11 Ekim 2010 Pazartesi

Has Sanatçı
















"Ödülü hak edip sahip olamamak, sahip olup hak edememekten iyidir."


Bir televizyon kanalında "Ey özgürlük" şarkısı çalıyor... Bu şarkıyı dinlerken, şüphesiz ki herkes gibi ruhumun derinliğinde "özgürlük" coşkusunu bekliyorum; ama ne yazık ki ben, bu duyguyu ruhumda hissetmediğim gibi bilakis zihnimde tam tersi duygular oluştu...

Nasıl mı?

Bir defa benim özgürlük anlayışımda;

Anadolu insanının özgürlüğü... Temiz ve dupduru sevginin tüm insanları kucaklaması... paylaşımcı duyguların hakim kıldığı, insan vicdanının susmadığı, sorgulayıcı ve insanın insana kulluğun yok edildiği bir anlayışın egemenliği vardır! Anadolu türkülerini, ezgilerini ve halk ozanlarmızı dinlediğim zaman işte bu duyguların ruhumu sardığını hissediyorum...

Öte yandan "Ey özgürlük" gibi "özgün" şarkıların özgürlüğü hatırlatması sadece sözde kalıyor. Mesela bir takım kendilerini "aydın" diye nitelendiren kesimin özüne inildiğinde, ortada sadece ve sadece gerçek halkın gerçek yaşamından çok uzakta, kendilerince oluşturdukları yepyeni bir zümrenin varlığı görülecektir.


Sanat, toplumların yaşamlarıyla birlikte duydukları acı ve mutlulukların ortaya çıkarılması için vardır! Zira sanat, ruh ve sezinlerle ortaya çıkar. Yani ruhun dışa vurumudur sanat. Tıpkı Anadolu insanımızın hissettiği doğruluk, hürmet, ve şükran duygularını sazıyla, sözüyle dile getirdiği gibi... Doğaldır her davranışı... Ardından bir çıkar gözetmeksizin hareket eder...


O halde sanatçılar da bu duyguları dile getirirken gerçek sorunları ve bu sorunların kaynağı olan toplumun hislerini birebir anlayarak yaşamalı; ve onların acılarına, sevinçlerine ortak olmalıdırlar. Yoksa bir eğlence ortamında ya da bir konser ortamında yazılmış bir şiiri okuyarak, söyleyerek kibirle kendilerini ayrıcalıklı zümreye dahil etmekle aydın olamazlar!


Demek ki halkın gerçek sorunlarıyla birlikte insanlığın önünde bulunan tehlikelerin önce farkına varmak ve bunu da halka bir şekilde hissettirerek onların aydınlamasına, örnek olmakla sorumludur sanatçı. Onların ruhlarını yakından tanımak, onlar gibi hissedip birlikte gülüp, ağlamaktır sanatçı ve aydın olmanın özelliği...


Demem o ki... Ben has sanatçıhissederek anlarım... Görerek bakarak değil! Beni hiç ilgilendirmiyor "entel" giyimi, "entel" yaşamı... Beni asıl ilgilendiren şey; sanatçının halka ne kadar yakın olduğuyla ilgilidir... Şöhret ve münevver sahibi insanların, mensubu olduğu toplumların belirli düşünce ve kalıplarıyla şekillenmiş ve kendilerine bu düşünce üzerinden yer edinenlerin asıl, "bilmediklerini bilen" sade vatandaşların hislerine ortak olamayışlarıdır problem olan...


Öte yandan sanat ve sanatçı üzerindeki çeşitli görüşlerinin yanında farklı bir yaklaşım noktasına dikkat çeken Rousseau'ya göre;

"eğlendirici sanatlar ve gösteriş etkinliklerinin ülkede yaygınlaşması kralları daima hoşnut etmiştir. Bu yolla vatandaşlarını köleliğe alışkın bir şekilde doyurmuş olur ve halkın bu ihtiyaçlanma biçimlerinin kendileri için bağlayıcı birer tasma olduğunu iyi bilirler. Sözgelimi Büyük İskender, geçimini balıkçılıkla sağlayan topluluklar üzerinde tahakküm sağlamak için onların balığa olan düşkünlüğünü kırmış ve öteki kesimlerin sahip olduğu beslenme alışkanlıklarını onlara da kazandırmaya çalışmıştır."

Bilmem, sanki benim de anlatmak istediğim... tam bu noktada birleşiyor sanki.

Ne dersiniz?


Sevgi ve saygılarımla!

1 yorum: