rousseau etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
rousseau etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

7 Ocak 2011 Cuma

"İdare-i Maslahat"














Osmanlıcadan gelen idare-i maslahat... Daha açıkcası Osmanlı'nın zaafiyete uğramasını bu cümleyle özetleyebiliriz. Zira bu ifade Osmanlı'nın yönetim biçimi olarak da algılanabilir... Yani, işleri şöyle böyle yönetmek gibi. Ortalığı telaşeye vermeden, derinlemesine tedbirden uzak, durumu idare etmektir idare-i maslahat.


Tempo Dergisi'nin haber ettiği ve ardından gazetelerde yer alan olay inanılır gibi değil denilecek cinsten... Gerçi artık yaşadığımız her bir olaya bakışımız, "inanılır gibi değil"lerle başlıyor ama...


Alın size bir inanılmaz haber daha...

Bilgi Üniversitesi'nde bir öğrencinin, bitirme tezi olarak okulda porno bir film çekimi ile günyüzüne çıkan olay; ve akbinde iki öğretim üyesi ve bir öğretim görevlisinin işine son verilmesiyle yaşanan gelişmeler... Buna ilave olarak, Matematik Bölüm Başkanı Prof. Dr. Ali Nesin'in (ki kendileri Aziz NESİN'in oğlu oluyor), Bilgi Üniversitesi Yönetimi'ni istifaya çağırmasıyla devam eden gelişmeleri değerlendirmek isteriz.

"... Gerçek akademisyenlerin "veliler ne der" ya da "ekmek paramızdan olacağız" gibi kaygıları olamaz. Özümüze ihanet edeceğimize aç kalırız daha iyi!'' Ali NESİN 6 ocak 2011, Hürriyet


Şüphesiz ki üniversiteler, bilimsel anlamda aldığı kararları herhangi bir çıkara dayanarak geri çekmemeli ve şu ya da bu şekilde üzeri örtülmemelidir!!! Ama bir o kadar da saygınlığın, ahlakın düşürülmemesi gereken noktalar vardır. İşte bu durumda sormak isteriz:

Yaşanılan kepazeliğin neresi bilimsel?

Neresi insanlığa hizmet?

Neresi ÖZGÜRLÜK oluyor?

Ve Nesin'in fadelerinde "kendi özümüze ihanet etmektense..." diyor. Ama asıl bu kepazelik milletin özüne ihanet değil de nedir, diye sormazlar mı adama?

Ayrıca dünyanın hemen hiç bir üniversitesinde böyle bir teze yer verilebileceğini hiç zannetmiyorum!!! Bu rezaleti "bilimsel özgürlük" gibi kavramların içerisine yerleştirmek herhalde olsa olsa ahlak düşmanı "sapık" bir toplum yetiştirmeye niyetli, ruh hastalarına mahsus olsa gerek!!!

İnanılır gibi değil...

Rezalet hat safhada...

Neymiş efendim "bilimsel özgürlük"müş... Öyle mi?!.. Hadi oradan...

Ne diyor Ziya Paşa: "Âyinesi iştir kişinin lafa bakılmaz"

E o zaman bizde bu sözden yola çıkarak Bilgi Üniversitesi'nin gelmiş olduğu noktayı bu ifadeyle anlatmak isteriz... Bilgi Üniversitesi, her şeyi bıraktı da "porno"nun bilimselliğine mi soyundu?!.. İnsanlığın temel ahlakını altüst etmekten öteye geçemeyen bu rezaletin açıklaması hiçbir şekilde kabul edilemez!!!

Öte yandan "Veliler ne der?" açıklamasına verilecek bir cevabımız var! Bırakınız velileri, toplum ve kamuoyu bu olaya ne der acaba? Zira toplumu ve toplum ahlakını yakından ilgilendiren her şeye bu kaygı ile bakılmalıdır!

Bu arada bu rezaleti sanat eseri gibi algılayanlar da varmış!

Pes valla!.. Sanatı, o ince ruhu bu rezalete bulaştırmak "sapla samanı birbirine karıştırmak"tan öteye geçemez. Kuzum bunun neresi sanat?!.. Kimi kandırıyorsunuz?!.. Bu rezaleti sanat kılıfına sokmak isteyenlere tam da bu noktada en güzel yanıtı Filozof Jean Jacques ROUSSEAU'nun konuya ilişkin düşüncesiyle vermek isterim:

"... sanatçı dediğimiz kişi; bilgelerin itibar gördüğü, eğlence meraklısı bir gençliğin zevkler içinde yaşadığı, insanların zevklerini kendilerini özgür kılan tiranlara feda ettikleri, erkek ve kadınların sırf birbirlerinin zevk duygularını karşılamak uğruna gösterdikleri cesaret için drama başyapıtlarını ve mucizevi müzik eserlerini sahipsiz bıraktıkları bir çağda ve ülkede dünyaya gelmek gibi bir talihsizlik yaşasa kendini kabul ettirmek için hangi yolu denerdi nazik beyler? Elbette o akıl almaz yeteneğini dönemin seviyesizliğine uydurmak amacıyla, hayranlık veren ölümsüz başyapıtlar ortaya koymak yerine dönemindeki insanların beğenisini toplayabilmek için son derece sıradan eserler üretirdi." Bilimler ve Sanatlar Üzerine Söylev J. J. Rousseau


Demem o ki.. Sözde kendilerini "aydın", "sanatçı" kabul edenler, önce ortaya konulan yapıtlara şöyle bir baksınlar... Ve şimdi porno tezini bu sanatın neresinde görmemizi istiyorlar? Akabinde kendileri bunun neresinde yer alıyor?!

Öte yandan yoksa Rousseau'nun ileri sürdüğü gibi, "bilim ve sanatlardaki ilerlemeler ahlâkın ilerlemesine hiçbir şekilde katkı sunmaz" sonucunu Bilgi Üniversitesi'nin bu rezaletine mi bağlayalım?!

Sevgi ve saygılarımla!


11 Ekim 2010 Pazartesi

Has Sanatçı
















"Ödülü hak edip sahip olamamak, sahip olup hak edememekten iyidir."


Bir televizyon kanalında "Ey özgürlük" şarkısı çalıyor... Bu şarkıyı dinlerken, şüphesiz ki herkes gibi ruhumun derinliğinde "özgürlük" coşkusunu bekliyorum; ama ne yazık ki ben, bu duyguyu ruhumda hissetmediğim gibi bilakis zihnimde tam tersi duygular oluştu...

Nasıl mı?

Bir defa benim özgürlük anlayışımda;

Anadolu insanının özgürlüğü... Temiz ve dupduru sevginin tüm insanları kucaklaması... paylaşımcı duyguların hakim kıldığı, insan vicdanının susmadığı, sorgulayıcı ve insanın insana kulluğun yok edildiği bir anlayışın egemenliği vardır! Anadolu türkülerini, ezgilerini ve halk ozanlarmızı dinlediğim zaman işte bu duyguların ruhumu sardığını hissediyorum...

Öte yandan "Ey özgürlük" gibi "özgün" şarkıların özgürlüğü hatırlatması sadece sözde kalıyor. Mesela bir takım kendilerini "aydın" diye nitelendiren kesimin özüne inildiğinde, ortada sadece ve sadece gerçek halkın gerçek yaşamından çok uzakta, kendilerince oluşturdukları yepyeni bir zümrenin varlığı görülecektir.


Sanat, toplumların yaşamlarıyla birlikte duydukları acı ve mutlulukların ortaya çıkarılması için vardır! Zira sanat, ruh ve sezinlerle ortaya çıkar. Yani ruhun dışa vurumudur sanat. Tıpkı Anadolu insanımızın hissettiği doğruluk, hürmet, ve şükran duygularını sazıyla, sözüyle dile getirdiği gibi... Doğaldır her davranışı... Ardından bir çıkar gözetmeksizin hareket eder...


O halde sanatçılar da bu duyguları dile getirirken gerçek sorunları ve bu sorunların kaynağı olan toplumun hislerini birebir anlayarak yaşamalı; ve onların acılarına, sevinçlerine ortak olmalıdırlar. Yoksa bir eğlence ortamında ya da bir konser ortamında yazılmış bir şiiri okuyarak, söyleyerek kibirle kendilerini ayrıcalıklı zümreye dahil etmekle aydın olamazlar!


Demek ki halkın gerçek sorunlarıyla birlikte insanlığın önünde bulunan tehlikelerin önce farkına varmak ve bunu da halka bir şekilde hissettirerek onların aydınlamasına, örnek olmakla sorumludur sanatçı. Onların ruhlarını yakından tanımak, onlar gibi hissedip birlikte gülüp, ağlamaktır sanatçı ve aydın olmanın özelliği...


Demem o ki... Ben has sanatçıhissederek anlarım... Görerek bakarak değil! Beni hiç ilgilendirmiyor "entel" giyimi, "entel" yaşamı... Beni asıl ilgilendiren şey; sanatçının halka ne kadar yakın olduğuyla ilgilidir... Şöhret ve münevver sahibi insanların, mensubu olduğu toplumların belirli düşünce ve kalıplarıyla şekillenmiş ve kendilerine bu düşünce üzerinden yer edinenlerin asıl, "bilmediklerini bilen" sade vatandaşların hislerine ortak olamayışlarıdır problem olan...


Öte yandan sanat ve sanatçı üzerindeki çeşitli görüşlerinin yanında farklı bir yaklaşım noktasına dikkat çeken Rousseau'ya göre;

"eğlendirici sanatlar ve gösteriş etkinliklerinin ülkede yaygınlaşması kralları daima hoşnut etmiştir. Bu yolla vatandaşlarını köleliğe alışkın bir şekilde doyurmuş olur ve halkın bu ihtiyaçlanma biçimlerinin kendileri için bağlayıcı birer tasma olduğunu iyi bilirler. Sözgelimi Büyük İskender, geçimini balıkçılıkla sağlayan topluluklar üzerinde tahakküm sağlamak için onların balığa olan düşkünlüğünü kırmış ve öteki kesimlerin sahip olduğu beslenme alışkanlıklarını onlara da kazandırmaya çalışmıştır."

Bilmem, sanki benim de anlatmak istediğim... tam bu noktada birleşiyor sanki.

Ne dersiniz?


Sevgi ve saygılarımla!