Toplumsal barış ve huzurun sağlanabilmesi sanırım öncelikle ve de özellikle yönetim kadrosundaki kimselerin adil ve vicdan sahibi olmasıyla gerçekleşir. Makam sahipleri, bulundukları mevkiinin olanaklarını daima toplum ve millet adına kullanmaya özen göstermeli. Ki mütevazı bir kişiliğin, örnek ahlâk ve örnek davranışın nasıl olması gerekliliği ancak bu sayede toplumlara rol model olabilmesi sağlanabilir.
"Müzakereler sonuçlanıp oylamaya geçilince ben muhalefetle birlikte oy kullandım. Bu sırada benim muhalefet milletvekilleriyle birlikte elimi kaldırdığımı gören DYP Grup Başkan vekili Saffet Arıkan BEDÜK'ün bana doğru geldiğini fark ettim. Telaşla, "Hocam, sen ne yapıyorsun?" diye beni uyarıyordu. O gece Kadir Gecesi'ydi. Ben de sağ elimi kaldırmış vaziyette oylamaya katılırken sol elimle de kalbimi işaret ederek "Sayın başkan, bu gece Kadir Gecesi, izin verin de şuradan gelen sese göre oyumu kullanayım" diye karşılık verdim." Zorlukları Aşarken, cilt 3 / sf:1101
" "TDV Bakü Türk Lisesi": TDV'nin Azerbaycan'da yürttüğü cami inşa etme ve BDU İlâhiyat Fakültesi çalışmalarını destekleme çalışmaları sürerken gördük ki; bu ülkedeki öncelikli iş, eğitimin desteklenmesidir. Bu ülkeyi gelecekte yönetecek vatanperver, bilgili, temiz ahlâk sahibi, sağlam karakterli gençlerin yetiştirilmesine katkı sağlamaktır." Z.A. Cilt 3,sf: 996
"O tarihlerde BDU İlâhiyat Fakültesi'nde görevli arkadaşlarımız Kemal Atik ve Celal Erbay'ın gerek bakan gerekse bakanlık bürokratlarıyla olan iyi ilişkileri sayesinde istenen sonuca ulaşıldı. Celal ERBAY'ın bana naklettiğine göre bakanlık bürokratları lisenin adının "Tayyar ALTIKULAÇ Lisesi" olmasını teklif etmişler. Ben de Celal Bey'e bunu kabul edemeyeceğimi söylemiştim. Bunun üzerine "Turgut ÖZAL Lisesi" oluyor da "Tayyar ALTIKULAÇ Lisesi" niçin olmasın? diye itiraz etmişler, ama benim bu konudaki kararımın kesin olduğunu anlayınca "TDV Bakü Türk Lisesi" demeye karar vermişler. Z.A. Cilt 3, sf:999
Hani şımarıkça hoyratça davranışın, gösterişin ve şaşanın kol gezdiği günümüzün hâllerine bakılınca, gerçek anlamda asalet bu diyebileceğimiz, bulunması ve görülmesi zor, gerçek manâda devlet adamlığına bir örnek...
Türkiye Cumhuriyeti'nin 13. Diyanet İşleri Başkanlığını yapmış ve hâlen İstanbul 29 Mayıs Üniversitesi Mütevelli Heyeti Başkanılığı görevini yürüten Dr. Tayyar ALTIKULAÇ ...
20-22. dönem milletveklliği de yaparak siyasetle buluşan Dr. Tayyar ALTIKULAÇ, "Siyasetçiler toplumun duyarlılıklarını dikkate alarak popülizm yapabilirler. Ama uzmanlar ve bilim adamları her zaman düşündüklerini ve inandıklarını söylemek ve topluma yön vermek sorumluluğunu taşırlar. Biz ne yazık ki bunu beceremedik" itirafında bulunabilecek kadar, temiz ve dürüst bir anlayışla sorumluluklarını yerine getirmeye çalışan bir devlet büyüğümüz...
Yaşamın amacı, Ne için yaşıyoruz? Vicdan nedir? Mutluluk nedir?... İnsanlar için en büyük mutluluk "iyilik ve gerçeğin egemen olduğu" bir dünyaya ulaşmak yönünde verilen gayrettir. Dolayısıyla bilinçli yaşamalı, insanları ve doğayı sevmeli, insanların en doğru yolu bulması yönünde gerçeğin ve iyiliğin hüküm sürdüğü bir yaşamı benimsemek...
Tüm bu duyguları gerek siyasi kimliğiyle, gerekse din adamı kimliğiyle en iyi tahlil edebilecek kadar donanımlı bilgiye ve tecrübeye sahip olduğunu düşündüğüm Dr. Tayyar ALTIKULAÇ'la konuşmak üzere, (İSAM) İslâm Araştırmaları Merkezi'ndeki çalışma odasında buluşuyoruz...
Devlet ciddiyeti ve terbiyesiyle karışık insanın içini ısıtan, sıcak sımsıcak bir karşılanmayla odaya buyur ediliyoruz.
Diğer taraftan ise, basında "Diyanet'in soğuk yüzü" olarak nitelendirilmenin aksine,
Karşımdaki bu insanla, yıllarca emek vererek özenle ortaya koyduğu, devasa büyüklükteki bilimsel çalışmalara destek amacıyla yapılmış inanılmaz, muhteşem (İSAM) eserinden kaynaklanan, haklı gururu ve mütevazı duruşunun asaletiyle, merhabalaşıyoruz...
Dr. Tayyar ALTIKULAÇ tarafından İSAM adıyla adlandırlan, kısa adı İSAM olan "İslâm Araştırmaları Merkezi" gibi bilimsel faaliyetlerin gurur verici boyuta erişmesindeki büyük emeğin ve bu devasa fikrin yaratıcısı Dr. Tayyar ALTIKULAÇ'a ilk sorum şüphesiz ki İSAM'ın perde arkası olacak...
Zira toplumda belirli yeri olan bizlerin, bu yerin bizlere yüklediği sorumlulukları taşımamız gerektiği inancındayım. O sebeple hayat bizden yapmamız gerekenden başka bir şey istemiyor; istemiyor istemesine de, böylesi muhteşem bir azmin kaynağına inmek, Tayyar ALTIKULAÇ'ın 9 yaşından bu yana, ruhunun derinliklerine işleyen ve aldığı sorumluluğunun, dava(sı)nın sanki bir yansıması olmuş İSAM.
Dolayısıyla Tayyar ALTIKULAÇ'ın zihninde ve ruhunda önüne geçilmez bir istek olarak İslâm'ın derinliğini, İslâm'ı bilimsel araştırmalarla değerlendirmek ve de insanlarla buluşturmak olarak gördüm. Böylece hedefini, azim ve kararlılıkla yıllara yayarak kendisini bilime vermiş. İçinde bulunduğu şartların, "Zorlukları Aşarak" iyileşmesinde, bilimsel çalışmalarının payı büyük... ki, aynı bilimin ışığında bundan sonraki hayatın olumsuz koşullarının da düzeleceğinin farkında...
İSAM'la birlikte hissetiğim şey; Onun tek hedefi çalışmak... Ve de insanı başarıya götürecek işlerle uğraşmak...
O yüzden, pek çok kişinin köşesine çekilip dinlenmeyi tercih ettiği yaşlarda olmasına rağmen, o, zamanının tümünü okumaya ve çalışmaya ayırıyor.
İSAM gibi bir esere imza atmak, bırakınız dönemin sorumluluğunu üstlenmeyi, bu tam anlamıyla gelecek kuşakların sorumluluğunu da karşılamanın yüce bir göstergesidir.
*İSAM'ı kurmak fikri nereden aklınıza geldi?
Bu eserin düşünce plânında ve kuruluşunda mütevazı ölçüde emeği olan biri olarak böyle bir müesseseye benim neslimden bazı arkadaşların da ihtiyaç duymaları muhtemel... Ancak ben bu projede düşüncemin arka planı şöyle anlatabilirim:
Sene 1966... İstanbul Yüksek İslam Enstitüsü'nde asistan olarak tez çalışmalarım vesilesiyle her gün Süleymaniye Kütüphanesi'ne gidip geliyorum. İkamet yerim Üsküdar'ın Pazarbaşı yeri. Asistanlar olarak zor geçindiğimiz bu dönemde, çok uzak olmayan mesafeler için otobüse binmeyi unutmuş gibiydim. O yüzden kütüphaneye giderken her gün Pazarbaşı'ndan Üsküdar'a yürüyordum. Burada zorunlu olarak vapura biniyordum. Eminönü'nden Süleymaniye'ye yürüyerek çıkıyordum. Akşam üzeri saat,17:00 olunca aynı şeyleri yapıyordum.
Bir gün Süleymaniye programı günlerinde genç bir Alman araştırmacı ile tanıştım... Bir defasında bu kişinin, çantasından çıkarıp bana göstediği iki şey beni çok etkiledi. Bunlardan biri, tek yaprağı kalmış kalınca bir uçak bileti koçanı, diğeri Banko Di Roma'nın çek koçanı.
Bu araştırmacı, o kalın bilet koçanının kopartılmış yaprakları ile Kuzey Afrika ülkelerindeki kütüphanelerde incelemeler yapmış, Şam, Bağdat, Haydarâbat, Tahran ve pek çok uzak doğu ülkelerini dolaşmış ve nihayetinde İstanbul'a gelmişti. Buradan da biletinin son yaprağı ile ülkesine uçacaktı. Çantasındaki banka çeki de, gittiği ülkelerde ihtiyacı kadar para çekmek üzere üniversite tarafından kendisine verilmişti. Akşam olunca o "taksii!"diye seslenip bir taksi, çağırıyor ve Divan Oteli'ne gidiyor, ben de tabanvaylara binip, Eminönü vapur iskelesinin yolunu tutuyordum.
Bu gördüklerim karşısında çok etkilenmiş, şuur altımda derin izler bırakmıştı. Araştırma böyle, yani Alman araştırmacı gibi olmalıydı... Bizden öncekiler bize ancak içinde bulunduğumuz imkânları hazırlayabilmişlerdi. İstanbul'un Vefa semtindeki İmam Hatip Okulu'nda öğrenci olduğumuz yıllarda, okulun ahşap binasının bahçesindeki barakada Hollanda'dan bağış olarak gelen sarı peynirlerle, Amerikan yardımı süt tozundan hazırlanan sabah kahvaltısı bu okulun öğrencileri için o günlerde önemli idi ve çok şeydi. Ama geleceğin hem öğrencileri, hem araştırmacıları için artık bu yeterli olamazdı. Onlar daha iyi şartlarda öğrenim görmeli ve araştırma yapmalılardı. Bunu da bizim neslimiz hazırlamalıydı... Türkiye Diyanet Vakfı'nı kurduktan sonra bu konudaki özlemimi, bir araştırma merkezi açmamızın ve burada araştırmacı yetiştirmemizin lüzûmunu bir temenni olarak dile getirmeye başladım.
İSAM'ı gezmeye başlıyoruz...
Örnek olarak İran. İran konusunda çalışmak isteyenlere, burada bir sürü bilginin adresi var. Biraz daha lokal konu bulalım. İstihaze. İstihaze ne demek? Bununla ilgili bilgileri buradan bulabilirsiniz... mesela burada bilgi adresleri var... Araştırmacı istediği konuya ulaşabiliyor. Bütün bir konuda önünüze bu konuluyor, siz bunlardan hareketle süratle istediğiniz bilgilere ulaşabiliyorsunuz.
Aynı zamanda arşivlerde eski defterler var. Hepsi dijital ortama aktarılmış, araştırmacı geldiği zaman burada bulabiliyor. Fotokopi servisi yapılıyor
Dışarıdan gelen yüksek lisans, doktora öğrencisi veya araştırmacı.. Gider kaynağı tamamen vakıftan karşılanmak üzere... Konulara göre tasnif edilmiş kitaplar... Aldığı kitabın bir tek şartı var, kitapları okudukları yerde bırakmaları yönünde. Zira daha sonra görevliler, bu kitapları ait oldukları bölümlere yerleştiriyorlar. Böylelikle de kitapların diziliminde bir hataya sebebiyet verilmemiş olunuyor.
Türkiye'de bu kadar aktif bir kütüphane hiç yok! Buraya gelenlerin hepsi akademisyen! Her türlü insan var.. Öğleden sonra burada oturacak yer bulamazsınız.
Başka bir ülkede İSAM benzeri bir araştırma merkezi, yani kendi araştırmacıları dışında her gün kütüphanesine ortalama 300'ün üzerinde yerli ve yabancı araştırmacının girip çıktığı bir örnek bulunduğunu sanmıyorum veya bilmiyorum. İstanbul dışında gelen araştırmacılar için misafirhane hizmetinin verildiği, araştırmacıların çay ve yemek ihtiyaçlarının karşılandığı, oldukça zengin bir kütüphane ve dokümantasyon hizmetinin sunduğu, yurt içinde ve dışında araştırmacıların yetiştirildiği programların uygulandığı bir araştırma merkezinin varlığından ben şahsen haberdar değilim.
Ben bu projeyi, gerçekleştirmek için;
Paris'te Bibliothèque National'i, Berlin'de Statsbibliothek'i, İrlanda'da oranın üniversite kütüphanesini gezdim, inceledim. Hiçbir yerde buradaki vermek istediğimiz hizmet modeline uygun bir örnek görmedim.
Ne aradım ben? Dışarıdan gelen bir araştırmacı, burada yatacak bir yer bulsun. Dışarıda yemek aramasın, öğlen yemeğini burada yiyebilsin, çayını içebilsin. Burada rahat bir ortamda çalışabilsin... Buranın idari bir yeri olsun. Aynı zamanda burada, yerli araştımacılarımızın çalışabileceği bir birim olsun... Yemekhanesi olsun, birkaç personelin kalabileceği lojmanı olsun... Böyle bir birim Amerika'da var mı, ben bilmiyorum. Avrupa'da yok, Ortadoğu'da zaten yok. Burası tek!
Kısaca söylemek gerekirse, bu modelin gerçekten özgün bir model olduğunun kabul edilmesi gerekir ve onu oluşturmak bizim neslimize nasip olmuştur. İSAM'ın Çalışma Talimatı'nda da belirtildiği üzere bu kuruluşun amacı elbette TDV İslâm Ansiklopedisi yayınlamaktan ibaret değildir. Bu ansiklopedi, onun bugüne kadar yürüttüğü işlerden sadece bir tanesidir.
* İslâm Ansiklopedisi tamamlandı mı?
İslâm Ansiklopedisi'nin 44. cildini tamamladık. Henüz basılmadı. İki de zeyl var. Dünya çapında bilim adamlarının biyografilerine yer veriyoruz.
İSAM 400 bin cilt kitabıyla gerçekten de etkileyici, okuyucusu ve araştırmacısına her türlü imkânı sunabilen, görülmeye değer muhteşen bir kütüphane.
Söyleşimize ülkemizin ve dünyanın içinde bulunduğu buhranlı sürecin bir parçası olan "bencillik" duygusuyla devam etmek istiyorum. Zira Dr. Tayyar ALTIKULAÇ'ın din ve siyasi yönlerinden faydalanarak, insanın özü olan ruh'la ilgili bir söyleşide bulunmak istedim...
"Tutkuları ortadan kaldırmak imkansızdır; bize düşen görev bu tutkuları soylu bir amaca yöneltmeye ve herkesin tutkularını erdem sınırları içinde doyurabilme olanağına kavuşmasını sağlamaya çalışmaktır."
* Dünyayı kasıp kavuran bencilliğin kirliliğiyle gelişen acımasızlığı “tutku”lara bağlarsak, İslam’ı ve Müslümanlığı bu bağlamda nasıl değerlendireceksiniz?
Tutkular -eskiler ve hâlâ birçok kişi bunları “ihtiraslar” olarak adlandırır- insanlarda bulunan arzuların “normal”den fazla bir yoğunluk kazanması halini ifade eder. İnsanlar mesela başarılı olmak isterler; bu istek, insanların etkin olabilmesi için gereklidir. Eğer bir insanda başarılı olma, bir işi başarma isteği yoksa onda bulunması gereken bir şey eksik demektir. Ama aynı zamanda insan bir şeyi, “her şeye rağmen”, “her ne pahasına olursa olsun” başarmayı istiyorsa o zaman bu bir istek değil, artık bir “hırs”tır. Hırsın insanda bir karakter özelliği kazanmasına da “ihtiras” denmektedir. Kısaca ifade edecek olursak insanda bazı şeyleri isteme özelliği, olması gereken bir şeydir. Ancak bu, gereğinden fazla olursa, o zaman bir sorun var demektir.
İslâm ve Müslümanlık her zaman “orta yolu” önerir ve müslümanları “vasat ümmet” olarak niteler. Vasat ümmet demek, hiçbir şeyde aşırıya yönelmeyen ümmet demektir. Diyebiliriz ki İslâm genel olarak insanların tutkularının olmasını, hatta tutkuların gerekli olduğunu kabul etmekle birlikte, tutkularda aşırılığı reddettiği gibi, onları tamamen ihmal etmeyi de reddetmektedir.
Bencillik ve acımasızlık, esas itibariyle makbul olan bir hâlin, aşırıya yönelmesinden başka bir şey değildir. İnsanın müslüman olabilmesi için “ben” demesi gerekir. Ancak bu ben, “sadece ben” haline gelirse, o zaman ciddi bir sorun ortaya çıkar. Müslümanlık insana kendisini, diğer insanlarla birlikte, diğer insanları da eşdeğer olarak kabul ettiğinde tanıyabileceğini söyler. Bunun gerçekleşebilmesi için, her bir insanın kendisini ve bütün insanları "aşan" bir mesnetle irtibatını keşfetmesi gerekir. Bu sebeple İslâm insana, ancak Rabbi’ni tanıdığı zaman, kendi "ben"liğini de tanıyabileceğini hatırlatarak insanların ancak kendisi gibi “ben” diyebilen diğer insanları, herkese bu “hayatı” bağışlayan Rableri ile irtibatları içinde “eşdeğer” olarak tanıyabileceğini, onları öteki olarak görmemeyi öğretir.
* Yaşam ve mutluluk nedir?
Yaşam (hayat) bir “bağış”, bir "atiyye"dir. Hayatın en önemli özelliği, bizim veya hayat sahibi olan ne varsa onun, onu tercih etmemiş olmasıdır; hayat, hayat sahibine verilmiştir. Bu sebeple de ona biz “bağış/atıyye” diyoruz. Ancak hayat, hayat sahiplerine belirli bir süre için verilir; bu süreye “ömür” deriz. Hayatın en önemli alameti, nefes almak ve vermektir; herhalde bu sebeple, nefes alıp veren varlıklara, zaman zaman "ben" karşılığı olarak da kullanılan, "nefis" denilmiştir. Hayat nefes alıp vermekle başlar ve son nefesle birlikte, en azından bir anlamı ve boyutu ile sonra erer. Bu sona eren hayata, "yakın hayat" anlamında "dünya hayatı/el-hayâtü’d-dünya" deriz. Son nefes ile birlikte insanın farklı bir boyutta, farklı bir anlamda "nefes"i devam eder ki, bu yeni hayata, "öteki hayat" veya "ahiret hayatı" denir.
Dünya hayatında insan mutlu olmak ister. Mutluluk, insanın ayrılmak istemediği bir "hâl"i ifade eder. Mutlu bir insanın hâlini, büyük düşünürlerden Gazali kısaca şöyle ifade eder. Eğer bir insan yaptıklarından haz alıyorsa, yaptıkları hayırlı ise ve başka insanlar o insanın, o hayırlı işleri o şekilde yapmasından keyif alıyorlarsa, o insan mutludur. Buradan hareketle mutluluğu üç temel şartın yerine getirilmesine bağlayabiliriz:
Bunlardan birincisi, insanın yaptığından haz alması, yaptığını hakikaten isteyerek, -isterseniz tutkuyla da diyebiliriz- yapması,
İkincisi yaptığının ahlâkı, iyiyi, hayrı gerçekleştirmesi (bunu biz başka şeylere ve özellikle insanlara gerçekten faydalı olması diye açabiliriz),
Üçüncüsü ise başka insanların, o insanın o eylemi, o hayrı işlemesinden ve işleme şeklinden keyif almasıdır.
Kısaca mutluluk benlik/varlık, ahlâk ve estetiği bir ve aynı hayatın bütünleyici parçası olarak buluşturmayı ifade eder. Gerçekten mutlu olan insanlar, başkalarını da mutlu ederler. Onların mutlu olmalarından, başkaları da mutlu olurlar.
Devamı var...
Sevgi ve saygılarımla!
"Haksızlık Karşısında Susan Dilsiz Şeytandır" Hz. Muhammed (A.S.)
Harika bir röportaj olmuş, daha önce bir yerde daha okumuştum Tayyar Altıkulaç'ı çok takdir etmiştim..
YanıtlaSilSayın Altıkulaç'a selam ve sağlıklar diliyorum
YanıtlaSil