Diyanet işleri Başkanlığı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Diyanet işleri Başkanlığı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

13 Kasım 2018 Salı

Sevgili Diyanet, Atatürk'ümüzü Unuttunuz Mu?




Birkaç ay önce sevgili eşimin anneciğinin cenazesindeyiz... Dolayısıyla akşam üzeri sevgili anneciğimizin ardından Kur'an okumak üzer iki hoca evimize geldi. Arka odadan dinliyorum... Duaya sıra geldi. Ruhlarına  hediye edilmek üzere şehitlerimizle birlikte sıralama yapıldı.

Dikkatle bekledim, Atatürk'ün adı geçmedi, iyi mi? 

Yüreğim sızladı...
 Biraz sonra salona geçtim. Önce sayın hocalara teşekkür ettim. Ardından özür dileyerek bir cümle etmek için izin istedim:

"Sayın hocam dilinize, yüreğinize sağlık olsun. Ancak bu ülkenin kurucusu büyük önderimizin adını niye zikretmediniz? Zira hepimiz onun sayesinde huzur içinde varlığımızı sürdürüyor, özgürce dini vecibelerimizi yapabiliyor ve  siz de onun kurmuş olduğu DİYANET'e bağlı bir kurumun, dolayısıyla da Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin başı dik, onurlu bir memurusunuz...

Bu cümlelerim salonda elbette soğuk duş etkisi yarattı. Sayın Hoca, "ben şehitlerimizi söyledim ya..."

Tabii bir cümle etmeden gülümseyerek öteki odaya geçtim.

Aradan geçen dakikalar sonrasında koridordan geçerken Sayın Hocamız bana seslendi:

"Bakar mısınız!" 

"Buyurunuz"

"Biraz önce söylediklerinizi düşündüm. Haklısınız. Bundan sonraki her ortamda ATATÜRK'ün adını da söyleyeceğim." 

Teşekkür ederek, salondan bir kez daha ayrıldım.

Dolayısıyla...

Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin güzide  kurumlarından birisi olan, ve bizzatihi ATATÜRK'ün kurmuş olduğu Diyanet İşleri Başkanlığı'nın cuma hutbelerinde okunmak  üzere, hiç olmazsa 10 Kasım'da ATATÜRK'ümüzün anılmasını gururla, onurla ve de tüm benliğimle isterdim. Bundan dolayı yaşadığım  bu derin ve anlamlı acımı paylaşmak üzere  Sevgili DİYANET'e sunmak istiyorum...

Lütfen!!!


Sevgi ve saygılarımla!


NOT: Hakkari'de şehit düşen vatan evlatlarımızın mekanları cennet olsun...




"Haksızlık Karşısında Susan Dilsiz Şeytandır" Hz. Muhammed (A.S.)

17 Mart 2017 Cuma

Sevgili Diyanet'in Dikkatlerine!



"Diyanet İşleri Başkanlığı, Kredi Yurtlar Kurumuna (KYK) bağlı öğrenci yurtlarında Evliliğe Hazırlık Okulu başlattı.Kaynak: Diyanet'ten devlet yurdunda evlilik okulu" 15 Mart 2017, Yeniçağ

"Din, ahlak alanında ortaya çıkan belli ödevlerin tanrısal bir buyruk niteliğinde açıklanmasıdır. Dinin ilgisini çeken temel sorun, insan doğasında bulunan "kötü"nün kaynağıdır. İnsanda, kötüye karşı ortadan kaldırılamayan ancak usun gücüyle önlenebilen bir eğilim vardır. Gerçekte kötü insanı yönlendiren öğelerin, itici güçlerin yer değiştirmesi sonucu ortaya çıkar, bu da bu öğelerin-güçlerin tersine dönmesidir. Oysa insan kötüyü sürdürmek değil, iyiyi gerçekleştirmek içindir. İşte insan yaşamını anlamlı kılan, bu iyiyi gerçekleştirme çabasıdır." İmmanuel KANT, Pratik Usun Eleştirisi, sf:19-20

Mehmet Akif,  ahlâki  değerlere  bağlılık  konusunda  Japonlarda  tanık olduklarını dizelerine döker. AKİF'e göre ahlak:

"1- Dürüstlük,  doğruluk,  şefkat,  anlaşmaya  uymak  ve verilen  sözü tutmaktır.

2- Zayıfın hakkını içtenlikle her şeyin üstünde tutmaktır.

3- Çok şeye gücün yettiği halde azla yetinmektir.

4- Fazla bir şeyin olmadığı halde bolca dağıtmaktır.

5- Kimsenin namusuna göz dikmemektir.

6- Başka insanlara da insanca muamele etmektir.

7- En zor koşullarda yiğitçe direnmektir.

8- Kişisel ihtiraslara kapılmamaktır.

9- Toplumun çıkarları uğruna kişisel çıkarları gözden çıkarmaktır.

10- Uygarlaşırken değerleri terk  etmeden yararlı teknolojiye müşteri olmaktır.

11- Moda adı altında her şeye itibar etmemektir.

12- Kapınız-bacanız açık olsa bile kendinizi güvende hissetmektir.

13- Başka  milletlerin  ilminin,  sanatının  alınabileceğini,  ancak çalışmadan salt onları taklit ederek hiçbir başarıya ulaşılamayacağını bilmektir.

14- Birtakım  menfaaatler  karşılığında  bağımsızlık  ve  özgürlükten vazgeçmemektir.

15- Bağımsızlık ve özgürlük bilincinin özgüven ve başarı için mutlaka gerekli olduğuna inanmaktır.

16- Asla zulmü alkışlamamak, zalimi sevmemektir, birilerinin keyfi için geçmişe saygısızlık yapmamaktır.

17- Haksızlığa tapmamak, zalime karşı olmak ve mazlumun yanında yer almaktır. 

18- Geleceği  düşünülmediğinde toplumun   fikrinin, hislerinin   ve azminin felce uğrayacağı bilincinde olmaktır.

19- Haksızlığa  karşı  çıkılmadığı  zaman ümitsizliğe  kapılınacağının farkında olmaktır.

20- Hak  ve   hakikatin   sesi kısılınca  sapkınlığın  putlaştırılacağını bilmektir.

21- Hakikat  ile  hayali karıştırmamaktır.  Akif’in bu söyledikleri,  sert ifade etmiş olsa da yaşayıp gördüğü gerçeklerdir.

22- İnsanları yaşatan ve öldüren şey ahlaktır. Ahlakın kaynağı gök değil yerdir. Çünkü olaylar, gökten dikte edilmez, yeryüzünde olup biter ve orada yaşanır.

23- İnsanın  yaşadıkları,  hak  ettikleridir.  Allah  kimseye  haksızlık yapmaz.

24- Müslüman  temiz  ve  iyi  niyetli  olması  gerekirken,  zulme  tapmak, adaleti  tepmek,  hakka  hiç  aldırmamak;  kendi  rahatsa,  dünya  yansa, baş kaldırmamak; sözünden dönmek, yalan söylemekten çekinmemek; güçlüye dalkavukluk etmek, zayıfa söz söyletmemek; birtakım aşağılık davranışlar:  eğilmeler  yatmalar, şaklabanlıklar,  ikiyüzlülükler,  sürekli aldatmalar sıradan davranışlar olarak görülmektedir.

25- En  samimi kimseler  bile  parti,  milliyet  veya  dil  adına  ayrılıkçı, enseden  aslan, yüz yüze gelince yaltak  kedi kesilen  bir  kişilik  olarak ortaya  çıkmaktadır.  Tüm  bunlar  ahlaki  çöküştür.  Ahlaki  çöküş  hem dünyayı, hem dini götürür."

Dolayısıyla demem o ki,

Diyanet gibi bir kurumumuzun her şeyden önce gençlerimize, insanlığın temel amacı olan AHLÂK kavramını yerleştirmek, onlara bu anlamda rol model olmak Diyanet'in başlıca sorumluluğu ve en temel görevi değil midir? 

Dolayısıyla toplumların ve dinin  olmazsa olmazı olan ahlakın yitirildiği bugünlerde,  işi gücü bırakıp, evlilikle uğraşmak ta neyin nesi oluyor?



Sevgi ve saygılarımla!



NOT:

Japonların ahlaki yapısı

Sorunuz, şimdi Japonlar da nasıl millettir?
Onu tasvire zafer-yâb olamam, hayrettir!
Şu kadar söyleyeyim: Din-i mübinin orada,
Rûh-i feyyâzı yayılmış, yalınız şekli Buda.

Siz gidin, safvet-i İslâm’ı Japonlarda görün!
O küçük boylu, büyük milletin efrâdı bugün,
Müslümanlık’taki erkânı siyânette ferid;
Müslüman denmek için eksiği ancak tevhîd.

Doğruluk, ahde vefâ, va’de sadâkat, şefkat;
Âcizin hakkını i’lâya samimi gayret;
En ufak şeyle kanâ’at, çoğa kudret varken;
Yine ifrât ile vermek, veren eller darken;

Kimsenin ırzına, nâmûsuna yan bakmayarak, 
Yedi kat ellerin evlâdını kardeş tanımak;
«Öleceksin!» denilen noktada merdâne sebat;
Yeri gelsin, gülerek, oynayarak terk-i hayat;

İhtirâsât-ı husûsiyyeyi söyletmeyerek,
Nef’-i şahsiyi umûmunkine kurbân etmek;
Daha bunlar gibi çok nâdire gördüm orada...
Ademin en temiz ahfâdına mâlik bir ada.

Medeniyyet girebilmiş yalınız fenniyle...
O da sâhiplerinin lâhik olan izniyle.
Dikilip sâhile binlerce basîret, im’ân;
Ne kadar maskaralık varsa kovulmuş kapıdan!

Garb’ın eşyâsı, eğer kıymeti hâizse yürür;
Moda şeklinde gelen seyyie gümrükte çürür!
Gece gündüz açık evler, kapılar mandalsız;
Herkesin sandığı meydanda, bilinmez hırsız.

SAFAHAT, M. Akif ERSOY


"Haksızlık Karşısında Susan Dilsiz Şeytandır" Hz. Muhammed (A.S.)

15 Şubat 2017 Çarşamba

"Zor Sorular"




"Diyanet İşleri Başkanlığı ile Kredi Yurtlar Genel Müdürlüğü yetkilileri geçen hafta Antalya’nın Alanya İlçesi’nde "KYK Manevi Rehberlik Semineri"düzenledi. Seminerde üniversite öğrencilerinin en çok sorduğu sorular raporlaştırıldı." 13 Şubat 2017, Habertürk

"Doğa hakkındaki bilgimizin azlığının, Tanrı hakkında daha da az şey bildiğimiz anlamına geldiği kanaatindeydi. Evrenin ihtişamı ve onun trilyonlarca -eğer sonsuz sayıda değilse- Dünya'nın evrimini yönlendiren nefis kanunlarının ancak bir zerresine vâkıf olmayı başardık. Yeni edindiğimiz azıcık bilginin verdiği vizyon, Dünya'yı yaratan Tanrı'yı ister istemez bölgesel kılmış, dar zaman hesapları içine almış, yanlış algılamalara yol açmış ve bizleri eskimiş görüşlerin ("Tevrat'ın Dünya'yı tepsi gibi düz, altı bin yıllık geçmişi olan bir yer olarak niteleyişine" T.G.) peşine düşürmüşe benziyor." Carl SAGAN, Tanrı'nın Kapısını Çalan Bilim sf:8

Dolayısıyla...

Üniversitelilerin en fazla sorduğu sorular,

- Kopya çekmek kul hakkı mıdır?

- Kendimizi manevi olarak eksik hissediyoruz, neler yapmalıyız?

- Şans oyunları, satranç, bilgisayar oyunları oynamanın hükmü nedir?

- Cinlerle irtibat kurulur mu?

- Büyü tutar mı?

- Kız-erkek arkadaşlığının sınırı nelerdir?

- İslam’da örtünme nasıl olmalıdır?

- Eğlence yerlerine giderek müzik dinlemekte dinen sakınca var mıdır?

- Sosyal medyadan gelen dini mesajı şu kadar kişiye göndermezsen... türü mesajların bir hükmü var mıdır?

- Üniversitelerde bazı dersler cuma namazı saatine denk geliyor, bu durumda ne yapmalıyız?

- Müslüman gencin üniversite hayatı nasıl olmalı?


Eyy gençler...

"Evreni anlamaya çalışmak tevazuya ihanet sayılır mı acaba? İnanıyorum ki evrenle karşı karşıya kaldığımızda tevazu en doğru yoldur ama hayranlıkla temaşa ettiğimiz evrenin yapısını öğrenmekten bizi alıkoyan bir tevazu olmamalı. Eğer o yapıyı öğrenmenin peşinde gidersek işte o zaman  sevgi gerçekle bilgilenebilir ve böylece sevgi cehalet ya da kendini aldatma temeline dayanmaktan kurtulur. Tanrı... hiçbir şey bilmeden ve anlamadan tapan kalın kafalı birini tercih eder mi? Yoksa taraftarlarının gerçek evrene bütün giriftliğiyle hayranlık duyanını mı tercih eder? Bence bilim, hiç olmazsa kısmen, bilgiye dayalı tapmadır... Evreni ve kendimizi keşfetme tutkusunu bastırarak bahşedilen bu armağanları takdir etmekten âciz duruma düşeriz... Dolayısıyla öğrenme müteşebbisliği bilimle uyum içindedir; dinle de uyum içinde olmalıdır ve bu insan türünün gelişip iyileşmesi için şarttır." Carl SAGAN, Tanrı'nın Kapısını Çalan Bilim, sf:29

Evet, geleceğimizin teminatı dolayısıyla da bilimsel çalışmalarıyla toplumumuzun gözbebeği olan genç beyinlerimiz!

Toplumumuzda her gün tecavüze uğrayan çocuklarımız, genç kızlarımız, şiddete maruz kalan kadınlarımız ortadayken,

Bilimde ve kitap okumada dünyanın geri kalmış ülkeleri arasında yer bulurken,

Ve

Bütün canlılarda ve her sağlıklı toplumda olduğu gibi kadın erkek ayrımcılığı üzerinden, bir hesap yapılmaması gerekliliği bilinirken, 

"Oku" emri ile başlayan kutsal kitabımızın inananları olarak,

 Neden Allah'ın bize verdiği beyni ve aklı, "dünyamızdaki yaşamın enfes dokusunu korumaya yönelik en büyük umudun, doğanın sırlarının bilimin önermeleri doğrultusunda çözümlenmesi gerektiğini içimize sindirmek olduğuna"  yönelik kullanmaktan imtina ederiz?

Dolayısıyla, bu sorularla ortaya çıkan görüntü,

Orta Çağ zihniyetiyle eşdeğer değil midir? 



Sevgi ve saygılarımla!


NOT:

"Ne Mutlu Türküm Diyene!" blog sahibi Sayın Mehmet Bilgehan MERKİ'nin okuyucularını ödüllendirmesi kapsamında şahsıma (tercihimi dikkate alarak) göndermiş oldukları, Emile ZOLA'nın Claude'un İtirafları adlı kitabı aldım. Bu nazik yaklaşımlarından dolayı kendilerine, huzurlarınızda bir kez daha teşekkürlerimi iletmekten, onur duyarım. Saygılarımla...






"Haksızlık Karşısında Susan Dilsiz Şeytandır" Hz. Muhammed (A.S.)

5 Şubat 2017 Pazar

Teşekkürlerimiz Diyanet'e...



Sözde evlendirme(!) programlarını arada bir kısa süreliğine de olsa göz gezdirdiğim oluyor.. Dolayısıyla rezaletin daniskası diyebileceğim bu programları, anlık bile izlemeye tahammül gösteremediğim gibi, izlerken yüzümün kızardığını, utanç içinde kaldığımı söylemek istiyorum.

Allah aşkına bu türden programların, toplumu kirletmekten ve insanların duygularını zehirlemekten başka  kime ne faydası var? Dahası milletimize, Türk halkına nasıl bir hizmet(!) sunuyor? Bilen varsa lütfen bir izah etsin, öğrenelim...

Bu konulara müdahale edecek RTÜK diye bir kurumumuz var. Dolayısıyla RTÜK deyince konuya uygun olduğunu düşündüğüm ve yaşadığım  bir olayı izninizle paylaşmak isterim:

2007 yılı olabilir... 

Televizyonlarda ve reklam panolarında, Mustafa SANDAL'ın dedesi Hüseyin İLERİ ile çektiği reklam filmi... Hatırlayacaksınız, "muhabbet kart reklamı" vardı. Bu reklamda yaşlı dedenin genç kızlarla birlikte, sululuk içinde geçen görüntüleri... Hani sözde komiklik yapıldığı zannedilen, ama esasında rezilliğin dik alası olan vıcık vıcık seviyesizliğini, dede olmanın  o güzel duygularını kirleterek, torunu yaşındaki genç kızlarla  hiç utanmadan sıkılmadan  seviyesiz ilişkilere dayatılan görüntüleri RTÜK Başkanlığına yazdım. 

Dönemin RTÜK Başkanı Zahid AKMAN, bu anlamda gerçekten üstün bir duyarlılık ve sorumluluk göstererek beni telefonumdan aradılar. Yazdıklarıma dolayısıyla konuya gösterdiğim ilgiye  teşekkür ederek ilgili reklamı inceleyeceklerini ifade ettiler.


Daha sonra o reklamın yayından kalktığını biliyorum...

Hal böyleyken...

Aradan geçen 10 yıl zarfında bırakınız reklamı, televizyon kanallarında, değişik isimlerle üstelik yayınların her kesime hitap ettiği saatlerde, rezalet denilecek boyuta varan seviyesizlikleri, şakır şakır milyonlara yayın yapan programlar gırla gidiyor... Genç kadınlar, yaşlı erkekler, yaşlı kadınlar, genç kızlar, delikanlılar... birbirlerine talip olan olana.. Ardından kavgalar, küfürler, inanılmaz şarlatanlıklar, inanılmaz görüntüler...

Ne yazık ki RTÜK'ten çıt çıkmıyor!!!

Birkaç gün önce,  Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından bu rezalet programlar konusunda bir hutbe yayınlandı...

"Aile kurumunun günümüzde nice tehlikelere maruz kaldığı bir gerçektir. Bazı yayınlarda aile mahremiyetinin çiğnenmesi ve nikahsız birlikteliklerin özendirilmesi, aile anlayışı ve yaşantımızda büyük tahriplere yol açmaktadır.
Evlendirme adı altında yapılan programlarda ise aileye yönelik değerlerin istismar edilmesi ve ayaklar altına alınmasıyla aile müessesesi itibarsızlaştırılmaktadır."


Vallahi doğru söze ne denir!

Teşekkürlerimiz Diyanet'e...




Sevgi ve saygılarımla!


"Haksızlık Karşısında Susan Dilsiz Şeytandır" Hz. Muhammed (A.S.)

9 Ocak 2016 Cumartesi

Diyanet'in Sayın Yetkililerine Sesleniyorum!!!








Bir babanın "öz kızına şevhetle bakmak" fetva'sıyla birlikte..


"NİŞANLILAR EL ELE TUTUŞMASIN” FETVASI

Diyanet, “nişanlılık döneminde gençler başbaşa kalmasın, el ele tutuşmasın” fetvası yayınladı

ALEVİLERLE EVLİLİK FETVASI

Diyanet’in en çok tartışma yaratan fetvalarından biri de “Alevilerle evlilik caiz mi” sorusuna verdiği yanıt oldu. Diyanet soruya “Müslüman olanla evlenilir, Müslüman olmayanla evlenilmez” yanıtını verdi.

MAL VARLIĞINA GÖRE KEFEN

Diyanet, kefen konusundaki fetvası ile de çok tartışıldı. Diyanet fetvasında, “Kefen olarak kullanılacak bez, çok basit ve adi veya çok pahalı olmamalı, ölünün mal varlığına uygun olarak alınmalıdır” denildi." 09 Ocak 2016




Vallahi Diyanet'e olan güvenim, bir bunalıma dönüştü.. 

Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Sayın Ali BARDAKAOĞLU döneminde, skandal bir olay üzerinde  duyduğum rahatsızlığı ve sıkıntıyı dile getiren kişisel mektubumu Diyanet İşleri Başkanlığı'na iletmiştim.

Yüce dinimizin yanlış yorumlanmasına vesile olacak sıkıntıdan kaynaklanan endişelerimi gideren nazik cevabi mektubu, bizatihi Sayın Başkan Ali BARDAKOĞLU'nun şefkat içeren cümleleriyle, tarafıma yazılmış e- posta ile aldım.

Bu sıcak davranıştan dolayı kuruma olan derin sevgimle birlikte güvenim bir kez daha artarak, sarsılmaz bir saygıya dönüştü..

Hal böyleyken,

Son zamanlarda Diyanet'ten duyduğumuz ve insanlığımızdan utanacak şekilde çıkan haberler karşısında, derin kaygı ve endişe duymaktayım...

Yüce dinimizi her koşulda her zaman sonuna kadar savunmak boynumun borcu olarak görüyorum. Bu bağlamda Sevgili Peygamberimize yönelik Danimarka'dan ve benzeri yerlerden yapılan saldırıları da  gerek buradan, gerekse muhataplarına şahsi ve özel tepki yazılarımla Sevgili Peygamberimizi ve Yüce dinimizi savundum,  bundan sonra da savunmaya  devam edeceğim...

Bu bağlamda insanın ruhunu karartan ve İslam diniyle uzaktan yakından ilişkisi olmayan bu sapkın "fetvaları" şiddetle ve nefretle kınıyorum!

Bu fetvaların milletimizi yaralayacağı gibi ne insanlığa, ne de vicdanlara sığmayacak kadar dehşet ve iğrenç olarak görüyor, konunun kepazeliği karşısında tek kelimeyle,

 "Yuhhh artık!" diyorum!!!



Dahası bu inanılmaz sapkın "fetva"ları duyunca aklıma  Suudi müftüsü geldi.. 

Bir an, "Allah'ım o sapık Suudi müftü bizim Diyanet'e mi geldi, ne oldu?!" dedim...

Zira yüreğimin kaldıramayacağı kadar bir sızı içerisindeyim... 

Öte yandan...

Bugün bu anlamda, dünyanın dört bir yanından el birliğiyle  Yüce dinimizi yeterince kirletenler, var güçleriyle zaten çalışmaktalar. Dolayısıyla, İslâm Dini'ni bu sapkın ve yobaz zihniyetlerin elinden kurtarmak için, Büyük ATATÜRK'ün özenle kurduğu Diyanet'in,  hem  Diyanet'i kirletmeye, hem de  Yüce dinimizi  dünya kamuoyu önünde küçük düşürmeye ve de rencide etmeye ne  hakkı, ne de yetkisi var!

Bu rezilliğin biran önce aydınlatılmasını bekliyor, sapkınların adalet önüne çıkarılmasını ivedilikle istiyorum!!!


Sayın Yetkililerin acilen ilgi ve bilgilerine sunulur!!!


NOT: Öte yandan bir SAPIKLIK haberi de... 



Yazıklar olsun!!! 


:((



Sevgi ve saygılarımla!


"Haksızlık Karşısında Susan Dilsiz Şeytandır" Hz. Muhammed (A.S.)

18 Mart 2015 Çarşamba

"Millî Bir Günahtır"!













18 Mart 1915'te Çanakkale Boğazını geçmeye kalkan İngiliz ve Fransız donanmasına ait zırhlılar ağır kayıplar verince İtilaf devletleri Gelibolu Yarımadası üzerinden 25 Nisan 1915'te Arıburnu’na asker çıkarmıştır.   Mustafa Kemal komutasındaki 19.Tümen, Conkbayırı’nda bu çıkartmayı bütün imkânsızlıklara rağmen durdurarak büyük bir başarı kazanmıştır.

Bu durum bütün dünyanın dikkatlerini Mustafa Kemal üzerine çekmiştir. Dolayısıyla 01 Haziran 1915'de  Mustafa Kemal, Çanakkale Cephesinde kara savaşlarındaki bu başarısı sebebiyle albaylığa yükseltilmiştir..

İtilaf Devletleri Anafartalar’da, Conkbayırı’nda ve Kireçtepe’de Mustafa Kemal komutasındaki Türk askerinin mücadeleci gücü ve azmi karşısında başarısızlığa uğramıştır.




"Başlangıçta hiç de hesaba katmadığı Türkler Majestelerinin donanmasını, Majestelerinin ordusunu, Majestelerinin generallerini, sürekli yenmekteydi. Bu yenilgilerin etkileri usul usul bütün sömürgelerde görülecekti.

Zaferin Türk ordusundaki etkisi çok büyük oldu. Çanakkale savaşlarının orduya kazandırdığı özgüveni iyice büyüttü, yerleştirdi, perçinledi. Çanakkale ruhunu güçlendirdi. 

İnançlı bir insan olan Cemil Conk Bey  karargah subaylarına der ki:

"M. Kemal Bey'i Allah'ın lütfuna, zaferi de M. Kemal Bey'e borçluyuz."

(...)

BİLDİRİDE adı verilmiyordu ama zaferi kazanan komutanın adı İstanbul'da duyulmuştu. Meraklılar biraz araştırınca başka şeyler de öğrendiler. Bu komutan daha önce de düşmanı ilk gün Arıburnu'nda durduran, orduya Birinci Anafartalar ve Conkbayırı zaferlerini de kazandıran komutandı.

Üç kez Çanakkale'yi korumuş, İstanbul'u kurtarmıştı. 

Yahya Kemal Bey tarih sezgisi ve şair yüreğiyle bu komutanın büyük işler yapacağına inandı. İleri gazetesi sahibi Celal Nuri Bey'e "Birinci sayfaya M. Kemal Bey'in bir resmini koysanıza.." dedi, "..zaferin sahibini milletten saklamak, böyle bir zafer kazanan insanı yüceltmemek millî bir günahtır."

Celal Nuri Bey oraya buraya telefon etti, M. Kemal'in arkadaşlarını arayıp buldu, bir fotoğrafını elde etti. Klişesini yaptırttı. Birinci sayfada güzel bir yer verdi resme. Altını da kendi yazdı. Baskıya geçilecekti.

Birkaç sivil giysili adam Celal Nuri Bey'i ziyarete geldiler. Polis Müdürü Bedri Bey'in adamlarıydı bunlar. Bin yerde kulağı olan Bedri Bey, olayı öğrenince gerekenlerle konuşmuş, sonra da adamlarını yollamıştı. Adamlar Celal Nuri Bey'e Enver Paşa'nın ilkesini anımsattılar:

"Başarı askerindir. Kişiyi sivriltmeye gerek yok."

"Anladım."

Celal Nuri Bey direnmedi. Resmi ve yazıyı 1. sayfadan çıkarttı." Turgut ÖZAKMAN Diriliş/Çanakkale 1915, sf:536/538



Mustafa Kemal Çanakkale’de eşi benzeri dünya tarihinde görülmemiş üstün bir başarıya imza atarak adeta bir kahramanlık destanı yazmış, İtilaf Devletlerine "Çanakkale geçilmez!" dedirterek tarihe mâl olmuşken,

 Çanakkale Zaferini  Atatürk'süz veya Atatürk'ü yok saymakla,

Atatürk'ün başarısını küçültmeye yönelik anlatımları ortaya atmak

Veya

Çanakkale Zaferini "evliyaların kerameti" gibi göstermeye çalışmak.. 

Güneşi balçıkla sıvamak demektir.



Diyeceğim... 




 "2011 yılına kadar Çanakkale ve Şehitler Haftası dolayısıyla hazırlanan hutbelerde Mustafa Kemal Atatürk’ün kahramanlığından söz eden Diyanet, son 4 yıldır Atatürk'e yer vermiyor"muş...

O vakit.. 

Atatürk'ün kurduğu Diyanet'e Yahya Kemal (BEYATLI) Bey'in söylemiyle cevap verelim:

 Bu "millî bir günahtır"


Sevgi ve saygılarımla!



NOT: 

Vatan için canlarını veren tüm şehitlerimizi andığımız bu anlamlı günde, alay komutanından son erine kadar şehit olan 57. Alayı anmamak olur mu hiç!

Vatan size minnettar!

Nur içinde yatın...




"Haksızlık Karşısında Susan Dilsiz Şeytandır" Hz. Muhammed (A.S)

11 Şubat 2014 Salı

Diyanet "Olmamalı"ymış!











Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin en önemli  kurumlarından birisidir Diyanet İşleri Başkanlığı. Zira bilinen bir gerçek var ki o da, ülkemizde ve bölgede  en kârlı işin "din tüccarlığı" olduğunu bilen açıkgözlerin önündeki en büyük engel Atatürk'ün kurduğu DİYANET'tir. Onun için de... bazı kesimlerce laik bir devletin bu anlamdaki böyle bir kurumun laikliğe aykırı olduğu görüşü "iddia" ediliyor. Oysa yokluğuyla, Batılı güçlerin de arzusu doğrultusunda  tam bir kargaşayla, din sömürüsünün gırla gideceği bir düzenin oluşacağı kesindir.

Hâl böyleyken... 

"Yeniçeriler"in devamı olduğunu kanıtlayan bazı "aydın" geçinen ve de Batıcı olduklarını aleni söyleyen  entellektüel "hoca" sınıfından insanlarımız var. Neydi bu "yeniçeriler"in malum durumu? İşte her yeniliğe ve her karara itiraz ederek, "istemezük!" diye kazan kaldırmaları...

Dolayısıyla... Kazanı ellerinden düşürmeyen bu insanlarımızın her fırsatta "istemezük!" demeleridir. 


Onlara göre, Türkiye laik bir ülke. O halde diyanet diye bir kurum olmaz ve olmamalıymış...


Aman efendim, meğer ne kadar da ilerici düşünen ama Batıcılığı kendine ilah sayan "çağdaş" "demokrat"larımız varmış, sormayın... Bunlarda laiklik tutkusu ne kadar derinmiş, Öyle ki, Atatürk'ü bile "gerici" ilan ettiler valla...

Kendilerini en önde ve çok Batıcı ilan edenlere bir sormak gerek;

Mesela Avrupa'da krallık gibi sözde sembolik bir monarşi durumu var. O halde "bu nasıl bir demokrasi?" diye sormazlar mı adama?!

Onlara gelince; "sembolik!", 

Bize gelince; "İstemezük!"

Bizim bölgedeki hassas konum ve durumumuz göz önüne alındığında,   "özel durum" denilen o ince ayar sayılmaz da neden "tukaka" ilan edilir?

Diyanet İşleri Başkanlığı, 

"4 mart 1924 tarihinde Mustafa Kemal Atatürk'ün emriyle 429 sayılı kanunla Türkiye Cumhuriyeti Başbakanlığı'na bağlı bir teşkilat olarak kurulmuştur.

Diyanet İşleri Başkanlığı, İslam dininin inançları, ibadet ve ahlâk esasları ile ilgili işleri yürütmek, din konusunda toplumu aydınlatmak ve ibadet yerlerini yönetmekle görevlidir.

Türkiye Anayasasının 136. maddesinde; genel idare içinde yer alan Diyanet İşleri Başkanlığı, laiklik ilkesi doğrultusunda, bütün siyasî görüş ve düşünüşlerin dışında kalarak ve milletçe dayanışmayı ve bütünleşmeyi amaç edinerek, özel kanununda gösterilen görevleri yerine getirir. hükmü yer almaktadır." ALINTIDIR


Diyanetin verdikleri dini bilgilerin pek çok kişi tarafından  fetva olarak algıladığı Türkiye'nin din kurumu olduğu bir gerçektir.

İslam Coğrafyası "din sömürüsü" altında can çekişirken, kan ve gözyaşına boğulurken...  Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin  ve Atatürk'ün  diyanet'ine bir örnek verelim:


"Söz konusu kurum televizyonda yaptığı "organ bağışı dini  açıdan günah sayılmaz hatta sevabı vardır şu ayette açıklanmıştır" açıklamasıyla organ bağışının yolunu açmıştır."



"Bu süreçte Mehmet Haberal bana müracaat ederek organ nakil işini birlikte bir televizyon programında konuşmayı teklif etti. Ben teklifi memnuniyetle kabul ettim

24.08.1983 Perşembe günü akşamı TRT televizyonunda birlikte gerçekleştirdiğimiz bir programda konuyu gündeme getirdik ve Din İşleri Yüksek Kurulu'nun ilgili kararı çerçevesinde halkı bilgilendirmeye çalıştık. Bu program bildiğim kadarıyla organ nakli konusunun dini açıdan televizyon ekranına ilk defa getirildiği bir programdı. 

Mehmet Haberal program sırasında bana organ nakli ile ilgili bağış kartını da uzatmış, ben de besmele ile bu kartı imzalayarak organlarımı bağışladığımı ifade etmiştim. Daha doğru bir ifade ile söylemek gerekirse, ölümümden sonra organlarımın başka hastaların tedavisinde izin verdiğimi açıklamıştım." 13. Diyanet İşleri Başkanı Dr. Tayyar ALTIKULAÇ, Zorlukları Aşarken sf: 421


Türkiye'de dinini anlayamayan bir çok insan bulunmakta ve inandıkları dini onlara doğru bir şekilde anlatmak için Diyanet İşleri Başkanlığı bulunmaktadır. Diyanet işleri hiçbir zaman açıklamalarını kurumsal olarak yapmaz açıklamalarını Kur'an ile özleştirir. Doğruluğunu kanıtlar. Tabi bu diyanet işlerinin gerçek amacı. Yoksa şimdilerde olduğu gibi "lades"i sorgulamak değil...



Öte yandan...

"Atatürk'ün cenaze namazının nerede kılıncağı bir dönem tartışma konusu olmuş. Türkiye'nin bu konudaki en büyük otoritesi, o tarihlerde, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi kelam ilmi ve İslam Felsefesi Ordinaryüs Profesörü Mehmet Şerafettin Yaltkaya'dır. Bu din aliminin fikrine müracaat edilir. Profesör Yaltkaya "cenaze namazlarının muhakkak camilerde kılınması yolunda kat'i ve dini bir kural olmadığını" bildirmekle beraber "kıdem ve makam selahiyeti açısından" bir kez de Diyanet İşleri Başkanlığı'nın görüşünün alınmasını önerir. Bunun üzerine, Profesör Yaltkaya'nın daha sonra yerine geçeceği Türkiye'nin ilk Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Rıfat Börekçi'nin fikri sorulur. "Atatürk'ün cenaze namazını camide kılmak zorunlu mudur?" Börekçi'nin verdiği cevap aynen şöyledir: "Cenaze namazları için esas olan bu namazın temiz bir yerde kılınması şartıdır. Atatürk bütün vatanı, düşman istilasından ve düşman çizmelerinden arındırarak tertemiz bir hale getirmiştir. Dolayısıyla o'nun cenaze namazı vatanın herhangi bir yerinde kılınabilir."
Bu görüş de alındıktan sonra Dolmabahçe Sarayı'nın muayene salonu hazırlanır. Ordinaryüs Profesör Mehmet Şerafettin Yaltkaya herhangi bir müslümanın namazını kıldırır gibi Atatürk'ün cenaze namazını bilinen biçimde kıldırır." ALINTIDIR


İşte Diyanet bunun için var...  Laikliğin gerçek anlamda yaşayabilmesi için. 

Diyeceğim; 

Diyanet İşleri Başkanlığı Türkiye'ye "özel"dir...  

Emperyalistlere ve onların maşası  "İstemezük!" diyenlere duyurulur!


"Haksızlık Karşısında Susan Dilsiz Şeytandır" Hz. Muhammed (A.S.)

28 Aralık 2011 Çarşamba

Dr. Tayyar ALTIKULAÇ ve "Zorlukları Aşarken"













Dr. Tayyar ALTIKULAÇ, İstanbul 29 Mayıs Üniversitesi Mütevelli Heyeti Başkanı...







Diyanet İşleri eski Başkanı Dr. Tayyar ALTIKULAÇ'ın hatıralarını kaleme aldığı "Zorlukları Aşarken" adlı 3 ciltlik eserini okudum. "Anadolu insanı"nın yaşam öyküsünün bir parçası olan Tayyar ALTIKULAÇ. Sıcak sımsıcak duygularla dolu, bir o kadar da hüzün ve zorluklarla geçirdiği çocukluk yılları sanıyorum ki ona mücadeleci bir kişilik kazandırmış.


Okuduklarımdan yola çıkarak;


"Zorlukları Aşarken"in hatırattan öte, belgesel arşiv niteliğinde bir eser olduğunu okuyan herkes görecektir. Aynı zamanda "Zorlukları Aşarken"i, bir dönemi anlamak için özellikle gençlerin okuması gerektiğini düşünüyorum. Zira özelde Türkiye'nin siyasi çalkantılar içerisinde geçen önemli süreçlerinde Tayyar ALTIKULAÇ, gerek sorumlu olduğu makamı itibariyle, gerekse kararlı kişiliği ile Türk halkının inancı ve geleneği olarak gördüğü pekçok hassas noktalarda neredeyse denge unsuru olmuştur. Bu itibarla kendisi anılmaktan öteye geçen ve aranılan bir şahsiyet olarak saygın yerini hem korumuş, hem de görev devamlılığı -şahsında- neredeyse mecburiyete dönüşmüştür.


Tayyar ALTIKULAÇ denildiğinde, zihinlerde yer bulan "din adamı" kimliği ön plana çıkmaktadır.. Zira daha çok küçük yaşlarda iken üzerine giydirilen "hafızlık", onun bundan sonraki yaşamının vazgeçilmez bir parçası olacaktır...

Böylece henüz yaşıtları oyun çocuğu iken kendisi için küçük yaşta şekillenen yaşamı, hayatına çoktan yön çizmişti bile. Ve omuzlarına yüklendiği sorumluluğu toplumsal göreve dönüşmüştür.

Nitekim kişiliği ve üstlenmiş olduğu sorumluluğu onun "topluma hizmet" anlayışını her şeyin üzerine çıkarmıştır. Bu sebeple yüklendiği sorumluluğunun bilinciyle görevini en üst noktaya kadar taşımasını başarmış ve Türkiye Cumhuriyeti'nin 13. Diyanet İşleri Başkanı olmuştur. Yani onun için Diyanet İşleri Başkanlığı "zirve" olmuştur. Tabii zirveye gitmek o kadar kolay olmamış...


Ve... Tayyar ALTIKULAÇ aynı zamanda Türkiye Diyanet Vakfı, İslam Ansiklopedisi ve İSAM (İslam Araştırma Merkezi) anlamına gelmektedir...


Dr. Tayyar ALTIKULAÇ kararlı tutumu ve tavizsiz yaklaşımlarıyla "koltuk adamı" değil, koltuğun hakkını vermeye çalışmış bir devlet adamı... İdealist olması münasebetiyle ona "dava adamı"da diyebiliriz. Kişliğinden ve insanlığından ve davasından veremeyeceği ödünler (kitapta görüldüğü üzere) sebebiyle pekçok -toplumun yakından tanıdığı- kişilerle ve oluşumlarla ters düşmüş...


"Zorlukları Aşarken" gerçekten okunması gereken bir eser...


Ben, okuduğum bu 3 cildin her satırında Türkiye'nin pekçok gerçeğini "bilinçli" görerek anlamaya çalıştım; değil bir dönemi, Türkiye'nin üzerinde "oynanan oyun"ların "nasıl şekillendiği"ni, "nasıl hayata geçirildiği"ni ve dahalarını zihnimde kurguladım... Hatta herbir cildin üzerinde onlarca notlar iliştirerek sade bir vatandaş gözüyle kitabı, kelime kelime analiz etmeye çalıştım.


Gördüm ki; bu eserin her cümlesinden sayfalarca yazılar yazılıp, üzerinde analiz yapılabilir. Zira anlatımlar, o kadar yalın ve samimiyetle ifade edilmiş ki...


Eserin üzerinde aldığım notları tek tek yazmayı düşünmüştüm... Ancak kitabın sonlarına yaklaştığımda okuduklarım beni olağanüstü etkiledi... Zira Tayyar ALTIKULAÇ'ın içselleştirdiği üstün davranışlarını hayranlıkla okudum. Ve biliyorum ki bu güzel ve örnek alınması gereken davranışları sergileyen ne yazık ki günümüzde çok az insan var. Hatta yok denecek kadar...


Neyse... diyeceğim; birazdan burada paylaşacağım -birkaç tane- örnek davranışlarının peşine söylenecek bir şeyimiz kalmıyor herhalde...




"Teessürünüzü samimiyetle paylaşıyorum. Bir milletvekili tarafından silah tehdidi altında tutulmanıza rağmen, istenen tayini yapmadığınız için sizi tebrik ederim..." Cumhurbaşkanı Fahri KORUTÜRK, 1979 (Zorlukları Aşarken Cilt 3, sf: 1220)


"*Arafat'ta bulunduğumuz gün, organizasyonda görevli idareci arkadaşlarımla kaldığımız çadır, hacılarımız için hazırlananla hemen hemen aynı idi. Bir farkla ki, gelen giden misafirlerimizin oturması için kum üzerine birkaç halı-kilimin serildiği olurdu. Yani bu çadırın herhangi bir farkından ve konforundan söz edilemezdi. Hacılarımız çadırlarında sıcaktan buram buram terlerken, özel masraflar yaparak klimalı ve konforlu karargah çadırı hazırlatma tekliflerini hiçbir zaman kabul etmedim. Özel yemek hazırlatmadım. Hacılarımıza dağıttığımız kumanya ne ise, kendimiz ve misafirlerimiz de aynı kumanyayı yerdik.


*Avrupa ülkelerindeki vakıf ve birlikleri kurabilmek ve onlar için hizmet binaları satın alabilmek için Almanya, Hollanda, Belçika, İsviçre, Danimarka ve Fransa'ya herhalde en az 20 seyahatim olmuştur. Köln ve Berlin'deki DİTİP'leri kurabilmek için Almanya'nın Bonn, Köln ve Berlin şehirleri arasında mekik dokur gibi gidip geldim ve bir ay yıllık iznimi buralarda geçirmek zorunda kaldım. Ama bir kuruş harcırah almadım. Kendi cebimden yiyip içtim. Zaman zaman arkadaşlarımın evlerinde misafir edildim.


*Hac günlerinde Mekke'de kendime özel oda ayırmayı hiç düşünmedim. Dokuz yıl içinde eşimle gittiğim bir hac mevsimi dışında hep 2-3 arkadaşımla aynı odayı paylaşmayı tercih ettim. Hac uygulamamızın kaçıncı yılıydı bilmiyorum. Mekke'de sağlık personelinin kalacağı bir bina kiralanmıştı. Binanın, görevlilerle toplantı yapabileceğimiz kadar geniş bir odası vardı. Benim vaktim genellikle bu salonda geçecek, görevlilerle guruplar halinde burada toplantılar yapacaktım.


... bana gezdirirken salonun hemen bitişiğinde bir odanın kapısını açtı. Burası küçük bir oda idi. Ama içeride kocaman bir karyola hazırlanmıştı. Bu odanın ne için kullanılacağını sorduğumda Sami Bey, "Hocam, bu odayı da sizin için hazırladık" demez mi? Her nedense Sami Bey'in bu hazırlığı bana çok aykırı gelmiş, sanki benim için çok özel ve çok yanlış bir şey yapılmış etkisi yapmıştı üzerimde. Çünkü o sıcak iklimde hacılarımızın çoğunun yattığı yerlerde soğutucu yoktu. Sünger yer yataklarında ve bir odada yerine göre 8-10 kişi yatıyor, ama buram buram Mekke sıcağında uyku uyuyamıyorlardı. Onların bu sıkıntılı şartlarını gece geç saatlerde dolaştığım evlerde gözlerimle görmüştüm. Sami Bey'e âni tepkim, "Ne dedin? Derhal kimse görmeden bu karyolayı buradan kaldırın ve bu odaya birilerini yatırın", şeklinde olmuştu." Cilt 3, sf: 1229-1230

(...)

"Başkan olarak görev yaptığım dönemde 9 defa hac nasip oldu, Medine'de bir zaruretten doğan tek bir gece istisna edilecek olursa, otelde veya özel odalarda kalmayı hiç tercih etmedim." Cilt 3, sf: 1231


ALTIKULAÇ, bu davranışlarını yazarken mütevazı bir açıklama getirme inceliği de sergilyor:


"Peki, burada bütün bunları niçin mi anlattım? Buna uymayan uygulamaları eleştirmiş olmak için mi? Hayır. Böyle bir kastım yok. Doğru veya yanlış, bu benim anlayış ve tercihimdi. Elbette doğru olanın bundan ibaret olmadığı ve hatta bunun yanlış olduğu ileri sürülebilecektir. Ama devletin ve milletin imkânlarını sere serpe şahsi konforları için kullananları ve onlar adına "doğru olanı bu" diye ileri sürülecek şeyleri kabul etmem hiçbir zaman mümkün olmayacaktır." Cilt 3, sf: 1231


Dr. Tayyar ALTIKULAÇ'ın inceliğine karşın vereceğimiz cevap;


Evet, doğru olan sizin anlayışınız... Ve yaptığınız da DOĞRUdur! Zira Müslümanlık ve Kur'an ahlâkı da bunu emrediyor! Ve hepimiz biliyoruz ki, bu davranışlar, milletimizin özlemle beklediği Sevgili Peygamberimizin örnek ahlâkının bir parçasıdır!!!


Dr. Tayyar ALTIKULAÇ'ın zorlu yaşamını konu eden "Zorlukları Aşarken" bu anlamda pekçok örnek alınacak davranışlarla dolu...

Diyeceğim...


Bu insani ve vicdani yaklaşımlarla atılan adımların hangisinden şüphe duyulabilir ki?!


Eser üzerine yazılmış köşe yazılarında, Tayyar ALTIKULAÇ'a ve kaleme aldığı hatıralarına yönelik çeşitli değerlendirmeleri okudum. Genel anlamda siyasi yönlere dikkat çekilerek yorumlanmış...


Oysa bu örnek davranışlar...


Evet; halk gözünde, siyasetten uzak bir bakışla,


Asıl dikkat çekilmesi gereken hususları, kimsenin işaret etmesine gerek duymadan kuşkusuz vicdanlar görüyor ve değerlendiriyor...


Asıl olan da, bu asil davranışlar değil midir?


O halde herkese "Zorlukları Aşarken" kitabını okumalarını tavsiye edelim...

:)

Sevgi ve saygılarımla!

Image"HAKSIZLIK KARŞISINDA SUSAN DİLSİZ ŞEYTANDIR." HZ. MUHAMMED (A.S.)