31 Ocak 2009 Cumartesi

Olmak veya Olmamak!

















İngiliz şair William Shakespeare, yarattığı karakterlerde insan doğasının en değişmez özelliklerini emsalsiz şekilde dile getirerek, her çağdaki insanlara hitap edebilmiştir. "İnsafsız bir kaderin taşlarına ve oklarına tahammül etmek mi, yoksa belalar denizine karşı başkaldırmak ve direnmek mi? Olmak veya olmamak. İşte mesele bu!" Hamlet'ten
*
********
*
Bugün bu düşünce ve sözler ışığında, Arap Yarımadası ve İslam coğrafyasına değinmek istiyorum; Zira "zenginler ve güçlüler ordusu"nun düzenlediği Dünya Ekonomik Formu "kriz sonrası dünyanın biçimlendirilmesi" ana gündemi ile 21 0cak'da Davos'ta toplandı. Dikkat; dünya çökerken, insanlar katledilirken, Davos'ta şatafatla beraber menfaatler doğrultusunda dünyaya, yeniden şekil verme planları anlatılıyor. İşte bu doğrultuda gerçekleşen zirve bir yerlere mesajlar verirken bir taraftan zengin güçlerin üstünlüklerini (!) diğer taraftan da dünyaya hükmedişlerinin resmi çekiliyor.
*
*******
*
Dünyanın en zengin coğrafyası üzerinde yaşadığımız bu topraklar; tarih boyu savaşları bünyesinde barındırmış ve barındırmaya da devam ediyor. İşte Batı'nın gözü de hep bu topraklar üzerinde olmuştur. Kâh sömürerek, kâh işgal ederek, zenginliklerini ve müreffeh yaşamlarını devam ettirmişlerdir. Ne yazık ki üzerimizde ayrıca da bir hükümranlık sürdürmeyi kendilerine hak görmüşlerdir. Bu başarılarını (!) da müslüman milletlerin, cehaletinden yararlanarak gerçekleştiriyorlar. Demokrasi, insan hakları diye diye bu kavramları bırakınız bizlere yerleştirmeyi, olanıda yok etmek en temel hedefleri arasındadır. İşte büyük Atatürk'ün bu oyunu bozarak kurduğu Türkiye Cumhuriyeti'nin ulus yapısını ve bağımsızlığını bir türlü hazmedemeyen ve kabullenemeyen bu EMPERYAL zihniyetler, üzerimizde etnik ve mezhepsel anlamda çeşitli bizans oyunlarıyla birliğimizi ve beraberliğimizi bozmaya çalışırken, bir taraftan da masa başında haritamızı değiştirme plânlarını hayata geçirme sevdalarını sürdürmektedirler. Nitekim ara ara ortaya çıkarılan "parçalanmış Türkiye" haritaları da bu plânın emareleridir. İşte şimdi Filistin'de sürdürülen ve yanı başımızdaki Irak'da, gerçekleştirilen savaşlar ve katliamlar üzerimize doğru gelmekte olan tehlikelerin, ayak sesleridir.
*
*****
*
Evet; buradan tekrar Hamlet'e geçmek istiyorum; "İnsafsız bir kaderin taşlarına ve oklarına tahammül etmek mi, yoksa belalar denizine karşı baş kaldırmak ve direnmek mi? Olmak veya olmamak. İşte mesele bu!" Demek ki, insafsızca saldırılan coğrafyamıza tahammül edip, boyun mu eğeceğiz, yoksa her şartta, baş kaldırıp direnerek karşı mı koyacağız? Geçekten bütün mesele burada. Yıl 1919; Mustafa Kemal ATATÜRK milletiyle birlikte karar verdi ve inanılmaz bir kudretle bu emperyalist güçleri ülke topraklarından KOVDU!!! Yani boyun eğmedik, istiklâlimizi vermedik! Evet bunu Türk milleti olarak BAŞARDIK!!! Ama şimdi kanla çizdiğimiz bu toprakları, tekrar başka senaryolarla elimizden almak peşindeler.
*
*******
*
Kral çıplak; Davos'ta TÜRKİYE CUMHURİYETİ Devleti Başbakanı'na, sesini yükseltip, adeta bir çocuğu azarlar küstahlığıyla parmağını sallayarak konuşan İsrail Cumhurbaşkanı Şimon PERES'e haddini bildiren sn. Başbakan'ımıza Türk milletinin bir ferdi olarak teşekkür ediyorum. Zira o sallanan parmak, Türk milletine ve Türkiye Cumhuriyeti'ne karşı yapılmış kabuledilemez bir cüretkarlıktır! İşte bu münasebetle baktığım zaman; Türkiye Cumhuriyeti; ne bir "sömürge" ne de bir "müstemleke" devlet DEĞİLDİR! PERES aracılığıyla ortaya konulan bu davranış; üzerimizde kötü emelleri olan herkese duyrulur! Bu da öyle biline!
Öte yandan Amr MUSA'nın gösterdiği tutumu da Arap dünyası iyi okusun! Unutulmamlıdır ki; "Hedefi olmayan gemiye hiç bir rüzgar yardım etmez." Montaigne
*
******
*
Davos'ta tertiplenen Dünya Ekonomik Formu'ndan önce, bakınız Mustafa Kemal Atatürk 13 Şubat 1923, İzmir İktisat kongresi'ndeki açılış konuşmasını nasıl yapmıştır:
"...EFENDİLER ! Tarih, milletlerin, yükseliş ve çöküş nedenlerini ararken birçok siyasi, askeri, içtimai sebepler bulmakta ve saymaktadır. Şüphe yok, bütün bu sebepler, sosyal olaylarda da etkilidir. Fakat bir milletin doğrudan doğruya hayatıyla, yükselişiyle alakadar ve münasebetdar olan, milletin iktisadiyatıdır. Hakikaten Türk Tarihi tetkik olunursa bütün yükseliş ve çöküş nedenlerinin bu iktisat meselelerinden başka bir şey olmadığı anlaşılır.
EFENDİLER! Tarihimizi dolduran bunca muvaffakiyetler, zaferler ve yahut mağlubiyetler yıkılış ve felaketler bunların kaffesi vukua geldikleri devirlerdeki ekonomik durumumuzla münasebatdar ve alakadardır. Yeni Türkiye' mizin layık olduğu mertebeye ulaştırabilmek için behemehâl iktisadiyatımıza birinci derecede önem vermek mecburiyetindeyiz. Çünkü zamanımız bir iktisat devresinden başka bir şey değildir." "http://tr.wikipedia.org/wiki/%C4%B0zmir_%C4%B0ktisat_Kongresi" adresinden alındı.
*
*****
*
O halde sözün kısası; olmak veya olmamak. İşte mesele bu! Sevgi ve saygılarımla!

29 Ocak 2009 Perşembe

Bu Çocuklar Hepimizin!











****
Ekonomik ve sosyal güvencenin olmadığı bir toplumda, ailelerin tek güvencesi çocuklarının aile bütçesine yardımcı olmasını sağlamaktır. Buradan yola çıkarak ülkemizdeki çocukların durumunu ele almak istiyorum. Gelir dağılımındaki eşitsizlikler nedeniyle özellikle çocukların bırakınız ihtiyaçlarını karşılamayı; günlük yaşamsal gereksinimlerine dahi, muhtaç oldukları her geçen gün biraz daha katlanarak ortaya çıkmaktadır.
*
******
*
Toplumsal sorun olarak karşımıza çıkan ve çoğunlukla büyük kentlerde gördüğümüz bu türden manzaralar; tüyler ürpertici ve insanın vicdanında ne yazık ki derin yaralar açacak boyuta ulaşmıştır. Oyun çağı veya anne kucağı olarak nitelendirdiğimiz yaştaki çocukların sokaklarda, caddelerde dilenmesi, çöpleri karıştırması hepimizin düşünmesi gerektiği nokta olarak görülmesi gerekiyor. O çocukların olması gerektiği yerler şüphesiz ki, okul ve ailelerinin yanlarıdır. İşte en başta bahsettiğim gibi ekonomik şartlara dayandırılarak çocukların - bir işte çalıştırılması ya da dilendirilerek- kullanılması geleceğimizin tehlike altına girmesi anlamı taşımaktadır. Zira bu çocuklar yaşıtlarının yaptıkları ve olması gerektiği koşullara sahip değiller!
*
*******
*
Türk aile yapımız, manevî bağlarımız, kültürel özelliklerimiz ve dinî duygularımız nedeniyle bizlere yabancı olan bu durum ne yazık ki, artık hayatımıza yerleşti. Hızla içine çekildiğimiz ahlâki çöküşle birlikte, bizlerin aile yapısına, gelenek ve görenekleriyle hiç de bağdaşmayan bir uygulamada olduğu üzere -yaşlı insanlarımızı kendi ellerimizle huzur evlerine yerleştirdiğimiz gibi- bu sorunla da milletimiz karşı karşıya kaldı. Diğer taraftan, yaşamlarının büyük bölümünü sokakta geçiren, ailelerin veya yetişkinlerin desteğinden ve korumasından mahrum olan çocuklar ise toplum tarafından dışlanınca, içine düştükleri yalnızlık duygusu öfkeye ve kine dönüşmektedir. Doğal olarak suça itilen bu çocuklar yaşadıkları katı acımasızlıklar sebebiyle fiziksel ve psikolojik gelişimlerini sağlıklı sürdürememektedirler. Doğal olarak da bundan sonra tehlikelerin kucağına düşmek, bu çocuklar için kaçınılmaz bir sondur!
*
********
*
Gelişim sürecini gerek fiziksel gerekse zihinsel anlamda sağlıklı koşullarda sürdüremeyen bu çocuklar, ileride akıllarını her alanda düzgün kullanamayacakları bir gerçektir. İşte toplumsal sorunlar burada başlıyor. Bu konuyu genişleterek ele almak mümkündür. İnsan, yaşamın bir kesiminde yanılsama içinde yaşıyorsa akıl yetisi sınırlı ve zedelenmiş, bu nedenle de yaşamın tüm öteki kesimleriyle ilişkisi açısından aklı kısıtlanmış durumda kalır. Bu bakımdan akıl, sevgiye benzer. Sevgi nasıl tüm nesneleri içine alan bir yönelmeyse, akılda insanın karşılaştığı dünyayı bütünüyle kucaklaması gereken bir insan yetisidir. Erıch FROMM Sağlıklı Toplum / Sf. 78
Demek ki gelişme sürecindeki çocukların, akıllarını gelecekte kullanması çok önemlidir. Bu özellikle sağlıklı toplumların oluşması için de önemlidir.
*
******
*
Kısaca; toplum olarak mutlu yaşamak istiyorsak; bu duruma en kısa zamanda çare arayarak öncelikle insani ve millî görevlerimizi harekete geçirmek durumundayız. O halde bu durum "bana ne!" diye düşünülemeyecek kadar hassas ve vicdanî bir görevdir. Yeri gelmişken, bu konuya uyacağını düşündüğüm bir ayeti sizlerle paylaşmak istiyorum:
"Sevdiğiniz şeylerden infak edinceye kadar asla iyiliğe eremezsiniz. Her ne infak ederseniz, şüphesiz Allah onu bilir." Al-i İmran Sûresi 92. Ayet
Onların mutsuzluğu ve çaresizliği bizim de mutsuzluğumuz ve acizliğimiz anlamı taşımaktadır. Devlet ve millet olarak bu durumdan bizler de sorumluyuz! Yapacaklarımız fedakarlıktan öteye geçerek bir ÖDEVE dönüşmüştür. Sevgi ve saygılarımla!

27 Ocak 2009 Salı

Karne Tatili ve Çocuklarımız








Bir yarıyıl tatiline daha gidik. Öğrencilerimizin derinden çektiği "ohh!" sesini duyar gibiyim. Bunun yanında anne ve babaların biraz telaşlı olduğunu da çok iyi biliyorum. Zira kimi aileler çocuklarıyla geçirecekleri zamanın nasıl değerlendirileceği konusunda endişe yaşarken, bir kısmının da çocuklarının evde "zapturapt" altına alma telâşesi ile gün saymaya başladıkları gerçeğini yakından takip eden biri olarak, konuyu ele almak istiyorum.
*
*****
*
Öncelikle ara dönem değerlendirmesi olarak bilinen karne heyecanı, gerçek anlamda çocuklarımızın rüyalarını süsleyen bir dinlenme süreci olduğuna iyi bakmak gerekiyor. Aileler "iyi" ya da "kötü" olarak değerlendirdikleri karneleri okurken, bu kısa tatili çocuklara, çocukluklarını yaşatabilmeyi kısıtlamadan, imkânları doğrultusunda yaşantılarını olabildiğince sürdürmelerini sağlamalılardır. Yani, çocuklar oyun oynamalı, sokağa çıkmalı, televizyon izlemeli ve bol bol uyumalıdır. Ancak; tüm bunlar anne ve babaların kontrolü altında, eğitim süzgecinden geçirilerek yapılmak koşuluyla. Nasıl mı? İşte asıl dikkat edilmesi önemli olan nokta, burada başlamaktadır.
*
*****
*
Sokağa çıkan çocuklar, nerede, kimlerle beraber oldukları iyi bilinmeli ve yaptıkları herşeyin sorumluluğunu taşıması koşullarının ayırt edilerek verilmeli. Oynadıkları oyunların çocuklarımızın zihinsel ve fiziksel gelişimine büyük katkı sağlayacağı bir gerçektir. O halde buradan yola çıkarak şiddete dayalı ruhsal gelişimini engelleyecek her türlü oyunlardan mümkün olduğunca uzak tutmak gerekiyor. Televizyon, bilgisayar ve bunun gibi görsel yayınların mutlaka ama mutlaka kontrollü ve bilinçli bir şeklide seçilerek titizlikle takip edilmeli. Onların her alanda programları izlemesine izin verilmemeli. Zira en tehlikeli ve çocuklarımızın ilerisi için; ruh sağlığını tehdit eden unsurlar bu araçlarla gelişmektedir. Özellikle annelerin kontrolleri dışında bir köşede sessiz sedasız televizyon izlemeleri, o an için insana güzel gelse de, bilinmelidir ki bir çok davranışlar örnek model uygulamasıyla kazanılmaktadır.
*
******
*
Çocukların ruhsal doygunluğa erişmesi ve gerçekten çocukluklarını yaşaması için tüm bu süreçlere dikkatle ve titizlikle izin verilmesi gerekiyor. Bu süreç aynı zamanda eğitimi de bünyesinde taşımaktadır. Mesela insanlara saygı duymayı, çevreye rahatsızlık vermemeyi, paylaşımın gerekliliğini, dostlukların pekişmesini, insanın yalnız yaşayamayacağını, kazanma duygusunun motivasyonu sağlayacağını; bunun yanında yenmek kadar, hayatta yenilmenin de olabileceğini ve bunun kabullenilmesinin de hayatın gerçeği olduğunu, kızgınlıkların kırgınlığa dönüşmemesini, sevinçlerin, mutlulukların, üzüntülerin paylaşılarak yaşanılması, liderliğin gözlemlenmesi, iyinin, kötünün ayırt edilmesi gibi bir çok davranışların bu yolla da kazanıldığını bilmek gerekiyor. Aileler bu gerçeği bilinçli bir şekilde gözlemleyerek kavrarlarsa, çocuklarımız sağlıklı bir gelişim yaşayarak, hayata hazırlanacaklardır.
*
*****
*
Şayet aileler çocuklarını bilinçsizce başlarından savmak ve kendilerine zahmetsizce zaman ayırmak için bu süreci işletirlerse, hiç bir konuda başarı sağlayamayacakları kesindir. Elbette ki çocuk yetiştirmek kolay bir iş değildir. Eğer ki çocuklar, zihnen ve bedenen anne ve babaları yormuyor ve meşgul etmiyorsa bilinmelidir ki orada bir problem vardır.
*
*****
*
Bu kısa tatil sürecinde şüphesiz okumaya da yer verilmelidir. İşte orada anne ve babalar bizzat kendileri her zaman olduğu üzere örnek model olacaklardır. Okuyan ailede kitap okumak, gazete okumak hiç sorun olmayacaktır. Yarıyıl tatili adı üstünde “ tatil” dinlenme zamanı demek. Yarıyıl tatilini verimli geçirmek, tatili süresince ders çalımak değil; çocuğun ikinci döneme enerjiyle başlaması için yeteri kadar dinlenmesi, eğlenmesiyle beraber, büyük bir hevesle ve özleyerek okula başlaması ve okulda başarılı olmasıdır. Geride olduğu bir ders varsa ya da anlamadığı konular varsa bu konularda çocuk özel destek alabilir. Ama sürekli ders çalış diye sıkmak yerine doğru zamanda çocuğun ders çalışması için desteklenmesi, motive edilmesi gerekir.
*
*****
*

Çocuklar mutlu bir tatil yaşamalı. Ailesiyle, akrabalarıyla, arkadaşlarıyla doya doya zaman geçirmeli. Çocukları robotlaştırmadan, içinden geldiği gibi kontrollü ve bilinçli bir şeklide hareket etmeleri sağlanmalı. Unutulmamalıdır ki; çocukluklarını sağlıklı yaşayabilen ve ruhlarını sevgiyle doyuran toplumlar ayakta kalabilir. Burada da öncelikle ailelerin üzerine önemli sorumluluklar düşmektedir.

"Çocukluğu olmayanın gençliği de olmaz." Nurullah ATAÇ

Sevgi ve saygılarımla!

24 Ocak 2009 Cumartesi

HADİSE Bundan İbaret!..











"Türk milletindenim diyen insanlar her şeyden önce ve mutlaka Türkçe konuşmalıdır." Atatürk
*
Bu yıl eurovision şarkı yarışmasına Hadise katılıyor. Katıldığı yarışmanın gereği, ülkesini Türkçe şarkı ile temsil etmek, herhalde yarışmaya ve onun içeriğine en uygun olanıdır. Zira bu yarışmanın en belirgin özelliği, ülkelerin kendi harsını dışarıya tanıtarak beğenisini kazanmak olsa gerek. Hatta bakınız; "EUROVİSİON" sözcüğünün anlamı bile Avrupa'nın görüntüsü anlamı taşımıyor mu? O halde burada temsil edilen ülkeler kendi özellikleri doğrultusunda görüntüye çıkıp yarışıyorlar. Olması gereken de bu olsa gerek. Anlayacağınız; HADİSE bundan ibaret.

*****

Eurovision şarkı yarışmasına katılmamızdaki amaç nedir? Türkiye'nin devlet ve millet kimliği ile uluslar arası arenada yer alarak, kendini ortaya koyması anlamı taşıyor. O halde, dil önemli değil diyen kesimin, savunduğu teze bir bakalım; "Bugün birçok Avrupa ülkesinde gençlerin ikinci dil olarak İngilizce’yi bilmesini ve popüler müziğin yaygınlığını öne sürüyor. İngilizce bir şarkının sözlerindeki anlaşılabilirlik, telafuzdaki kolaylık yarışmadaki şansını artıran en büyük etkenlerin başında geliyor." diye bir söylem geliştirmişler. Bir defa, "popüler müzik" diye önümüze sunulan ve hatta dayatılan şey, bir kültür emperyalizminin ta kendisidir. Böylelikle dil kıyımını da beraberinde getiren gizli bir hedeftir. Zira bu doğrultuda, çoğu yazılarımda belirttiğim gibi ülkemizin her alanında da, özellikle de büyük alışveriş merkezlerinde yabancı dilde müzik yayını şartı konulduğunu hiç duydunuz mu? Bu yöndeki tüm araştırmalarm, ne yazık ki beni bu düşünceye sevketti. Mağaza yetkililerine ve ya çalışanlarına "Niçin Türkçe müzik yayını yok?" sorusuna aldığım cevap, aynen şöyle oluyor; "bizim elimizde bir şey yok. Yayın genel merkezden yapılıyor. Biz de bu durumdan şikayetçiyiz; ama buna rağmen Türkçe müzik yayını YASAK!" Görüldüğü gibi demek ki, müzik de evrensellik diye çıktığımız bu düşünce sadece birer aldatmacadan ibaretmiş. O zaman da sinsice yürütülen bir politikanın ardından yayılan bu söylemler doğru değil!

*****

Bu arada milletlerin, kültürlerinin ve dillerinin kullanım haklarını şiddetle savunan (!) Batı; aslında bu söylemleriyle insanları etnik anlamda bölmeyi ve parçalamayı hedeflediği için bir yandan da evrensel tanımlama ile her alanda, çeşitli vesilelerle dilimizi tahrip etme peşinde. O zaman insana sormazlar mı, bu yapılanları nereye oturtalım? Bize niçin fısıltı gazetesi aracılığıyla illa da Eurovision Şarkı Yarışmasına İngilizce sözlü şarkıyla yarışmaya katılalım diye ısrarcı olunuyor? Biz bir devlet değil miyiz? Dilimiz Türkçe değil mi? Evet devletiz; ama ne fark eder Türkçe dışında bir dille yarışmaya katılsak, gibi ciddiyettten uzak fikirlere kulak verenlere bir sözüm olacak; Bu düşünceyi gidiniz Fransa gibi dilinden asla taviz vermeyen, ulusal çıkarlarını her alanda önde tutan, ülkeye söyleyin! Ve hemen anında hak ettiğiniz cevabı alınız! Bırakınız başka dilde ülkeleri tanıtan bir kimlikli yarışmaya katılmayı, kendilerine gelen yabancı turitlere, Fransızca dışında bir dille sorulan sorulara karşılık dahi vermiyorlar!!!

*****

Haa bu arada bu tutumu göstermeyen (kendi ana dillerinde şarkı söyleme gibi) bazı Avrupa ülkeleri de yok değil. Ancak bunlar çok önemli değil. Zira buradaki amaç, Türkiye'nin başka ülkelerle mukayese edilemeyecek kadar anlamlı ve bir o kadar da birliğine her alanda saldırıda bulunan zihniyetlerce kuşatılma altına alınma gerçeğinin olmasıdır. Dolaysıyla da bu yarışmalar aracılığıyla ülke kimliğimizi zedeleyecek tavizleri bu şekilde aralıyorlar. İşte o zaman da behemehâl sözleri Türkçe olmak zorunda değil gibi tıpkı 2003 yılında yarışmaya ingilizce sözlerle katılan; "Sertab’ın “Everyway that I can” ile 28 yıl aradan sonra ülkemize getirdiği birincilik bile bu tartışmaları gölgeleyememiş, sonrasındaki yıllarda Türk Dil Kurumu ve bazı sanatçı, dilbilimci ve siyasiler başta olmak üzere toplumun çeşitli kesimleri, yarışmanın bir şarkı yarışması olma niteliğini bir kenara bırakıp şarkının diline odaklanmışlardı." gibi olması gereken haklı çıkışları gözardı edecek savsatalarla halkımızın zihnini bulandırıp bu konudaki kafa karışıklığını bilinçli bir şekilde sürdürmeyi, asla ihmal etmedikleri gibi. Bugün İngilizce ile yarışmaya katılarak ne yazık ki, bir kez daha şu mesaj verilmek isteniyor; "Sizin gibi olacağız! Ve size hayranız! Zaten başka türlü de bizleri içinize almazsınız!"

*****

Hadise üzerinde yorumlar yapılmaya devam ederken, doğal olarak şarkı yarışmasının millî bilincin ve millî gururun ön plâna çıktığı gerçekle bakınız televizyon kanallarında nelere tanık oldum. Hadise'nin köyüne giden bir televizyon ekibi, akrabalarına konuk oluyor. İşte yapılan söyleşi arasında, gözüme ilişen bazı çarpıcı ifadeler oldu. Enkırmen hanım Hadise'nin henüz 15- 18 yaş arası yeğenlerine "Hadise gibi olmak ister miydiniz?" mealinde soruları oluyor. Tabi bu soru görsel anlamdaydı. Bu çocuklar saf ve tertemiz Anadolu insanlarımız. Hani yeni yetme cahil kasaba insanlarının hayallerini süsleyen "şaşalı hayat" ve televizyonlar aracılığıyla hedef gösterilen yaşam tarzı. Buyrunuz gösterilen işareti ve adresi! Oradan insanların ezilerek kimliklerinden soyutlanmasına itilecek kafa karmaşaları...

*****

Daha sonra dayısına yöneltilen bir soru da "Hadise'nin kıyafetine ne diyorsunuz?" gibi insanları tahrik eden ve bir anlamda da bizlerin kültürünün nasıl yozlaştığını hatırlatmak istercesine, belki ağlanacak halimize gülerizi ortaya koydu. Bakınız yaşlı amca nasıl yanıt verdi; "Pantalonu yırtıkmış..." Aslında kıssadan hisse!.. Buradan bir sözüm daha olacak. Bu şarkıyı dinlerken hem görsel hem de müzik itibariyle Latin Amerikalı şarkıcı Şakira aklıma geldi. Zira kılipde Şakira'yı taklit edercesine bir hava vardı. Gerek dili, gerekse görüntü ve algılamasıyla yani her şeyiyle bir taklit olan; ancak sanal anlamda Türkçe (!) ve Türk kimliğini (!) temsil etmeye soyunan yıllarca da Avrupa'nın kültürüyle beslenen Hadise sizce ne kadar bizi temsil ediyor? Bu temsiliyet olsa olsa bizlerin, ne kadar aşağılandığının ve Batı'ya olan hayranlığının "bir numarası" olacaktır!!!

*****

"Eurovision var oldukça ve Türkiye Eurovision’a katıldıkça dil tartışmalarının hiç sonlanmayacağı aşikar. Müziğin ve sanatın evrensel olduğu ve dili, dini, ideolojisi, ırkı olmadığı iddiası bakalım yerini bulacak mı?" sorularıyla bizlerin kimliğini yok etmeye çalışan kesimlere, "Kültürler evrensel değil", toplumlara ait bir gerçekliktir. Devletler ve milletler bu şekilde varlıklarını sürdürürler. Bu öz varlıklar insanların gururu ve onurudur! O halde bu yarışmada uluslar arası düzeyde olması itibariyle her bakımdan Türkiye Cumhuriyeti'ni ve milletini temsil etmektedir. Bakınız yarışma nasıl başlıyor; ülkeler bayrakları ve kültürlerini içeren kısa bir tanıtımla seyirciye ve ekranlara taşınıyor. Şimdi nasıl olur da, dilimizi yok sayarak, bizle alâkası olmayan İngilizce'yi kullanmaya kalkarız? Demek ki, ülkelerin özelliklerini temsil eden yarışmaya bayraklar, ulusal marşlar giriyorsa bırakınız da dillerin de bir önemi olsun! Hele ki, bu gibi yarışmaların gizli hedeflerinin el altından politika izlendiği gerçeğini de unutmamak gerekiyor. O zaman bu dayatma niye?! Söyleyeceğim şu ki, bırakın artık bu "evrensel" adı altında entellektüel (!) sloganları!!!

*****

Yarışma üzerinde izninizle bir de tahmin yürütmek istiyorum; muhtemelen bu yarışmada ilk üçe gireriz; ki bu sonuçtan gurur yerine utanç duyacağım kesin! Zira istedikleri kalıpla ve onlar gibi olduğumuzu (!) ispat edercesine bir görüntü içerisindeyiz! Dediklerini yapıyoruz! Eh, artık karşılığı da olur herhalde!..
Sevgi ve saygılarımla!

18 Ocak 2009 Pazar

İnsanlık Seni Unutmayacak!











Amerika Birleşik Devletleri Başkanı BUŞ (BUSH); Amerika halkına hitaben veda konuşması yapmış. George Bush'un 8 yıllık başkanlığı süresinde; bütün dünya mutsuzluğu yaşarken kan ve gözyaşı ile yıkanan vicdaların; bir kısmı köreldi, bir kısmı da derin acılarla beraber, insanlığın hiç olmadığı kadar insani duyguların muhakeme gücüne neden oldu.
*
*******
*
Sekiz yıllık bu süreç; insanlığın yüzkarası olarak tarihe çoktan geçti. Öyle ki, bundan sonra gelişecek olaylar; dünya üzerinde hem insanlığa, hem de medeniyete ağır darbeler vuracak şekildeki bir dizi tehditleri ve kaygıları BUŞ dönemi tetiklemiş oldu. Göreve gelir gelmez önce "11 Eylül"ü bahane ederek Afganistan'a girdi. Ardından Irak'da nükleer silah bahane gösterilerek okyanus ötesinden aşıp, bölgeye "DEMOKRASİ"yi (!) yerleştirmeye talip oldu. Doğal olarak (!) demokrasi; silah ve askeri güçle gelir aldatmacasıyla, bölgemize yerleşti!!! Bu arada hazır eli deymişken Kafkasyas'ya ya, Balkanlar'a da elini uzattı. Son olarak gider ayak da İsrail eli ile Filistin'e dersini verdi. Bütün bu gelişmeler olurken ve sözde demokrasiyi getirirken , bakınız sonuç nelere mal olmuş; "6.5 milyon çocuk babasız kaldı... Yaklaşık 150 bin kadına tecavüz ve işkence edildi 2.5 milyon kadın dul kaldı, 60 bini psikolojik tedavide." Yeniçağ Gazetesi. (Bu veriler arasında, son Filistin / Gazze katliamı hariç.)
*
*******
*
Buş halkına satır aralarında neler söylemiş; "aldığım zor kararların hepsiyle aynı fikirde olmayabilirsiniz. Ancak daima ülkemizin çıkarlarını göz önüne alarak davrandım, vicdanımı dinledim ve doğru olduğunu düşündüğümü yaptım" diyor. Hani BUŞ halkına istediğini söyleyebilir! Orası elbette bizi ilgilendirmez; ama dünyaya kurduğu hakimiyetin altında sözde insanlığın iyiliğini organize etmek için müdahalelerine kılıf ararken "daima ülkemin çıkarlarını göz önüne alarak davrandım..." ifadesi elbette bizi ilgilindiren kısım oluyor. O halde BUŞ, nereye el attıysa kendi menfaatleri doğrultusunda hareket etmiş oluyor. Doğal olarak da politikalarını bu yönde sürdürerek uygulamış. Mesela "Irak'da ABD askerleri ne arıyor?" sorusuna hemen cevap verelim; "Amerika'nın çıkarlarını gözetmek için!" bunu ben demiyorum, yaptığı konuşmaların içerisinden anladığımız, ABD başkanı BUŞ diyor! Demek ki bütün yapay nedenlerele kaba kuvvet kullanarak, savaş yaşanılması, hep Amerika için yapılmış!!! O halde bunun karşısında direnen bölge halkları da tedhişçi değil, vatan sever onurlu insanlar oluyor!!! Bunu kim açıklıyor? ABD Başkanı BUŞ. Zira kendisi halkının ve ülkesinin menfaatlerini gözetiyorsa, karşı tarafta savunduğu ve karşı koyduğu her davranışı bir onurluluk arz eder.
*
******
*
BUŞ halkının "harika", Amerika'nın ise "büyük devlet" olduğunun altını çizerek konuşmalarını manevi bir sözle "Tanrı Amerika'yi korusun!" mealinde ifadeler kullanarak tamamlıyor. Buradan BUŞ'a söylemek istediğim, halkınız harika olabilir; ama siz harika değilsiniz! Zira insanlık için harika sayılacak hiç bir şeye imza atmadınız! En azından dünyaya el attığınız icraatlar için yaşadıklarımız adına bunu söyleyebilirim. Bir diğer taraftan ülkeniz için belki de bazı şirketlerin menfaatleri doğrultusunda çalıştığınız kesin. Ancak bu hedefleri gerçekleştirirken -sizin de ifade ettiğiniz üzere- insanlığın acı çekmesine yol açtınız! İnsanlık onurunu ayaklar altına aldınız! Yani menfaatleriniz bütün dünyaya acımasızlık, kan ve gözyaşı getirdi! Hani vicdanınızın sesini dinlediğinizi (aldığınız zor kararlar için) haykırıyorsunuz ya! İşte sizin vicdanınız; insanlığın evrensel ve doğal anlamda ki vicdanla hiç mi hiç örtüşmüyor! Ayrca da yaptıklarınız, hangi dinden olursanız olun, hiç bir ilahi anlayışa sığmıyor. O halde gerçek anlamda insanlık ayıbına imza attınız!!! Sayenizde insanlık yok oldu!
*
*******
*
Bush, "iyi zamanlar da oldu, kötü zamanlar da" diye nitelendirdiği 8 yıllık görevi sırasında bazı eksiklikleri bulunduğunu da kabul ederek, "bir şansım daha olsaydı, bazı şeyleri farklı yapardım" dedi, ancak bunların neler olduğunu söylememekle birlikte buradan anladığım şey belki de yaşanılan vahşetten bir nebzede olsa rahatsızlığının itirafı mıdır, diye sorgulamadan da geçemiyorum. Gelelim "büyük devlet" olma nitelendirmesine. Sayın BUŞ; büyük devlet anlayışı dünyaya ve insanlığa verdiğiniz katkılar belirler. Onu da tarih yazacaktır. Ancak büyük devlet tanımına kendi milletimden ve atalarımdan örnek vererek açıklayabilirim; Osmanlı İmparatorluğu bütün milletleri ayrım gözetmeksizin, engin hoşgörüsü ile himayesi altına alıp, her türlü yaşamsal desteğinin yanında onlara kendi örf ve adetleriyle birlikte inançlarını da özgürce yaşamalarını sağlamıştır. İşte size büyük devlet olma anlayışı! Oysa sizler tarih boyu nereye gittiyseniz ve ya nerelere el attıysanız hep ZALİM oldunuz ve ZULÜM getirdiniz! Tıpkı bugün sizin yaptıklarınız gibi!!!
*
******
*
İşte bu münasebetle sayenizde hep birlikte bir TARİH yaşıyoruz. Bununla ne kadar gurur (!) duysanız azdır! Kendinizle övünebilirsiniz! Biliniz ki; bırakınız halkınızı, insanlık sizi hiç UNUTMAYACAK! Artık varsaydığınız vicdanınızla bundan böyle başbaşasınız. Şayet vicdanınız sizi rahat bırakırsa. Zira dünyaya ve halkınıza neredeyse kendinizi "mesih" ilân edecek kadar da dindarlığınızı (!) göreviniz süresince siyasî anlamda kullanarak, elden bırakmadınız.
Sevgi ve saygılarımla!



NOT: Zülfü LİVANELİ'nin Kevın Kosnır'la ilgili, köşe yazısındaki cevabi açıklamaları:
"Costner’la yemek yedik
Haber sitelerinde Kevin Costner’a Atatürk rolü teklif ettiğime dair haberler gördüm.
Kevin Costner’la sadece bir öğle yemeği için buluştuk. Kitaplardan, filmlerden söz ettik. Kendisine Atatürk rolü teklif etmedim."

13 Ocak 2009 Salı

İçimizde Atatürk'ü Oynayacak Sanatçı Yok mu?











*
*
*
*
*
"İsveç’te yaşayan da insan biz de insanız. Ama onlar rahat, biz ise sürekli olarak depremlerle sarsılıyoruz.
Fiziki, siyasi, iktisadi depremler birbirini kovalıyor.
İsveçliler 300 yıldır savaş görmemiş. Biz yıkılıp yıkılıp yeniden kuruluyoruz.
Hem de her anlamda
............" Zülfü LİVANELİ / 13 Ocak 2009 Vatan
*
*********
*
Evet böyle diyor Zülfi LİVANELİ. Aynı gün bir başka gazete sütunlarından edindiğimiz bilgiye göre de;
"Kevin Costner'in reklam çekimlerinin en ilginç anı Zülfü Livaneli'nin gelişi oldu. Costner’ın kendi kitabını okuduğunu ve ünlü aktörle sohbet etmek için geldiğini söyleyen Livaneli’nin bir film projesi için görüştüğü belirtildi. Livaneli’nin Kevin Costner’ın başrolünü oynayacağı Atatürk rolü için bir teklif yaptığı kaydedildi." Hürriyet
*
****
*
Kevın KOSNIR (Costner)'a Atatürk rolü için, teklif götürülmesi üzerinde biraz durmak istiyorum.
*
********
*
LİVANELİ yazısında belirttiği ve kıyasladığı ülke karşısında, nedense Türk harsının yozlaşması üzerinde kültürel depremi yazmamış. Oysa ki, asıl ve en önemli depremi Türk harsı üzerinde yaşıyoruz! İşte, ard arda gelen depremlerin kaynağı kültürel yozlaşmayla başlıyor. Bunun temeli ise Türk milletine aşılanan aşağılık duygusu çerçevesiyle gelişen, kültürel aşınma. Şimdi Osmanlı'nın çöküşünü oluşturan etmenler arasında da en önemli unsur yine Batı karşısında duyduğumuz hayranlık ve kendimize karşı duyduğumuz güven bunalımı idi. Ne yazık ki, büyük Atatürk'ün ölümüyle beraber, bu hastalık tekrar hayatımıza sokulmuştur. Yavaş yavaş hayatımızın her alanına nüfuz eden bu korkunç hastalık, işte bir milletin neredeyse tasviyesi anlamına gelecek depremleri tetiklemektedir. O halde Zülfü LİVANELİ'nin bugünkü yazısında belirttiği üzere İsveç halkının rahat yaşaması ve 300 yıldır savaş görmeyen yüzüne bir bakalım;
*
*****
*
Aslında bir tek İsveç değil ki, rahat yaşayan; tüm Batı halkı bu anlamda çok rahat hayatlarını, idame ettirmekteler. Zira kendi kültürlerini bizlere aktararak, gerek siyasi ve gerekse diğer alanlarda bizleri kontrolleri altında tutmayı başarıyorlar. İşte bunu da, aşıladıkları eziklik duygusu ile ne yazık ki halkımızın kendisinden utanır duruma düşürmeleri önemli rol oynamaktadır. Çoğu yazılarımda belirttiğim üzere dilimizi, müziğimizi, inancımızı, tarihimizi tahrip edip, kendi yaşam biçimlerini her alanda bizlere aktararak bunu çok güzel başarıyorlar. Tüm bunları da seçilmiş kişilerce ve basın yayın aracılığıyla gerçekleştiriyorlar!
*
******
*
O halde sayın LİVANELİ size soruyorum; 70 milyonluk bir ulus içerisinde övünerek ve gururlanarak sahip olduğumuz büyük ATATÜRK'e layık bir kimse bulamadınız mı da, Kevin KOSNIR'a koşa koşa giderek rol teklifi ediyorsunuz?! Hem bu teklif olayının da öyle tesadüf olduğunu hiç düşünmüyorum. Zira; geçtiğimiz yılda, bir şeklide yine ülkemize gelen Kevın KOSNIR'a, o zamanlar da bu teklif gazeteciler aracılığıyla gündeme getirilmişti. Gelen tepkiler üzerine sanıyorum, bu proje rafa kaldırılmış olsa gerek. Ancak aracılığınızla bilerek ya da bilmeyerek kulağınzda kalan bu düşünce işte şimdi gün yüzüne tekrar çıkartıldı. Harika!!! Siz ne düşünüyorsunuz, onu bilemem ama; benim aklıma takılan ilk şey ATATÜRK rolüne uygun niçin kendi halkımızdan birisi aklınıza gelmez? Şayet ATATÜRK'ü dışarıya tanıtmak amacıyla Amerika'nın ünlülerini kullanmak fikrinde iseniz, bunun bizleri çok incittiğini de sakın unutmayınız! Zira kendi ülkemizde Atatürk'ü yanlış anlayanlar ve özellikle de böyle olmasını isateyen dış güçleri ne çabuk unutuyorsunuz? O halde ilk önce kendi milletimiz için bu fimi düşünün de ondan sonra dışarıya bakarız. Hem inanınız ki dış güçler, Atatürk'ü bizden daha iyi tanıyor ve değerini biliyorlar. Bilindiği üzere geçtiğimiz yıl Ataürk'ü, yüzyılın en önemli adamı seçerek, tarihe geçirdiler!
*
*****
*
Şimdi sizin yapmayı düşündüğünüz bu ayıbı, Can DÜNDAR'da yaptı. Sanki koskoca Türk halkı içerisinde kimse kalmamış gibi Yunanistan'dan oyuncu getirtilerek Atatürk'ün çocukluğu rolü - Mustafa filmi için- verildi!!! Tüm bunlar ne demek oluyor, lütfen bizlere anlatınız da bilelim.
*
*****
*
Bir başka açıdan da bakalım; yoksa Batı'ya duyduğunuz hayranlık mı, sizleri bu noktalara taşıyor dersiniz? Bu kadar mı milletinizi hakir görüyorsunuz?! Bir de konuyu maddi anlamda ele alalım; dediğim üzere bu rol teklifi, daha önce gündeme geldiğinde milyon dolarlardan söz ediliyordu. Yazık değil mi, bu kadar parayı yabancılara veriyorsunuz? Kendi ülke halkınızı, niçin bunlardan mahrum ediyorsunuz? Şayet Kevın KOSNIR bu filmi çok istiyorsa, bir zahmet Holivud'la görüşerek kendi sahnelerinde Atatürk'ü ele alıp çevirsinler! Bizler de o zaman daha bir gururla filmi izler, mutlu oluruz. Ancak kendi ülkemde, kendi liderimizi, Amerika'lı bir oyuncuya oynatıp, oradan hasılatı da onlara tahsis ederek bir anlamda SÖMÜRÜLMEK gerçekten, ama gerçekten Türk milletini aşağılamaktan başka bir şey olamaz! Haa, sözde tanınmış aktör adıyla böyle bir ayıbı bizlere sunmak; halkınıza karşı dürüstlüğünüzü sorgulattığını da, izninizle hatırlatmak isterim. Bu ülkede o kadar çok Atatürk rolünü üstlenecek nitelikte kişiler vardır ki!...Hem de bunu kıvanç ve gururla yapacaklardır. Bilgilerinize sunulur!
*
*****
*
Evet hiç kimsenin Türk halkına bu ezikliği ve bu ayıbı yaşatmaya hakkı yoktur! Çocuklarımız bize bu anlamda şöyle bir soru taşısa mesela "Atatürk'ü oynayan bu kişi kim?" deseler; ardından aldığı cevap karşısında ruhunda bir ezilme olmayacak mıdır? İşte alın size Batı hayranlığına bir adım!!!
*
******
*
Sayın LİVANELİ, yazınızda belirttiğiniz üzere; bu millet ve bu ülke, varlığı üzerinde bir daha deprem yaşamaması için artık bu batı hayranlığına bir son verilsin! Lütfen bu düşünceleri de "aydın düşünce" çerçevesine oturtmayınız! Zira bu çerçeve içerisinde güzel ülkem çok yıpranıyor ve ağır yaralar alıyor. Merak ettiğim bir konu da İsveç ve İsveç gibi ülkelerin aydınları, niçin ülkelerine zarar verecek tutumları gündemlerine taşımazlar?
*
****
*
Sizin de bildiğiniz üzere sanatçıların da duruşlarında zaman zaman milli kimlik bilinci ulusal öneme sahiptir. Mesela Amerika; politikasını Holivud üzerinden sürdürmektedir. Hatta, büyük miktarlarda bütçe ayırdıklarını artık bilmeyen yoktur herhalde. Yine el altından Pentagon işbirliği olduğu da söylenenler arasında. Bilmem bu gerçekler size bir şeyler ifade ediyor mu?!
*
*****
*
Özet olarak, içinden geçtiğimiz bu bunalımlı süreçte, toplumu ilgilendiren ve atılan her adımın sorumluluğunun büyük olduğunu düşünüyorum. Ne olursa olsun bu milletin değerlerini yine kendi bağrından çıkan kişlerin hisleriyle temsil edilmesi herhalde çok büyük bir istek değildir. ATATÜRK rolünü, bari dışarıya havale etmeden, bizlerin de yapabileceğini ortaya koymayı düşünme zamanı gelmedi mi dersiniz? Sevgi ve saygılarımla!

11 Ocak 2009 Pazar

Bu Tevrat; İlâhi Dini Temsil Etmiyor!











Hiç bir İlâhi din insanlara vahşet ve katliam emri vermez! Ne kadar tahrif edilirse edilsin, içeriğinde asla insanın katledilmesi, kin, nefret ve vahşet yoktur.



İsrail’in bugüne kadar gerçekleştirdiği pek çok katliam da, bu ülkedeki Siyonist çevreler tarafından Tevrat'ın bazı bölümleri kullanılarak haklı gösterilmek istenmiştir. Peki Siyonizm nedir? Siyonizm, Kudüs'teki Siyon Tepesinin adından gelir. Yahudi halkının Filistin'e dönme umudu, Yahudi düşüncesinin sürekli bir yönüdür; bu düşünce Mesih'in geri gelme düşüncesinden ayrılmaz. Yahudilerde Mesih inancı çok önemlidir. Mesih'in gelme amacı, dünyada bir Yahudi devleti kurmaktır. Hatta İsrail kurulduğu zaman Yahudi gazeteleri "Mesih'in Ayak Sesleri" başlığını atmışlardır. Siyonizm'in gerçek amacı, dünyayı ele geçirmektir. Bu onlar için değiştirilmiş Tevrat'ın bir emridir.
*
*****

*
Musevilerin bugün okumakta oldukları Tevrat, -Kur'an'da bildirildiği üzere- tahrif edilmiş, bazı Yahudi din adamlarınca eklemeler ve çıkarmalar yapılmak suretiyle aslından uzaklaştırılmıştır.

*****

İşte bu noktada, onlar için değiştirilmiş Tevrat'ın bir emri sayılan ve halen Yahudilerden bir bölümü de vahşeti, Tevrat'ın yerine getirilmesi gereken bir hükmü olarak görmektedir. Oysa Kur'an-ı Kerim bakınız ne diyor;



"Gerçek şu ki, Biz Tevrat'ı, içinde bir hidayet ve nur olarak indirdik. Teslim olmuş peygamberler, Yahudilere onunla hükmederlerdi. Bilgin-yöneticiler (Rabbaniyun) ve yüksek bilginler de (Ahbar), Allah'ın kitabını korumakla görevli kılındıklarından ve onun üzerine şahidler olduklarından (onunla hükmederlerdi.) Öyleyse insanlardan korkmayın, Benden korkun ve ayetlerimi az bir değere karşılık satmayın. Kim Allah'ın indirdiğiyle hükmetmezse, işte onlar, kafir olanlardır." Maide Sûresi 44. Ayet
*
*****
*
O halde, Allah "çocukları öldürün", "kadınları öldürün", "masum insanları katledin", "bozgunculuk çıkarın" gibi emirler vermez. Bunlar açıkça birer zulümdür. Samimi mütedeyyin Yahudiler eminim ki bu vahşeti onaylamıyorlardır. Ancak bunun kendi cemaatine mutlak suretle açıklamak ve bilgilendirmek onların en önemli insani görevleri arasına girmektedir. Zira bu yapılmadığı takdirde insanlığın yüz karası olarak tarihe geçeceklerdir. İlahi (!) din kullanılarak yapılan bu SOYKIRIM vahşetini sessizce izlemek, suça ortak olmak demektir. Bu kabul edilemez!!! Hangi dinden olursa olsun, ister Müslüman, ister Yahudi, ister Hıristiyan olsun vahşet büyük bir günahtır ve insanlık suçudur.

****

Hz. Musa'nın vefatından çok sonra, bir kısım hahamlar tarafından Tevrat'a eklenen bu tür izahlar, savaş şartlarında oluşan kin, öfke ve intikam hislerinin bir sonucudur. Şimdi Siyonist'lerce Tevrat'da var olduğu iddia edilen o dehşet verici bölümleri aynen aktarmak istiyorum;

*******

"... Ve İsrail onun mirasının sıptıdır (soyudur); ismi orduların Rabbidir. Sen Benim topuzum ve cenk silahımsın; ve seninle milletleri kıracağım; ve seninle ülkeleri helak edeceğim. Ve seninle atı ve binicisini kıracağım. Ve seninle cenk arabasını ve binicisini kıracağım; ve seninle erkeği ve kadını kıracağım; ve seninle kocamış adamı ve genci kıracağım; ve seninle genç adamı ve ere varmamış kızı kıracağım; ve seninle çobanı ve sürüsünü kıracağım; ve seninle çiftçiyi ve çiftini kıracağım; ve seninle valiyi ve kaymakamı kıracağım. (Yeremya, Bab 51 / 19-23)

Ele geçen her adamın gövdesi delik-deşik edilecek ve tutulan her adam kılıçla düşecek. Yavruları da gözleri önünde yere çalınacak, evleri çapul edilecek ve karıları kirletilecek. (İşaya, Bab 13 / 15)



İhtiyarı, genci ve ere varmamış kızı ve çocuklarla kadınları helak için vurun, gözünüz esirgemesin ve acımayın. (Hezekiel, Bab 9 / 5-6)

Onların her şeylerini tamamen yok et ve onları esirgeme; erkekten kadına... çocuktan... emzikte olana... öküzden koyuna, deveden eşeğe kadar hepsini öldür... (I. Samuel, Bab 15 / 3)


Ve Allah'ın Rab onları senin önünde ele vereceği ve sen onları vuracağın zaman; onları tamamen yok edeceksin; onlarla ahdetmeyeceksin (antlaşma yapmayacaksın) ve onlara acımayacaksın. (Tesniye, Bab 7 / 1-3)

Fakat Ben kralımı mukaddes dağım Sion üzerine koydum... İşte Benden ve miras olarak sana milletleri mülkün olarak yeryüzünün uçlarını da vereceğim. Onları demir çomakla kıracaksın; bir çömlekçi kabı gibi onları parçalayacaksın. (Mezmurlar, Bab 2 / 6,8,9)


Rab senin sağında öfkesi gününde kralları vuracak. Milletler arasında hüküm verecek; Yer leşler ile dolacak; çok memleketlerde baş olanı ezecektir. (Mezmurlar, Bab 110 / 5-6)


Rabbin işini gevşeklikle yapan lanetli olsun; ve kılıcını kandan alıkoyan lanetli olsun. Katliam yapmayan, kan akıtmayan Allah'ın laneti ile tehdit edilmektedir. (Yeremya, Bab 48 / 10)

Milletlerden öç alsınlar; Ve ümmetleri tedip etsinler (cezalandırsınlar); Onların krallarını zincirlerle ve ileri gelenlerini demir bukağılar ile bağlasınlar. (Mezmurlar, Bab 149 / 7-8)"
*
*********
*
Oysa Hak Din'de olan Tevrat'ın bölümlerinden bazıları neler buyuruyor;

"Garibe haksızlık etmeyeceksin ve ona gadretmeyeceksin (baskı yapmayacaksın); çünkü siz Mısır diyarında gariptiniz, hiçbir dul kadını ve öksüzü incitmeyeceksiniz. Eğer onları incitirsen ve bir yolla Bana feryat ederlerse, onların feryadını mutlaka işiteceğim... (Çıkış, Bab 22 / 21-23)


Düşmanın acıkmışsa doyur, susamışsa su ver... (Süleyman'ın Meselleri, Bab 25 / 21)"
****

Demek ki, İlahi Dinler her zaman bizlere insanlıktan sapmamayı ve ahlâkı elden bırakmamayı emretmiştir. Zira dinler de bunun için yeryüzüne inmiş olsa gerek. Bugün Filstin'de uygulanan fiili durum -VAHŞET- ise İlâhi kitap; TEVRAT'ın buyruğu olmaz, olamaz!!!

*****

Bizler vatan toprağımızı büyük bir imanla korumak ve kollamak zorundayız. Bu anlamda bölge halkının vahşete sessiz kalmasına verilecek cevap; yine kutsal kitabımızla olacaktır.
" Allah, ancak din uğrunda sizinle savaşanlarla, sizi yurtlarınızdan sürüp-çıkaranları ve sürülüp-çıkarılmanız için arka çıkanları dost edinmenizden sakındırır. Kim onları dost edinirse, artık onlar zalimlerin ta kendileridir." Mümtehine Sûresi 9. Ayet
Sevgi ve saygılarımla!

9 Ocak 2009 Cuma

ATATÜRK; Filistin İçin Ne Demiş?!











"... Kendimize kâfi derece güvenip ve kudretimizi bildiğimiz için İslamiyet'in mukaddes yerlerinin Musevilerin ve Hırıstiyanların nüfuzunun altına girmesine mani olacağız. Binaenaleyh şunu söylemek istiyoruz ki, buraların Avrupa emperyalizminin oyun sahası olmasına müsaade etmeyeceğiz. Biz şimdiye kadar dinsizlikle ve İslamiyet'e lakayt olmakla ittiham edildik. Fakat bu ittihamlara rağmen Peygamber'in son arzusu, yani mukaddes toprakların daima İslam hakimiyetine kalmasını temin için hemen bugün kanımızı dökmeye hazırız!.. Cedlerimizin, Selahaddin'in idaresi altında uğrunda Hırıstiyanlarla mücadele ettikleri kutsal toprakların yabancı hâkimiyet ve nüfuzun altında bulunmasına müsaade etmeyeceğimizi beyan edecek kadar bugün Allah'ın inayetiyle kuvvetliyiz. Avrupa bu mukaddes yerlere temellük etmek için yapacağı ilk adımda, bütün İslam Âleminin ayaklanıp, icraata geçeceğine şüphemiz yoktur." Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK 27 Temmuz 1937 TBMM
*
*******
*
Bugün Filistin'de yaşanan insanlık dışı vahşeti, taa o günlerde gören Atatürk, işte bu tarihi sözleriyle, ileri görüşlülüğünü çok net ortaya koymuştur. Yine anladığımız üzere Atatürk, Filistin'in siyonist ve emeperyalistlerin istilasına uğrayacağını, İsrail Devleti'nin kurulmasıyla bütün İslam aleminin sömürülerek bu sayede bölgenin kontrol edileceğini de çok iyi tahmin edebilmiştir. İşte bu oluşumlara izin vermeyeceğini, tarihi ifadesiyle kalın bir şekilde çizmiştir!
*
*******
*
Atatürk'ün, 1937 yılında bu sözleri sarfederek dünyaya verdiği mesaj; bir yerde bu günlerin yaşanacağını yetmiş yıl öncesinden gördüğünün resmi kanıtıdır. Daha o yıllarda bölgenin ve İslamiyetin sömürülmesi yönündeki planları, ilk önce Osmanlı'nın yıkılması ile hayata geçirilmeye çalışıldı. Ancak Mustafa Kemal'in önderliğindeki Anadolu'nun mücadelesi, Kurtuluş Savaşı ile kazanılarak emperyalist güçlerin yenilmesine sebep oldu. İşte bu yenilginin intikamı bugünlere kadar uzandı. Nitekim; bölge ülkelerinin çoğu bir şekilde kontrolleri altına geçdi. Bunun en canlı kanıtıda Filstin'in bugün yaşadığı vahşet (SOYKIRIM) karşısında sesini çıkaramayan Arap devletlerinin durumu ve tutumudur. Filstin halkı bugün silahla ölmese bile; açlık ve susuzluktan yok olacağı ortadadır! Bu insanlık dışı durumu dünya seyrederek geçiştiriyor! Ya kendi kardeşleri ne yapıyor?!
*
********
*
Özet olarak; yaşadığımız süreç içerisinde Atatürk'ün önemi her geçen gün artarak anlaşılmaktadır. Zira mazlum milletlere örnek olan Atatürk ve Kurtuluş Savaşı, bizlerin onuru ve gururudur. Yine tarihsel olarak bakıldığında yaşadığımız pek çok göğsümüzü kabartacak olaylar ve gelişmeler vardır. Bunun yanında mazlum milletlere her zaman kol kanat geren anlayışımızla, insani duygularımızın her daim var olduğunu göstermektedir. Peki, ABD'nin ve Batı'nın hangi tarihinde, hangi insanlık örneği hayata geçmiştir? Anlat desek; yaptıkları zalimlikleri veya destekledikleri diktatörlükleri mi anlatacaklar acaba?! İşte son vahşet sözün bittiği noktadır!!! Sevgi ve saygılarımla!

6 Ocak 2009 Salı

Çığlıklar Altında Ezilen İnsanlık Onuru







İnsanlık onuru ayaklar altında çiğnenerek 2009 yılına girdik. Hiç bir şey, evet, hiç bir şey göründüğü kadar güzel ve sorunsuz değil. Ama bu dünyaya gelen her insanın da en az karnı doyan, sırtı ısınan, yüzü gülen kısacası zorunlu ihtiyaçlarını karşılayabilen insanlar gibi yaşamaya hakları vardır.
*
*******
*
İnsanlık dramı yaşanan Irak, Felluce, Kerkük ve Afganistan'a ilaveten Gazze için bırakınız eğitimi, sağlığı, adaleti, hukuku, inancını yaşamayı; normal olarak günlük zaruri ihtiyaçlardan yoksun aç ve aç, sersefil bir yaşamı çekmeye mahkum edilen Filistin halkına, bir de ölümle pençeleşmek düştü. Bir taraftan misket bombalarının, diğer taraftan ölüm saçan ağır silahların altında can veriyorlar! Kaçacak hiç bir yer yok. Zira bir tarafı duvarlarla örülü, diğer taraftan da sınırlar kapalı. Yani üstü açık hapishane olarak tarihe geçti. İsrail vuruyor, dövüyor ve can alıyor!!! Yaşlı, genç, kadın, çoluk çocuk demeden önüne geleni ezip geçiyor. Alın size SOYKIRIM! Neresinden bakarsanız bakın; SOYKIRIM inkar edilemeyecek şekilde sürdürülüyor! Bizler de sımsıcak evlerimizde film gibi televizyonlardan izliyor ve insanlık utancına ortak oluyoruz! Bunun neresine ahlakı yerleştirip, insanlık onurunu korumanın öneminini arayacaksınız? Bu kavramları ağzımıza bile almaktan UTANÇ ve AZAP duyuyorum! Yazıklar olsun!..
*
*******
*
Bir avuç masum ve savunmasız Filistin halkına karşı sürdürülen vahşice kırım artık ibadet yerlerinin yanısıra okulları bombalamaya kadar vardı. Bugün BM'nin okulu dahi vuruldu. Dehşet saçan sonuç; 40 kişi ÖLDÜ! Bölge komşu ülkelerden tık yok! Üstelik sınırlarını da kapadı. Müslüman ve Arap toplulukların kulakları sağır, gözleri kör oldu. Vicdanı hiç aramayın; zira kendi şahsi menfaatlerinin korunması için sağır, dilsiz ve kör olmak zorundalar!
*
******
*
Kur'an-ı Kerim ne diyor; "Ey inananlar! Yahudi ve Hıristiyanları dost edinmeyin. Onlar birbirlerinin dostlarıdırlar. Sizden kim onları dost edinirse kuşkusuz o da onlardandır. Şüphesiz Allah, zalimler topluluğuna hidayet vermez." Mâide Sûresi 51
*
*******
*
Müslümanım demek, sözle olmuyor! Müslümanım demek; kişisel hırsların yerine getirilmesi anlamı taşımıyor! O halde Irak'da, Felluce'de, Kerkük'de, Afganistan'da ve Gazze'de KATLEDİLENLERİN sorumlusu sadece ve sadece İsrail, ABD, AB değil!
*
******
*
Bu katliama sesini çıkarmayan herkes gibi BM'nin de sanıyorum bundan böyle konuşacak ve yorum yapacak yüzü kalmadı. Zira aynı sessizliğini Bosna'da da sürdürmüştü. Hatta kendilerinin himayelerinde olan yaklaşık 8 bin müslümanı Sırplara teslim ederek, katledilmesine seyirci kaldıkları gibi!!!
*
*****
*
Siyasetin göbeğinde olan Vatikan ise; her zaman olduğu üzere bu defa da yapılan kırım karşısında, sessizliğini koruyarak zulme bir kez daha dinin temsiliyeti adına ortak olmuştur! Hani bizlere atılan iftiraya destek çıkanları da merak ediyorum; şimdi bu olanlara ne diyorlar? Ya, bizim sözde aydınlarımızın, sesleri niçin çıkmaz? Filistin halkı 11 gündür aç, susuz, elektiriksiz, ilaçsız, alt yapısı tamamen çökertilmiş sığınacak yerleri olmadan ölümün kucağında cebelleşirken, bu tabloyu nasıl okuyorlar acaba?
*
*********
*
Dostoyevski'nin bir sözüyle de insanın, insan olma sorumluluğunu izninizle pekiştirmek istiyorum; "İnsan yer yüzünde olan şeyleri görmemezlikten, bilmemezlikten gelme hakkına sahip değildir." O halde hiç kimse bu onursuzluk ve vahşet karşısında sessiz kalamaz! Herkesin bu çığlığı duyması, tepki vermesi şart ve insani bir sorumluluktur! Zira, onurunu kaybeden insanlık, hepimizin onursuzluğu demektir. Onursuzca yaşamak İNSANLIK OLAMAZ! Sevgi ve saygılarımla!

4 Ocak 2009 Pazar

21. Yüzyıl'da "Orta Çağ Karanlığı" YAŞANIYOR!











***
"Andolsun, biz cinler ve insanlardan bir çoğunu cehennem için yaratmışızdır. Onların kalpleri vardır, onlarla kavramazlar; gözleri vardır, onlarla görmezler; kulakları vardır, onlarla işitmezler. İşte onlar hayvanlar gibidir; hatta daha da şaşkındırlar. İşte asıl gafiller onlardır." A'raf Sûresi 179. Ayet.



İsrail, günlerce sürdürdüğü katliamı, dün geceden itibaren karadan abluka altına aldığı Filistin halkına yönelik vahşeti, iyice genişletti. Bu durum masum insanların, kendi toprakları üzerinde yaşama haklarının ellerinden alınarak ve insanca yaşamalarının yok edilmesinin ta kendisidir. Binlerce Filistinlinin tüm dünyanın gözü önünde bırakınız silahlı mücadeleyi, insani ihtiyaçlardan bile mahrum edilerek hastane, okul, yardım birimleri hatta en kutsal mekanların -cami- bile bombalanarak çoluk çocuk demeden katlediliyorlar. Bu vahşet kabul edilir gibi değil. Bu insanlar çaresizce dünyadan yardım bekliyorlar!!! Oysa bakınız Arap devletleri ve yaklaşık 1,5 milyar Müslüman alemi olanları ne duyuyor, ne de görüyor. Buna karşılık Avrupa'nın sade halkı bile bu zulme DUR demek için sokaklara dökülerek, gösteriler yapıyorlar. Bizim televizyonlarımız da bu olaylara karşı duyarlılığını, sabahtan akşama kadar şakır şakır oynayarak, gülerek yapılan programlarla halkı uyutma peşindeler. Aferin, aferin, aferin!!! Güleriz ağlanacak halimize misali.



Bu arada AB; Noel sonrası durumu değerlendireceklerini, BM'den ses seda yok, Amerika; bir an evvel barış istediklerini, ama buna rağmen İsrail hakkını kullanıyor mealinde açıklamalar, Arap Birliği de bir ara toplanacaklarını ifade ediyorlar!!! Tüm bunlar yaşanıyor ve İsrail eliyle dünya kana bulanıyor! Doğrusu merak ediyorum; İsrail, soykırımın acısını çeken bir millet olarak nasıl oluyor da aynı suçu, zalimce bir başka millete uygulayabiliyorlar? Yoksa bunca kitaplar ve filmler yoluyla - Yahudilere yapılan soykırımı anlatarak- kendilerini sevimli ve acınacak bir millet olarak göstermek midir? Veya Arap Yarımadası'ndan satın aldıkları topraklar üzerinde, zorla ve gasp yoluyla devlet kurarak hükümranlık sürmek için soykırım bir gerekçe miydi? Ya da, bölge halkının kökünü kuruturcasına saldırganlıkla, kutsal kitap Tevrat'ı bozarak yeniden kendi istek ve arzuları doğrultusunda yazan güçlerin "vaad edilmiş topraklar" diye Yahudi halkına kutsal (!) bir misyonerlik yükleyerek gizli hedefleri olan siyonizmin bir parçası Büyük İsrail projesini hayata geçirmek midir?



Batı zihniyetinin Orta Çağ karanlığında uyguladığı, insanların diri diri yakılması ve kurulan cadı kazanlarına atılmasını, ne yazık ki 21. Yüzyıl'ın başında yine Batı'nın kendi elleriyle aynı vahşeti sergiliyor. Bu kırım insanlık için, büyük UTANÇ ve YÜZKARASI gerçekler olarak bir kez daha tarihe kara leke olarak geçecektir. Biz de bütün insanlık olarak, hep birlikte bu utancı izlemeye koyulduk. Öte yandan da havadan, karadan, denizden işgal altına alınarak, ağır silahlar ve bombalarla kıyıma terkedilen bir avuç masum ve korumasız Filistin halkının yaşadıklarını televizyon kanalları "OPERASYON" ifadesiyle duyurmaktadır. Bunu yaparken de bir yerde yapılan suçu hafifletmeye çalışanlar, bize gelince yapmadığımız suçlamalarla sözde aydınların "özür diliyoruz" kampanyasıyla günlerce televizyonlarda konuşmasını da "SOYKIRIM" ifadeleriyle gösterdiler. Şimdi soruyorum bu aydın geçinenlere; "Neredesiniz, niçin sessiz kalıyorsunuz?" Üstelik bu yaşanılanlar gözlerinizin önünde oluyor! Müdahale edin ve bu soysuzluğa bir son verilsin! Başlatın bir imza kampanyası! İşte bu noktada anlayana Kur'an-ı Kerim'de A'raf Sûresi 179. Ayet tüm insanlığa seslenerek hitap etmiştir.



"Komşusu açken tok yatan bizden değildir" hadisi ile Hz. Muhammed, bu sözünü herhalde bugünler için söylemiştir. Ama buna rağmen kalpler, kulaklar ve gözler bugün işlevselliğini kaybederek susmayı tercih edenler, bu suça ortak olduklarını da iyi bilmelidirler! Menfaatleri uğruna vicdanların susması ne müslümanlığa, ne de insanlığa hiç mi hiç sığmıyor! Bu sessizlik sonucunda Irak'ın kuzeyine projelendirilen sözde "Kürdistan" Büyük İsrail'in ta kendisi olacaktır! Zira çıkartılan fırtınalar, aslında İsrail'in genişleyerek içinde bulunduğumuz toprakları da, ele geçirebilmesi içindir. İşte o zaman korkarım ki, bölgede 2. Filistin'in yerini Kürt halkı alacaktır.



O halde; "Sevgi birliğe, bencillik yalnızlığa götürür." sözü ile pekiştirrmek istediğim, kişisel menfaatlerin ön plana çıkartılarak sessiz kalınması bizlerin yalnızlığına neden olacaktır. Ardından da Müslümanların her zaman olduğu üzere "kan ve gözyaşı" makûs talihi olmaya devam edecektir!.. Sevgi ve Saygılarımla!

3 Ocak 2009 Cumartesi

"Kimlik Bunalımı" ile Kendimize Yabancılaşmak











*
*
*
*
*
*
*
Türk halkı, git gide kendisine yabancılaşıyor. Kendisi dediğim zaman içini dolduran unsurlar; harsı, dili ve inancı olarak genellemek daha anlaşılır olacak sanıyorum. Buradan yola çıkarak hepimizin bildiği ancak; üzerinde fazlaca durmadığı ya da önemsemediği şeylerden bir tanesini açmak istiyorum:


Bir alış veriş merkezinde yedi sekiz kişiden oluşan bir gurupla karşılaşıyorum. Yaşları belki 14 - 18 arası diyebilirim. Hepsinin başları gösterişli bir şekilde kapalı. Gezdikleri ve bakındıkları bölüm kozmetik ürünlerinin olduğu yer. Tırnakları ojeli. Bir yandan da uç renkli ojeleri inceleyip üzerinde yorum yapıyorlar...



Ruhum ezilerek ve içim sızlayarak durumu izliyorum. Kimlik bunalımı, kişiliğin ezilmesi işte bu olsa gerek. O çocuklar hiç bir şeyin farkında olmadan bir akımın içerisinde yok olup gittiklerinin, bilincinde değiller. Tek istedikleri şey; şuurlarına bilinçsizce yerleştirilen "moda"ya uyma ve gençliklerini heyecanla yaşamak istemeleridir. Zira televizyonlar onlara bir hedef belirliyor zaten. Lüks hayat! Bunun dışında tüm bu hedefleri karşılayabilmek için; "Her yol MÜBAHTIR" düsturu, el altından sessiz sedasız bütün enstrümanlar kullanılarak, toplumumuza işleniyor. İşte bu ürünün takipçisi haline geldiğimiz toplum olarak, bu gördüğüm çocuklar, kendi kimliğini çoktan yitirmiş; neye, kime hizmet ettiğinin farkında dahi olmadan, ara kimlikle geleceğe adım atmaya çalışıyorlar. Bu şekilde olan bir kimliğin, geleceği olur mu?! Devam edeyim, gördüklerim arasında bir başka zaman ve mekanda baş sımsıkı kapalı; ama kolları omuzdan sıfır açık şifon buluzla altında dar streç bir kot pantalon caddede geziyor. Bu manzara karşısında ne düşünmem gerektiğini bir kez daha anlamaya çalıştım.



Geldiğimiz noktanın çeşitli nedenleri olduğu bir gerçek. Bunu da sosyolojik anlamda incelemek gerekiyor. Fakat ben eğitimci kimliğimle gördüğüm noktaları ele almak istiyorum. Benim bir ödevim de milli kimliğimizin ön planda tutularak kuşaktan kuşağa aktarılmak üzere toplumu aydınlatmak ve bilinçlendirmektir. Fakat gördüklerim çocuklarımıza, zihin karmaşası ve algılama zorluğu yaşatmaktadır. İşin içinden çıkılacak gibi değil. Verdiğimiz eğitim, gördükleriyle çelişmektedir. Çoğu zaman bu açmazlar çocuklarımız tarafından sorgulama olarak, bizlere tekrar dönüyor; işte o noktada yüreğimiz eziliyor olsa gerek.



Toplumun kendine yabancılaşması; kendi inanç ve harsına karşı eziklik hissetmesi ardından da, bu eziklikleri modernleşiyoruz ve bakınız "biz de sizin gibiyiz" anlayışıyşla bir garip kimliğe büründürüldüğümüzü açıkcası, "kimliksiz" bir toplum olmaya doğru gittiğimizi, kim inkar edebilir dersiniz? Evet, inancının gereğini yerine getirmek; bizler için utanılacak bir durum değil, aksine özgürlüğümüzü ve kudretimizi göstermektedir. Bununla da gurur duyarız! Ancak; bu şekilde bir davranış, inanılmaz bir çelişkinin göstergesidir.


Aslında kimlik bunalımına iten bu görüntüler, bizlerin ruh halinin de karıştığını ortaya koymaktadır. Mevlâna'nın o güzel sözüyle konuyu pekiştirmeye çalışacağım; "Ya olduğun gibi görün, ya da göründüğün gibi ol" bizler inancımızı yaşarken kalbimiz neyse davranışlarımızın da o olması gerekliliği ile yetiştirildik. Zira insanlar görüntülerine göre değerlendirilmemeli diyoruz; ama bu gördüklerimizi hangi konuma yerleştireceğimi bilemiyorum!.. Bildiğim bir şey varsa o da bu durum bizim ne harsımızda ne de inancımızda var! Bu sonradan önümüze sunulmuş bir tezgah!!!



Batı kapitalizmi bir yandan bizlere yön verirken, kendi zihniyetlerini çıkarları doğrultusunda ayarlayarak, taleplerini karşılayacak şekilde zemin hazırladıklarını işte bu şekilde anlamak mümkündür diye algılıyorum. Bu vesileyle hem bizleri ellerinde tutuyor, hem de ürünlerini pazarlamayı genişletip, daha çok kesime ulaşmasını sağlamaktadır. Bu arada da misyonerliklerini hızla devam ettiriyorlar. Bu yol; bizlerin uyutularak en zahmetsiz ve kolayca "ele geçirilme " olduğu ise aşikar!



Her geçen gün kendimize biraz daha yabancılaştığımız şartları ve koşulları çok iyi okumamız gerekiyor. Zira bu yabancılaşma kendi birlik ve beraberliğimizi müthiş derecede zedeliyor. Kimlik bunalımıyla beraberinde getireceği sorunlar gittikçe derinleşiyor ve içinden çıkılmaz bir hal aldığını görmek zorundayız. Dinimiz, dilimiz, harsımız hepsi ama hepsi birer nadide çiçek gibi; onları korumak, kollamak, gelecek nesillere gururla ve onurla taşımak hepimizin görevi. Bunlar olmadan biz olamayız! Bizi biz yapan bu değerler! İşte bu değerler üzerinden bizi yıkıp parçalamak peşindeler! Bunlar tahribata uğradıkça bizler de yıpranıyoruz. İşte emperyalizm, günümüzde bu silahları kullanarak istediklerini elde ediyor. Başka türlü özellikle Türk toplumu üzerinde bunu başaramadılar! Bunu bir kez 1919'da denemeye kalktılar ve karşılarında büyük Atatürk önderliğinde aziz milletimizi buldular! BAŞARAMADILAR!!! Büyük şair ve düşünür Yahya Kemal BEYATLI'nın dizelerinde söylediği üzere;
"Şu kopan fırtına Türk ordusudur ya Rabbi,
Senin uğrunda ölen ordu budur ya Rabbi,
Ta ki, yükselen ezanlarla müeyyed namın
Galib et, çünkü bu son ordusudur İslamın."



Görüldüğü üzere, bizleri her halukarda kabul edemeyen haçlı zihniyet bu defa değerlerimiz üzerinden emellerine ulaşmayı deniyor! İmanla inandığım ise, bunu BAŞARAMAYACAKLAR! Sevgi ve saygılarımla!