30 Mart 2011 Çarşamba

"Deliye Hergün Bayram"ki!..















"Tiyatro, gönüller arasında bağ kurar."





Bugün dünyada bir tiyatro sahneleniyor...


İnsanlar, kocaman ve canlı bir tiyatro içerisinde olayları sessiz sedasız izlemeyi tercih ediyor...

Misal mi? Alın size kocaman kocaman yalanlarla beslenen işgallerin neticesinde meydana gelen kanlı savaşlar...

Dünya kamuoyu, evlerinden canlı yayınlar aracılığıyla ülkelere bombaların nasıl yağdığını ayan beyan izler hale geldi...


Öyle ki yerle bir olmuş kentlerin altında kolu bacağı kopmuş cesetleri görmek, artık herkesin alıştığı manzaralar haline dönüştü. Bombalar altında yaşamayı alışkanlık haline getirmiş mazlum milletler, acı içerisinde kıvranırken öte yandan insanlar, sanki tiyatro izler gibi perdenin sona ermesini bekliyorlar...


Öyle ya... "27 Mart Dünya Tiyatrolar Günü"...


Tiyatro sanatın ta kendisidir. Burada insanların ortak hislerine hep beraber şahit olur, beraberce güler, beraberce ağlarız...

Zaten tiyatro da insanın insanı insana insanca anlatımı değil midir?

Şimdilerde bütün dünyada gösterime sahne olan insanın insana zulmünü, insanlık dramını, yine insan eliyle insana anlatanlar kimler?!

Ya oyunun yazarları ve oyuncuları kimlerden oluşuyor dersiniz?

O halde sahnelerde oynanan bu kocaman yalan senaryonun, kocaman kocaman da yalancı izleyenleri var.

Zira o izleyiciler ki, perdenin kapanmasıyla birlikte alkışlarını sessiz sedasız izleyerek göstermiyorlar mı?

E o zaman... Bizler "Dünya Tiyatrolar Günü"nü tek bir güne sıkştırmadan yıl on iki ay yaşayarak zaten izliyoruz ve kutluyoruz ki...

Bu durumla birlikte ortaya çıkan sonuç bize, "deliye her gün bayram" misali bir durumla karşı karşıya olduğumuzu gösteriyor.

Demem o ki... Dünyanın toplumsal muhakeme yeteneği ve toplumsal vicdanı esir alınmış vaziyetteyken...

Ve dünyada oynanmakta olan, canlı ve kocaman sahnesiyle gerçek anlamda hissedilerek, yaşanan bir tiyatro varken...


"Dünya Tiyatrolar Günü"nü bayram olarak kutlamanın bir anlamı var mı?!

Sevgi ve saygılarımla!

Image"HAKSIZLIK KARŞISINDA SUSAN DİLSİZ ŞEYTANDIR." HZ. MUHAMMED (S.A.V.)

26 Mart 2011 Cumartesi

Çöl Aslanı Ömer Muhtar


















"Biz asla teslim olmayız. Ya kazanırız, ya ölürüz. Bizden sonraki nesillerle de savaşacaksınız. Bana gelince. Ben, cellatlarımdan daha uzun yaşayacağım." Ömer Muhtar


Ömer Muhtar, sömürgeci güçlere karşı Afrika Müslümanların soluğunu daima diri ve taze tutmuş ve libya'daki direnişin öncü lideri konumundadır. Bu anlamda Ömer Muhtar, sömürgeci güçlere karşı gösterdiği direnç, azim ve kararlığıyla da libya'nın aynı zamanda sembolü olarak da tanınıyor...

İtalya'nın Libya üzerindeki emelleri ile başlayan ve 1922 yılında İtalya'da Faşist'lerin Benito Mussolini liderliğinde iktidara gelmeleri ile Büyük Roma İmparatorluğu'nu yeniden kurma hayalleri tekrar gündeme gelir...

Ancak Ömer Muhtar, "emrindeki güçler ile İtalyan kuvvetleri arasında, 1923’ten 1932’ye kadar her yıl en az elliden fazla muharebe, ikiyüzden fazla küçük ölçekli çatışma" ile direniş gösteriyordu.

"İtalyanlar bir halk hareketi karşısında olduklarının farkındaydılar. General Mezzetti bir raporunda buna şöyle değiniyor:

Direniş buralarda tarihe mal olmuştur ve kural tanımayan bu insanlara tarih boyunca silahlı kuvvet zoruyla kanun ve nizam empoze edilebilmişti. Cihad ruhuna sahip bu göçer insanları çiftlik sahalarına ve şehirlere çekmeden pek fazla bir şeyin değişmeyeceğini söyleyebiliriz."


"1931 Ocak ayında çöl aşıldı ve Kufra düştü. İtalyanların burada yaptığı katliam, işkence ve tecavüzler dillere destandır. Graziani, teslim olan halkın gözleri önünde Kur’an-ı Kerim’i paramparça edip, ayaklarının altında çiğneyerek "Haydi, çağırın da (hâşâ) bedevi peygamberiniz yardımınıza gelsin" demiş, ertesi günü şehrin ileri gelen uleması uçaklardan atılmış, vahadaki bütün hurma ağaçları kesilmiş, kuyular yakılmış, Mehdi Senusi’ye ait tarihi kütüphane alevlere teslim edilmiş ve insanların namusları kirletilmişti."

Ve nihayet bir şekilde pusuya düşürülerek Ömer Muhtar İtlayan kuvvetlerince esir alınır...

Bundan sonra "İtalyan birliklerinin genel kumandanı Graziani’nin karşısına çıkartıldı. Bu görüşmedeki tavırlarından etkilenen general onun hakkında şunları yazacaktır:

"Odama girdiği andan çıkıp gittiği ana kadar onun vakar ve haysiyetine son derece hayranlıkla bakıp durdum. Onun tavır ve davranışlarını çok beğendim ve hayran kaldım."


Graziani, hatıralarında Ömer Muhtar hakkında şunları demekten kendini alamaz. "Ömer Muhtar inancına, akidesine son derece bağlı bir adamdı. Onun bu inancına saldırmaya kalkışana kim olursa olsun büyük bir heyecan ve azimle karşı koyardı. O, vatanına saldıranlara karşı da korkusuzca savaşıyordu. Vatanına yapılacak herhangi bir saldırıyı karşılıksız bırakmayı kabullenecek bir şahsiyet değildi."

" O karşısındakine anında cevap verecek üstün bir zekaya sahipti. Aynı zamanda Ömer Muhtar ileri seviyede dini kültüre sahipti. Onun kesin tavırlı bir huyu vardı. O, dinine ait hiçbir şeyi ihmal etmeyecek ve dinini herhangi bir maddi menfaat karşılığında satmayacak üstün bir kişiliğe sahipti. Dünyevi hiçbir çıkar peşinde olmayan bir kişiydi. Üstelik hayli fakir bir adamdı. Din ve vatan sevgisinden başka hiçbir dünyevi şeye de malik değildi."

"Ona canlı ve hazır bir zeka bahşedilmişti. Dini konularda iyi bir eğitim görmüş, hareketli,mütevazı ama tavizsiz..."


Yine Muhammed Esed’in 1932’de Medine’de onun şehadetini haber aldığında, "Ömer el Muhtar öldü ha... Şu Sireneyka aslanı, yetmiş şu kadar yaşına rağmen halkının özgürlüğü için yılmadan sonuna kadar savaşan Ömer el Muhtar öldü demek... On uzun yıl boyunca, on uzun ve çileli yıl boyunca en modern silahlarla donatılmış mekanize birliklerle, uçaklarla, topçu bataryalarıyla takviye edilmiş düşman ordularına, kendinden en az on kat daha kalabalık İtalyan kuvvetlerine karşı halkın umutsuz direnişine bayrak olan Ömer el Muhtar... Piyade tüfeklerinden ve birkaç attan başka bir şeyleri olmayan, yarı aç mücahidlerinin başında kocaman bir esir kampına dönüştürülen bir ülkede son kurşununu sıkıncaya kadar umutsuz bir gerilla savaşı sürdüren koca Ömer el Muhtar... " İnternetten Alıntı


Son olarak, Libya'nın öncü savunucusu Ömer Muhtar'ı ve direnişini konu alan "Çöl Aslanı Ömer Muhtar -Lion of the Desert-" adlı bir savaş filmi 1981 yılında çekilmiştir... Öyleki bu filmden rahatsızlık duyan dönemin İtalya Başbakanı Giulio Andreotti, "İtalyan ordusuna zarar verme"sini bahane ederek ülkesinde filmin gösterilmesini yasaklamıştır.


Demem o ki...

Libya, tarih boyu emperyalist güçlerin hep ilgi ve saldırı odağı olmuştur.

Ve Libaya dün ne ise, bugün de aynı...


Sevgi ve saygılarımla!


Image "HAKSIZLIK KARŞISINDA SUSAN DİLSİZ ŞEYTANDIR." HZ. MUHAMMED (s.a.v.)


23 Mart 2011 Çarşamba

Yazıklar Olsun!













"Ey Türk Gençliği! Birinci vazifen Türk istiklall ve cumhuriyetini ilelebet muhafaza ve müdafaa etmektir." ATATÜRK


Kamu düzenini sağlamak için canhıraş görevini sürdüren bir emniyet mensubumuza tokat atan şahsiyeti hayret ve ibretle izledik...

Ne yazık ki bununla da yetinmeyip hakaretler savuran, evlere şenlik bir "hanım" milletvekilimiz olduğunu hep birlikte görüyoruz.

Valla böyle bir durum başka bir devlette olabilir mi derseniz, hiç zannetmem... Ne demokrasisi gelişmiş ileri devletlerde, ne de az gelişmiş 3. dünya ülkelerinde...


Şimdi "özgürlük" diye çığırtkanlık yapanlara sormak lazım... Bundan daha fazla nasıl bir özgürlük istiyorsunuz? Devletin asayişinden sorumlu görevlisine el kaldırıp, darp yapmaya kadar giden, bununla da yetinmeyip hakaretler savurma cüreti havada uçuşuyor!


Aman efendim, olay inanılmaz düzeyde...

Hanımefendi, sanki bir eşkıya gibi...

Adeta halkı kışkırtmak için bahaneler üretmeye hazır kuvvet sanırsınız...

Bağırarak hakaretler savurduğu kişi kim? Bizzat "hanımefendi"nin ta kendisini korumak, halkımızın huzurunu ve kamu düzenini sağlamak için orada bulunan Şırnak Emniyeti Güvenlik Şube Müdürü.

Bu "hanım" kim? Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin, en üst düzeyde olanaklarından yararlanan ve hizmet alan milletvekili.


Belliki ortada tam bir nankörlük sergileniyor...


Zira hanımefendi, ekmeğini yediği devletine ihaneti kendine görev edinmiş; ve bunu da gözümüzün içine baka baka yapacak kadar öfkeli...

Biz bu olayı, "besle kargayı oysun gözünü" ifadesiyle algılıyoruz!


Ancak bu öfkeli ve nankör kişilerin küstah cüretkarlıkları, yöre halkımızı asla ve asla bağlamıyor! Bundan eminiz...


Bu beyhude davranışlar, ancak ve ancak "demokrasi", "özgürlük" çığırtkanlığıyla ülkemizi emperyalistlerin isteği doğrultusunda parçalamayı hedefleyen güçlerin işine yaramasına olanak tanıyacaktır!


Hâl böyle iken, öte yandan hakaret ve darpa maruz kalan sayın şube müdürümüzü de, göstermiş oldukları sabırdan dolayı kutluyoruz!

Olaya teşebbüs eden küstah "hanım"ı da şiddet ve nefretle kınıyoruz...

Yazıklar olsun!

Sevgi ve saygılarımla!


Image "HAKSIZLIK KARŞISINDA SUSAN DİLSİZ ŞEYTANDIR." HZ. MUHAMMED (s.a.v.)



19 Mart 2011 Cumartesi

El İnsaf!!!


















"Hak (ancak) Rabbindendir. Artık, sakın şüpheye düşenlerden olma!" Bakara Sûresi, 147. Ayet



Bir milletin onurlu duruşunu, iradesini, tarihine sahip çıkmasını, şuurunu, bilincini, aklını, esaret kabul etmeyişini, inancını, vatan severliğini, yaratıcılığını, milli benliğini, kararlılığını, azmini, kahramanlığını, insanlığını eşsiz mücadelesiyle aziz ulusumuz ; düşmana "Çanakkale geçilmez!" dedirtmiştir.


Ve 18 Mart 1915'te o günün dünya şartlarında en modern, en donanımlı gemilerin boğazı geçmeye kalkan emperyalist güçleri, Türk askeri milletiyle birlikte canını seve seve vatanına feda etmesi karşısında savaş gemilerini ve binlerce askerini, kaybederek geri çekilmek zorunda bırakmıştır.


Evet, düşman yalnızca birkaç devletten ibaret değildi...

"Hal böyle iken kazanılan zaferin değeri daha iyi anlaşılmaktadır. Zira bu savaş; yenilmez sayılan devletlerin mağlubiyetidir.
Çanakkale'de tarihin kaydettiği en büyük ve en kanlı savunma savaşları verilmiştir. Bu savaşlar Mustafa Kemal gibi bir askeri dehanın Türk ve dünya kamuoyu tarafından tanınmasının sağlanması açısından son derece önem taşımaktadır. Düşman durmadan saldırmaktadır. Anafartalar ve Arıburnu cephelerinde emir komuta karmaşası vardır. Bu durum çok tehlikelidir. Yarbay Mustafa Kemal, Ordu Komutanı Alman General Liman von Sanders'ten bütün mevcut kuvvetlerin emrine verilmesini ve bundan başka çare kalmadığını bildirmiş. Alman General "Çok gelmez mi?" diye sorduğunda Mustafa Kemal, "az gelir" diye cevap vermiştir. Ertesi gün emir gelmiş ve bütün birliklerin komutası Mustafa Kemal'e verilmiştir. Bir cephe komutanlığının çok gelip gelmeyeceğini Yarbay Mustafa Kemal'e soran ve "az gelir" cevabını alan Alman General karşısındaki Türk'ün "ATATÜRK" olduğunu yıllar sonra öğrenecektir." Çanakkale İnternet Televizyonu


Şimdi bütün bunları bir kenara bırakıp, Çanakkale'de Mustafa Kemal'i yok saymak ya da ne bileyim küçültmeye çalışarak bu eşsiz mücadeleyi akıldan uzak ortaçağ anlayışıyla hurafelere oturtmak sanıyorum ki bir milletin yeniden diriliş azmine ket vurmak isteğinden öteye geçemeyecektir. Öte yandan bu söylemler, emperyalizmin arayıp da bulamayacağı kadar önemli; kısaca onların "ekmeğine yağ sürmek"ten ibarettir!

İşte bu anlayışa hizmet olarak gördüğüm söylemleri dün akşam bir televizyon kanalından dayanabildiğim ölçüde izledim. İbretle dinlediklerim karşısında büyük bir üzüntü ve endişe duydum.

Şimdi bu anlayış karşısında izninizle buradan sormak istiyorum: Madem ki böyle "güçler" varmış;

E o zaman... tüm bu "olağanüstü, gizli ilahi güçler" neden şu anda Müslüman coğrafyasındaki zulüm ve işgal karşısında da ortaya çıkmazlar ki?!..


Mesela Irak'da, Afganistan'da, Filistin'de, Kafkasya'da, Balkanlarda...

Ve yıllarca zulüm ve işgal gören diğer mazlum topluluklarda?!..

El insaf!

Bu andan itibaren son zamanlarda yazdığı kitaplarla bize tarihi sevdiren Turgut ÖZAKMAN'ın "Diriliş Çanakkale 1915" adlı kitabından yüce milletimize dikkat çekmiş olduğu cümlelere yer vermek istiyorum:

(...)

"1954 yılında Maliye Bakanlığı bu gazi topları, yani tarihimizi, burada demir fiyatına bir hurdacıya sattı. Hurdacı da bütün topları kesti, biçti, söktü, parçaladı ve götürdü.

Nusrat mayın gemisini de sattık.

Peki, Yavuz?
Peki, Hamidiye?
Peki, Muavenet?
Peki, Bandırma?
Bunları da sattık. Sökülüp parçalandılar.
Peki, Savarona?
Bunu da kiraladık.
Birisini bile müze-gemi yapmayı, korumayı düşünmedik. Bu bilinçsizlik, nankörlük, ruhsuzluk, bu yakın geçmişimizi yağmaya verme, önemsizleştirme bu kadarla kaldı mı?

Hayır.

Gittikçe artıyor, genişliyor, büyüyor, hızlanıyor.
Bu durumu sanki bizimle ilgisi olmayan bir televizyon dizisi gibi seyretmekteyiz.
Biz diri, canlı, hayat dolu, duyarlı, dikkatli, bilinçli, bağımsızlığa âşık, gururuna düşkün bir millettik.

Ne oldu bize?

Yoksa son yüzyıl içinde Çanakkale dirilişini, Millî Mücadele'yi, o kutsal çılgınlığı, zaferi, ilkellikten ve bağnazlıktan kurtuluşu, uyanışı, aydınlanmayı, çağdaşlaşmayı, kadın özgürlüğünü, cumhuriyeti, dünyanın Türk mucizesi diye anladığı bu büyük macerayı yaşayan biz değil miydik?
Yoksa bunlar milletçe birlikte gördüğümüz bir rüya mıydı?
Şehitler, gaziler, kahramanlar, o öldürücü acılar, o emsalsiz sevinçler, inanılmaz başarılar, hayal miydi?

Hayır!

Hepsi gerçek.
Ama içerden, dışardan söylenen ninnilerle, süslü kutular ve göz alıcı şişeler içinde sunulan uyku ilaçlarıyla bizi yeniden uyutmaya çalışıyorlar.

Tarih son kez uyarıyor:

Uyan ey TÜRK!

Dirliğin, birliğin, dilin, benliğin, tarihin, yurdun, adın, bir kez daha giderse, bir daha hiçbiri geri dönmez." DİRİLİŞ / Çanakkale 1915 sf: 589-590


Sevgi ve saygılarımla!

Image "HAKSIZLIK KARŞISINDA SUSAN DİLSİZ ŞEYTANDIR." HZ. MUHAMMED (s.a.v.)



15 Mart 2011 Salı

Müjde!
























Müjdeler olsun...


Yaklaşık iki haftadır Dijitürk'ün şikayeti üzerine mahkeme kararıyla tümden erişime KAPATILAN dünyanın en büyük blog platformu -Blogspot'a Türkiye'den erişmi-, savcılık kararının iptal edilmesiyle yeniden erişime açılıyor! :)

"İnternet servis sağlayıcı firmalara tebliğ edildikten sonra uygulanmaya başlayacak. Bunun da 4-5 gün alabileceği belirtiliyor." kapuska.net

Tüm blog sahibi arkadaşlara buradan bu güzel haberi iletmenin inanılmaz mutluluğu ve heyecanıyla herkese yeniden ve bir kez daha "MERHABA" demek istiyorum...

Bu harika haberi herkes duysun istedim; büyük bir keyifle blog sahibi arkadaşların düşüncelerini yeniden heyecan ve mutlulukla paylaşacaklarına yürekten inanıyorum...

Herkese selâm olsun... :)

Kısa süre de olsa yaşadığımız bu talihsiz kesinti için hepimize geçmiş olsun! Ve umut ediyoruz ki bu türden haksız uygulamalar bir daha yaşanmasın! şüphesiz ki suç işleyenler gerekli cezai müeyyidelere çarptırılmalı; ama bu durum sadece ve sadece suçu işleyen ve hak edenler için geçerli olmalı...

Sevgi ve saygılarımla!


Image "HAKSIZLIK KARŞISINDA SUSAN DİLSİZ ŞEYTANDIR." HZ. MUHAMMED (s.a.v.)



11 Mart 2011 Cuma

Kime Göre?!





















Bu yazımda insanların yaşamlarında bireysel mutluluğun mu, yoksa toplumsal mutluluğun mu ön planda olması gerekiyor, diye bir sorgulamayla günümüze de vurgu yaparak giriş yapmak istiyorum. Öte yandan gerçek anlamda mutluluk, özgürlüğe ve toplumdaki yerleşik anlamda ahlâki eyleme bağlı...



"...Demiryolunun açılışından çok az sonraydı. Ben (o sırada sivil giyiniyordum artık) görevimin devir teslimi ve önemli işlerin yüzünden çok telaşlıydım. Birinci mevki bir bilet aldım, içeri girip oturdum, sigara içiyordum. Daha doğrusu içmeye devam ediyordum, yeni yakmıştım. İçeride yalnızdım. Sigara içmak yasak değildi, ama tam serbest de değildi. Her zamanki gibi adamına göre yarı serbestti. Pencere de açıktı. Tam düdük öterken içeri iki bayan girdi, yanlarında fino vardı, doğruca karşıma geçip oturdular. Zor yetişmişlerdi. Biri göz alıcı açık mavi, öteki ise sade pelerinle siyah bir elbise giymişti. Pek çirkin değildiler; insana tepeden bakıyorlar, İngilizce konuşuyorlardı. Ben istifimi bozmadan sigaramı içiyordum. İçmemek aklıma geldi, ama pencere de açık, duman çıkyor diye üstünde durmadım. Fino açık mavi elbiseli bayanın dizlerine oturmuştu, küçük, yumruğum kadar bir şeydi. Kapkara, pençeleri beyaz, eşine az rastlanacak güzel bir köpekti. Armalı gümüş tasması vardı. Ben hiç aldırış etmiyordum. Kadınların sigara içişime kızdıklarının da farkındaydım. Biri kaplumbağa kabuğundan yapılmış çerçeveli gözlüğünü bana doğru tutup baktı. Ben gene aldırmadım, çünkü tek söz söylemiyorlardı! Eğer söyleseler, uyarsalar, rica etseler ya... Dilleri yok muydu? Hep susuyorlardı. Birden mavilisi aklını kaybetmiş gibi, önceden tek kelime söylemeden, uyarmadan, elimden sigarayı kaptığı gibi camdan fırlattı. Tren son hızla gidiyordu, bense kalakalmıştım. Kadın çok vahşi, ilkel görünüşlü biriydi. Şişman, tombul, uzun boylu, al yanaklı (biraz fazla kırmızıydı) kadın gözlerini bana dikmişti. Ben hiç sesimi çıkarmadan hiç yapmadığım, son derece kibar bir hareketle iki parmağımla finoyu ensesinden hiç acımadan tuttuğum gibi pencereden fırlatıverdim, biraz önceki sigara gibi. Yalnızca bir cıyaklama duyuldu!Tren yoluna devam ediyordu." Dostoyevski / Budala


Özgürlük kime ve neye göre?

Kurallara uymanın ayrıcalığı olmalı mı?


Platon: "Bir eylemin iyi yada kötü olması onun iyi ideasına uygunluğu ile anlaşılır. Yani bir eylem iyi ideasına uygunsa iyi uygun değilse kötü dür. Bunu bu dünyanın bilgisi ile anlamak ve değerlendirmek mümkün değildir. Onun için her insan idealar evrenine yönelmeli ve onu kavramalıdır."


Sokrates'e göre; "sorgulanmamış bir yaşam süren insanların hayatı kendi ellerinde ya da kendi kontrollerinde değildir; onların denetimi dışarıdan gelmektedir. Bu ise, kişiyi mutsuzluğa götüreceği için, bir felaketten başka hiçbir şey olamaz. Öyleyse, insan, mutluluğu buna bağlı olduğu için ruhuna özen göstermek zorundadır. Ruha gereken özeni göstermek ise insanı insan yapan şeyin ne olduğunu, ruhun bizatihi kendisini, neyin insan doğasını tamamlayıp gerçekleştireceğini bilmektir."


Sevgi ve saygılarımla!

Image "HAKSIZLIK KARŞISINDA SUSAN DİLSİZ ŞEYTANDIR." HZ. MUHAMMED (s.a.v.)



10 Mart 2011 Perşembe

Sen de Kimsin?

















Financial Times: "Türkiye medyayı sindirmeye son vermeli!"


Vallahi bu haberi okuduğumda son derece öfkelendim...

"Sen de kimsin "FT"?" diyesim geldi...

Elalemin gazetesi (Financial Times, uluslarasası İngiliz iş gazetesi. Londra'da günlük yayımlanan bir gazetedir.), bize ahkam kesmeye, emirler yağdırmaya kalkıyor, iyi mi?!


Sen otur oturduğun yerde... bir zahmet kendi işlerinizle ilgilenin!

Türkiye Cumhuriyeti Devleti, sizden icazet alacak değil elbet.

Biz, sizin koloniniz falan da değiliz! Emrinizde hiç değiliz!

Ha, sözde "insan hakları" adına konuşuyorsanız, bi zahmet bizzat içerisinde yer aldığınız vicdansızlıkları ele alınız.

Allah var ben, buradan işlediğiniz kabahatları saymakla başedemem. Ama elimden geldiğince zaman zaman "insan hakları"na gösterdiğiniz "saygı"yı, o eşsiz "adalet"inizi dile getirmeye çalışıyorum. İsterseniz size de acilen en sıcak bir örneğini sunayım; ve lütfen "son vermeli!" ültimatomunuzu bu haber için de kullanın!

Nedir derseniz, "yanlışlıkla öldürülen çocuklar" vahşeti...

Önce haberi kısaca verelim:

7 Mart 2011 tarihli habere göre, Afganistan'da yabancı güçlerce düzenlenen operasyonda (Ki saldırının yeni adı operasyon oldu... Bu bile zihinleri yatıştırmanın bir psikolojik yönü olarak düşünüyorum.) 9 çocuğun ölümüne yol açtı. Ardından Afganistan'ı ziyaret eden ABD Savunma Bakanı Robert Gates, "Washington adına özür diledi." Anadolu Ajansı

Aman lûtfetmişsiniz...

Özür dilemişsiniz...

Daha ne olsun, yetinelim artık bu "özür"ünüzle...

Hatta Allah selamet versin mi desek, ne desek acaba?!

İyi de bu kaçıncı "yanlışlık"? Ardından sahte özür dilemeler falan...

Geçin bunları...Yapın, öldürün... "Özür dileyin" Aman ne güzel bir tezgah...

Ha, şimdi bu yapılanları görmeyin, öte yandan bir başka ülkenin içişlerine müdahil olun, öyle mi?!..

Siz kimsiniz?

Bir zamanlar ülkemizi paramparça ederek, topraklarımızı işgal edenler değil misiniz?

Siz kimsiniz?

Bulduğunuz ve yarattığınız her fırsatta Müslüman, Türk düşmanlığı yapanlar, değil misiniz!

Siz kimsiniz?

Anadolu toprakları üzerinde "Büyük Kürdistan" ve "Büyük Ermenistan"ı kurma hayalleri peşinde çeşitli Bizans oyunlarını kurgulayanlar değil misiniz?

Siz kimsiniz?

Kendinizi dünyanın "efendisi" olarak gören...

Sizden olmayanları da "köleniz" olarak kabul edip, ültimatonlar yağdırmayı üzerinizde "vazife" sayan, vicdan yoksunu benciller değil misiniz?

İyisi mi siz, kendi işinize bakın; kendi yaptığınız vahşeti, soykırımları ele alarak bu doğrultudaki insanlık suçlarınızı telafi etmeye çalışın!

Ve bir başka ülkenin içişlerine karışmak yerine, kendi ayıplarınız için ÜLTİMATOM yağdırın...

Merak etmeyin biz kendi işimizi kendimiz hallederiz...

Sevgi ve saygılarımla!


Image "HAKSIZLIK KARŞISINDA SUSAN DİLSİZ ŞEYTANDIR." HZ. MUHAMMED (s.a.v.)


7 Mart 2011 Pazartesi

Haklanmak İstemiyoruz! Hakkımızı İstiyoruz!
















İETT otobüsünde TECAVÜZ dehşeti!
Durakta otobüs beklemeye başlayan kadının önünde, üzerinde "İETT Personel Servisi" yazılı tabela bulunan otobüs durdu ve... 4 Mart 2011, Vatan


Bir kadın daha öldürüldü!
Daha önce yumrukladığı için ceza aldığı 25 yıllık eşini bu kez pompalı tüfekle öldürüldü. 4 Mart 2011, Vatan


Evet; bu haberler, kadına yönelik son birkaç gün içerisinde yurdumuzda meydana gelen şiddete birkaç örnek...


Kadına yönelik şiddetin tam anlamıyla önlenebilmesi için, önlemlerin hukuk alanıyla sınırlı kalması, şüphesiz ki yeterli değildir. Bu konuda toplumun geniş şekilde aydınlatılması ve eğitilmesi şarttır!

Ülkemizde durum böyle de, pekii dış ülkelerde ve özellikle kendilerini "çağdaş" gören Batılı devletlerde durum nasıl derseniz, orada da kadına yönelik şiddet tüm hızıyla devam ediyor...

"Boksör sevgilinin gazabı
Galler’de 23 yaşındaki boksör kız arkadaşını ormanlık alana götürüp tekme tokat dövdü. Kızı komaya sokan adam mahkemede "Kızı dövmemi şeytan söyledi" dedi." Vatan Dış Haberler, 6 Mart 2011



Diğer taraftan bizce asıl önemli ve bir o kadar da vahim olan bir konu üzerinde izninizle durmak istiyorum;

ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton, Libya'ya askeri saldırı niteliğinde "derhal müdahaleyi" savunuyor...

Yarın, "8 Mart Dünya Kadınlar Günü"...

Peki... Hillary Clinton'un kendisi de kadın değil mi?

O vakit, -ki "Kadınlar Günü"nün asıl çıkış yerinin de Amerika olduğuna göre- hanımefendinin içinde bulunduğu ruh halini nasıl karşılamak gerekiyor acaba?!..

Bir kadının şiddet yolunu tercih etmesi doğasına aykırı bir yaklaşım olarak düşünüyorum.

Ve bu sayede çıkabilecek olası bir savaşta ölecek ve mağdur olacak insanların baş sorumlusu Bayan Clinton olmayacak mıdır?

Bunu bize kim ve nasıl açıklayabilir ki?!

Bir yandan kadın haklarını savunacak, onların incinmemesi yönünde çaba sarfedeceksiniz, öte yandan zorunlu olmadıkça kaçınılması gereken katliamların en büyüğü savaşı bir yöntem olarak kabul göreceksiniz, öyle mi?!


Bırakınız bunu... Arap Yarımadası'nı kan gölüne çevirip, on binlerce kadına tecavüz edilerek fuhuş bataklığına sürükleyenler kimlerdi acaba, diye sormadan da geçemeyeceğim!

O zavallıların "kadınlar günü"nü kim, ne yüzle kutlayacak?

Onlar insan değil mi? Onların hakları, gururları nice oldu?

O sebeple buradan Bayan CLİNTON'u şiddetle kınıyor ve tessüflerimizi iletiyorum!

Demem o ki kadınların koruyucuları yine kendileri olacaklardır! Zira onlar, bütün insanlar için hem anne, hem de ilk eğitmenlerdir! Canavar ruhlu insanı da, melek ruhlu insanı da onlar doğuruyor işte!

Yapılması gereken sadece ve sadece vicdan ve ahlak sahibi bireyler yetiştirmede öncü kuvvet olmalarıdır.

Bu vesileyle tüm kadınlarımızın ve dünya kadınlarının gözyaşından uzak, onurlu bir yaşama sahip olabilmelerini diliyorum.

Her şeye rağmen günleri kutlu ve mutlu olsun...

Sevgi ve saygılarımla!

Image "HAKSIZLIK KARŞISINDA SUSAN DİLSİZ ŞEYTANDIR." HZ. MUHAMMED (s.a.v.)




5 Mart 2011 Cumartesi

Onlar, Kırmızı Halılarda Fing Atarken...
















"Biri yer biri bakar, kıyamet ondan kopar." Bu anlamlı sözün içeriği sanki bugünleri anlatıyor gibi... Zira bugün gerçekten bir avuç zümre yiyor, ötekilere de bakmak düşüyor...

E o zaman da sözün devamı sanki adım adım gerçekleşiyor...

Dünyanın hâli ortada...

"83. Oscar Ödül Töreni Los Angeles'ta muhteşem bir törenle gerçekleştirildi. Hangi filmlerin ödül alacağı merak konusu iken törene katılanların giyeceği kıyafetlerde en çok merak edilen konular arasındaydı. İşte modacılar tarafından seçilen kırmızı halı üzerindeki en şık isimler." 28.02.2011, Gazeteport


Televizyonlarımızın kah ana haber bültenlerinden, kah rutin geçen alt yazı haberlerinden cebren duyurulan haberlerden birisidir "Oscar Ödül Töreni"... Konuyla âlâkası olmayanların bile zihinlerine yerleştirilmeye çalışılyor...

Olsun; Anadolu'nun en ücra köşesindeki ekmek mücadelesi veren insanımız dahi duysun işte...

Varsın bilsin elin Amerikalısının oskarlı "sanatçı"ları kimlermiş!..

Aman ha, bu "heyecanlı tören"in tadını o da çıkarsın...

Mazaallah kültürsüz kalır...

Sonra nice olur hali...


Amerikan Sinema Sanatları ve Bilimleri Akademisinin 83. Oscar ödülleri töreni yapıldı...

Aman efendim, ödüller sahiplerini bulmuş...

Ya... Doğrusu hayretler içerisindeyim... Bu olayın bizim için ne önemi var? Vallahi anlayamıyorum!!!

Yoksa kırmızı halı üzerinden geçen birbirinden şık giyimli, hanımları ve beyleri izleyerek genel kültürümüz mü artıyor?! İşte orasını bir türlü anlayamadım!!! Ha anlayan varsa bir zahmet açıklasa diyorum...


Ne bileyim, bu yöntemlerle Amerika'nın ne kadar "modern" ve sanat anlayışı yüksek, yaşam kalitesi en üst düzeye erişmiş bir millet olduğu (!) yönünde bir izlenim mi yayılmaya çalışılıyor? Yoksa insanları belli kalıplara sokarak, "eziklik duygusu altında "bak ben de sizdenim -Paulo COELHO-" diyebilmenin yolu; "moda" rüzgarı mı estiriyorlar?! Tabii böylelikle, şık giysiler, mücevherler, pırıltılı hayatlar, saçlar başlar falan falan... Say sayabildiğin kadar... Nitekim, reklamlar, diziler ne için yarışıyor sanki...


Ha, bu arada hakkını verelim; zira kim kime nasıl davranmış, kim nasıl frikik vermiş, kim ne potlar kırmış... İşte bu da işin ayrı bir sunumu...

Yani anlayacağınız bu kesimin -"süper sınıf"ın- dedikodusu bile bir "meziyet"miş gibi ayrıca bir özenle sunuluyor...

Velhasıl Anadolu'nun en ücra köşesindeki insanımız anlasın ki böyle ulaşılmaz ve inanılmaz bir hayat var ortada... Haberi olsun!


Hani bilinen bir masal var..."Kül kedisi"nin perileri sayesinde birkaç saatlik yaşadığı o unutulmaz gecesi gibi bir şey...

Tabii yersen!..

Ve bir gün bakarsınız sizin de bir periniz olabilir hani... İşte o zaman siz de o "pırıl pırıl hayat"ı az da olsa tadabilirsiniz...

Hani masal bu ya...























Dünya yanıyor!

İnsanlar aç!

Ve bir lokma ekmek için canları pahasına sokaklara dökülüyorlar!

Savaş senaryoları havada uçuşuyor!

"İnsan hakları" ayaklar altında paspas olmuş!İ

Diktatörler can yakıyor, katliamlar gırla gidiyor!

Öte yandan özgürlük getireceğiz (!) diyenler, insanların vatanlarını tarumar ediyor!..

E pes valla... Burada da hiçbir şey olmamışcasına kendilerini "süper sınıf" olarak gören bir avuç zümre, nispetle, masal alemi bir dünyayı, gözümüzün içine içine sokmaya çalışıyorlar!

İzlememek, duymamak ne mümkün!


Öte yandan Oscar Ödül Töreni'nde bakınız ABD Başkanı Obama, "en iyi şarkı kategorisinin tanıtımında, "Kazablanka" filmindeki "As Time Goes By"ın en sevdiği film şarkısı olduğunu söyleyerek sürpriz" yapmış.


Aman efendim! Bu ne romantiklik! Bu ne duygusallık!

Uff, gözlerim yaşardı doğrusu...

Bu sözü ne zaman söylüyor, 27 Şubat 2011 günü.

Aman sevsinler... Daha ertesi gün aynı başkan, Amerikan savaş donanmalarını Libya'ya gönderdi!!!

Ne için?

Tabii ki de bölge petrollerini ele geçirmek için!!!

Hani ne bileyim, çok romantik ve duygusal ya... Zira Kazablanka filmi ve film müziği derin bir aşkı anlatıyor! Bu sözler ve açıklamalar tam bir tiyatro işte... Sözde naif olmaya çalışan başkan, aslında dünyayı kan revan içinde bırakacak yolları çoktan seçmiş bile...

Son bir not olarak bir dedikodu da biz yapalım izninizle

Söz aramızda "süper sınıf"ın önemli bir ismi olan ve "83. Oscar ödülleri törenine, en iyi yardımcı kadın oyuncu ödülünü kazanan Melissa Leo’nun ağzından küfür kaçmış!"... :)

Yine "en iyi yardımcı erkek oyuncu ödülünü alan Christian Bale, eşinin ismini unutmuş"... :)

Valla ne diyelim; zaten kendilerinden de bu beklenir! İnsanlara örnek model olarak bu davranışları benimsetmeye çalışmıyorlar mıydı?! Bu "gaf"ları basın yadırgayarak yazıyor...

İyi de, bu zaten onların doğal halleri değil mi?...

O vakit ortada yadırganacak ne var ki?!

Çok ayıp...

Sevgi ve saygılarımla!



2 Mart 2011 Çarşamba

Gözümüz Türk Bayrağını Aradı...
















Prof. Dr. Necmettin ERBAKAN; Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ne bir dönem başbakanlık ve bakanlık yaptı. Ve en önemlisi de 20 Temmuz 1974'de Kıbrıs Barış Harekatı'nın yapılmasında etkin rol oynayarak karar almasıyla tarih sayfalarında kahramanca yerini aldı.

"Türkiye Cumhuriyeti tarafından Başbakan Bülent Ecevit Kıbrıs konusunu görüşmek ve gerekirse ortak müdahele yapılabilmesi için İngiltere'ye uçtu. Bu sırada koalisyondaki MSP lideri ve Başbakan vekili Necmettin Erbakan Milli Güvenlik Kurulu'nu toplayarak Başbakan Ecevit'in talimatı ile taarruz kararını iletti."

Prof. Dr. Necmettin ERBAKAN, 27 Şubat 2011 tarihinde aramızdan ayrıldı...

Ona Allah'tan rahmet diliyoruz! Ruhu şad olsun...

Merhum Erbakan'ın cenaze törenine yüzbinler katıldı..

Ne kadar anlamlı...

Ama bu müthiş tablo karşısında bir eksiklik hissettim işte.

İzninizle bu duygumu Aziz Türk Milleti ile de paylaşmak istiyorum:

Gün birlik günü....

Evet; Necmettin Erbakan, Türk Milletinin yetiştirdiği önde gelen isimlerden birisidir.

O, bu topraklarda yetişti...

Bu devletin sağlamış olduğu olanaklarla yer edindi...

İçinden geçtiğimiz fırtınalı süreçte dünya, bir şekillenme arayışı yaşıyor.

Hiç şüphe duyulmasın ki İnönü'nün söylediği üzere "Yeni bir dünya kurulur ve Türkiye'de orada yerini bulur." kararlılığıyla izninizle sormak istiyorum;

Cenaze töreninde biraraya gelen insanlarımızın ellerinde neden bayrağımız yoktu acaba?

Hem de milli birlik ve bütünlüğümüzün cümle aleme gösterilmesi gereken bu çok hassas süre içerisinde!

Şayet bugün bu bütünlüğü göstermezsek, daha ne zaman göstereceğiz acaba? Yoksa yarın bizi paramparça ettikleri zaman mı?..

Eğer böyle düşünülüyorsa hepimize geçmiş olsun!

Oysa o bayrak sayesinde değil midir ki ezanlarımız gümbür gümbür okunuyor?

Ve özgürce camiilere gidiliyor?

Milli Şairimiz Mehmet Akif Ersoy'un Milli Mücadele yıllarında yaşadıklarıyla esinlenip yazdığı neydi?

Dalgalan sen de şafaklar gibi ey şanlı hilâl!
Olsun artık dökülen kanlarımın hepsi helal.
Ebediyen sana yok, ırkıma yok izmihlal:
Hakkıdır, hür yaşamış, bayrağımın hürriyet;
Hakkıdır, Hakk'a tapan, milletimin istiklâl!


Unutulmasın ki, o bayrak inerse ne özgürlüğümüz kalır, ne de ezanımız!

Bizi birarada tutan en önemli milli değerlerimiz arasında hiç şüphesiz al bayrağımız geliyor!

Rengini nereden alıyor?

Şehitlerimizin kanından!!!

E o zaman..?!


Sevgi ve saygılarımla!