28 Şubat 2009 Cumartesi

"Hocalı Katliamı"nı Unutmadık!


















26 Şubat 1992 yılında Ermeni çeteleri, Hocalı’ya girdi. Çocuklar, kadınlar ve ihtiyarlar işkenceyle öldürüldü. Türk dünyası ve Azerbaycan için en acılı günlerden biri olmasının yanısıra, insanlık adına da tarihe kara leke olarak geçti. 17 yıl önce Ermeni işgalcileri dünyanın gözleri önünde Hocalı’da katliam yaptı.
*
*****
*
10 bin nüfuslu Hocalı’da, olaylar sırasında yaklaşık 3 bin Azeri bulunmaktaydı. Komutanlarının çoğu Ermenilerden oluşan 336. Alayın zırhlı silah ve askerlerinin yardımı ile Hocalı kasabasını yerle bir etti. Katliama tanık olan bir gazeteci, yaşananları şu şekilde aktarmaktadır: “Dağlık Karabağ’ın Hocalı kentinin düşüşünü bir gün boyunca yaşadım. Görüntülerle belgeledim ve video çekimleriyle bir günde bin üç yüz Azerbaycan Türk’ünün Ermeni çetecilerce öldürülüşünü bütün dünyaya duyurdum. Hocalı katliamı anlatılamaz bir vahşetti. Bütün Azerbaycan şok olmuştu. Ermeni bıçaklarından, kurşunlarından kurtulmayı başaranlar; kadınlar, çocuklar, ihtiyarlar karlı dağlarda tipi altında Agdam’a gelmeyi başardıklarında çoğunun ayakları donmuştu. Bazılarının ayakları ise kangrenden dolayı kesilmişti. Ermeniler vahşetin her türlüsünü sanki ibret olsun, örnek olsun diye yapmışlardı. İhtiyar dedelerin, yaşlı anaların yüzleri jiletlerle doğranmış, genç kadınların göğüsleri kesilmiş, bebeklerin kafa derileri yüzülmüştü. Hocalı ile Agdam arasındaki 12 kilometrelik orman boyunca cesetler dizilmişti.”

*
*****
*
Gelişmelere seyirci kalan Birleşmiş Milletler ve Batılı devletler, Ermenilerin yaptıkları katliamlara ve işgal hareketlerine ciddi bir tepki göstermediler. Bugün olmayan sözde "Ermeni soykırımı" iddiası ile tepemize binmeye çalışan Batılı devletler, her zaman olduğu gibi burada da sessizliklerini koruyarak ikiyüzlülüklerini bir kez daha ortaya koymuşlardır! Bunları bizler artık biliyoruz da, asıl merak ettiğim bizim kendi içimizde olan, sözde aydınlar neredeler? Niçin, bu konuya ilişkin bir açıklamaları ya da Ermenilerin yaptıklarına karşın bir imza kampanyası da burada başlatmazlar?! Doğrusu bu hiç anlaşılır gibi değil!
*
*****
*
Sözü fazla uzatmadan Amerika'lı ünlü tarihçi Prof. J. Macharty'nin; "Ermeni katliamı yoktur; Ermeniler Türkleri katletmiştir" sözünü hatırlatarak, http://www.dailymotion.com/video/x7tawa_genocide_news
adresinin üzerini tıklayarak, 17 yıl önce yaşananları isteyenler İZLEYEBİLİRLER.
Uğur DÜNDAR ve ARENA ekibine bu görüntüleri yayınladıkları için, buradan teşekkürlerimi iletiyorum.
*
*****
*
Katliamda ölenlere bir kez daha Allah'tan rahmet diliyor, müslüman ve Türk dünyasının da başı sağolsun diyorum!


Sevgi ve saygılarımla!

25 Şubat 2009 Çarşamba

TERBİYE Oksford'da Öğrenilmiyor!











Türklerin konuşmalarına şahit olan bazı Batılı gözlemciler, Türklerdeki güzel hitap biçimini şöyle anlatırlar:
"Bu milletin o kadar tatlı bir konuşma tarzı vardır ki bütün medeni milletlere örnek olabilir. (Charles Mac Farlane)
"Öfke ile intikam hissinin mahsulü olduğu kadar kumarbazlığın da tabii bir neticesi olan küfürbazlık Hıristiyan memleketlerinde müthiş surette ve tamamıyla kafirce sarfedilip durduğu halde, Türkiye'nin ne sokaklarında duyulabilir, ne de evlerinde işitilir. Bu halin bizim yüzlerimizi kızartacak ve bizi hayretler içinde bırakacak tarafı da şudur ki, Türklerin yalnız ağızlarında değil, dillerinde de küfür kelimeleri yoktur. Onlar yalnız 'Vallah' diye Allah'a kasem ederler. (Du Loir) -internet üzerinden alınmıştır-
*
******
*
Ve nihayet televizyon ekranlarından ağıza alınmayacak kadar ağır ifadelerle konuşmalar yapılarak sözde hesaplaşmalar milyonların önünde İbrahim TATLISES vasıtasıyla gerçekleşti. İnanılır gibi değil! Çocuklar, gençler izliyor; onları örnek olarak kafalarına kazıyorlar! Toplum izliyor; bu inanılmaz olaydan UTANÇ duyuyorlar. Türk milleti kalitesizliğe doğru hızla sürüklenmek istenircesine dört bir yandan saldırı altına alınıyor. Bakınız sanatçı İbrahim TATLISES bir zamanlar "Urfa'da Oksford vardı da, okumadık mı?" mealindeki konuşmalarıyla bir yerde eğitimin insan hayatındaki önemine değinmiştir. Belki bu sözleriyle gönüllere de dokunarak bir yerlere mesaj vermeyi başarmıştır! Ancak hareket ve davranışları bizim anladığımız "ahlak ve terbiye" ile hiç de bağdaşmıyor. Son yaptıklarıyla da şu yorumu ne yazık ki bizlere hatırlattı: "Okumak cahilliği alır; diğer üstün meziyetler (!) bâki kalır!"
*
******
*
Bu çerçevede yapılanları düşünecek olursak; insanlarımızın gitgide herşeye alıştırılır duruma getirildiği ortada. Zira bundan bir kaç yıl önce şovmenlik adı altında yine ekranların başında milyonların oturduğu bir saatte, bir vatandaşın pantalonu indirilmedi mi? Bu akıl almaz olay ve devamı bir şekilde daha bir azgınlaştırılarak sürüyor. İnsanlar küfürlü, argo konuşmayı doğallık saymaya başladılar. Gülmek argoya ve küfüre bırakıldı! Sohbetler argoyla şekillenir ve tatlandırılır (!) oldu! Tartışmalar kaçınılmaz argo ve küfürlerle eşitlendi! Sonuç? Bayağılaşıp, kalitesizliği yaşam tarzı olarak görmeye başlıyoruz! Hayatımız sokak kültürüne teslim ediliyor!
*
********
*
Özellikle çocuklar ve gençler bu konuşmaları, normal bir süreç gibi sürdürüyorlar. Özellikle eğitimci sıfatımla çocukların arasında olmam, bu süreci daha net olarak görmeme neden olmaktadır. O halde bu gerçeği çok iyi okumamız gerekmektedir. Zira her geçen gün toplumumuz bir karanlığa sürüklenmektedir. Türk milleti bu kalitesizliği hak etmiyor! İnsanlara ÖRNEK model olmak ve bu örneğe en güzeli seçerek insanlara sunmak, çağımızın vazgeçilmez eğitim yöntemi olduğu bir gerçektir. İşte burada devreye giren televizyonlar, neredeyse eğitimin ana merkezi haline gelmiştir.
*
******
*
Onurlu olmak için haysiyetimizi korumak zorundayız. Bunun için de "ayıp" kavramının kaybolmaması gerekiyor. O halde insanlara ayıp kavramıyla birlikte "utanma" duygusunun da canlılığını muhafaza ederek yaşatmak zorundayız. Zira yeri gelmişken bir de hatırlatma yapmak isterim; dünyada yüzü kızaran tek canlı insandır! Peki, bu durumda bu kavramların anlamı kaldı mı dersiniz? Artık toplumumuz bu kavramların bırakınız anlamını bilmeyi, bu duyguları hissedemez oldular. Yani "ar damarımız patlar" duruma geldik. Bu kabul edilir bir durum değildir! Kabalık kibarlığın, küfürbazlık görgünün, cehalet bilginin yerini alamaz! Utanma ve ayıp kavramları olduğu sürece toplumlar ayakta kalır! Aksi takdirde yok olacağımız kesindir!
*
*****
*
Bu küfürlü hesaplaşmanın muhatabı İbrahim TATLISES, bakınız daha sonra da insanlara "saygı"sını gönderiyor. Şimdi bu konuşmaları yapan, saygıdan ne anlar? Acaba saygı sözcüğünü hissedip yaşamış mıdır? Çok değil onlarca şehit verdiğimizi, "İbo şov" programında ekranlardan alt yazıyla öğrendiğimiz zaman da dahi, şakır şakır oynamaya ve oynatmaya devam etmedi mi? Burada en azından Türk halkına olan saygısı, neredeydi dersiniz? O halde bu kavramların içi boşaltılarak, sadece söyleme dönüştürmek bile saygısızlığın ta kendisidir! Yaşanılan bu olaya şiddetle karşı çıkıyor ve esefle kınarken büyük Atatürk'ün bir sözünü hatırlatmak isterim; "Milletimizin saf karakteri yetenekle doludur. Ancak bu doğuştan gelen yeteneği geliştirebilecek metodlarla donanmış vatandaşlar lazımdır." Sevgi ve saygılarımla!

21 Şubat 2009 Cumartesi

Neden Recep İvedik?











Gazeteler, internet sayfaları, reklam panoları her yer; evet her yer, bu filmi reklam ediyor ve insanları teşvik ediyor. Tüm zamanların en çok izlenen Türk filmi unvanını da taşıdığı iddiası ile ”Recep İvedik" milyonların takipçisi olmuş. Bu rakamları ve ardından bıraktığı sesleri duydukça ibret ve endişe ile toplumumuza yapılmak istenen tahribatı eğitimci gözüyle anlamaya çalışıyorum.
*
*****
*
Bu filmin bol argolu ve küfürlü olduğu üzerinde herkes hem fikir. O halde bu film o yüzden mi gişe rekorları kırıyor? Yoksa bu tipleme yani "Recep İvedik" kimilerine göre beyaz Türkler veya elit Türkler diye bizleri kendi aramızda bölmek ve birbirimize düşman etmek niyetinde olanların bir tezgahı mı? Evet; ben bu gözle bakarak olayı ne yazık ki içler acısı olarak görüyorum. Zira bazı köşe tutmuş yazarların da buna destek verdikleri çok aşikar. Niçin mi? Onların gözüyle insanların gülmeye ve eğlenmeye de ihtiyacı varmış. Hele bu içinde bulunduğumuz gergin dönem için neredeyse ilaç olarak görüyorlar. Yine "herkesin içinde, açığa çıkmadık bir Recep İvedik" varmış; işte bu film de onun için ayrıca çok tutulan bir filmmiş, falan falan. Bu gözle bakıldığında, saymakla bitiremeyecekleri pek çok neden çıkartabilirler.
*
*****
*
Yazık!.. Hem de çok yazık. Şimdi sadece bu bir kaç önemli saydığım nokta üzerinde durmak isterim. Bir defa bizlerin arasına, "kin" üzerinden düşmanlığa sevk edecek elit ya da diğer adıyla "beyaz Türkler" tanımlamasına şiddetle karşı çıkıyorum. Zira bakınız, bu tanımlama aslında nasıl da çarpıtılarak bir ihanete dönüştürülüyor. Elit diye anladığım, yani seçkin diyeceğim tanımlama aslında "benzerleri arasında niteliklerinin yüksekliğiyle göze çarpan, üstün, mümtaz, güzide mutena" anlamı taşımaktadır. Demek ki, bu niteliklerin, insanın beynindeki ve kişiliğindeki kalite olarak anlaşılmasıdır. Yoksa yaşantısında gözle görülür, maddi anlamda ayırt edici nitelikleri anlamında değil. Halkımıza vurgulanması gereken asıl ince nokta burasıdır. Oysa burada olay çarpıtılarak sanki "sırça köşk"te yaşamak ve kendini bu anlamda halkın üzerinde görmek anlamıyla saygınlığın gerçek anlamı olan yüksek ahlak ve onurlu kişiliğin birbiriyle karıştırılması ön plana çıkarılmaktadır . Bu anlamdaki ayrım yani kişinin gösterişe dayalı yaşam biçimi; tam bir görgüzsüzlük ve gerçekten kendini halktan ayırmak anlamı taşımaktadır.
*
*****
*
Öte yandan kişinin, kendini yetiştirerek kültürel ve ahlâki anlamda bir nitelik taşıması her insanın özlemini duyacağı vazgeçilmez bir üstünlüktür. Üstelik bu seçkin olma hali, Osmanlı (ENDERUN; osmanlılar zamanında sarayın içinde bulunan okul, şehzadelerin eğitiminin yapıldığı yerdir.) döneminde de hayat bulmuştur. Mesela; bu anlamda, sarayda yetişenler ayrıcalıklı bir eğitimden geçerlerdi ki bu eğitimi almış kişiler daha sonra devlet kademesinde görev alırlardı. Bu tüm dünya üzerindeki devlet anlayışı hemen hemen aynıdır. Cumhuriyet döneminde ise üniversite ve yüksek eğitimle bu kültür devam etmektedir. O halde her alanda yönetim bir ciddiyet ve ahlâki eğitimin en üst düzeyde olmasıyla başarı kazanacağı kesindir. Bu demek değildir ki, halkı aşağılayalım, küfürlü argolu konuşarak sanki halktan biri olduğumuzu gösterelim. Ne alâka? Bu tamamen toplumun kalitesini düşürmek ve gerçek anlamda örnek olmakdan uzaklaşmaktır! Bunun sonucuda FELAKET ve YIKIMDIR!
*
******
*
Şimdi bir bakalım; yüce Peygamberimiz Hz. Muhammed'in örnek ahlâkı, üstün niteliklere sahip değil miydi? Davranışları ve huyları seçkin ve örnek teşkil etmiyor muydu? Bununla ilgili olarak Allah Kur'an-ı Kerimde:
«Andolsun Allah'ın elçisinde sizin için uyulması gereken güzel örnek vardır.» buyurmuş ve O'nun yaşayışını örnek almamızı istemiştir.
Bunu nasıl değerlendirmemiz gerekiyor sizce? Demek ki gerek ahlâki, gerekse davranışlarıyla insanlara örnek model olmak mecburiyetimiz var. Bunun neresi elitlik oluyor? İşte olaylar çarpıtılarak ve sade halkımıza cehaleti örnek tutarak, onların cahilliğinden doğacak bir takım davranışları tüm topluma sunmak, o milletin sonunu hazırlamaktan başka bir şey olamaz! Bu filmde bunun bir teşviki ve gayretinin göstergesidir. Toplumumuza yapılan bir ihanettir!
*
******
*
Ülkemizde insanların sadece "kollektif din" ve sanata odaklandırılarak düşüncenin diğer faktölerinden felsefe ve bilime ise "fikir tercümesi" olarak bakılmıştır. (Hemen belirtmek isterim ki gerçekte, dinimiz akıl ve bilimin kullanılmasını hedef göstermektedir.) Düşünce yasağıyla dolu bir geçmişe sahip olduğumuz düşünülürse bireysellik "sanat"la yer bulmaktadır.
Ayrıca çocukluktan beri bu insanlara, özellikle 1980 sonrası, sanat diye magazin seyrettirilmektedir. Bu kültür daha sonra "televole" adıyla yaygınlaştırılarak toplumumuzun gerçek anlamda kalitesizliğe doğru itilmesi gerçeğini ortaya çıkarmıştır. Diğer taraftan söylenildiği üzere "her insanın içerisnde bir Recep İvedik var" tanımlamasına katılımıyorum. O halde her insanın içerisinde bir de vahşet vardır. Bunu nasıl yapacağız? Hadi o zaman, seri katiller, sapıklıklar filmlerini izleyerek bu duygularımızı açığa çıkaran olanakları işletelim! "Nasıl olur?" demeyin, bakınız "Recep İvedik" tiplemesiyle oluşabiliyor.
Görüldüğü gibi sağlıklı toplumları oluşturmak için insanlar eğitim ve örnek model yoluyla hep iyiye ve en güzele ulaşmanın hedefini yaratmak zorundadır.
*
****
*
"ERİCH FROMM, toplumun yapısı ve dinamiğinin kendi üyelerini nasıl biçimlendirdiğini ve bu üyelerin toplumsal karakterlerinin nasıl toplumun değerleriyle uyduğunu tartışmıştır.İnsan sevmeyi öğrenerek yeniden diğer insanlarla birleşir ya da toplumun otoritesine uyarak güven kazanabilir.
Fromm, insanın her türlü toplum yapısını denediğini tartışmıştır. Bütün bunlar insanın kurduğu ve kendi kendini idare edebilmesi için geliştirdiği toplumsal yapılardır. İnsan tümünü sınamıştır ancak hiçbiri insan kişiliğinin özelliklerine tam olarak yarar sağlamamıştır. Yine de demokratik yapının insan kişiliğinin gelişimine olanak sağladığını savunmuştur. ( Ancak insan, daha iyi bir toplumsal yapı geliştirmeye hep çalışacaktır. )"
*
*****
*
Kısaca; "Recep İvedik" tiplemesi argo ve küfürleriyle gerçek anlamda insanlarımıza kötü örnek model oluşturmaktan başka bir şey olamaz! Bir zamanlar Kurtlar Vadisi'nin -Polat Alemdar- oyuncusunu büyük küçük herkes taklit ederek kendine örnek model alıyorlardı. Şimdi de yeni modelimiz (!) "Recep İvedik"... Ne diyelim; "hayırlı uğurlu olsun!" Sevgi ve saygılarımla!

17 Şubat 2009 Salı

İyi ki var!..











*
*
*
*
*
*
*
Hayatımızda hiç "iyi ki var!" dediğimiz kaç sefer olmuştur? Ya da bu ifadeyi son defa ne zaman aklımızdan geçirdik diye, bir soruyla düşüncelerime yer vermek istiyorum. Zira o kadar çok sıkıntılı ve baskılı bir hayat yaşıyoruz ki, bu iç huzuru veren ifadeyi kullanmak belki de mutluluğun en güzel anlatımı olsa gerek diye düşünüyorum.
*
*****
*
İnsan hayatında o kadar çok değerler var ki; bunları saymakla bitiremeyiz. Ancak bazıları yaşamsal değer içermektedirler. Mesela, hayatımızı idame ettireceğimiz ve olmazsa olmazlar içerisinde olan vatan toprağı; bunun bir parçası olan bağımsızlık; bunları bir arada temsil eden aidiyet duygumuzu güçlendiren ulus-devlet olgusu. İşte bu kavramlar ve olgular bizlerin birinci derecede "İyi ki var!" diyebileceğimiz yaşamsal varlıklardır. Evet bu kavramları şu anda elde edebilmek için çırpınıp ölüm kalım mücadelesi veren milyonlarca insanlar var. Çok değil; biz de ulus olarak 1919 yılında aynı mücadeleyi vererek bugün bu yaşamsal değerleri elde edebildik. O halde büyük Atatürk için "iyi ki var!" ifadesini kullanmak bizlere gurur veriyor.
*
*******
*
Evet yine bu huzur verici cümleyi anne babalarımız, çocuklarımız, sevdiklerimiz için de kullanırız. Onların varlıkları bizlere, yaşamı anlamlı kılmaya muktedirdir. Varlıkları ne kadar büyük mutluluk ise, yoklukları da bir o kadar derin acılar içerir. Yokluklarını düşünmek dahi istemeyeceğimiz kıymetteki bu kişilere, hani nasıl bir duyguyla karşılık vereceğimizi zaman zaman kestiremeyiz. İşte öyle bir duygunun cevabı belki de "iyi ki var!" ifadesidir. Şüphesiz ki bu ifade, yüzümüzdeki tebessümle etrafa mutluluk saçacak kadar derindir.
*
*****
*
Herşeye rağmen güzel şeylerin farkına vararak yaşamak ve bunların kıymetini bilmek; herhalde mutlu olmanın en başta geleni olarak düşünüyorum. İşte onun için "İyi ki var!" demesini bilmeliyiz. Sevgi ve saygılarımla!

14 Şubat 2009 Cumartesi

Sevgililer Günü!











*
*
******
*
*
14 Şubat "sevgililer günü" olarak bizlerin de hayatına girdi. Girdi girmesine de, bunun ne olduğunu ve nereden geldiğini bilenimiz var mı? Ya da bu konuya tamamen saf ve temiz duygularla sahiplenen toplumumuzun, gerçekte bunun dini bir misyon olduğu üzerinde, ne kadar fikri var? İşte bu konu üzerine biraz değinmek istiyorum. Zira gençlerimizle beraber çocuklarımızın kafalarına gizlice aşılanmak istenen, amacı kastını aşan ve kapitalizmin aracılığıyla bizlere yerleşen bu günün, asıl nedenini bilmek bence en doğrusu olandır.
*
*******
*
Misyonerlik, sadece dinsel bir faaliyet değil; kültürel, siyasal ve ekonomik boyutları olan bir emperyalizmdir. Bilindiği üzere ülkemize ekonomik boyutu üzerinden yani kapitalizmin geri kalmış ülkelerde faaliyetini sıklıkla sürdürdüğü, işte "sevgililer günü, noel bayramı,cadılar bayramı" gibi aslında dinsel içerikli, fakat bunu gizleyen ama çaktırmadan beyinlerimize işlenen ve çok masumca gösterilerek, oradan tüm insanlığa kültürel nitelikte sunulmuş bir misyonerlik olduğunu göremediğimizi üzüntüyle ifade etmek istiyorum.
*
*****
*
Küreselleşme, bugün emperyalizmin yeni adıdır. Oradan vahşi kapitalizmin de yine yeni versiyonu olarak bilinmelidir.
*
***
*
"Kapitalizmin temeli de Protestanlıktır. Çünkü Protestanlıktaki rasyonel olma, tutumlu olma ve dünyevi işe dini ve ahlaki değer verme gibi prensipler günlük sosyal ve ekonomik hayata uygulanınca kapitalizm doğmuştur. Bu bağlamda ulusal ekonomilerin özelleştirme adı altında çökertilerek çok uluslu şirketlerin dünyanın kaynaklarına el koymaya başladıklarını görüyoruz." Prof.Dr.İbrahim ARSLANOĞLU
*
*****
*
Şimdi de "Sevgililer Günü"nün nereden geldiğine kısaca değinelim; Roma'da yaşayan papaz Aziz Valentine'nin öyküsüdür. Bazı kaynaklara göre bu özel günün kutlanma sebebi Hıristiyanlığı seçtiği ve bu inancından vazgeçmediği için öldürülen Romalı Aziz Valentine. 14 Şubat 270 yılında ölen Valentine’nin ölüm günü o günden sonra Sevgililer Günü olarak kutlanmaya başlanmış. Efsanenin başka bir yönü ise Aziz Valentine’nin İmparator Claudius hükümdarlığı ile aynı dönemde bir tapınakta papaz olarak hizmet vermesi ile ilgili. Claudius Valentine’i emirlerine uymadığı ve kendisine başkaldırdığı için tutuklatıp öldürdü. Bu olaydan 226 yıl sonra 496'da Papa Gelasius Aziz Valentine’i onurlandırmak için Şubat 14'ü Aziz Valentine Günü olarak belirlemiştir.
*
*****
*
Sevgililer Günü, 1800 yıllardan sonra Amerika’da Esther Howland’ın ilk Sevgililer Günü kartını yollamasından bu yana günümüzde daha çok sayıda insanın kutladığı toplumsal bir olay haline getirildi. Ama kim ne derse desin, M.S 270 yılının 14 Şubatında gömülen Aziz Valentine'nin gerçeğini ve o tarihten bugüne gelen anlamını değiştirmiyor. İster kabul edelim, ister etmeyelim bugün gerçekte Aziz Valentine'yi anma günü ve o güne damgasını vuran olayların ve dinsel duygulara saygının bir anısıdır. Bugünü -14 Şubat'ı- istenildiği kadar "özel aşk"ların tanımlandığı ve bunu taçlandırmak için kırmızı güllerle süsleyerek, alışverişler yapmaya ya da yemeklerle eğlenceli şölenlere dönüştürülmeye çalışılsa da aslında altında yatan asıl GERÇEK Hıristiyanlık inancı etrafında birleşen bir dini bayramın evrenselleştirilmeye çalışılması gerçeğidir!
*
*****
*
Dayatılan bir günde "SEVGİ"yi aramaya kalkıyorsak bilinmelidir ki, bu aslında bizleri bir metal yığınına dönüştürmekten başka bir şey olamaz! Sevgi hepimizin yüreğinde olmalı! Sevgi bir güne sığdırılamayacak kadar güzel bir duygu! Sevgisiz bir dünyada yılın bir gününü bu kelimeye ayırmayı "dayatmak" olarak algıladığım ve bunu anlamak için sadece etrafımda oluşan olayları algılayarak, çok güzel tahlil edebiliyorum. O halde hepimizin rahatlıkla anlayabileceği gibi "14 Şubat"ın bir dayatma ve düzmece olduğunu ifade etmek istiyorum. Zira milyonlarca insanın öldürüldüğü, milyonlarca insanın açlığa terk edildiği ve yine milyonlarca insanın sakatlandığı, ruhsal yaralar gördüğü bir dönemi yaşıyoruz! Bunu yaşatanlar ise, sanki hiç bir şey olmamış gibi adeta insanlıkla alay ediyorlar. Üstelik tüm bunları ört bas etmek ve sevgi sözcüğünü sahte bir anlayışla insanlara hatırlatmak aslında insanlığın insani duygularını da yok etmekten başka bir şey OLAMAZ!
*
******
*
Bu duygu ve düşüncelerle, insanlarımızın büyük bir kısmının coşkuyla kutladığı "sevgililer günü" ya da "Aziz Valentine"yi anma günü herkese "hayırlı, uğurlu olsun!" diyorum. Sevgi ve saygılarımla!




8 Şubat 2009 Pazar

"Merhaba Gençler ve Her Zaman Genç Kalanlar"











****
Ülkemizde her geçen gün sanatçının yozlaştırıldığı bir dönem yaşıyoruz. Belki bu tüm dünyada böyle olmaya başladı da diyebiliriz. Zira ahlâkın yerle bir olduğu anlayışa teslim olduğumuzu düşünürsek, gerçek anlamda sanatçılara önem verilmediği gibi, yerlerini de çoğunlukla niteliksiz kişiler almıştır. Bunun sonucu olarak da bizlere sanatçı diye dayatılan bu kişilerin, magazinsel yaşamları ön plana çıkartılıp, gerçek manada sanat ve sanatçılar neredeyse unutulmaya terk edilmiştir. Buradan da anlaşılacağı üzere çocuklarımız ve gençlerimiz sanattan uzaklaşmakta ve asıl sanatın toplum üzerindeki önemini kavrayamamaktadırlar.
*
******
*

Sanat her alanda toplumların aynasıdır. Mesela, Türk halk müziğini ele alırsak; kendi hayatımızdan kaynaklanan duygu, düşünce ve zevklerini işleyerek dile getiren, yani ait oldukları toplumun kültürünü yansıtan sözlü ve sözsüz ezgilerdir.O halde sanatla kültür içiçedir diyebiliriz. Hemen örneklendirmek istiyorum; Aşık Veysel Anadolu'nun bağrından çıkan ve Anadolu insanının o samimi, temiz ve insancıl duygularını temsil etmekle birlikte, gerçek anlamda Türk halk müziği sanatçısıdır. Yani ozanlarımızın pirî konumundadır. Bu anlamda da şiirleri, türküleri değerini kaybetmeden, geçerliliğini dün olduğu gibi bugünde muhafaza eden, insan ahlâkını ve hayatı temsil etmektedir. Aşık Veysel'i dinlerken kendi öz kimliğimizle varlığımızı hissediyor yaşamı anlamaya çalışıyoruz. İşte sanatçı da bu olsa gerek. Yoksa bugün olduğu üzere vasıfsız kişileri "sanaçı" diye takdim etmelerinde ve sanatın ayaklar altında çiğnenmesinde olduğu gibi değil elbette.
*
*****
*
Santçılar aynı zamanda toplumsal olaylara, duyarlılık çerçevesinde ve insani bakışlar esas alınarak kitlelere mesaj verme olanaklarına sahip kimselerdir. Burada hemen yine bir örnek vermek istiyorum; Bush Irak’a girmeye karar verdiğinde Amerika'lı meşhur Dixie Chicks (Country Müziği) adlı grup; 10 Mart 2003'te Irak'ın işgali öncesi Nataile Maines, Londra'daki Shepherd's Bush Empire Tiyatrosu'ndaki konserde şarkı arasında topluluğa:
"Bilmenizi isteriz ki, ABD başkanının Teksas'tan çıkmış olmasından utanç duyuyoruz." demesiyle savaşa karşı bir tepki koymuşlardır.
*
******
*
Türk müziğinin özgün seslerinden biri olan Cem KARACA; 8 Şubat 2004'de aramızdan ayrıldı. Cem KARACA sesiyle, yorumuyla bir döneme imzasını atmış ve günümüzde ise şarkılarını dinlerken hâlâ keyif aldığımız bir sanatçıdır. Müziklerinde çoğunlukla toplumsal sorunlara yer veren ve yine Anadolu (rock) rak -geniş bir anlama sahip, keskin sınırları olmayan bir tarz- müziği diye nitelendirilen üslûbuyla kendisini efsane kılmıştır. Askerliği sırasında Anadolu'nun ilkokul kitaplarında anlatıldığı gibi olmadığını fark eden Cem KARACA, asker arkadaşının çaldığı bağlama ise onu bambaşka diyarlara taşımıştır. Bir zamanlar ilkel ve sıkıcı bulduğu müziğin kendi duygularını anlattığını keşfetmiştir. Bundan sonra yaptığı müziklerle kitleleri arkasından sürükleyen ve sesiyle, yorumuyla, üslûbuyla Türk rak müziğindeki en önemli sanatçıların arasında yer tutmuştur. Güçlü bir Anadolu rak kültürü yaratmıştır.
*
******
*
1967'de askerlik dönüşü Apaşlar grubuna katıldı. Daha sonra Kardaşlar, Moğollar, Dervişan, Edirdahan'ı kurdu. Yaşamının son yıllarında Barış Manço'nun efsanevi grubu Kurtalan Ekspres'le birleşerek konserler verdi. Merhum Karaca'nın "Merhaba gençler ve her zaman genç kalanlar" cümlesini sizlerle paylaşırken, Cem KARACA'yı ölüm yıl dönümü münasebetiyle kendisini bir kez daha saygıyla anıyor, Allah'tan rahmet diliyorum. Sevgi ve saygılarımla!
NOT:
http://tr.sevenload.com/videolar/c8iZ3Kr-Cem-Karaca-Islak-Islak adresin üzerini tıkladıktan hemen sonra, Cem KARACA'nın o güçlü sesiyle muhteşem yorumunu isterseniz DİNLEYEBİLİRSİNİZ.

4 Şubat 2009 Çarşamba

Çağ Atlatan Fetih; Şimdi "Eski Hikaye"mi oldu?












"İstanbul'da Büyükşehir Belediyesi tarafından bir "panoramik fetih müzesi" açıldı...
Washington, Tokyo, Pekin, Bangok, Moskova, Mogadişu'nun da "fetih günü kutlamaları" yok. Çünkü fethedilmiş değiller, o insanlar başından beri orada yaşıyorlardı. Bu durumda olan en önemli kent İstanbul! Ve bunu her seferinde dünyanın gözüne sokmanın ne anlamı olabileceğini düşünemiyorum. Ülkemize gelen her turiste "Burası aslında bizim şehrimiz değildi, beş yüz küsür sene önce biz başkalarının elinden aldık" demenin ne anlamı var? Evet, tarihimizin ayrılmaz parçası olarak okullarımızde çocuklarımıza okutmalıyız ama bütün dünyaya bu eski hikayeyi bağıra çağıra ilan etmenin ne anlamı var?" Mehmet Y. YILMAZ 04 Şubat 2009 / Hürriyet
*
*****
*
Evet bu yazıyı okuduğum zaman ve özellikle de çocuklarımıza gururla anlattığımız bu büyük başarıyı, şimdi sanki utanılacak bir olay gibi sunulmasına doğrusu yüreğim el vermedi. İstanbul'un Fethi; bir dönemin kapanarak, yeni bir çağın açılmasına vesile olan ve tarihi bir öneme sahip olduğunu, elbette ki göğsümüz kabararak nesilden nesile aktarmak bizim en birinci vazifemiz olacaktır. Üstelik bu vazifeyi, kurumlar aracılığıyla da gerçekleştirmek bir kamu hizmetidir.
*
******
*
Müslüman Türk Milleti'nin tarihine altın harflerle yazılan en önemli olaylardan ve kazanılan savaşlardan birisi şüphesiz ki çağ değişimine vesile olan İstanbul'un 29 Mayıs 1453 yılında Türkler tarafından fethedilmesidir. İstanbul, Fatih Sultan Mehmet Han'a gelinceye kadar, Emeviler, Abbasiler ve Osmanlılar tarafından defalarca kuşatılmış, seferler düzenlenmiş ancak bir türlü fetholunamamıştı. Buna mukabil, Sevgili Peygamberimiz Hz. Muhammed: "İstanbul mutlaka fetholunacaktır. Onu fetheden komutan ne güzel komutan, onu fetheden asker ne güzel askerdir" buyurmuştur. İşte buradan yola çıkarak, Türk milletinin adını şanla ve şerefle taçlandıran büyük fetihi ne yazık ki "eski hikaye" diye küçültmeye, hatta oradan önemsizleştirilmeye kadar gidebilecek bu tanımlama gerçekten bizler için kabul edilemez bir durumdur. Zira tarihimizi bu kadar küçümsemeye hiç kimsenin hakkı olmadığını düşünüyorum. Bakınız; zaferleri, başarıları herkes paylaşmak ister. Zaferler herkese bir pay verir, toplum kesimlerini birbirlerine yaklaştırır, aidiyet duygusunu kuvvetlendirir, toplumu rahatlatır.
*
*****
*
Şimdi bir de, Osmanlı'yı imparatorluk yaparak içte ve dışta önemli gelişmelere neden olan ve İstanbul'un ele geçirilmesinin bir o kadar da kolay olmadığı bilincini hatırlayarak, günümüzle kıyaslayıp, üzerinde durmak istiyorum. Yazıda, Avrupa ülkeleri ile özdeşleştirilerek, olayın "bağıra çağıra bütün dünyaya ilan edilmesi" gibi bir anlatımla sanki utanılacak ve gocunulacak bir durum yaratılıyormuş izlenimi verilmesine, gerçekten ibretle bakıyorum. Peki, Amerika'nın Vietnam'a saldırmasını ve orada sivil insanları öldürmesini, özellikle sinema ve televizyonlar aracılığıyla -ki bunu gerçekleştiremedikleri ve kazanamadıkları bir savaş olduğu halde- bir gurur abidesi olarak yıllarca beynimize kazımalarına ne söylenir? Alın size Batı kıyaslaması!!! Üstelik burada Amerika'nın, masum insanlara attığı bombalar, yaptığı kıyımlar maskelenerek sanki insanlığa bir "lütûf"muş gibi sunulması sizce ne anlam taşıyor? Şayet oralarda başarı kazansalardı, bunu cümle aleme gözdağı mahiyetinde büyük bir "zafer kutlaması" gibi sunmayacaklar mıydı? Yine, Amerika, 2003'te Irak'ı işgal ettiğinde, ilk iş olarak; hemen oraya Amerika bayrağını dikmelerini gururla (!) tüm dünyaya bir övünç olarak kim sundu? Burada "dünyanın gözüne sokma" olmadı mı?!
Osmanlı bu fethinde kimseye zulüm ve katliam yapmadığı gibi, kendilerine yaşam hakkı tanımayacak Bizanslılara da, Fatih Sultan Mehmet, Osmanlı'nın yaşaması için, tarihsel görevini yerine getirmiştir! Bundan da Türk milleti olarak onur ve gurur duyuyoruz!
*
*****
*
Yine bu düşünceden yola çıkarak, örneklendirmeye devam edeceğim; o halde bizler Kurtuluş Savaşı'mızı da küçümseyerek, hatta işgalci güçlerin zoruna gitmesin diye, 9 Eylül'ü, 30 Ağustos'u, Cumhuriyet Bayramı gibi ÖVÜNÇ ve zaferlerle dolu günlerimizi kutlamayalım. Bir bakarsınız ,Yunanlıları denize döktüğümüzü ayıplayabilirler! Yine, mesela Sultan Süleyman'ın resim sergilerini de düzenlemeyelim. Zira Cihan Padişahı Kanûnî Sultan Süleyman devri, Türk hakimiyetinin doruk noktasına ulaştığı bir devir olmuştur. Hani olur ya, bir zamanlar kıtalara hükmettiğimizi aman dünyaya bağıra çağıra duyurmayalım!..Biz bunları dillendire duralım; İsrail Devleti "vaadedilmiş topraklar" aldatmacasıyla Tevrat'ı bahane ederek haksız ve insafsızca başkalarının topraklarını, tüm dünyanın gözleri önünde hunharca gasp etmeleri kabul ediliyor! Bizlere gelince tarihimizle gurur duymaya bile neredeyse "suçluluk hissi" verilerek ve utandırılarak bir şekilde "eziklik" yaratılıyor. Yok öyle bir şey!!! Biz Fatih Sultan Mehmet Han'ın torunları olarak bu zeferi yüreğimizde onur ve gururla taşıyacağız; bunu da kuşaktan kuşağa aktararak tarih bilincimizi yaşatacağız!
*
*****
*
Türk milletine her alanda yapılan bu türden baskılar; bir yerde milletleri millet yapan; tasada, kıvançda ve kederde ortak paylaşımların yok edilerek birliğimizin çözülmesine neden olacak zeminlerdir. O vakit, özellikle topraklarımıza göz dikilen ve birlik beraberliğimize kastedilecek girişimlerin hissettirildiği bu süreçte, daha bir anlamlı ve coşkuyla zaferlerimizi kutlayarak, aidiyet duygumuzu ayakta tutacağız! Batı ülkeleri ne dermiş, onlara karşı ayıp olurmuş, yok bizlere işgalci derlermiş gibi bir takım düşüncelere asla taviz vermeyeceğizi ifade ederken, makaledeki incitici tanımlamaları şiddetle reddediyor ve KINIYORUM! Sevgi ve saygılarımla!