal vicdanı harekete geçirecek ve hedef kılacak ince mesajlar niye verilmez acaba?!

Zira Ramazan'ı anlamlı kılan bir önemli nokta da, sevgi ve dayanışma üzerine değil midir?

Sevgi ve saygılarımla!