"İstanbul'a El Konulması
İstanbul'a, İtilaf Devletleri tarafından el konulacağı haberleri yaygınlaşmaya başladığı bir sırada, 9 Mart 1920 günü İngilizler, Türkocağı'nı bastılar. 16 Mart 1920 sabahı erken saatlerde, İngiliz savaş gemileri, Galata Köprüsü yakınlarına geldiler. İngiliz tankları, İstanbul içlerinde ve Beyoğlu'nda dolaşmaya başladı. Kente yeniden birçok düşman askeri çıkarıldı. İngiliz askerleri, karakollara, hükümet dairelerine el koymaya başladılar. Sabahın erken saatlerinde başlayan bu el koyma sırasında Şehzadebaşı karakolu, ansızın basıldı. Bu harekete karşı koymaya başlayan askerlerimiz şehit edildiler.
İstanbul'a, İngilizlerle birlikte öbür düşman kuvvetlerinin el koyması olayı, Atatürk'e 16 Mart günü sabahı saat on'da, İstanbul'dan, telgraf memuru Manastırlı Hamdi tarafından bildirilmiştir." Tarihsel Olaylarla SÖYLEV, Baki KURTULUŞ, Sf:97
İlk olarak 14 Mart günü telgrafhane basıldı. Asıl işgal ise 15 Mart gecesi gercekleşen hareketlilik ile ilk sinyallerini verdi. O gece bazi Türk diplomat ve aydınları tutuklandı. 16 Mart 1920 günü ise fiili işgal başladı, sabahın ilk saatlerinde bir askeri karargahımız basıldı ve askerlerimize yaylım ates açıldı. Fransızlar birçok yalıyı ateşe verdiler. Meclis ablukaya alındı ve toplantıda bulunan mebusların bir kısmı orada tutuklandılar, mebuslardan bazıları Anadolu'ya kacmayı basardı, bunu basaramayanların çogu Malta'ya sürgüne gönderildiler. İstanbul'un işgali'ne, İtilaf Devletleri'nin Mondros Mütarekesi'nin ardından Anadolu'daki Millî Mücadele'yi kösteklemek ve Misak-ı Milli'yi etkisiz kılmak için girişilen mücadele diyebiliriz. Bu olay üzerine Mustafa Kemal'in tepkisi sert oldu.
"Yabancı Devletlere Yaptığım Protesto
Efendiler, aynı günde çeşitli vasıtalarla şu protestoyu gönderdim:
16.3.1920
Protesto İstanbul’da İngiliz, Fransız, İtalyan Siyasî Temsilcilerine, Amerikan Siyasî Temsilcisine, Bütün Tarafsız Devletler Dışişleri Bakanlıklarına, Fransa, İngiltere, İtalyan Millet Meclislerine verilmek üzere Antalya’da İtalyan Temsilciliğine
Millî bağımsızlığımızı temsil eden Meclis-i Meb’usan da dahil olmak üzere, İstanbul’da bütün resmî daireler, İtilâf Devletleri’nin askerî kuvvetleri tarafından resmen ve zorla işgal edilmiş ve millî dâvâ uğrunda çalışan birçok vatansever kimsenin de tutuklanmasına teşebbüs edilmiştir.Osmanlı milletinin siyasî hakimiyet ve hürriyetine indirilen bu son darbe, ne pahasına olursa olsun hayatını ve varlığını savunmaya azmetmiş olan biz Osmanlılardan çok, yirminci yüzyıl medeniyet ve insanlığının kutsal saydığı bütün esaslara, hürriyet, milliyet, vatan duyguları gibi bugünkü insan toplumlarının temelinde yatan bütün ilkelere ve insanlığın bu ilkeleri meydana getiren ortak vicdanına indirilmiş demektir.Biz, haklarımızı ve bağımsızlığımızı savunmak için giriştiğimiz mücadelenin kutsallığına ve hiçbir kuvvetin bir milleti yaşama hakkından mahrum edemeyeceğine inanıyoruz.Tarihin bugüne kadar kaydetmediği bir suikast olan ve Wilson prensiplerine dayanan bir Ateşkes Anlaşması’nın, milleti savunma imkânlarından yoksun bırakmış olmasından doğan bir hileye de dayanmış olması bakımından, ilgili milletlerin şeref ve haysiyetleriyle de bağdaşmayan bu hareketin ne demek olduğunun takdirini, resmi Avrupa ve Amerika’nın değil, bilim, kültür ve medeniyet Avrupa ve Amerika’sının vicdanına bırakmakla yetinir ve bu olaydan doğacak büyük tarihî sorumluluğa, son olarak bir kez daha dünyanın dikkatini çekeriz. Dâvâmızın haklılık ve kutsallığı, bu güç zamanlarda, Allah’tan sonra en büyük yardımcımızdır.
Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Heyeti Temsiliyesi adına Mustafa Kemal" Yakamoz Yayınları-NUTUK, Sf:251/252
Kurtulus Savaşı'nın ardından 11 Ekim 1922'de imzalanan Mudanya Mütarekesi ile İstanbul Boğazı bize bırakıldı ve bunun ardından 24 temmuz 1923'te imzalanan Lozan Antlaşması ile de düşman askerlerinin şehri terk etmesi kararlaştırıldı. Ekim ayında düşman askerleri şehri terk etmeye başladı. Ve 6 Ekim 1923 tarihinde Kahraman TÜRK ordumuz büyük sevinç gösterileri arasında İstanbul'a giriş yaptı.
Ve ne büyük tesadüftür ki,
İngiliz Amirali Calthorpe'a "Padişahın ve benim yegane ümidimiz, Allah'tan sonra İngiltere'dir." diyen; ve asıl adı Mehmed Ferid olan Damat Ferit Paşa, Milli Mücadele'ye karşı açtığı savaşta, İngiliz ve Yunan uçakları tarafından atılan bildirilerde Şeyhülislam Dürrizade Abdullah'a,
"Padişahın izni olmadan işgalcilere karşı duranları, asker ve para toplayanları tek tek veya topluca öldürmek, din gereği ve görevidir! Milliyetçileri öldürenler gazi sayılır, bu yolda ölenler şehit!" yazdırtan;
Ve yine kendi hükümetinin bakanlarından Adliye Nazırı Ali Rüştü Efendi, "Yunan ordusunun başarısı için dua edilmesini" isteyecek kadar ileri gitmiş olan Damat Ferit Paşa,
Fransa'nın Nice şehrinde İstanbul'un düşman işgalinden kurtulduğu aynı gün olan 6 Ekim'de, öldü!
Demem o ki...
6 Ekim İstanbul'un düşman işgalinden kurtuluşunun 94. yılı Büyük Türk Milletine kutlu ve mutlu olsun...
Ne Mutlu Türk'üm diyene!
Sevgi ve saygılarımla!
"Haksızlık Karşısında Susan Dilsiz Şeytandır" Hz. Muhammed (A.S.)
Atatürk'ün çeşitli vasıtalarla protesto mektubunu,belirlenmiş yerlere göndermesi çok ilginç geldi bana..bunun kısa bir filmi yapılmalı bence..Protesto metni de ustaca ve zekice hazırlanmış.. Bu protesto metnini okuyunca Kuzey Iraktaki gelişmeler ve Ülkemizde ve Ortadoğuda (bölgemizde) yaşanan her türlü kirli oyunlar geldi aklıma..Sanki kurtuluş savaşı zamanını tekrar yaşıyormuşusuz gibi hissettim....Prtotesto metninde Atatürk ,dış güçlerin "milleti savunma imkânlarından yoksun bırakmış olmasından doğan bir hile"den bahsediyor..Sanki günümüzde de aynı şeyleri yaşıyoruz gibi..Şu an milletin eli kolu bağlanmış,savunma mekanizması kırılmış durumda sanki..
YanıtlaSilElinize kaleminize sağlık Tülay hocam....:)
Merhaba Ertuğrul Bey. Yazımı dikkatle okuyup yapmış olduğunuz tespitler için teşekkür ederim. Aslında tarihi bilmediğimizden kaynaklanan ve dışarıdan ithal edilen yapay problemler bilinçsizliğimiz sebebiyle millet olarak bizi birbirimizden koparıp adeta, düşmanlaştırmaya doğru hızla yol alıyor...
YanıtlaSilDolayısıyla özellikle NUTUK mutlaka ama mutlaka okunması ŞART olan bir kitap. Dahası bir de KUR'AN'ın mutlaka TÜRKÇE olarak okunması gerekiyor.. Zira bizi bir inancımızla bir de dünya üzerinde yaşama hakkına dayalı kuruluş ve var oluş felsefemizle vuruyorlar.. En derin saygılarımla...