24 Temmuz 2014 Perşembe
SOMA İzlenimlerim -2- " 301 Tane Zengin Dul'umuz Var! Bayanlar Giyinin, Süslenin Kocalarınızı Elinizde Tutun!"
Maden faciası yaşanan Soma'da, Turgutalp Mahallesinin iki dönemdir muhtarlığını yapan ve 5 aday arasından "büyük bir farkla" kazanan Gülay ERDAL'ın yaşanılan facia karşısında, olağanüstü bir gayret sarf ettiği her halinden belliydi. Felaketzedelerin sorunlarıyla ilgilenmek, onların dertlerine ortak olmaya çalışmak bir taraftan kendisine müthiş "huzur" verdiğini ifade ederken, bir diğer taraftan da faciayla birlikte kendisinin de psikolojisinin bozulduğunu anlatıyor.
G.E. : "Uzun cümleler kurduğumda cümlenin sonunu getirememeye başladığımı fark ettim. Zira zor günler geçirdik.. Uykularım kaçtı... Her ailede farklı farklı hikayeler var... Gün içerisinde bir aileyi çeşitli defalar dinlediğim oldu. Hepsinin ayrı ayrı acısı var. Tek tek dinlemeye çalıştım. Ki bana 'iyi ki muhtarımız bayan' dediler."
Dolayısıyla kadın muhtar olmak bu anlamda daha da ayrıca bir önem kazanmış...
G.E.: - İnsanlar acılarını yaşayamadılar bile..
Bizimle birlikte olan Nevin Hanım da ilave ediyor:
- Kamyonla tabut geçti, o tabutlar gözümün önünden gitmiyor. Yollar ambulans kaynıyordu. Her sokakta bir cenaze vardı, insanlar ağlayamıyor, sadece bağırıyordu.
G.E : " İnsanlar şok yaşıyorlardı. Cadde üzerinde çift şerit ambulanslar vardı. Bu kadar olduğunu bilemedik.. Hastaneler mahşer gibiydi. Her yer.. artık tanıdık bir yüz arar olduk."
Facianın yaşandığı gün, siren seslerinin ortalığı çınlattığını anlatırken çaresizliğin nasıl bir şey olduğunu mimikleriyle dahi hissettiriyordu Gülay Hanım. Zira yaşanılanlarla birlikte madenin bütün karası sanki, Soma'ya çökmüş, ailelere de kara tohum serpilmiş gibiydi.
Soma'da yaşanan acılar beraberinde pek çok olumsuzlukları da getireceğine işaret eden endişeli konuşmalarımıza devam ettik. Eh, ne de olsa Gülay Hanım da bir kadındı.. Zira geride yüzlerce genç "dul kadın" kalmıştı. Hepsinin yaş ortalaması 20-30 arası. Madenci şehitlerimiz bir süre sonra unutulacak elbette.. İyi de ya geride kalan yetim çocuklar ne olacaktı?
Derin bir sızıyla...
G.E.: - İnanır mısınız, insanlar acılarını bile yaşayamadılar...
- Neden?
G.E: - O kadar çok yardım yağdı ki..
Evet... kime sorsam bu cümle aynen söyleniyor... Gerçekten de o kadar çok yardım akmış ki..
İnsanlara akan bu yardımlar karşısında neredeyse işin şirazesi kaymış durumda. Dolayısıyla anladığım, yapılan bu yardımlarla sanki acılı insanların neredeyse acıları unutturulmaya çalışılmış gibi. Zira Türkiye'nin dört bir yanından her şey, ama her şey kamyon kamyon, hatta tır dolusu taşınmış... Öyle ki çocuklar artık doyumsuz olmaya başlamışlar. Dahası çocuklar için bu armağanların neredeyse bir anlamı bile kalmadığından bahsediyor Gülay Hanım. Anneler için bir şey diyemiyor.
-İlk günler müthiş bir kaos yaşandı, organizasyon yoktu.
-Herkes konuşuyor...
-Türkiye konuşuyor... ama yerel halk olarak hiçbir şey yapmadılar.
-O kadar çok yardım geldi ki, ben, diğerleri kıskandılar diye düşündüm.
Anlaşılan, diğer madenci aileleri de bu yardımlara adeta "kıskanarak" bakmaya başlamışlar. Dolayısıyla "Biz de erzak isteriz" talepleri başlamış.
Odada bulunan diğer bir vatandaş da bize kulak misafiri olduğunu ilave ederek, o da söze katıldı; ve bu vatandaş önce düşüncesini, ardından daha önce de duyduğum o inanılması güç cümleyi sarf etti:
-O kadar çok yardım geldi ki ben bunu "kıskandılar" diye düşündüm.
Ardından mahalle aralarında konuşulan o inanılmaz cümleyi teyitledi:
"301 tane zengin dul'umuz var! Bayanlar giyinin süslenin kocalarınızı elinizde tutun!" Bu tarz sözlerin yaygın şekilde kulaktan kulağa dolaştığı "gerçeği"ni böylece bir kez daha duymuş oldum.
Zira benzer durum, 193 işçinin hayatını kaybettiği 1992 Zonguldak, Kozlu grizu patlaması sonrasında da yaşanmış. O günleri Gazeteci Nazım ALPMAN National Geographic’e yazdığı bir yazısında şöyle ifade ediyor:
"Grizu kazaları sonrasında ölen madenci eşlerinin "kıymetleri" artıyor, en yakınları için bile "menkul değer" haline geliyorlar. Madenci dulu, çok genç ve de çocuksuz ise ailesi, "kaza tazminatı" ile birlikte kızlarını geri almak istiyorlar. Diğer taraf ise ölen oğullarının "tazminatıyla" beraber gelinlerini bağırlarına basıyorlar. Küçük oğullarını, imam nikahıyla ağabeyinin dul eşine koca diye takdim ediyorlar. Bir de acıların "çoğalması" var. Gülsün, ölen bir madencinin eşiyle görüşmek için köydeki evine gidiyor. Kazanın üzerinden 11 ay geçmiş. Dul kadının kucağında yeni doğmuş bir bebek duruyor. Hışımla "bu ne?" diye sorduğunda kız başını öne eğiyor, sadece "kayınbiraderimden" diyebiliyor."
Yine aynı yazısında
"Kazanın üzerinden 6 ay geçmiş, ölen madenci eşleri ttk’da tazminat işlemleri için sıra bekliyorlar. 25 yaşına yeni girmiş acılı bir dul, bankların üzerinde ağlıyor. hiç kimseyle konuşmuyor. Ara sıra yanına 55-60 yaşlarında bir adam gelip, bir şeyler söyleyip gidiyor. adam kızdan uzaklaştığında diğer kadınlar kızı kuşatıyorlar. O zaman kızın, kayınbiraderiyle evlendirilen yaşıtından daha talihsiz olduğu ortaya çıkıyor: "Kayınpederim aldı beni!" adam oğlunun tazminatına talip, körpe beden de ek ikramiyesi oluyor." diye anlatıyor."
O hale şimdi aynı sorun Soma için de var diyebilir miyiz?
Hiç şüphe yok ki aynı sorunlar bugün SOMA için de geçerli. Zira dedikodulara bakılacak olursa sorun şimdiden kendisini göstermeye başlamış bile.. Ne diyor Somalı vatandaş?
"301 tane zengin dul'umuz var! Bayanlar giyinin süslenin kocalarınızı elinizde tutun!"...
Dahası gelinlerle kayınpederler arasında savaş çoktan başlamış.. Zira ortada yüklü tazminatlar var. Ve ondandır ki; "sana ne oluyor? O ölen benim oğlum! Para da benim!" diyen kayınpederlerle, çaresiz perişan gelinlerin mücadelesi, hem kendilerini, hem de Soma'nın sosyolojik kaderini ya da kadersizliğini belirleyecek..
Dolayısıyla o talihsiz cümleyi Muhtar Hanıma sordum:
Ne diyorsunuz bu cümleye? Hatta bu anlamda bir cümle daha duymuştum, "Keşke sen de ölseydin de, biz de yardım alsaydık" deniliyor, doğru mu?
İlk etapta bu cümlelere katılmak istemese de Gülay Hanım, daha sonra kendisinin de kulağına geldiğini acı bir şekilde itiraf etti.
G.E. "Bu cümle beni çok etkiledi. Daha sonra taşıyamadığım ve çok etkilendiğim duygularımı doktora aktardım.
Öte yandan buraya bir sürü yardımlar geldi, koliler filan. Burası inanılmaz bir hareketlilik içerisinde bir koşuşturma yaşarken, yöre insanları gelişmeleri oturmuşlar seyrederek "hım, iyi.. kim ne getirmiş, kim ne götürüyor" bunun hesabıyla, uzaktan izlemekle yetindi. İçlerinden bir tanesi de koşturup bir kenarından tutayım demediler..." Onun için hiçbir şey diyemiyorum, bilemiyorum.. Kim bilir, yaşadıklarım bir kızgınlığı da dönüşmüş olabilir. Çünkü o sıcak saatlerde insanlar, bir duyarlılık göstermediler.. Sadece seyrettiler.. O sebeple sınıfta kaldığını düşünüyorum benim halkımın. Böyle olmamalıydı...
"Ciddi anlamda insanlara çok kırıldım" derken, sesi titremeye başladı..
- Bu sebeple ben de doktora içimi döktüm. Doktor: "insanlar böyle büyük travma yaşadığı zaman, savaş psikolojisine girer. Ben de alayım, bir kenara atayım... Bunlar çok normal şeyler." dedi. Bir süre beklemek zorundayız...
Ama inanın bu durum beni asla rahatlatmadı.. Bütün Türkiye her alanda -yiyecek, giyecek, oyuncak- yardım yağdırırken, Soma halkı kayıtsız kaldı... O kocaman kocaman adamlar ellerini bile kıpırdatmadan karşıya geçip bacak bacak üstüne atıp, gelip gideni saymaya başlamaları... Birisi dahi kalkıp da yardım etmedi. Buraya o kadar çok yardım geldi ki.. onları taşımaya dahi tenezzül etmediler.. Benim halkım bu olmamalıydı..." dedikten sonra soruma kaldığımız yerden devam ediyor Gülay Hanım:
-O cümleler benim de kulağıma geldi; ve inanılmaz rahatsızlık duydum. Öyle ki doktorla görüştüm...
Gülay Hanım, bunları konuşurken bölgeye psikolojik destek olarak gelen ekipten kendisinin de, yaşadıkları karşısında ruhsal etkileşime girmesi sebebiyle doktora içini döktüğünü anlatması, olayların ne denli endişe verici ve vahim olduğunun bir kanıtı gibiydi. Zira sadece kazazede ailelerinin değil, dışarıdan samimi olarak ilgilenenlerin de bu durum karşısında psikolojilerinin bozulması kaçınılmaz bir gerçek.
G.E. "Her şeye rağmen güzel düşünelim, her şey güzel olsun. Onun için benim düşüncem hiçbir şey sebepsiz değildir... Bu acı haberle birlikte Soma'nın adı duyuldu. Soma halkı bu olayla birlikte daha aydınlığa ve güzel günlere kendini hazırlayacaktır. Konu ile ilgili pek çok çalışmalar konuşulmaya başlandı. AB projeleri ile ilgili bayanların bilinçlendirilmeleri, el becerilenin geliştirmesi gibi düşünceler var. Dediğim gibi bu olayla birlikte bazı konularda Soma için dönüm noktası olduğunu düşünüyorum.. İstanbul'dan çeşitli dernekler geldi ve güzel şeylere dair plânlar konuşuldu..."
Gülay Hanım'ın samimi, duyarlı içten duygularıyla ve de esirgemediği güler yüzüyle tek isteğinin Soma'da yaşanan acıların sağlıklı bir şekilde sarılmasına yönelik çalışmaların hızla yürütülmesiydi. Ailesinin de bu acılara büyük duyarlılıkla destek olduğunu söylerken bu vesileyle Sevimli kızı İrem ERDAL'ın bizimle birlikte acılı ailelere destek ziyaretinde bulunmasından dolayı ayrıca teşekkür ediyorum.
Bu anlamda değerli Turgutalp Mahalle sakinlerini kutlarken,
Turgutalp Mahalle Muhtarı Sayın Gülay ERDAL'a da katkılarından dolayı teşekkür eder, çalışmalarında başarılar dilerim...
-Devamı var-
Sevgi ve saygılarımla!
"Haksızlık Karşısında Susan Dilsiz Şeytandır" Hz. Muhammed (A.S.)
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
TEBRİK EDERİM, ÇOK DUYGULU VE GERÇEKÇİ ÖZETLEMİŞSİNİZ... VE BİZ BUNLARI HİÇ BİR YERDE OKUMADIK, DUYMADIK, İYİ Mİ?
YanıtlaSilBASINIMIZ NE KADAR ÖRTMÜŞ ACILARI ANLADIK BÖYLECE... UTANDIM Bİ ÇOK YERİNİ OKURKEN...
Merhabalar Tülay Öğretmenim.
YanıtlaSilNe kadar üzüldüğümü anlatamam. Geride kalan dul eşler için bir gerçek var o da hayat devam ettiği için "Ölenle ölünmüyor." Acıyan yer ayrı, acıkan yer ayrı.
Soma gerçeklerini yansıtan bu inceleme ve araştırma çalışmalarınız için kaleminize, emeğinize ve gönlünüze sağlıklar dilerim.
Fıtır (Ramazan) bayramınızı kutlar;tüm sevdiklerinizle birlikte sağlıklı, huzurlu ve mutlu bir bayram geçirmenizi Cenab-ı Hakk'tan niyaz ederim.