7 Ağustos 2009 Cuma

NEYSEN, O OL














“Söylesem tesiri yok, sussam gönül razı değil!” FUZÛLÎ


Suyu, havası, henüz el değmemiş doğası ve cennetten köşeleriyle görenleri kendisine aşık eden coğrafyasına, üzerinden geçen nice medeniyet ve uygarlıklarıyla uzaklara kadar adını duyuran ve buraları görmek için kilometrelerce yol kateden sayısız insanları konuk eden Anadolu toprakları.

Tatili fırsat bilerek güzel ülkemin çeşitli yerlerini az da olsa görme imkanını yakalamayı başardım sayılır. Zira gezdiğim her bir mekanda ayrı bir lezzet vardı. Tatil kavramının içini sadece ve sadece deniz anlayışıyla doldurmak isteyenlere, inatla söylemek istediğim, gezilecek ve görülecek harika yerlerin bol miktarda bulunduğu Anadolu topraklarının cezbettiği güzellikler arasında, şüphesiz ki kültürel yaşamın yoğun etkisi de yer almakta olduğudur. Mesela yöresel yemek çeşitliliği, yaşam tarzları bizlere olduğu kadar, dışarıdan gelenlere de doyumsuz tadlar sunmaktadır. Hâl böyleyken, bizim de anlatacak ve söyleyecek çok şeyimiz vardır elbette!



Şehirleşmenin etkisi altında bir dizi değişimlerin hissedilmesi yaşansa da, Anadolu'da hâlâ, yaşam şekilleri ve kültürleriyle farklılıklar sunan kırsal kesimin yoğun etkisi devam etmekte olduğunu vurgulamak isterim. Ancak bir o kadar da hızla bu görüntülerin yok edilmeye çalışıldığını da dile getirmeden geçemeyeceğim. Evet, tatil beldelerinden tutun da Anadolu'nun en ücra kesimine kadar yabancı dil hakimiyeti bilinçli ya da bilinçsiz bir şekilde neredeyse "kanser" gibi sinsice ve hızla yayılıyor. Sokaklar, caddeler, alışveriş merkezleri kısaca büyük küçük bütün işletmelerin tabelaları yabancı kelimelerle bezenmiş durumda. Arada gözüme ilişen Türkçe isimler olmasa, kendimi Türkiye dışında bir yerde hissedeceğim.




Olay bir tek bununla kalmıyor tabii; bir de mekanların bizler için yayınladıkları yabancı dilde müzikler var. Şüphesiz ki bu durum da ayrı bir yara! Bakınız Anadolu'nun ücra bir kenarında yolda bir şeyler yemek için verdiğimiz molada duyduğum müzik; beni son derece mutsuz etti! Zira bu küçük mekanı dikkatle inceledim ve burada bulunan kişiler, çalışanı ve müşterisiyle birlikte son derece mütevazı kişilerdi. Mekan da öyle. Ama gel gör ki çalınan müzik yabancı. Bir türlü çözemediğim bu durumu daha iyi algılayabilmek için, müşterilerin genel görünüşlerine bakarak haleti ruhlarına girmek istedim. Hepsi de Karadeniz insanıydı. Üstelik de görüntü itibariyle belli bir yaşın üzerinde duruyorlardı. O halde, burası Karadeniz'e has yöresel yemekleri sunan bir mekansa, ben de burada yöresel müzikleri dinleyerek tadlanmak isterim. Peki bu durumda çalınan müzikler kime hitap ediyor? Kimin ruhuna seslenerek coşturuyor? Maalesef bu sorgulamalardan uzak, ne yaptıklarının farkında dahi olmadan bir akımın içerisinde yer tutan, hedefsizlik içerisinde kimliğimizin yok oluşuna seyirci kalmak, bana çok zor geliyor!..




Şimdi aklımıza şu düşünce gelebilir; müzik "evrensel"dir. Bence de "evrensel". Ancak işin içerisine söz girdiği zaman durum başka bir boyuta giriyor! Zira müzik aletleri ve çıkardıkları ses şüphesiz ki insan ruhuna hitap etmektedir! Ama bu durumu iyi anlamak gerekir. Neyse biz tekrar konumuza dönecek olursak, yapılanların tamamiyle bir kültür emperyalizmi olduğunu ifade ederek, bir kez daha kuvvetlice konuya dikkat çekmek isterim. Ben, burada bir şeye daha vurgu yapmaktan kaçınmayacağım. Evet; biz öyle bir zengin müziğe sahibiz ki, insanı hem ağlatıyor, hem de coşturuyor. Buradan varacağım nokta, sahip olduğumuz zengin müzik kültürünü kaybetmeden, ayrıcalığını bilerek, korumalı ve yaşatmalıyız! Hemen kısa bir düşünme turu yapalım; biz de olduğu gibi söylerken ağlatan, oynatan, coşturan, düşündüren, sorgulatan başka bir müzik var mı? Evet, her duyguyu açığa çıkaran bir başka müzik, kim de var acaba?!


Tüm bu güzellik ve zengin kültür birikimi karşısında, araya yabancı motifler sıkıştırmak, kendimize yapılabilecek en büyük kötülük olarak görüyorum. Bizim hiç bir şeye ihtiyacımız yok! Kendimizi her şekilde ifade edecek, hatta bir başkasını kıskandıracak boyutta imkan ve kabiliyetlere sahip olduğumuzu bir an bile unutmamalıyız! Hele o kocaman turistik tesislere verilen isimleri gördükçe kahroluyor ve utanç duyuyorum. Mesela; "Grand ..." gibi belirleyici sıfatlar kullanmak, inanılmaz bir ihanet! Aslında "The Marmara" adı ile başlayan bir aymazlık bunun belki de belirleyicisi ve öncüsü olmuştur. Çağdaşlaşmak (!) adına düşürüldüğümüz komik durum, tam bir içler acısı hale dönüşmüştür!
Bir ulus, ancak bu kadar kendine ihanet edebilir. "The" ne alâka?..

Herşeye rağmen kaybedilmemiş güzelliklerimizin farkındalığıyla, gördüklerim karşısında büyülendim! Bu ülke ve bu topraklar, tarihi gelişmeler sürecinde yerini almış uygarlıklardan süzülerek insanımıza emanet bırakılan, gelenek, görenek ve inanç sistemiyle birliktelik kazanan yaşama biçimi ve kültürümüz de bir o kadar gurur verici zenginliği göstermektedir.

Sevgi ve saygılarımla!

1 yorum:

  1. Merhaba hocam yine harikalar yaratmışsınız yazınız herzamanki gibi hem çok keyifli .hemde çok düşündürücü .bir okadarda mesajlarla doluydu.Çok beğendim ellerinize sağlık saygılarımla .dilek doğru

    YanıtlaSil