onur etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
onur etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

25 Ağustos 2011 Perşembe

... Haydi İş Başına!
















"Aranızda birbirinizin mallarını haksız yere yemeyin. İnsanların mallarından bir kısmını bile bile günaha girerek yemek için onları hakimlere (rüşvet olarak) vermeyin." Bakara Sûresi, 188. Ayet



"Libya Ulusal Geçiş Konseyi Başkanı Mustafa Abdülcelil, Libya lideri Muammer Kaddafi'yi yakalayan veya öldüren her kim olursa olsun affedileceğini söyledi. Abdülcelil, Kaddafi'yi ölü ya da diri getirenlere 1,3 milyon dolar ödül verileceğini de belirtti." cnntürk

Başına ödül konan haydutları, para karşılığı ölü ya da diri "adalet"e teslim eden kovboy, ödül avcısı tiplerini hatırladınız mı?

Ya da suçluları enseleyen hızlı silahşörlerin daha büyük paralar için daha tanınmış haydutları yakalama peşine düşmelerini falan...

Batı'nın vahşi kovboyları, ahlâki açıdan sorgulanmaya muhtaç pekçok değerleri para uğruna hiçe sayan davranışları konu eden filmleri demek istiyorum...

İyi veya kötü tarafta yer almak, beraberinde görülen davranışlara paralellik gösteren olumlu ya da olumsuz "onur"düzeni ile hafızalarımıza kaydedilen erdemli-erdemsiz olgular... Mesela masum bir insanın kurtarılması... Çalıntı parayı bulup, getirilmesi gibi davranışların yüksek onurluluğu...

Bugün ne yapıyor kovboylar?

Önce çıkarları doğrultusunda işbaşına gelmelerine gözyumdukları diktatörleri ayakta alkışlayarak, kol kola işbirliği sergiliyorlar...Daha sonra çıkarlarının bittiğini hissettiklari an, bir kargaşa ile onları "haydut" ilan ediyorlar, İyi mi?!

Sonra mı?

E malum...

Hep birlikte filmi izliyoruz...

Sırayla bu işler...

En nihayetinde bu "haydut"ların başlarına ödül konuyor!

Tıpkı, Irak'ın Devrik Lideri Saddam Hüseyin ve Usame Bin Ladin gibi...

Neticede ne oluyor?

Ahlaki değerler sıfır...

E kolay mı, işin ucunda para var!

Bu durumda zayıf kişilikler ya da öteki haydutlar anında iş başına geçer valla... :)

Öte yandan,

Hukuk-adalet-ahlak ilişkisi ayrılmaz bir bütün olarak değerlendirilmelidir.
Ahlâk "mutlak iyi"; adalet ise hukuk alanında "hakkı olan"ı vermektir. Ahlak, tüm evrende geçerliliğini koruyan ve toplumları çok yakından etkileyen ve çekim gücü çok yüksek davranışlar bütünüdür.


Sormak istediğim;


Para için yapmayacağı şey olmayan vahşi kovboyların devamındaki bugünkü emperyalistlerin ceberrut aktörlerince ortaya konulan, "onur" düzeninin parçası olan "ödül avcılığı"nı,

İnsanlık;

Bugün nereye koymalı acaba?!

Sevgi ve saygılarımla!

Image"HAKSIZLIK KARŞISINDA SUSAN DİLSİZ ŞEYTANDIR." HZ. MUHAMMED (S.A.V.)

29 Ekim 2010 Cuma

Kıvançla Kutluyoruz!













"Benim hayatta yegane onur kaynağım, servetim, Türklük'ten başka bir şey değildir. Bu memleket tarihte Türk'tü, bugün de Türk'tür ve ebediyen de TÜRK olarak yaşayacaktır." ATATÜRK


Birey olmak... Sorgulamak... Ve kararlarını kimsenin etkisi altında kalmadan, özgürce verebilmek... Tüm bunlara sahip olmak, insanın özgürlüğüdür aslında. Ve bu durumun yönetimlerce güvence altına alınarak halkın aklını hür iradesiyle kullanmasına olanak tanınması şekli demokrasinin kendini gösterme biçimidir...


Ve bir öğrencim parmak kaldırarak söz istiyor:


Elif Sevgi, sevimli mi sevimli, dünya tatlısı çocuklarımdan bir tanesi. Başlıyor düşüncelerini o çocuksu içtenliğiyle anlatmaya:


"Öğretmenim, ben, sizin anlattıklarınızı artık anladım." Merakla dinlemeye devam ediyorum:


"Öğretmenim, ben ağabeyimle birlikte aynı odada yatıyorum. O, her gece ikimiz de aynı anda yatmamıza rağmen, benden sürekli kendisine su getirmemi istiyordu. İşte sizin söyledikleriniz aklıma geldi; ve bu defa kendisine "Ben senin kulun, kölen değilim! Kalk suyunu kendin iç!" dedim . "Artık yataktan kalkıp, ona su getirmiyorum öğretmenim." dedi.


Ah, ne kadar güldüm... :)


Ve bu açıklamayı yakınlarımla paylaşarak inanılmaz keyif aldığımın farkına vardığımı gördüm. Tabii, bu söz karşısında sınıfta öğrencilerime bir açıklık getirme ihtiyacı da hissettim. Zira Sevgi'nin davranışı kafasında bir sorgulama olduğunun belirtisiydi. Öte yandan çocuklarımın ayrıca bilmesi gereken şey, büyüklerine hizmet anlayışının ayırtına varmalarıydı şüphesiz.


İşte onlara "çocuklar, büyüklerimize hele de aile büyüklerimize koşulsuz hizmet etmek bizim öncelikle görevlerimiz arasındadır. Ancak Burada anladığım kadarıyla Sevgi'nin ağabeyi keyfe keder bir davranış içerisine girmiş... Yoksa büyüklerimize hizmet etmek bizim için sorun olmamalıdır...


Söz, insanın sorgulayıcı olmasından açılınca, konu bu küçük ama bir o kadar da anlamlı anıya geldi. Sevgi'nin o körpe beyninde oluşan sorgulayıcı tutumunun dayandığı temel nokta, hiç şüphesiz ki Atatürk Cumhuriyeti'nin ne demek olduğudur.

Zira cumhuriyetten önce vatandaş olmaktan uzak, adeta padişahın kulu, kölesi durumundaydık...


Demem o ki... Düşünen, sorgulayan insan, onurlu olmayı öğrenir! Onurlu yaşamak ise hür iradeyle gerçekleşir. Hür olmayan insan mutlu olamaz!

Bugün 87. yılını kutladığımız Cumhuriyet'imiz bize onurlu yaşam biçimini kazandırdı.

Bu vesileyle;


Yüce Türk milletinin onurla ve kıvançla sahiplendiği Cumhuriyet Bayramı, hepimize kutlu ve mutlu olsun!


Nice 87 yıllara...


Sevgi ve saygılarımla!



22 Temmuz 2010 Perşembe

Roman Kahramanları Değil Bunlar, Gerçek KAHRAMANLAR!

















"Allah yolunda öldürülenleri sakın ölüler sanma. Bilakis onlar diridirler, Rableri katında Allah’ın, lütfûndan kendilerine verdiği nimetlerin sevincini yaşayarak rızıklandırılmaktadırlar. Arkalarından kendilerine ulaşamayan (henüz şehit olmamış) kimselere de hiçbir korku olmayacağına ve onların üzülmeyeceklerine sevinirler." Âl-i İmrân Sûresi,169,170. Ayet


Aleksandre DUMAS'ın "Üç Silahşörler" adlı eserini bilmeyenimiz yoktur herhalde... Athos, Porthos, Aramis ve d'Artagnan. Bu gözüpek "şövalye"ler, Fransa (kral-kraliçe) için, hiç çekinmeden hayatlarını ortaya koyuyorlar.

"Cesaret", "sadakat", "onur" gibi soylu unsurlara sahip bu kahramanları, bu uğurdan kimse alıkoyamıyor; hatta, kudretli ve kötülüğün temsilcisi olan Milady bile...

Bu tarihsel romanın kahramanlarını, günümüzde dahi insanlık onuruna yakışır bir şekilde övgüyle ve bir kahramanlık hikayesi olarak anlatılıyor olmasından yola çıkarak...


Biz, öyle romandan alınarak efsaneleşmiş kahramanlardan değil, yaşamış ve yaşamakta olan gerçek kahramanlarımızdan söz etmek istiyoruz. Evet evet, tarihten bugüne kadar var olan yiğitlerimizden... Bizim eşsiz yiğitlerimiz... Gözüpek kahramanlarımız... Onlar ki, yaşatma arzusunu, yaşama arzusundan her şart ve zeminde üstün tutan fidanlarımız... Biz onların sayesinde yaşıyoruz! Onlara ne yapsak haklarını ödeyemeyiz! Mübarek bedenleriyle kazanılmış bu toprakları, dün koruduk bugün de korumaya devam ediyoruz işte...


Kim için? Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ni korumak ve kollamak için!.. Bölünmez bütünlüğümüze sahip çıkmak, kardeşliğimize zarar getirmemek için!.. Namusumuz için!.. Bağımsızlığımız için!.. Ve Elhamdülillah Müslümanım, diyebilmek için!.. "Allah yolunda öldürülenlere "ölüler" demeyin. Hayır, onlar diridirler. Ancak siz bunu bilemezsiniz." Bakara Sûresi,154. Ayet



Yurdun dört bir yanından ŞEHİT cenazeleri kalkıyor... Fidanlarımız vatanın ve milletin bölünmez bütünlüğü için -kendi topraklarımız üzerinde- canlarını feda ediyor... "Nelere oluyor?" diye defalarca sorduğumuz sorunun yanıtını aslında herkes çok iyi biliyor. Ama kimse bu cevabı aklına bir daha getirmek istemezcesine, hafızasından silip atmaya çalışıyor... Zira bu alçak ve hain saldırıların arkasının kesileceğine inanmak istiyoruz... Biz böyle istiyoruz da, birileri öyle demiyor işte...

Hani 1919'da KURTULUŞ SAVAŞI'nı vermiştik ya... Evet, yine aynı savaştığımız işgalci güçler, karşımızda... İşte bu defaki işgal ve saldırış biçimleri çok farklı... Sessiz sedasız aramıza sızıyorlar... Kardeşi kardeşe düşman ettirmek, ardından ellerini ovuşturarak, gerçek anlamda "resmî işgal"i gerçekleştirebilmek, tek hedefleri...

PKK'nın, yani eli kanlı tedhiş örgütünün lojistik desteğini kimler sağlıyor? Bu hainleri, kimler eğitiyor? Hain inlerini, kimler savunarak kolluyor? Bu soruların yanıtları belli ki... Üzerinde biraz düşünmemiz ve tarih sayfalarına şöyle bir göz atmamız yeterli olacaktır!


"'Ben tarihin Türk halkından yana olduğunu biliyorum… Hatırlayın, 1919’da, umutsuz, çöken bir imparatorlukta, yazar Refik Halit KARAY, direnen güçlere ve Mustafa Kemal’e hitaben ne demişti:

"Anadolu"da bir patırtı bir gürültü, kongreler, beyannameler filan..

Sanki birşey yapabilecekler… Blöf yapmanın sırası mı şimdi?

Hangi teşkilatın ne gücün var!… Bu ne hayal!!

Kuzum Mustafa sen "deli" misin!

O Mustafa, aklın ve bilimin ışığında, ne "deli" ne "çılgın" olmadığını, halkıyla ispatlamıştı!'" Gazeteci yazar Banu AVAR


Demem o ki... Romanlara konu olabilecek asıl gerçek kahramanlar, hemen yanı başımızda!..

Onlara iyi bakın!..

Onlar biziz!!!

Yine ne diyordu Athos, Porthos, Aramis ve d'Artagnan; "Hepimiz birimiz, birimiz hepimiz için!"


Sevgi ve saygılarımla!