3 Ocak 2009 Cumartesi

"Kimlik Bunalımı" ile Kendimize Yabancılaşmak











*
*
*
*
*
*
*
Türk halkı, git gide kendisine yabancılaşıyor. Kendisi dediğim zaman içini dolduran unsurlar; harsı, dili ve inancı olarak genellemek daha anlaşılır olacak sanıyorum. Buradan yola çıkarak hepimizin bildiği ancak; üzerinde fazlaca durmadığı ya da önemsemediği şeylerden bir tanesini açmak istiyorum:


Bir alış veriş merkezinde yedi sekiz kişiden oluşan bir gurupla karşılaşıyorum. Yaşları belki 14 - 18 arası diyebilirim. Hepsinin başları gösterişli bir şekilde kapalı. Gezdikleri ve bakındıkları bölüm kozmetik ürünlerinin olduğu yer. Tırnakları ojeli. Bir yandan da uç renkli ojeleri inceleyip üzerinde yorum yapıyorlar...



Ruhum ezilerek ve içim sızlayarak durumu izliyorum. Kimlik bunalımı, kişiliğin ezilmesi işte bu olsa gerek. O çocuklar hiç bir şeyin farkında olmadan bir akımın içerisinde yok olup gittiklerinin, bilincinde değiller. Tek istedikleri şey; şuurlarına bilinçsizce yerleştirilen "moda"ya uyma ve gençliklerini heyecanla yaşamak istemeleridir. Zira televizyonlar onlara bir hedef belirliyor zaten. Lüks hayat! Bunun dışında tüm bu hedefleri karşılayabilmek için; "Her yol MÜBAHTIR" düsturu, el altından sessiz sedasız bütün enstrümanlar kullanılarak, toplumumuza işleniyor. İşte bu ürünün takipçisi haline geldiğimiz toplum olarak, bu gördüğüm çocuklar, kendi kimliğini çoktan yitirmiş; neye, kime hizmet ettiğinin farkında dahi olmadan, ara kimlikle geleceğe adım atmaya çalışıyorlar. Bu şekilde olan bir kimliğin, geleceği olur mu?! Devam edeyim, gördüklerim arasında bir başka zaman ve mekanda baş sımsıkı kapalı; ama kolları omuzdan sıfır açık şifon buluzla altında dar streç bir kot pantalon caddede geziyor. Bu manzara karşısında ne düşünmem gerektiğini bir kez daha anlamaya çalıştım.



Geldiğimiz noktanın çeşitli nedenleri olduğu bir gerçek. Bunu da sosyolojik anlamda incelemek gerekiyor. Fakat ben eğitimci kimliğimle gördüğüm noktaları ele almak istiyorum. Benim bir ödevim de milli kimliğimizin ön planda tutularak kuşaktan kuşağa aktarılmak üzere toplumu aydınlatmak ve bilinçlendirmektir. Fakat gördüklerim çocuklarımıza, zihin karmaşası ve algılama zorluğu yaşatmaktadır. İşin içinden çıkılacak gibi değil. Verdiğimiz eğitim, gördükleriyle çelişmektedir. Çoğu zaman bu açmazlar çocuklarımız tarafından sorgulama olarak, bizlere tekrar dönüyor; işte o noktada yüreğimiz eziliyor olsa gerek.



Toplumun kendine yabancılaşması; kendi inanç ve harsına karşı eziklik hissetmesi ardından da, bu eziklikleri modernleşiyoruz ve bakınız "biz de sizin gibiyiz" anlayışıyşla bir garip kimliğe büründürüldüğümüzü açıkcası, "kimliksiz" bir toplum olmaya doğru gittiğimizi, kim inkar edebilir dersiniz? Evet, inancının gereğini yerine getirmek; bizler için utanılacak bir durum değil, aksine özgürlüğümüzü ve kudretimizi göstermektedir. Bununla da gurur duyarız! Ancak; bu şekilde bir davranış, inanılmaz bir çelişkinin göstergesidir.


Aslında kimlik bunalımına iten bu görüntüler, bizlerin ruh halinin de karıştığını ortaya koymaktadır. Mevlâna'nın o güzel sözüyle konuyu pekiştirmeye çalışacağım; "Ya olduğun gibi görün, ya da göründüğün gibi ol" bizler inancımızı yaşarken kalbimiz neyse davranışlarımızın da o olması gerekliliği ile yetiştirildik. Zira insanlar görüntülerine göre değerlendirilmemeli diyoruz; ama bu gördüklerimizi hangi konuma yerleştireceğimi bilemiyorum!.. Bildiğim bir şey varsa o da bu durum bizim ne harsımızda ne de inancımızda var! Bu sonradan önümüze sunulmuş bir tezgah!!!



Batı kapitalizmi bir yandan bizlere yön verirken, kendi zihniyetlerini çıkarları doğrultusunda ayarlayarak, taleplerini karşılayacak şekilde zemin hazırladıklarını işte bu şekilde anlamak mümkündür diye algılıyorum. Bu vesileyle hem bizleri ellerinde tutuyor, hem de ürünlerini pazarlamayı genişletip, daha çok kesime ulaşmasını sağlamaktadır. Bu arada da misyonerliklerini hızla devam ettiriyorlar. Bu yol; bizlerin uyutularak en zahmetsiz ve kolayca "ele geçirilme " olduğu ise aşikar!



Her geçen gün kendimize biraz daha yabancılaştığımız şartları ve koşulları çok iyi okumamız gerekiyor. Zira bu yabancılaşma kendi birlik ve beraberliğimizi müthiş derecede zedeliyor. Kimlik bunalımıyla beraberinde getireceği sorunlar gittikçe derinleşiyor ve içinden çıkılmaz bir hal aldığını görmek zorundayız. Dinimiz, dilimiz, harsımız hepsi ama hepsi birer nadide çiçek gibi; onları korumak, kollamak, gelecek nesillere gururla ve onurla taşımak hepimizin görevi. Bunlar olmadan biz olamayız! Bizi biz yapan bu değerler! İşte bu değerler üzerinden bizi yıkıp parçalamak peşindeler! Bunlar tahribata uğradıkça bizler de yıpranıyoruz. İşte emperyalizm, günümüzde bu silahları kullanarak istediklerini elde ediyor. Başka türlü özellikle Türk toplumu üzerinde bunu başaramadılar! Bunu bir kez 1919'da denemeye kalktılar ve karşılarında büyük Atatürk önderliğinde aziz milletimizi buldular! BAŞARAMADILAR!!! Büyük şair ve düşünür Yahya Kemal BEYATLI'nın dizelerinde söylediği üzere;
"Şu kopan fırtına Türk ordusudur ya Rabbi,
Senin uğrunda ölen ordu budur ya Rabbi,
Ta ki, yükselen ezanlarla müeyyed namın
Galib et, çünkü bu son ordusudur İslamın."



Görüldüğü üzere, bizleri her halukarda kabul edemeyen haçlı zihniyet bu defa değerlerimiz üzerinden emellerine ulaşmayı deniyor! İmanla inandığım ise, bunu BAŞARAMAYACAKLAR! Sevgi ve saygılarımla!

1 yorum:

  1. Maalesef bu üstü Mekke altı Paris tarzında giyim yayılmaya devam ediyor. Ucubelere benziyorlar. Bu bizim kültürümüz olmadığı gibi dünya üzerinde böyle bir kültür olduğunu sanmıyorum. Yazınız için teşekkürler. Serkan Alpaslan

    YanıtlaSil