30 Aralık 2011 Cuma

Acınız Acımızdır!














"Ordu, Türk ordusu... Bütün milletin göğsünü itimat, gurur duygularıyla kabartan şanlı ad..." Atatürk




"Bir ulus, sımsıkı birbirine bağlı olmayı bildikçe yeryüzünde onu dağıtabilecek bir güç düşünülemez." Atatürk



Şırnak Uludere, Taşdelen köyünde yaşanılan elim kaza neticesinde vefat eden kardeşlerimize Allah'tan rahmet, yakınlarına başsağlığı ve sabır diliyoruz...


Onların acılarını Türk milleti olarak yüreğimizde derinden hissediyor ve paylaşıyoruz...



Bu acı kazayı fırsat bilerek kardeşi kardeşe düşman etmekten ve aralarına "kin", "nefret" duygusu aşılamaktan medet umanlar... anında olayın içerisine sızmaya başladılar bile...


Ancak sevgili kardeşlerimizin tahriklere kapılmayacağını da biliyoruz...


"Katliam" çığırtkanlığı yapanlar, olayı soğukkanlı değerlendirmeden uzak adeta yangına körükle gidiyorlar...


Sorum bu çığırtkanlığı yapan alçaklara olacaktır;


Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin hangi yöneticisi veya sorumluluk sahibi insanı, böyle bir acının yaşanmasını ister?


Böyle düşünmek ve olayı bu şekilde çarpıtarak yaygara yapmak hangi vicdana sığıyor?


Haberi yapan bazı basın kuruluşları, hiç sıkılmadan ve utanmadan "Uludere katliamı", "Devlet vatandaşını bombaladı" gibi tehlikeli söylemleri manşetlerine geçebiliyor...


Daha neler...


Böyle bir vicdansızlığı düşmanına dahi reva görmeyen Mehmetçiğimiz, daha geçtiğimiz günlerde ibretlik örnek davranışını tüm dünyaya göstermedi mi?


" Mehmetçikten PKK'lı teröriste insanlık dersi; Jandarma Özel Harekat timlerinin Bingöl’ün Karlıova ilçesinde düzenlediği operasyon esnasında yaşanan ibretlik bir olay, Mehmetçiğin karakterini bir kez daha tescil etti. Yakalanan teröristler arasında bulunan ve henüz 15 yaşında olan bir terörist soğuktan üşüyünce, Mehmetçik çıkarıp kendi parkasını verdi, korku içindeki çocuğu konuşarak teselli etti." 13 Aralık 2011


Öte yandan bu milletin askeri, Çanakkale'de bile düşmanını bağrına basan bir geleneğe sahipken, nasıl olurda kendi vatandaşını bile bile öldürür?!


Bu düpedüz halkı birbirine düşürmeye yönelik fitne fecirden başka bir şey değildir!!!


Peki bir de madalyonun öteki yüzüne bakalım:


Bosna'da, Hocalı'da, Irak'da, Afganistan'da, Felluce'de, Libya'da sivil halka yönelik bilerek, isteyerek ve de plânlayarak aleni dünya kamuoyu önünde yapılan katliamlara sessiz sedasız kalanlar...


Nedense kendi ülkesine gelince "katliam" çığlıkları atmayı kendilerine alçakça görev edinmişler!!!


Yazıklar olsun!


Demem o ki....


Sonucu düşünülmeksizin çok tehlikeli söylemler fütursuzca savruluyor...


Unutulmasın ki milletimiz geçmişte olduğu üzere bugün de aynı kararlılık ve sımsıcak duygularla birbiriyle kenetlenmiştir!


Bunu kimse bozamayacak...


Bu vesileyle,

Yeni yılın ülkemize, ve milletimize barış ve huzur getirmesini yüce Allah'tan diliyorum...


Sevgi ve saygılarımla!

Image"HAKSIZLIK KARŞISINDA SUSAN DİLSİZ ŞEYTANDIR." HZ. MUHAMMED (A.S.)

28 Aralık 2011 Çarşamba

Dr. Tayyar ALTIKULAÇ ve "Zorlukları Aşarken"













Dr. Tayyar ALTIKULAÇ, İstanbul 29 Mayıs Üniversitesi Mütevelli Heyeti Başkanı...







Diyanet İşleri eski Başkanı Dr. Tayyar ALTIKULAÇ'ın hatıralarını kaleme aldığı "Zorlukları Aşarken" adlı 3 ciltlik eserini okudum. "Anadolu insanı"nın yaşam öyküsünün bir parçası olan Tayyar ALTIKULAÇ. Sıcak sımsıcak duygularla dolu, bir o kadar da hüzün ve zorluklarla geçirdiği çocukluk yılları sanıyorum ki ona mücadeleci bir kişilik kazandırmış.


Okuduklarımdan yola çıkarak;


"Zorlukları Aşarken"in hatırattan öte, belgesel arşiv niteliğinde bir eser olduğunu okuyan herkes görecektir. Aynı zamanda "Zorlukları Aşarken"i, bir dönemi anlamak için özellikle gençlerin okuması gerektiğini düşünüyorum. Zira özelde Türkiye'nin siyasi çalkantılar içerisinde geçen önemli süreçlerinde Tayyar ALTIKULAÇ, gerek sorumlu olduğu makamı itibariyle, gerekse kararlı kişiliği ile Türk halkının inancı ve geleneği olarak gördüğü pekçok hassas noktalarda neredeyse denge unsuru olmuştur. Bu itibarla kendisi anılmaktan öteye geçen ve aranılan bir şahsiyet olarak saygın yerini hem korumuş, hem de görev devamlılığı -şahsında- neredeyse mecburiyete dönüşmüştür.


Tayyar ALTIKULAÇ denildiğinde, zihinlerde yer bulan "din adamı" kimliği ön plana çıkmaktadır.. Zira daha çok küçük yaşlarda iken üzerine giydirilen "hafızlık", onun bundan sonraki yaşamının vazgeçilmez bir parçası olacaktır...

Böylece henüz yaşıtları oyun çocuğu iken kendisi için küçük yaşta şekillenen yaşamı, hayatına çoktan yön çizmişti bile. Ve omuzlarına yüklendiği sorumluluğu toplumsal göreve dönüşmüştür.

Nitekim kişiliği ve üstlenmiş olduğu sorumluluğu onun "topluma hizmet" anlayışını her şeyin üzerine çıkarmıştır. Bu sebeple yüklendiği sorumluluğunun bilinciyle görevini en üst noktaya kadar taşımasını başarmış ve Türkiye Cumhuriyeti'nin 13. Diyanet İşleri Başkanı olmuştur. Yani onun için Diyanet İşleri Başkanlığı "zirve" olmuştur. Tabii zirveye gitmek o kadar kolay olmamış...


Ve... Tayyar ALTIKULAÇ aynı zamanda Türkiye Diyanet Vakfı, İslam Ansiklopedisi ve İSAM (İslam Araştırma Merkezi) anlamına gelmektedir...


Dr. Tayyar ALTIKULAÇ kararlı tutumu ve tavizsiz yaklaşımlarıyla "koltuk adamı" değil, koltuğun hakkını vermeye çalışmış bir devlet adamı... İdealist olması münasebetiyle ona "dava adamı"da diyebiliriz. Kişliğinden ve insanlığından ve davasından veremeyeceği ödünler (kitapta görüldüğü üzere) sebebiyle pekçok -toplumun yakından tanıdığı- kişilerle ve oluşumlarla ters düşmüş...


"Zorlukları Aşarken" gerçekten okunması gereken bir eser...


Ben, okuduğum bu 3 cildin her satırında Türkiye'nin pekçok gerçeğini "bilinçli" görerek anlamaya çalıştım; değil bir dönemi, Türkiye'nin üzerinde "oynanan oyun"ların "nasıl şekillendiği"ni, "nasıl hayata geçirildiği"ni ve dahalarını zihnimde kurguladım... Hatta herbir cildin üzerinde onlarca notlar iliştirerek sade bir vatandaş gözüyle kitabı, kelime kelime analiz etmeye çalıştım.


Gördüm ki; bu eserin her cümlesinden sayfalarca yazılar yazılıp, üzerinde analiz yapılabilir. Zira anlatımlar, o kadar yalın ve samimiyetle ifade edilmiş ki...


Eserin üzerinde aldığım notları tek tek yazmayı düşünmüştüm... Ancak kitabın sonlarına yaklaştığımda okuduklarım beni olağanüstü etkiledi... Zira Tayyar ALTIKULAÇ'ın içselleştirdiği üstün davranışlarını hayranlıkla okudum. Ve biliyorum ki bu güzel ve örnek alınması gereken davranışları sergileyen ne yazık ki günümüzde çok az insan var. Hatta yok denecek kadar...


Neyse... diyeceğim; birazdan burada paylaşacağım -birkaç tane- örnek davranışlarının peşine söylenecek bir şeyimiz kalmıyor herhalde...




"Teessürünüzü samimiyetle paylaşıyorum. Bir milletvekili tarafından silah tehdidi altında tutulmanıza rağmen, istenen tayini yapmadığınız için sizi tebrik ederim..." Cumhurbaşkanı Fahri KORUTÜRK, 1979 (Zorlukları Aşarken Cilt 3, sf: 1220)


"*Arafat'ta bulunduğumuz gün, organizasyonda görevli idareci arkadaşlarımla kaldığımız çadır, hacılarımız için hazırlananla hemen hemen aynı idi. Bir farkla ki, gelen giden misafirlerimizin oturması için kum üzerine birkaç halı-kilimin serildiği olurdu. Yani bu çadırın herhangi bir farkından ve konforundan söz edilemezdi. Hacılarımız çadırlarında sıcaktan buram buram terlerken, özel masraflar yaparak klimalı ve konforlu karargah çadırı hazırlatma tekliflerini hiçbir zaman kabul etmedim. Özel yemek hazırlatmadım. Hacılarımıza dağıttığımız kumanya ne ise, kendimiz ve misafirlerimiz de aynı kumanyayı yerdik.


*Avrupa ülkelerindeki vakıf ve birlikleri kurabilmek ve onlar için hizmet binaları satın alabilmek için Almanya, Hollanda, Belçika, İsviçre, Danimarka ve Fransa'ya herhalde en az 20 seyahatim olmuştur. Köln ve Berlin'deki DİTİP'leri kurabilmek için Almanya'nın Bonn, Köln ve Berlin şehirleri arasında mekik dokur gibi gidip geldim ve bir ay yıllık iznimi buralarda geçirmek zorunda kaldım. Ama bir kuruş harcırah almadım. Kendi cebimden yiyip içtim. Zaman zaman arkadaşlarımın evlerinde misafir edildim.


*Hac günlerinde Mekke'de kendime özel oda ayırmayı hiç düşünmedim. Dokuz yıl içinde eşimle gittiğim bir hac mevsimi dışında hep 2-3 arkadaşımla aynı odayı paylaşmayı tercih ettim. Hac uygulamamızın kaçıncı yılıydı bilmiyorum. Mekke'de sağlık personelinin kalacağı bir bina kiralanmıştı. Binanın, görevlilerle toplantı yapabileceğimiz kadar geniş bir odası vardı. Benim vaktim genellikle bu salonda geçecek, görevlilerle guruplar halinde burada toplantılar yapacaktım.


... bana gezdirirken salonun hemen bitişiğinde bir odanın kapısını açtı. Burası küçük bir oda idi. Ama içeride kocaman bir karyola hazırlanmıştı. Bu odanın ne için kullanılacağını sorduğumda Sami Bey, "Hocam, bu odayı da sizin için hazırladık" demez mi? Her nedense Sami Bey'in bu hazırlığı bana çok aykırı gelmiş, sanki benim için çok özel ve çok yanlış bir şey yapılmış etkisi yapmıştı üzerimde. Çünkü o sıcak iklimde hacılarımızın çoğunun yattığı yerlerde soğutucu yoktu. Sünger yer yataklarında ve bir odada yerine göre 8-10 kişi yatıyor, ama buram buram Mekke sıcağında uyku uyuyamıyorlardı. Onların bu sıkıntılı şartlarını gece geç saatlerde dolaştığım evlerde gözlerimle görmüştüm. Sami Bey'e âni tepkim, "Ne dedin? Derhal kimse görmeden bu karyolayı buradan kaldırın ve bu odaya birilerini yatırın", şeklinde olmuştu." Cilt 3, sf: 1229-1230

(...)

"Başkan olarak görev yaptığım dönemde 9 defa hac nasip oldu, Medine'de bir zaruretten doğan tek bir gece istisna edilecek olursa, otelde veya özel odalarda kalmayı hiç tercih etmedim." Cilt 3, sf: 1231


ALTIKULAÇ, bu davranışlarını yazarken mütevazı bir açıklama getirme inceliği de sergilyor:


"Peki, burada bütün bunları niçin mi anlattım? Buna uymayan uygulamaları eleştirmiş olmak için mi? Hayır. Böyle bir kastım yok. Doğru veya yanlış, bu benim anlayış ve tercihimdi. Elbette doğru olanın bundan ibaret olmadığı ve hatta bunun yanlış olduğu ileri sürülebilecektir. Ama devletin ve milletin imkânlarını sere serpe şahsi konforları için kullananları ve onlar adına "doğru olanı bu" diye ileri sürülecek şeyleri kabul etmem hiçbir zaman mümkün olmayacaktır." Cilt 3, sf: 1231


Dr. Tayyar ALTIKULAÇ'ın inceliğine karşın vereceğimiz cevap;


Evet, doğru olan sizin anlayışınız... Ve yaptığınız da DOĞRUdur! Zira Müslümanlık ve Kur'an ahlâkı da bunu emrediyor! Ve hepimiz biliyoruz ki, bu davranışlar, milletimizin özlemle beklediği Sevgili Peygamberimizin örnek ahlâkının bir parçasıdır!!!


Dr. Tayyar ALTIKULAÇ'ın zorlu yaşamını konu eden "Zorlukları Aşarken" bu anlamda pekçok örnek alınacak davranışlarla dolu...

Diyeceğim...


Bu insani ve vicdani yaklaşımlarla atılan adımların hangisinden şüphe duyulabilir ki?!


Eser üzerine yazılmış köşe yazılarında, Tayyar ALTIKULAÇ'a ve kaleme aldığı hatıralarına yönelik çeşitli değerlendirmeleri okudum. Genel anlamda siyasi yönlere dikkat çekilerek yorumlanmış...


Oysa bu örnek davranışlar...


Evet; halk gözünde, siyasetten uzak bir bakışla,


Asıl dikkat çekilmesi gereken hususları, kimsenin işaret etmesine gerek duymadan kuşkusuz vicdanlar görüyor ve değerlendiriyor...


Asıl olan da, bu asil davranışlar değil midir?


O halde herkese "Zorlukları Aşarken" kitabını okumalarını tavsiye edelim...

:)

Sevgi ve saygılarımla!

Image"HAKSIZLIK KARŞISINDA SUSAN DİLSİZ ŞEYTANDIR." HZ. MUHAMMED (A.S.)

26 Aralık 2011 Pazartesi

Sana Ne?! Bize Ne?!













Ne mutlu Türk'üm Diyene!




"67 milletten insanımız var!

KONSENSUS’un Habertürk için yaptığı "Türkiye Gündemi, Aralık 2011-2012’ye Girerken Türkiye Görünümü" başlıklı araştırmanın üçüncü ve son bölümünde Kasım 2009-Aralık 2011 tarihleri arasında yapılan 17 anketten derlenen çarpıcı sonuçlar yer alıyor." 20 Aralık 2011, Vatan




Konsensus'un yaptığı "araştırma"dan dikkat çeken bazı sorular;

"Türkiyede ne kadar"TÜRK"var?"

"Kendinizi ait hissettiğiniz etnik köken hangisidir?"


"İstanbul’da, Ankara’da, İzmir’de, Diyarbakır’da ve diğer şehirlerde etnik köken haritası nasıl şekilleniyor?"


"Bölgelere göre durum ne? Hangi bölgede hangi etnik kökene ait vatandaşlar çoğunlukta?"


Şu sorulara bakar mısınız!?..

...

Görüldüğü üzere bu yapılan ankette oranlar, sayılar, "Türk'üm", "Kürt'üm", "Laz'ım"... ayırışması ile havada uçuşuyor... Yani zihinler uyarılıyor...


Demek ki işimiz gücümüz, Türkiye'nin etnik köken ya da mezhepsel kökenlerini "merak etmek"miş...


İyi de... Bu tür soruların bize ne faydası var ki, zararından başka?


Valla inanılır gibi değil...


Bu "merak" neden ve nereden kaynaklanıyor? Zira millet olarak biz bu soruların bırakınız cevabını, sorularını dahi ne düşündük, ne de aklımıza getirdik... Merak peşinde hiç değiliz!!


Pes doğrusu...


İnsanlarımız etnik köken sıkıntısı yaşamıyor!!! Bunu halk daha nasıl göstermeli ki?!

İnsanlar, geçim derdinde... bir lokma ekmeğinin peşinde...

Hâl böyleyken, bu araştırmalar, bu ayrıştırmalar da neyin nesi oluyor?


Bu istatistiki bilgiler, bizim millet olarak aramıza nifak tohumu atmaktan öteye geçebilir mi?

Ne isteniyor?


Bu kadar kışkırtma sonunda ne olacak?

Aynı duygu-düşüncelerin insanı değil miyiz?


Aynı rüyaları görmüyor muyuz?


Aynı toprakları paylaşmıyor muyuz?


Aynı kaderi paylaşmadık mı?


Aynı ataların torunları, aynı kültürün insanları değil miyiz?


Aynı inancı yaşamıyor muyuz?


E o zaman, derdiniz ne?

İsterseniz bir de insanları fiziksel durumlarına göre ayırıştırın, olsun bitsin! Mesela Belçikalıların Ruandalılara yaptıkları gibi...


"Belçikalılar Ruandalıları kontol altında tutmak için etnik ayrıştırmaya giriştiler. "Koloni güçlerine kolaylık olması amacıyla, herkese ırkını gösteren kimlikler dağıtıldı. Aslında ortak olan dil-gelenek-etnik geçmişleri ve kültürleri yok sayılarak, bir tür yapay ırksal ayrımcılığa başlandı.

Belçikalı yöneticiler ayrımcılığı körüklemek amacıyla, işe alımlardan hastane kabullerine kadar bütün kararları ırksal farklılıklara göre almaya başladılar... İnsanların hangi ırktan olduğuna karar verilirken bazı objektiflikten uzak ve akıl dışı kriterler kullanılmıştır..." (Bakınız 2 Aralık 2010 tarihli yazıma)

Diyeceğim...


Türk milleti Türk'ü, Laz'ı, Kürt'ü ile bölünmez bir millet...


Bırakınız "67 milletten insanımız var" sözlerini de, işinize bakın!!!


Ha, illâ da araştırma yapılacaksa doğru yerde... Millet olma olgumuzu yok edecek unsurların üzerinde durun...

Mesela; Yabancı dil istilası altında zengin dilimiz Türkçe, "yok olma"ya doğru gidiyor!

Kültürümüz paramparça!

Bunları araştırmak dururken...

İşiniz; ulus bütünlüğümüzü tehlikeye atacak ayrıştırmadan uzak olsun...


Sevgi ve saygılarımla!

Image"HAKSIZLIK KARŞISINDA SUSAN DİLSİZ ŞEYTANDIR." HZ. MUHAMMED (A.S.)

23 Aralık 2011 Cuma

Gâvur Oğulları!

















"Diyarbakırlı, Vanlı, Erzurumlu, Trabzonlu, İstanbullu, Trakyalı ve Makedonyalı hepsi aynı ülkenin evlâtlarıdır ve aynı cevherin damarlarıdır..." ATATÜRK




Gaziantep, Şanlıurfa, Kahramanmaraş, bunlar basit birer kelimeden ibaret değil. Bunlar atalarımızın akıttıkları kanın birer abidesidir. Mondros Ateşkes Antlaşmasının hemen ardından, Urfa ve çevresi önce (24.3.1919’a kadar) İngilizler, sonra (30 Ekim 1919’da) Fransızlar tarafından işgal edildi.


Vatan savunması yapanlar...

Namuslarını, canlarını, dinlerini, mallarını, topraklarını, özgürlüklerini korumak uğruna...

Bile bile...

Ölümü seve seve göze alarak,


İlk kurşunu atanlar...


31 Ekim 1919 günü hamamdan çıkan 3 Türk kadınına Fransız-Ermeni askerleri, "Burası artık Türk memleketi değildir" diyerek saldırmaya başladılır. Olaya ilk müdahale eden Çakmakçı Sait;


"Gâvur oğulları! Dokunmayın bacılarıma" diyerek Fransız-Ermeni askerlerinin üzerine yürüdü. Çakmakçı Sait bu askerler tarafından kurşunlanarak yaralandı (daha sonra şehit oldu).

Bunun üzerine Sütçü İmam Ali, yanındaki silahla Fransız-Ermeni askerlerini öldürerek düşmana baş kaldırdı...


1904 yılında babası Ermeni çeteleri tarafında şehit edilen Karayılan...

Birinci Dünya Savaşı'nda Sarıkamış'ta Ruslara karşı savaştı. Antep'i Fransızlara karşı savunurken 24 Mayıs 1920'de şehit edildi.

Karayılan Antep halkını temsil eden halk kahramanı olarak tarihe geçti.


Tek başına düşmana meydan okuyarak, "Düşman arabaları cesedimi çiğnemeden Antep'e giremez" diyen Antepli Milli Kahramanımız Şahin Bey...

Şahin Bey ve fedaileri, 3-18 Şubat 1920'de tam donanımlı Fransız birliklerini perişan ettiler. Şahin Bey zaferin ardından düşman kumandanına gönderdiği mektupta şöyle demektedir:


"Kirli ayaklarınızın bastığı şu toprakların her zerresinde şühedâ kanı karışıktır... Din için, namus için, hürriyet için, ölüme atılmak bize, Ağustos ayı sıcağında soğuk su içmekten daha tatlı gelir. Bir gün evvel topraklarımızdan savuşup gidiniz. Yoksa kıyarız canınıza."

25 Mart 1920'de Fransızlara karşı çatışmalar hız kesmeden devam etmektedir... Şahin Bey'in yanındaki 18 kişinin de şehit edilmesinden sonra son kurşunu da bittiğinde tüfeğini yere çarparak, üzerine hücum eden Fransızlara yumruklarıyla cevap verir...

Tabii kalleşçe uzaktan yediği kör kurşunla oracıkta şehit edildikten sonra süngü darbeleriyle aziz bedeni parça parça edildi.


Antepliler "6317" şehit vererek düşmanı kovdular!

25 Aralık Gaziantep'in düşman işgalinden kurtuluşunun 90. yıldönümü...




"Ermeni Soykırımı" yapıldı diyen işgalci emperyalist Fransızlara sorum şu olacak:


Ne işiniz vardı sizin Anadolu topraklarında?


İşgaliniz yetmedi... binlerce insanımızı kestiniz biçtiniz!

Yetmedi; Ermenileri de kışkırtıp, sinsi emellerinize alet ettiniz ve ortalığı yakıp yıktırdınız (ki şimdi de PKK'nın en büyük destekçisi olarak iş başındasınız)...

On binlerce insanımızı şehit ettiniz!

Ne ararsınız vatan topraklarımızda?!

Avrupa'dan kalkıp Anadolu'ya hangi emelleriniz için geldiniz?


Geldiniz boyunuzun ölçüsünü aldınız ve defolup gittiniz.



Öte yandan, dün Fransız meclisinde kabul edilen soykırımı inkâr yasasının mimarı Fransız kadın milletvekili Cezayir asıllıymış iyi mi?!


Hanımefendi kendi ülke halkına yapılan soykırımı görmezden gelerek bir kenara bırakmış...


Valla bu haber bana, "bizim" Nobel ödüllü "yazar"ı hatırlattı...


Hani biliyorsunuz ya...


Nobel ödülü alacağım diye...


"Türkler Ermenileri kesti.." falan gibi inciler saçmıştı.


Ne bileyim...


Ha Cezayir asıllı Valerie Boyer, ha Türk asıllı Orhan Pamuk...


Sahi...


Kim kim(ler)i kesmişti?!


Sevgi ve saygılarımla!

Image"HAKSIZLIK KARŞISINDA SUSAN DİLSİZ ŞEYTANDIR." HZ. MUHAMMED (A.S.)

20 Aralık 2011 Salı

Monsieur SARKOZY, Vous Occupez des Femmes Mannequins...

























Ceux qui n'ont pas supporté les regles et les eugagements de la convention de LOZAN...

Ceux attendent de nouveau apres l'accord de SEVR...

Le "Genocide Armenian" est un grand mensonge!

C'est un mensonge des pays impérialistes!

Ceux qui soutienentle genoside n'ont qu'a reviser Leurs Histoire sûrtout en Afrique...

Nos Les Turques nous sommes fiere de notre histoire et on nie totalement ce genocide!!!

İl faut laisser l'histoire aux historiens...


En bref;

Occuper vous de vous ognions

Et...

S'il vous plait Monsieur Sarkozy aussi vous vous occupez des femmes mannequins...

:)




Lozan'ı hazmedemeyenler...

Sevr'i yeniden isteyenler...

"Ermeni soykırımı" bir yalandır!

Emperyalistlerin açık bir yalanıdır!

Soykırımın en alâsını yapanlar, önce kendi ve özellikle Afrika tarihiyle yüzleşsinler...


Biz Türk milleti olarak soykırım yapmadık ve tarihimizle gurur duyuyoruz!!!

Tarihi tarihçilere bırakmak gerek


Kıssadan hisse;

(Fransızlarda bir deyim vardır) "Siz soğanlarınızla meşgul olunuz"

Ve...

Lütfen Bay Sarkozy, siz de mankenlerinizle ilgileniniz...

:)

Sevgi ve saygılarımla!

Image"HAKSIZLIK KARŞISINDA SUSAN DİLSİZ ŞEYTANDIR." HZ. MUHAMMED (A.S.)

17 Aralık 2011 Cumartesi

Sen Boş Ver... Keyfine Bak



















Dünya ekonomisinin krize girmesiyle birlikte beraberinde dünyada savaşlar yaşandığı bir gerçektir. Nitekim Birinci Dünya Savaşı'nın başlamasında en önemli unsur ekonomideki çöküştür... Ardından bizim de ekonomimizdeki çöküş, borçlar... Milletimizi Kurtuluş Savaşı'na kadar sürüklendi. Zira ülkemizin bütün zenginlikleri -yer üstü ve yer altı kaynaklarımız- işletilemez hale getirildi. Hâl böyle olunca da ekonomimiz sıfırlanmış, millet olarak, zengin ülkemizde yoksul düştük... Köylümüz yoksullaşmış, tarım yapamaz hale getirildi. Netice itibariyle, pekçok ürünü yabancılardan almaya mahkum edildik!


Atatürk'ün önderliğinde Kurtuluş Savaşı'nı cephede kazanmamızın hemen ardından, ekonomi cephesinde de aynı başarıya ihtiyaç hasıl olduğunun önemi üzerinde duran Atatürk, kendi üretimimizi yapmak niyetindeydi. Bunun üzerine kendi ürettiğimiz mallarla ayakta kalabileceğimizin önemini halka anlatmaya başladı...


Bu sebepledir ki, Atatürk, 17 Şubat 1923 yılında İzmir’de İktisat Kongresi toplanmasını istedi. İzmir İktisat Kongresi’nde yurdun bağımsızlığını korumak, başka ülkelere el açmamak için yerli mallar üretmemiz ve kullanmamız gereği kararlaştırıldı.


Dolayısıyla Başbakan İsmet İnönü, 12 Aralık 1929 günü Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde "Türk parasının değer kaybının nedenlerini ve alınacak önlemleri" üzerinde bir konuşma yaptı. Yerli malı, ulusal ekonomi, tutum konusunda özet olarak dikkat çektiği nokta şu oldu:

"Yerli mallar üretmek, ulusça tutumlu olmak, birbirimize inanıp güvenmek zorundayız. Yabancı ülkelerden, sattığımızdan çok mal almayacağız." (Bu cümle, internetten alıntıdır.)


"Tutumlu olmanın yerli malı kullanmanın önemini, değerini ülke genelinde yaymak için -14 Aralık 1929'da- Milli İktisat ve Tasarruf Cemiyeti kuruldu. Atatürk"ün himayesinde, TBMM Başkanı Kazım ÖZALP Paşa başkanlığında, iş Bankası Genel Müdürü Celal BAYAR, Ziraat Bankası Genel Müdürü Şükrü ATAMAN ve Emlak Bankası Genel Müdürü Hakkı Saffet TAN"ın da katılımıyla Milli İktisat ve Tasarruf Cemiyeti kurulmuştur. Cemiyet devletin üst düzey yöneticilerinin katılımıyla tanıtılmış, tasarruf ve yerli malı kullanımı konusunda örnek olmak üzere Atatürk misafirlerine çay kahve ikram etmeyi kaldırmıştır.


Türkiye"nin Dünya Bunalımı etkisiyle de iç kaynaklarına yönelmesiyle özel tasarrufların arttırılması ve tasarruf alışkanlıklarının değiştirilerek banka sistemine dahil olması önem kazanmıştı. Geleneksel tasarruf biçimlerinin değiştirilmek istenmesi de önemli hedeflerden biriydi. Bu alanda dönemin önde gelen iktisadi kurumlarından biri olan İş Bankası, 1928 yılında "Kumbara Seferberliği" ilan ederek tasarrufları teşvik etmeye baş lamış, 25 Aralık 1929 tarihini Ta sarruf Günü ilan etmişti.


Türk Lirası'nın değerine istikrar kazandırılırken, birikimlerin ulusal bankalara yatırılması konusunda yoğun bir propaganda hareketi başlamış, "Bankada Türk Paran Var mı? Korkma Çünkü Türk Parası En Sağlam Paradır", "Paranı Milli Bankalara Yatır ve Üret" gibi ilanlarla halk, tasarruflarını bankalara yatırmaya çağrılmıştı. Tasarruf ortamını hazırlamak amacıyla 1930 yılında Tasarruf Sandıkları Kanunu, 1933 yılında Mevduatı Koruma Kanunu, 1936 yılında Bankalar Kanunu çıkarılmıştır. Evde saklanan paranın ekonominin yararlanabileceği alanlara çekilmesi ve insanlara tasarruf alışkanlığı kazandırmak amacıyla kumbara çekilişleri yoluyla tasarrufu teşvik ikramiyeleri uygulaması başlatıldı." Kaynak:

http://web.deu.edu.tr/ataturkilkeleri/pdf/1.ciltsayi2/c1_s2_dogan_duman.pdf



Evet hâl böyleyken, bugün bırakınız yerli malını...

Yabancı hayranlığımız ve tutkumuz "sanat" alanına ve hatta deyim yerindeyse iğneden ipliğe kadar ruhumuza işledi... Alın size bir örnek;

"Brad Pitt Muhteşem Yüzyıl dizisinde oynamak için geliyor!


Brad Pitt, Muhteşem Yüzyıl dizisinde bir bölümde oynamak için dizinin yapımcıları ile 2 Milyon Dolar karşılığında anlaştı. Pitt, Muhteşem Yüzyıl dizisinin Savaş sahnelerinde oynayacak. Muhteşem Yüzyıl'ın Brad Pitt'in oynayacağı sahneler önümüzdeki ay çekilecek.." 22 Kasım 2011, Vatan


Valla ne diyelim hayırlı uğurlu olsun... Zira koskoca Türk milletinin içerisinden bu rolü oynayacak insan bulamamışız..!


E o zaman da... "2 milyon dolar"ımızı seve seve dışarılara verebiliriz..

N'oolmuş ki, topu topu 2 milyoncuk... Olsun, veririz valla...

Yeter ki, "Bred efendi" bizim kendi ellerimizle canına okuduğumuz tarihimizin sayfalarında arz-ı endam etsin! Millet olarak ağzımız açık, tarih bir yana (boş ver onu) "yakışıklı" elin hıristiyanına hayranlığımızı ifade edelim...

Zaten biz değil miydik, dilimizden de utanıp, aşağılayarak Türkçe yerine "İngiliz hayranlığı"mızla İngilizce ile söyleyerek uluslararası şarkı yarışmalarında boy gösteren?!

Varsın olsun...

Her halimizle yabancı hayranlığı altında ezilip büzülerek, hem Türk'üm, hem de elhamdülillah müslümanım demektense...

Batı hayranlığı ve taklidi altında "modern" olmanın "gururu"nu yaşayarak keyfine varalım...


Bradler, Noeller, çam ağaçları, "bye bye"lar... haçlar, çanlar, kiliseler ( "n'oolacak ki? hepimizin Tanrısı aynı değil mi?" Bol miktarda Hıristiyanlık propogandası saydığım Yahşi Cazibe dizisi... incilerinden bir örnek), Parisler, noel babalar...

Boş ver yerli malını falan...

Yeni "mal"larla hayat çok daha havalı...

Keyfine bak...

:)

Sevgi ve saygılarımla!

Image"HAKSIZLIK KARŞISINDA SUSAN DİLSİZ ŞEYTANDIR." HZ. MUHAMMED (A.S.)

13 Aralık 2011 Salı

Dünya... "Günü"nü Gördü





"Onlara, 'Yeryüzünde bozgun çıkarmayın!' denildiğinde, 'Tam tersine, bizler barış ve esenlik getirenleriz!' demişlerdir." Bakara Sûresi 11. Ayet


Öküz öldü ortaklık bitti!..

Önce Yunanistan, ardından İtalya, derken İspanya, portekiz... Öte yandan Fransa, Almanya, İngiltere harıl harıl görüşmelerini sürdüredursunlar, AB hızla baş aşağı gider konumda...


Avrupa'da durum böyle de, ya Amerika ne durumda derseniz? Orada da durum hiç de iç açıcı değil. Zira basında daha bugün yazılanlara göre;


"ABD'de polis, gelir dağılımı eşitsizliğini, Wall Street'i ve bankaları protesto eden göstericiler tarafından San Francisco'da kurulan çadır kenti boşalttı, 55 kişiyi de gözaltına aldı. SAN FRANCİSCO - Çok sayıda polis, gün doğmadan önce Merkez Bankası binası dışındaki kampı bastı." 12 Aralık 2011, Gazeteport


Pekii, Batı'da durum ekonomik anlamda çökmüş durumda, halk ayaklanıyor... eylemler birbirini kovalıyor...


Hâl böyle olunca da siyasi açıdan kimse, buralarda yönetim değişikliği adına rejimle oynayan ya da ne bileyim, göstericilerin eline silah tutuşturup ülkeleri iç savaşa sürükleyerek, kardeşi kardeşe düşüren bir gelişme nedense yok!


Zira Doğu'da ve özelde Arap coğrafyasında durum hiç de öyle olmuyor...

Buralarda yaşananlara ve gelişmelere şöyle bir bakarsak;

Yani Batı tarzı demokrasinin kan, zulüm, işgal ile bölmek ve parçalamak olduğu bilinirken ve yaşanırken

Ve de "Demokrasi getiriyoruz" diye, işgal edilen müslüman coğrafyasında oluk oluk kan ve gözyaşı akarken


Afganistan, Pakistan, Irak, Filistin, Libya... ve birçok ülkede bombalar patlıyor, tanklar yürüyor, çoluk çocuk demeden insanlar ölüyor...


Anlayacağınız, öldürülen öldürülene...


"10 Aralık Dünya İnsan Hakları Günü"...


Dünya, hiç olmadığı kadar gelir dağılımında eşitsizliğin ve adaletsizliğin yaşandığı bir süreç içerisinde...


E o zaman... Hangi haklarından bahsediliyor ki?

Şayet dünya ölçeğinde %1'in refahını korumak,

Onların güvenliğini sağlamak,

Onların huzurunu bozmamak ise amaç;

O zaman "eyvallah"...

Yok eğer bütününde "Dünya İnsan Hakları" ise;

Cümleten...

Geçmiş olsun!

Sevgi ve saygılarımla!

Image"HAKSIZLIK KARŞISINDA SUSAN DİLSİZ ŞEYTANDIR." HZ. MUHAMMED (A.S.)

9 Aralık 2011 Cuma

Hepsi Yalan... Gerçek Bu!












"Diyarbakırlı, Vanlı, Erzurumlu, Trabzonlu, İstanbullu, Trakyalı ve Makedonyalı hepsi aynı ülkenin evlâtlarıdır ve aynı cevherin damarlarıdır..." Mustafa Kemal ATATÜRK



"İzmir 9 Eylül 1922'deki Büyük Taarruz sırasında Yunan Bayrağını indirip Türk Bayrağı'nı göndere çeken Diyarbakırlı Süvari Çavuş Kürt Reşo'nun İstiklâl Madalyası, 39 yıl sonra Ergani İlçesi'nde yaşayan oğlu Zülküf Nazlı'ya verildi. Garnizon Komutanlığı'nda yapılan tören sırasında gözyaşlarına hakim olamayan Nazlı, Türk-Kürt kardeşliğine değinerek, 30 yıldan beri devam eden kardeş kavgasının son bulmasını istedi.


Ergani Askeri Garnizon Komutanlığı'nda dün düzenlenen törenle madalyasını Garnizon Komutanı Yarbay Yurdakul Kazım Türkmen'den alan Nazlı, gözyaşlarına hakim olamadı. Burada yaptığı konuşmada Türk-Kürt kardeşliğine değinen Nazlı, 30 yıldır devam eden kardeş kavgasının son bulmasını istedi. Nazlı, şöyle dedi:


Memleketimizin düşman elinden hangi şartlarla nasıl kazanıldığını çok iyi biliyoruz. Bu bakımdan Kürt- Türk herkesin kurtuluş savaşı ruhunu taşıyarak kardeşçe ve barış içinde yaşamasını istiyorum. Rahmetli babamın şahsında, bu ülke için mücadele veren tüm şehit ve gazilerimizi saygıyla anıyorum. Artık bu topraklarda kan dökülmesini istemiyoruz. İzmir'de, Edirne'de İstanbul'da bu topraklarda, Kürt, Türk, Çerkez hep birlikte savaştı. Artık barış, huzur, demokrasi ve insan hakları çerçevesinde bir yaşam olmasını istiyorum." www.sinemada.com


Demek ki neymiş?

Kürt, Türk, Çerkez ... Hep birlikte bu vatan toprakları için kan dökmüşüz! Ve hep birlikte yaşamaktan gurur duymuşuz!

Duyurulur...


Sevgi ve saygılarımla!


Image"HAKSIZLIK KARŞISINDA SUSAN DİLSİZ ŞEYTANDIR." HZ. MUHAMMED (A.S.)

5 Aralık 2011 Pazartesi

Minnettarız...


















"Dünyanın hiçbir yerinde, hiçbir milletinde, Anadolu köylü kadınının üstünde kadın çalışması zikretmek imkânı yoktur ve dünyada hiçbir milletin kadını “Ben, Anadolu kadınından daha fazla çalıştım, milletimi kurtuluşa ve zafere götürmekte Anadolu kadınından daha fazla çalıştım, milletimi kurtuluşa ve zafere götürmekte Anadolu kadını kadar emek verdim” diyemez." 1923, ATATÜRK’ün S.D. II, sf: 147-148


5 Aralık 1934, Kadınlara milletvekili seçme ve seçilme hakkı tanıyan Anayasa değişikliğinin kabulü.

Bundan 88 yıl öncesine kadar,


Bir tarafta şaşaalı hayat tarzlarıyla ve çevirdikleri entrikalarıyla Osmanlı döneminin saray kadınları...


Öte yanda ilmek ilmek dokuduğu kilimiyle, oyalarıyla, kucağındaki bebesiyle, elinin hamuruyla, tarlada üreten buram buram kokan Anadolu köylü kadını;


Ve vatan toprakları için çocuklarını bir yandan şehit verirken,

Öte yandan "vatan sağolsun!",


"Bir çocuğum daha var; onu da bu vatana feda etmeye hazırım" diyen Anadolu Türk kadını...


Kocalarını, çocuklarını, babalarını kaybetme korkusu altında...


Ve namusunu, tarlasını, ocağını koruma güdüsüyle...


Anadolu Türk kadını, Milli Mücadele'de kendiliğinden yerini almıştır!


Baş kaldırma nedeni budur başından beri

Bu duygu,

Bu mücadele,

Yedi düvele karşı onun başını dimdik tutmuştur...

Bu onurlu, başı dik Türk kadını için,


Bundan tam 77 yıl önce bugün;

Türk kadınına milletvekili seçme ve seçilme hakkı tanınması üzerine Atatürk'ün, bir notu:


"...Bu karar, Türk kadınına sosyal ve siyasî hayatta bütün milletlerin üstünde yer vermiştir. Çarşaf içinde, peçe altında ve kafes arkasındaki Türk kadınını artık tarihlerde aramak lâzım gelecektir. Türk kadını evdeki uygar yerini salâhiyetle almış, iş hayatının her safhasında başarılar göstermiştir. Siyasî hayatta Belediye seçimlerinde tecrübesini yapan Türk kadını, bu sefer de milletvekili seçme ve seçilme suretiyle haklarının en büyüğünü elde etmiş bulunuyor. Uygar memleketlerin birçoğunda kadından esirgenen bu hak, bugün Türk kadınının elindedir ve onu salâhiyet ve liyakatle kullanacaktır. Bu notla en mühim inkılâplardan birini anmış oluyoruz."


Bu özel gün; Türk kadınına kutlu ve mutlu olsun...


Sevgi ve saygılarımla!
Image"HAKSIZLIK KARŞISINDA SUSAN DİLSİZ ŞEYTANDIR." HZ. MUHAMMED (A.S.)

3 Aralık 2011 Cumartesi

Burası Teksas mı?
















"Basın hürriyetinden doğan mahzurların giderilme vasıtası, yine basın hürriyetidir." Atatürk



İzmir'de geçtiği öne sürülen bir "haber" üzerine...

"Estetik ameliyat yaptırıp sonuçtan memnun kalmayan Dilan Kahraman, doktordan kendisini ücretsiz olarak yeniden ameliyat etmesini istedi. Kahraman'ın, teklifini reddeden doktoru, "Ben Tunceliliyim. Beni tekrar ameliyat etmezsen buraya PKK'yı yığarım" diye tehdit ettiği öne sürüldü." 2 Aralık 2011, Vatan

Bu söylem Türkiye Cumhuriyeti Devlet'ne başkaldırının uluorta yapılmaya çalışılmasıdır! Zira burada bir tehdit sözkonusu... Ve tehdit unsuru ise bölcülerin çetesi PKK...

Tabii, son zamanlarda "gündem" olan Tunceli ile bir başka koldan gelişen yara da cabası...


Tüm bunları birleştirdiğimizde yazıma konu ettiğim haber ortaya çıkmaktadır.


Peki, burası Teksas mı ki, bu kadar rahat bir şekilde tehdit savrulabiliyor?


"Ben Tunceliliyim"de ne demek oluyor?!..


Tunceli halkı Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ne yürekten bağlı diğerleri gibi şerefli bir ilimizdir...

Ne zamandan beri Tunceli ilimiz, "çete" gibi tehdit unsuru yapıldı?

Doğrusu orasını anlayamadık!

Tunceliler ülkemizin bilinçli kesimidir!

O halde buradan yola çıkarak, "Tunceli'yi bir tehdit unsuru" gibi göstermek, Tuncelilere yapılabilecek bir ihanetten öteye geçemez!


"PKK'yı yığarım" milletimizi bölücü tedhişle tehdit ise, Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ne yönelik aleni bir saldırıdır.


Bu sebeple, ülkemizin hukuku devreye şüphesiz girer ve girmiştir de!


O halde bu durum karşısında bir hatırlatmaya ihtiyaç var:


Bilinmez midir ki; böylesi küçük kıvılcımlar devasa yangına sebebiyet verebilir...


Zira bu hassas durumdan istifade edebilecek kötü niyetlilerin, durumdan vazife çıkararak iş başı yapabilecekleri ortadayken, diğer taraftan da vatandaşlarımızı ayrıştırarak kin ve nefrete sevk etmenin yolu bu tür "haber"lerden geçtiğ aşikârken...

Bu sözü söyleyen densiz kişiye diyecek sözümüz olamaz; ama bu durumu basının üst manşetine taşıyarak, olaya pabuç bırakan basını"mız"a yazıklar olsun!


Ulusal bildiğimiz basınımıza duyurulur...


Sevgi ve saygılarımla!

Image"HAKSIZLIK KARŞISINDA SUSAN DİLSİZ ŞEYTANDIR." HZ. MUHAMMED (A.S.)

28 Kasım 2011 Pazartesi

E Ne Olmuş Yani?














"Bir ulus, sımsıkı birbirine bağlı olmayı bildikçe yeryüzünde onu dağıtabilecek bir güç düşünülemez." Atatürk


"BDP'li Sakık ile Koşaner kapı komşusu olacak

Eski Genelkurmay Başkanı emekli Orgeneral Işık Koşaner ile birlikte BDP’li iki milletvekilinin de TOKİ’den ev aldığı ortaya çıktı. Birbirlerinden uzak duran komutanlarla BDP’lilerin gelecek yıl bitecek olan konutlarda oturması durumunda alışık olunmayan görüntüler yaşanacak. Işık Koşaner ile Sırrı Sakık aynı yürüyüş yolunu, yüzme havuzu ve otoparkı kullanmak zorunda kalacak." 28 Kasım 2011, Vatan


E n'oolmuş yani?!..


Bundan doğal daha ne olabilir ki?


Bu insanlar, bizim insanlarımız değil mi?


Yoksa düşmanca bir tavırla, komşu olmayı reddetmesi mi gerekiyordu?


Ya bunun tersi olsaydı?

Bunu gören halkımız da Allah korusun kendi aralarında aynı "tavır"ı takınmazlar mı?

...


İlk bakışta belki sıradan bir haber gibi gözüküyor olsa da...


Ancak benim algılamam hiç de öyle değil. Zira düşman millet miyiz de bu, haber yapılıyor?


Ne mutlu ki bu ülkenin vatandaşları istedikleri yerde oturabilme özgürlüğüne sahipler...


Anayasamızın vatandaşlarına tanıdığı özgürlükler içerisinde yer alıyor (Anayasamızın 23. maddesi'ne göre herkes, yerleşme ve seyahat etme özgürlüğüne sahiptir.)...

Kişi hak ve hürriyetler kapsamında...


Peki haberi "haber " yapan ne o zaman?


Bölücülerin arkasında duran milletvekilleri ile ülkemizin ve milletimizin bölünmez bütünlüğünün savunması konumunda olan, en üst düzeydeki paşamızın aynı yerden ev almaları mı? Dolayısıyla komşu olmaları...


İyi de bu insanlar Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin vatandaşları değil midir?


O halde olayı kişiselleştirerek basitleştirmek, oradan da "durumdan vazife çıkarmak" doğru bir davranış mıdır?


En önemlisi de sözü geçen milletvekillerimiz -ki her ne kadar da etnik kimlik üzerinden birilerinin sözcülüğünü yapıyor olsalar da- bu haberde de görüldüğü üzere istedikleri yerde istedikleri şekilde -ayırım gözetilmeksizin- yaşama haklarına sahipler...

Ve de görüldüğü üzere istedikleri mevki ve makama da gelebiliyorlar...


Ancak; bu "haber"le birlikte asıl görülmesi gereken şey; milletimize makamların üzerinden halkın ayrışmasına zemin hazırlamaya yol açabilecek tehlikeli söylemlerde bulunulması...


Bu yolla insanlarımız birbirlerine düşmanca bakmanın ötesinde, kimlik üzerinden ayrışmayla birlikteliğimiz ciddi anlamda tehlikeye girebilir...

Bu tür hassas ve bir o kadar da tehlikeli haberler, bize bir şey kazandırmaz...

Netice itibariyle; ayrışma otomatik olarak düşmanlığı getirir...

Düşmanlık ise Allah korusun...

Millet olarak kendi elimizle yaratacağımız felaketin altında topyekün yok olmamız demektir!

Bu vatan hepimizin!

Korumak ve kollamak da hepimize vazife...

Sevgi ve saygılarımla!

Image"HAKSIZLIK KARŞISINDA SUSAN DİLSİZ ŞEYTANDIR." HZ. MUHAMMED (A.S.)

27 Kasım 2011 Pazar

Kuzucuklarımdan Mektup Var :)



ONLARI ÇOK SEVİYORUM... ŞEKER ŞEYLER :)


















ANKARA'dan -bu yıl aramızdan ayrılan öğrencim- YAĞIZ FURKAN YILMAZ'Iın e-postası:

Öğretmenim bu şiir sizin için!


Öğretmenler Günü


Bir gün sizleri anlatmaya yetmez,
Sizin sevginiz asırlarca geçmez,
Hayatım sayfa sayfa eseriniz,
Nasıl unuturuz anıları biz.

Öğretmenim gününüz kutlu olsun,
Öğrendikçe bu millet mutlu olsun,
Defter, kitap, kalemler neye yarar,
Siz olmazsanız yetişmez dimağlar.


O zaman; devlet millet seni anar,
Çünkü her makamda bir öğrencin var.
Cumhurbaşkanı senin talebendir,
Başbakan hesabı senden öğrenir.

Yıllar geçmiş bir zat elinizi öper,
Ben Milli Eğitim Bakanıyım der.
Sizleri yazarken titrer ellerim,
Sanki gene imtihanda gibiyim.

Hatalı yazdıysam özür dilerim,
Satırlarda sınırlanmaz bu sevgim .
24 Kasım sonbahara rastlar,
Yapraklar döküldükçe sevginiz artar.

Gönlünüz ikinci baharı yaşar,
Tarih böyle mutlu günlerde dolar.
Öğretmenim, gününüz kutlu olsun,
Öğrendikçe bu millet mutlu olsun...

Öğretmenler Gününüz Kutlu Olsun!


Öğrenciniz Yağız Furkan Yılmaz


Sevgi ve saygılarımla!


Beni Unutmayınız!...