11 Mart 2010 Perşembe

Mehmet Emmi





















Günün ilk ışıkları göründü.
Ağır ağır sabah oluyor.
Henüz horozlar uyanmamış.
Ama köylüler uyanıyor.
Mehmet emmi, pınarın başında,
Buz gibi suyu suratına çarparken,
Mışıl mışıl uyuyan sabilerini düşünüyor...
Hepsi yedi tane; iki oğlan, beş kız.
Birde yolda var.
"O da oğlan olursa" diyor,
"Gel keyfim gel"
Ama bugün neşesi pek yok gibi.
Kötü rüyalar görmüş, ona yoruyor.
Sanki hava bugün pek kasvetli.
Toprakta bir garip kokuyor.
"Hayır olsun"der demez
Her yer sallanmaya başlıyor.
Üç ay gece gündüz çalışıp,
Kerpiç ve taştan yaptığı
İki odalı evi toprakla bir olmuş.
İçeride var yedi sabisi,
Birde karnındakiyle Emine'si.
Koşuyor umutsuzca onlara doğru.
Bakıyor ki hepsi ölmüş.
Bir sağ kalan kendisi.
"Rüya görüyorum" diyor.
Tokat atıyor kendine.
Ama uyumuyor ki uyansın.
Tanrım yumruk kadar yürek,
Bu acıya nasıl dayansın?
Sağına soluna bakıyor Mehmet emmi,
Herkes ağlıyor yanında yöresinde,
Erkekler ağlamaz onun töresinde.
Birden kalkıp koşmaya başlıyor,
Bayır aşağı koskoca ovaya.
Alacak mı sabilerinin intikamını?
Hesap mı soracak doğaya!

Dr. Ersin GÜRDAL 04.11.1983


17 Ağustos 1999 günkü Marmara depremi ile Türkiye, deprem gerçeğiyle yüzyüze geldi. Zira bu felaket karşısında millet olarak büyük şaşkınlık yaşadığımızı inkar edemeyiz. Şimdilerde bu gerçeği bilerek hayatımıza yön vermek şöyle dursun; doğayı o kadar hoyratça kullandık ki, bir gün o hoyratlığın bedelini çok ağır ödeyeceğimizi hiç düşünmedik bile! Zira düşünmemize de galiba müsaade edilmedi...


Günümüzde kontrolden çıkan "rant", neredeyse herkesin az çok nasipleneceği bir durum haline dönüştü. Buna mâni olunamadığı gibi, engel teşkil eden unsurlarda "cahil cesareti"yle aşılmaya başlandı."Nasıl yani?" derseniz; dere yataklarına yapılan binalar... Güzelim koylar, kıyılar dolduruldu! Verimli tarım alanları bir anda betonlaştı! Yetmedi; ormanlar talan edilerek müthiş bir kıyım başladı! Anlayacağımız doğa, insanlığın insafsızlığına terk edildi!.. Geride nefes alacak bir yer bırakılmadan, mutlu (!) bir hayata çoktan geçildi... Ne deprem, ne sel, ne de heyelan hiç hesaba katılmadı... Kısaca bilimi hesaba katmayan insanoğlu, zaferini (!) doğaya karşı ilân etti!


Bugün olası İstanbul depreminde, kimilerine göre 30 bin, kimilerine göre 90 bin kişinin öleceği hesaplanıyor olması, gerçekten tüyler ürpertiyor. Peki Elazığ'da gerçekleşen ve onlarca insanımızın ölmesine neden gösterilen "kerpiç ev"lerin muadili sayılabilecek, büyük yerleşim yerlerindeki sayısız kaçak yapılara ne demeli?! Köylerdeki kerpiç evler, yoksulluğun altında ezilen insanlarımızın en kolay ve en ilkel barınma yöntemi olduğu bilinen bir gerçek! Ya büyük kentlerdekiler!.. Kerpiç evlerle aralarında ne fark var? O vakit bir deprem anında her ikisinin de yıkılmasıyla neticelenecek (ki, bu vakte kadar hep öyle oldu!) bu sözde evlerin şeklen farklı olmaları, kaçınılmaz gerçeği değitirmeyecektir. Zira yerleşim yerlerindeki zemine uygun olmayan ve malzemeden çalınmış binlerce binaları, günümüze ayarlı modern "kerpiç evler" olarak görebiliriz! Yani, ha kırsal kesimin yoksul, ilkel kerpiç evleri, ha modern şehirlerin modern "kerpiç ev"leri!..

Bu şartlar altında "geri kalmışlık"ı bir kader olarak kabullenip, yaşanacak büyük ızdırap ve acılara hazırlıklı olmaya çalışmaktan başka bir şey kaldı mı?!


Sevgi ve saygılarımla!

1 yorum:

  1. Hakikaten mükemmel bir şiir ve yazı. Ersin Bey'in yüreğine sağlık. Çok beğendim. Muhakkak başka şiirleri de vardır. Onları da okumak isterim. Teşekkürler. Serkan Alpaslan

    YanıtlaSil