28 Ekim 2011 Cuma

Sonsuza Dek Payidar Kalacak...

cumhuriyet

"İki Mustafa Kemal vardır: Biri ben, et ve kemik, geçici Mustafa Kemal... İkincisini 'ben' kelimesiyle ifade edemem; o, ben değil, bizdir! O, memleketin her köşesinde yeni fikir, yeni hayat ve büyük ülkü için uğraşan aydın ve savaşçı bir topluluktur. Ben, onların rüyasını temsil ediyorum. Benim teşebbüslerim, onların özlemini çektikleri şeyleri tatmin içindir. O Mustafa Kemal sizsiniz, hepinizsiniz. Geçici olmayan, yaşaması ve başarılı olması gereken Mustafa Kemal odur!" Mustafa Kemal ATATÜRK



Kimsesizlerin kimsesi Cumhuriyetimizin yarın 88. yılını kutlayacağız...


Her şeye rağmen...

Milletimizi biribirine düşermek gayretleri süratle devam ederken...

Doğal afetleri bile fırsat sayıp, yüce halkımızı kine, nefrete yönlendirecek söylemleri hiç utanmadan, sıkılmadan ortaya atanlara inat...

Ulusumuz Van depremi ile birlikte daha da güçlü bir şekilde milli dayanışmasını net bir şekilde ortaya koymuştur!

Bu sayede dayanışmayla beraber Cumhuriyet'imize olan bağlılıklarını ve güvenlerini cümle aleme göstermiştir!

Büyük Türk milletinin onurlu geçmişi ile;

Bu kanlı coğrafyada dimdik ayakta kalabilmesi...

Özgürlüne sahip çıkabilmesi...

Aklın ve bilimin hakim kıldığı, Atatürk'ün emaneti Cumhuriyet'imizin varlığıyla mümkün olduğunun altını önemle çizmek isterim.

Bu büyük bayramın milletimize BİRLİK, vatanımıza BÜTÜNLÜK getirmesi dileğiyle...

Büyük TÜRK milletinin 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı kutlu ve mutlu olsun...

Sevgi ve saygılarımla!

Image"HAKSIZLIK KARŞISINDA SUSAN DİLSİZ ŞEYTANDIR." HZ. MUHAMMED (S.A.V.)

25 Ekim 2011 Salı

Bu Sözler Bizi Nereye Götürür..?!
















"Diyarbakırlı, Vanlı, Erzurumlu, Trabzonlu, İstanbullu, Trakyalı ve Makedonyalı hepsi aynı ülkenin evlâtlarıdır ve aynı cevherin damarlarıdır..." Mustafa Kemal ATATÜRK



Ülkemiz art arda felaketler yaşıyor...

Bir yandan onar onar şehit haberleriyle sarsılırken, diğer taraftan da doğal afetin altında ezilen yüzlerce vatandaşlarımızın acısını yüreğimizde yaşıyoruz...

Van'da meydana gelen depremin ardından yaşanılan acılar hepimizin yüreğini dağlıyor... Kalbimiz Vanlı vatandaşlarımızla birlikte...


Onlara millet olarak "acil geçmiş olsun" diyoruz...


Selahattin Demirtaş depremin yıktığı Van’da yapılan yardımlarla ilgili, "Türkiye’nin dört bir yanından gelen yardımlarda kardeş kokusu, kardeş selamı var. Herkese teşekkürler" dedi.


Oysa Türk insanı hep böyleydi...

Biz ki Mevlana'nın, Hacı Bektaşı Veli'nin, Yunus Emreler'in çocukları değil miyiz?!

Ve geçmişte olduğu üzere bugün de yardım elini, yardıma muhtaç herkese uzatmayı kendisine bir görev saymıştır milletimiz...

Kaldıki aynı kaderi paylaşmış, aynı inanca bağlı, aynı dili konuşan, aynı kültüre sahip ve birbiriyle et-tırnak olmuş kardeşine mi el uzatmıyacak, Sayın DEMİRTAŞ!!!


Ne zamandan beri biz kardeş değiliz ki?!

Bin yıllık kardeşliğimizi unutup, bugün bunu yeni fark eder gibi söylemlerde bulunmak size yakışıyor mu?


Anlaşılan o ki... Sn. DEMİRTAŞ, bin yıllık kardeşliğimizi daha yeni görmüş... :(

Yazık çok yazık!


Öte yandan bazı aymazlar, orada burada "ırkçı söylem"leri ortaya atarak, toplumun ayrışması için zemin hazırlamaya katkı sağlıyorlar!!! Bakınız aynı söylemler(inancımızı kullananlar)i yayan dedikoducular, 17 Ağustos 1999 "Marmara Depremi"nde de yine iş başındaydılar...

Bu tür söylemler, cehalete kapı aralamakla birlikte, art niyet sahiplerinin kötülük saçmaya yönelik olduğuna bir işarettir.

İnanılır gibi değil...

İnsanımız, milletimiz acı çekiyor...

Bin bir çeşit sıkıntılarla boğuşuyor...

Hâl böyle iken utanmazlığı ilke edinenler de dedikodu peşine düşmüş, fitne fecir çıkarma derdindeler, iyi mi?!


VAN halkını "bölücü" suçlamasına maruz bırakmak kimin haddine?!..

Bu söylemler bizi nereye götürür hiç düşündünüz mü?!..

Güzel insanlarımızın bir parçası olan Vanlıları suçlayanlar, bilsinler ki bölücülerin ekmeğine yağ sürüyorlar!!! O sözleri söyleyen sözde "sunucu" hanımı esef ve nefretle kınıyoruz!!!

Ancak...

Bu felaketin ardından bir de olayın iyi tarafından bakmak lâzım... Zira bu sayede Türk milleti bir kez daha dünyaya tek yürek olduğunu göstermeye zemin bulmuştur. Türk-Kürt kardeşliği yaşanılan acıları ortak kader olarak görüp, yaraları sarmaya birlikte yola çıkmıştır!!! Ve yine bu felaket gösterdi ki; milletimizin birliğine göz dikerek dayatılmaya çalışılan TÜRK-KÜRT "çatışma"sının gereksiz olduğu ortaya net bir şekilde çıkmış oldu.


Son bir not daha; milletimizin bağrından kopan MEHMETÇİKLERİMİZ her zaman olduğu üzere felaket bölgesine anında yetişerek, canhıraş yaraları sarmayı vatani görev saymışlardır. Onlara sonsuz minnet duygularımızı sunmak isteriz...


Sevgi ve saygılarımla!

Image"HAKSIZLIK KARŞISINDA SUSAN DİLSİZ ŞEYTANDIR." HZ. MUHAMMED (S.A.V.)

23 Ekim 2011 Pazar

+18 Yaş...











"Ettiklerine sevinen ve yapmadıkları şeylerle övülmeyi seven kimselerin, sakın azaptan kurtulacaklarını sanma. Onlar için elem dolu bir azap vardır." Âl-i İmran Sûresi, 188. Ayet


"Kasapta sergileniyor!

Kaddafi ve oğlu Mutassım’ın cesedi Sirte’de bir kasap tarafından kullanılan soğuk hava deposuna konuldu. Devrik lider ve oğlunu görmek için çoluk çocuk tüm Libyalı muhalifler sıraya girdi.

Muhalif güçler tarafından cesedine otopsi yapılan Kaddafi’nin İslami kurallar gereği 24 saat içinde gömüleceği açıklandı. Ancak Yeni Libya hükümeti cenazeyi erteleyerek cesedi halka açtı. Kaddafi ve oğlu Mutassım’ın cesedi Sirte’de bir kasap tarafından kullanılan soğuk hava deposuna götürüldü. Kaddafi’yi görmek ve hatıra fotoğrafı çektirmek isteyenler buraya gelerek maske takıp sıraya girdi. Çoğu çocuk olan ziyaretçiler soğuk hava deposunun önünde uzun kuyruklar oluşturdu." 23 Ekim 2011, Vatan



Libya'nın Devrik Lideri Albay Muammer Kaddafi...

Emperyalistlerin güdümündeki muhaliflerce iğrenç bir şekilde ve hunharca öldürüldü. Üstelik de şu anda dünya, basın aracılığıyla Kaddafi'nin boy boy afişe edilerek nasıl öldürüldüğü, nasıl "yalvartıldı"ğı, nasıl tekmelendiği ve nasıllarla dolu insanlık dışı ilkel, Orta Çağ karanlığının "ibret-i alem"i temsil eden; etrafa "korku" salan, sindirmeye yönelik planlı bir şekilde görüntülerin ifşa edilmesiyle çalkalanıyor...

Bu tüyler ürperten canice görüntüler hergün ısrarla "Flaş... Flaş... Flaş!" üst manşetiyle insanların gözüne sokarak beynine işlemeyi... "Haberci"lik sayıyorlar iyi mi?!


Dünyada bu görüntüler infial yarattı mı, orası bilinmez ama... Bir eğitimci olarak diyeceğim; bu görüntülerin, özellikle çocuklarımızın ruh sağlığına zarar verdiği kesin! Toplum üzerinde ise "ilkel toplum"u çağrıştıran ve hukuk devletini ezip geçen bir izlenim yarattığı açık... Üstelik de insanlık değerlerini "özenle" taşıyan modern dünyamızın da bir ayıbı olduğunu unutanlara buradan hatırlatmak isteriz...


Öte yandan, Muammer KADDAFİ'yi övmemekle birlikte gerçek şu ki.. Kaddafi, kaçmak yerine halkı adına onurluca mücadele edeceğini ve vatanı için şehit olmayı her şeyin üzerinde görerek canhıraş savaşmıştır! Zira Libya geçmişte de emperyal güçlerce ele geçirilmek istenmişti... Ömer Muhtar ilkel silahlarıyla İtalya'ya direndi ve savaşarak öldü! Bugün Kaddafi'de öyle savaşarak ölmüştür...


Emperyalisler Saddam Hüseyin'i de bir çukurda, aşağılayarak "yakaladığı"nı "ibret alem" olsun diye kendi ülkesinde dahi, dev televizyonlarla kamuoyuna afişe ettikleri gibi... Şimdi de Kaddafi'yi de aynı şekilde bir çukurda, alçakça ve iğrençce görüntüler eşliğinde dünya kamuoyuna afişe ediyorlar...

"Medeni" olduklarını iddia edenlerin, zalim ve ilkel yöntemleri bugün ne yazık ki, "modern" dünyanın Orta Çağ görüntülerini ortaya koyuyor...


Ve sözde "Müslüman" Libyalı olduğunu söyleyen bir kesim, Kaddafi'nin cesedini görmeye kuyruğa girmişler!!! Ve bu güruh, ölen bir kişinin cesedini bir an evvel gömmek yerine, teşhire geçiyor...


Bu görüntüler ne insanlığa, ne de Müslümanlığa yakışıyor!!! Bunlar olsa olsa cani düşüncenin, cehaletin ve ilkelliğin görüntüleri olsa gerek...


Bir sözümüz de "basınımız"a olacak:


Geçtiğimiz günlerde "Haber Turk" gazetesine düşen bir görüntü için günlerce üzerinde "haklı" bir sorgulama yapılmıştı...


Neydi o gürüntü; vahşice öldürülen bir kadının resmi...

E o zaman...

KADDAFİ'nin görüntüleri "o" resimden daha mı hafifki, kimseden tepki yok?!.. Yazıklar olsun!!!


Demem o ki...

Irak'da Saddam Hüseyin'in heykeli de alkışlarla yıkılmıştı...

Ardından milyonlarca kişi öldü! Ve hâlâ da ölmeye devam ediyor... Sözde "demokrasi" tıkır tıkır işliyor...

Kaddafi'nin cesedi de şimdi muhalifleri tarafından sevinçle görücüye çıktı...

Bundan sonrası mı?..

Libya halkına cümleten geçmiş olsun!!!

Sevgi ve saygılarımla!

Image"HAKSIZLIK KARŞISINDA SUSAN DİLSİZ ŞEYTANDIR." HZ. MUHAMMED (S.A.V.)

21 Ekim 2011 Cuma

ABD Askerine Çuval!



dalgalan sende şafaklar gibi ey nazlı hilal


















"Dur yolcu! Bilmeden gelip bastığın
Bu toprak, bir devrin battığı yerdir.
Eğil de kulak ver bu sessiz yığın
Bir vatan kalbinin attığı yerdir." Necmettin Halil Onun



Yiğitlerimizin acısı yüreğimizi dağlaya dursun...


"Bodrum’a demirleyen "Ramage" adlı ABD savaş gemisinden gezmeye çıkan Amerikan askerleri, çuval gösterilerek protesto edildi, bir eylemci ABD’li bir askerin başına çuval geçirdi.

180 metre uzunluğunda 290 askeri personeli bulunan savaş gemisinin iki gün Bodrum’da kaldıktan sonra Akdeniz’e açılacağı bildirildi.

Sahil Güvenlik Komutanlığı’dan bir yetkili de Emniyet Müdürlüğü’ne gelerek bilgi aldı. Yaşanan olayın ardından kentteki güvenlik önlemleri arttırıldı. Çarşıdaki tüm ABD askerlerinin izinlerinin iptal edildiği ve gemiye dönmelerinin istendiği belirtildi" 21 Ekim 2011, Vatan


Evet, bir vatandaş olarak bu haberi okuduğumda hissettiğim şu ki... Yüreğim sımsıcak bir duyguyla kaplandı...


Amerikalı askerler... üstelikte aleni bilinen bir savaş gemisinin askerleri bunlar...


Eee, o zaman ne işiniz var, sizin yabancı bir ülkenin topraklarında?

Salına salına gezmek, karşı tarafa ne his uyandırır bilmez misiniz?

Yoksa niyetiniz bizlere "göz dağı" verip, bir hazırlığa adımsa eğer, aldınız cevabınızı!!!

Bodrum'da Amerikalı askerlerin "gezmeye çıkma"sı öyle sıradan bir olay değil... Zira o askerlerin masumane ve turistik olduğunu iddia etmek kısaca "safdil"lik olur... Ki ben öyle düşünüyorum!!! Zira bir savaş gemisinde asker olan insanın turistik gezmeye ne fırsatı olur, ne de buna izin verilir!!!

En önemlisi de hemen kıyılarımızda Amerika savaş gemisi duruyor; askerleri de Bodrum sokaklarında boy gösteriyor!!!

Yok yok...

Bizim halkımız bunu kaldıramaz!!!

Biline ki, bastıkları toprak, yedi düvele meydan okuyan mazlum milletlerin kalesi Türkiye Cumhuriyeti topraklarıdır!!!

Ve "boy gösterme"ye çalıştıkları insanlar da, Türk milletidir!!!

Hele de, daha iki gün içerisinde ard arda verdiğimiz 32 şehidimizi toprağa vermeden bu durumu kaldırmak...


Geldikleri gibi giderler!!!


Sevgi ve saygılarımla!

Image"HAKSIZLIK KARŞISINDA SUSAN DİLSİZ ŞEYTANDIR." HZ. MUHAMMED (S.A.V.)

19 Ekim 2011 Çarşamba

Ciğerimiz Yandı!











"Hakkari'nin Çukurca İlçesi merkezindeki güvenlik birimleriyle sınırdaki askeri birliğe PKK'lı teröristler ağır silahlarla eş zamanlı saldırı düzenledi. Çıkan çatışmada 26 asker şehit oldu, 22 asker yaralandı." 19 Ekim 2011, Hürriyet




Yazık, çok yazık...

Gencecik evlatlarımız onar onar şehit ediliyor...

Bu bir savaş!

Evlatlarımızın acısını derinden hissediyor, çok acı çekiyorum...

Onlara Allah'tan rahmet diliyorum...

Bu dayanılmaz acıların yaşandığı evlere, ailelere Allah sabır, güç kuvvet versin...

Savaşın yaşandığı bölgede, şu anda MEHMETÇİKLERİMİZ canını siper ediyor...

Ve MEHMETÇİKLERİMİZin yakınları şu dakikadan itibaren elleri yüreklerinde, kulakları basının açıklayacağı şehit isimlerinde... Hop oturup hop kalkıyor...

Allah'ım onlara sabır eyle...

"BASIN ne yapıyor?" derseniz, açın bakın televizyonlarınıza...

TÜRK MİLLETİNİN BAŞI SAĞOLSUN...

Sevgi ve saygılarımla!

Image"HAKSIZLIK KARŞISINDA SUSAN DİLSİZ ŞEYTANDIR." HZ. MUHAMMED (S.A.V.)

15 Ekim 2011 Cumartesi

Magna Carta'dan Wall Street'e














"Mal toplayan ve onu durmadan sayan, insanları arkadan çekiştiren, kaş göz işaretiyle alay eden her kişinin vay haline!" Hümeze Sûresi, 1-2. Ayet



"Londra'nın ünlü Trafalgar Meydanı'nda toplanan binlerce savaş karşıtı gösteri düzenledi.

Sayıları binleri bulan protestocular, 'Savaşı durdur', 'Emperyalist savaşlara son', 'Filistin'e özgürlük', 'Caremon git', 'Afganistan'dan çık' yazılı döviz ve pankartlar taşıyor.

Çıkan olaylarda çok sayıda kişi gözaltına alındı." 8 Ekim 2011, Alpaslan DÜVEN/ LONDRA, (DHA)



"Arap ülkelerinde başlayan isyan hareketleri, Tunus Devlet Başkanı Zeynel Abidin Bin Ali, Mısır lideri Hüsnü Mübarek ve Libya diktatörü Muammer Kaddafi’nin devrilmesine yol açmıştı. ABD Başkanı Barack Obama, bu ülkelerdeki isyanlara hep en güçlü desteği verirken, şimdi benzer bir protesto dalgası kendi yönetimine karşı başladı.

Hareket temelde Amerika’nın son ekonomik krizine, tehlikeli ve riskli politikalarıyla büyük oranda neden olan ve sonunda ise ABD hükümeti tarafından borçları ödenerek kurtarılan Wall Street banker ve “oyuncularına” karşı. Bu oyuncuların, devlet tarafından ‘kurtarıldıktan’ sonra bir süredir yeniden çok para kazanıp, milyarlarca dolar bonus dağıtmaya başlaması, buna karşın halkın ya evlerini kaybetmiş veya derin kredi borçları altında yüzmeye devam etmesi protestoya katılanların dile getirdiği en ciddi adaletsizlik vurgusu." 3 Ekim 2011



"Aylar önce duyurulan ve "paranın Washington'daki temsilciler üzerindeki hakimiyetinin sona ermesi" amacıyla gerçekleştirilen Wall Street işgali, 17 Eylül 2011, Cumartesi günü, yaklaşık 5000 eylemcinin katılımıyla başladı. Manhattan'ı "Amerika'nın Tahrir Meydanı"na dönüştürmeyi amaçlayan işgal eylemi Barcelona ve Tel Aviv'de olduğu gibi şiddetsiz eylem prensibiyle örgütlendi.

Wall Street İşgali lidersiz bir direniş hareketi, ilk olarak 13 Temmuz'da Adbusters dergisinde yayınlanan bir afişle duyurulan eyleme ülke çapında pek çok grup destek verdi. Eylemin resmi web sitesinde yapılan açıklamada "Ortak tek noktamız var o da nüfusun %1'lik kesiminin hırsını ve yozlaşmasını daha fazla tolere etmeyecek olan halkın %99'luk kesimi olmamız." denildi. Hacktivist Anonymous grubu da eylemde OccupyWallStreet pankartı ile yer alıyor. Grup ayrıca kısa bir çağrı videosu yayınlayarak hareketin Japonya, İsrail, Kanada ve Avrupa ülkelerine de yayılmasını sağladı." 25 Eylül 2011


Netice itibariyle olaylarda binlerce kişi göz altına alındı!!!


Demek ki neymiş?

"Nüfusun yüzde birlik kesimin hırsını ve yozlaşmasını daha fazla tolere etmeyecek olan yüzde doksan dokuzluk kesimi olmamız"mış!!!

Ben demiyorum valla, Amerikalılar söylüyor...

Kime söylüyor?

"Wall Street"e...

"Wall Street" kimleri temsi ediyor?

"Wall Street, ABD'de, New York kentinde, Manhattan'ın güneyinde, ülkenin önde gelen bazı finans kuruluşlarının toplandığı sokak.
Refah dönemlerinde ise kısa sürede zengin olmanın yolunu simgeler hale geldi.1929'da ABD menkul kıymetler piyasasının çökmesinden sonra da ekonomiyi altüst edecek kadar güçlenmiş olan vurguncuların kalesi olarak görülmeye başladı." Wikipedia

Demem o ki...

İngiltere, Amerika, Fransa, Yunanistan... Bütün buralar, tıpkı "Arap baharı" diye nitelendirilen bir halk ayaklanması ile karşı karşıya...

Yok aslında birbirinden farkları...

Zira hepsinin niyeti ve amacı ortaktır. Kan, gözyaşı, açlık ve sefaletle yoğrulmuş insanların evrensel çilesidir bugün dünyada yaşananlar...


Yani bir tarafta bir lokma ekmeğin peşinde çırpınan insanlar, diğer taraftan da insan gibi yaşamak isteyenler... Zira bilinen acı gerçek; gelir dağılımındaki adaletsizlik ve aradaki uçurumun çığ gibi büyümekte olması...


Bu sebepledir ki halklar, bu sosyal adaletsizliğin giderilmesini ve gelir dağılımının eşitlenmesini istiyorlar... Kimsenin kimseye (halk düzeyinde) de düşmanlık istediği falan yok aslında!!! Oysa savaş çığırtkanlığı yapanlar ve düşmanlık yaratanlar da yine bu "yüzde bir"lik kesimden ibaret!!!


İşte dünyada başlayan ve bizim de buna "BATI BAHARI" diye benzeteceğimiz isimden yola çıkarak kah "Arap baharı" olsun, kah "Batı baharı" olsun tek istekleri doymak bilmeyen açgözlü "para babaları"nın gerçeği bir an evvel görüp gidişata "dur" demeleridir!

Yine hazır yeri gelmişke biraz da "Magna Carta"dan da söz edelim istiyorum:

1215 yılında kabul edilmiş İngiliz belgesine denilen Magna Carta, bugünün anayasal düzenine kadar var olan tarihi süreçlerin en önemli yapı taşlarından biridir.


Kralın yetkilerini kısıtlayan ve "kanunlara uygun davranılmasını, hukukun kralın arzu ve isteklerinden daha üstün olduğunu kabul etmesini zorunlu kılan" bu "sözleşme("Büyük Özgürlükler Sözleşmesi")"nin 39. maddesine göre (ki günümüz -evrensel- hukuk sisteminin temeli bununla atılmıştır);

"Özgür hiç kimse kendi benzerleri tarafından ülke kanunlarına göre yasal bir şekilde muhakeme edilip hüküm giymeden tutuklanmayacak, hapsedilmeyecek, mal ve mülkünden yoksun bırakılmayacak, kanun dışı ilan edilmeyecek, sürgün edilmeyecek veya hangi şekilde olursa olsun zarara uğratılmayacaktır"


"İnsan hakları" çığırtkanlıkları yaparak onun bunun başına çullanıp, bombalar yağdıran "yüzde bir"lik egemen güçler; ne yazık ki işlerine gelmediği takdirde kendi insanlarına dahi hiç tereddütsüz şiddet uygulayabiliyorlar...


İyi de hukuk tanımamazlık daha nereye kadar devam edebilir ki?!

Hem, 1200'lü yıllarda dahi, açıkça hüküm süren kralın yetkileri o şartlarda bile kısıtlanıyor iken...

21. yüzyılın maskelenmiş "yüzde bir"lik egemen gücü olan "krallık"ın zorbalığını ise, günümüzde ancak bu şekilde, yani kendi iç kamuoyunun baskısıyla ortaya çıkarmak mümkün olabilecektir!

Eee, n'oldu şimdi?

"Demokrasi" görünümünde yaşanılan "krallık", kendisini saklayamaz duruma düştü!!! Yani amiyane tabirle; "şapka düştü, kel göründü" artık.

Bir de evrensel anlatımla "yüzde bir"lik krallara; kıssadan hisse diyelim:

Bu defa çocuk değil, büyükler "kral çıplak!" diyor, haberiniz ola... :)

Sevgi ve saygılarımla!

Image"HAKSIZLIK KARŞISINDA SUSAN DİLSİZ ŞEYTANDIR." HZ. MUHAMMED (S.A.V.)

11 Ekim 2011 Salı

"Allah'tan Cevap İstiyor"...


















Ülkelerindeki yoksulluktan ve insanlık dışı hayatlarından kurtulmak isteyen mülteciler, yaşamlarını idame ettirebilmek için en azından ayakta kalabilmek umuduyla ölümü göze alarak "umuda yolculuk"a çıkıyorlar...


"Muğla’nın Dalaman ilçesinde kaçak yollarla yurt dışına çıkmak isteyen 19 kaçağa para karşılığı yardım eden 2 şüpheliden 1’i tutuklandı." 7 Ekim 2011

"Sultangazi'de gecekondu cehennemi. Üzerlerine kapı kilitlendiği tespit edilen Hindistan vekistanlı yedi işçi çıkan yangında feci şekilde can verdi. Vahşetin şüphelisi insan kaçakçıları...

İçerideki 7 kişi alevlerden kaçmak için banyoya sığındı, suları açıp duvarları ıslatmaya çalıştı. Bu arada tamamen yanan çatı üzerlerine yıkıldı. Şahısların dumandan zehirlendikleri öne sürüldü. Polis, insan tacirlerinin kapıyı şahısların üzerine kilitlemiş olabileceği ihtimalini değerlendiriyor." 10 Ekim 2011


Bu haberleri okuduğum zaman aklıma "KÖKLER" kitabı geldi... Hani hatırlarsınız ya, "Kunta Kinte"...

Topraklarından zorla koparılarak Batı'ya "köle" olarak getirilen, ve insanın insana reva gördüğü zulme terkedilen siyah adamlar...


Ve kitabı okuduğumda, insanlığımdan utanmıştım...

O vakit insan olmanın ne demek olduğunu, ruhumda derin acılarla sezinlemiş ve onursuzlığun ne olduğunu bu kitapla yakından hissetmiştim... Kendi kendime "insan ne için yaşar?" sorusunu defalarca sordum... Defalarca insanlık adına, zalimlerin yaptığı vahşeti sorguladım... Onurlarının ayaklar altında çiğnenmesi karşısında dimdik mücadele veren Afrikalıların çilelerini, ızdırap dolu yaşam hikayelerini "alın yazısı olabilir mi?" diye sorguladım...


Ve bugün ne yazık ki aynı onursuzluğa insanlık yine tanıklık ediyor... İnsanlık ayıbı, insan tacirleri yine iş başında...

Bir lokma ekmek için,

İnsanca yaşamak için umut yolculuğuna çıkanların canları pahasına her şeyi göze almaları, işin ne derece vahim olduğunu göstermeye yetiyor da artıyor bile...


Şüphesiz ki sorunun kaynağı emperyalist güçlerin doymazlıklarıyla ilgili. Zira ülkelerin ve halkların zenginliklerine el koyup gasp etmesiyle yoksulluk başlıyor. Ve umuda yolculuk yapan bu insanlar, açlıkla, yoksullukla başbaşa kalmanın neticesinde tıpkı Kunta Kinteler gibi kah gemilere istifleniyorlar; kah derme çatma, izbe yerlerde diri diri ölüme terk ediliyorlar.


O vakit, dünyanın neresinde yoksulluk varsa, bilinmelidir ki orada insanlar, emperyalist güçlerin saldırı ve sömürüsü altında can çekişmeye mahkum edilmektedirler.

Ya da...

Onursuzluğun bir diğer adresi olan insan tacirleri eliyle...



"Kunta, "acaba aklımı mı oynattım" diye düşünüyordu. Kendisine geldiğinde karanlık, sıcak, leş gibi kokan, ağlama, hıçkırık, çığlık ve kusma seslerinin doldurduğu bir yerde, iki kişinin arasında, çıplak ve zincirlenmiş olarak sırt üstü yattığını farketti. Karnında ve göğsünde kendi kusmuğunun sıcaklığını ve kokusunu hissediyordu. Dört gün önce yakalandığı zaman yediği dayaktan vücudunun her yanı ağrıyordu. Ama en çok ağrıyan, ellerine, ayaklarına bağlanmış olan zincirlerin yeriydi.


Şişman, kıllı bir fare yanağına sürtündü ve burnunu uzatıp ağzını kokladı. Kunta irkilp ağzını iyice yumdu. Fare korkup kaçtı. Kunta öfkeyle, hırsla, elini ayağını bağlayan zincirleri koparmaya çalıştı.Zincirlerinin bir ucunun bağlı olduğu yanındaki adamın feryadını duydu. Hırsından ve can acısından yerinden fırlamaya çalışırken başını, sert bir tahtaya çarptı. O ve yanında olupda yüzünü göremediği adam soluk soluğa kalıncaya dek bileklerindeki demirleri birbirlerine vurdular. Sonunda ikisi de bitkin düştü. Kunta yeniden kusacak gibi oldu. Kendisini tutmaya çalıştı, ama olmadı. Ekşi bir sıvı dudaklarının kenarından aşağı aktı. Kunta, keşke ölsem, diye düşünüyordu.

(...)

Biraz önce başını vurmuş olduğunu anımsayarak Kunta dikkatle doğruldu. Oturacak kadar bile yer yoktu. Başının gerisinde ahşap bir bölme vardı. "Tuzağa düşmüş bir kaplana benziyorum" diye düşündü. (...)

Çevresinde duyduğu bağırmaları, inlemeleri dinlemek için kendini zorladı. Odada, eğer bu bir odaysa, kimi yakınında, kimisi uzağında olmak üzere daha bir sürü insan vardı. Biraz daha dikkatle dinledi. Boğuk boğuk seslerin bazısı, üzerinde bulunduğu kıymıklı tahtaların altında geliyordu. (...)

Kunta bunları dinlerken, bir yandan da bağırsaklarını boşaltmak istediğini unutmaya çalıştığını farketti. Ama artık kendini daha fazla tutacak durumda değildi. Ve altını kirletti. Kendinden, odanın bu pis kokusuna yaptığı katkıdan iğrenerek ağlamaya başladı. Sonra yine kustu. Bu kez pek fazla bir şey gelmedi ağzından ama öğürmeye devam etti. Ne günahı vardı da böyle cezalandırılıyordu? Allah'tan cevap istiyordu." Alex HALLEY / Kökler, sf:137/139


Evet, farkeden bir şey yok aslında...


O dönemde insan tacirleri Afrikadan kaçırdıkları insanları zincire vurarak köle niyetine satıyorlardı;

Bugün ise aynı tacirler, insanları hapsederek köle satışına bir başka şekilde kaldıkları yerden devam ediyorlar...


Üstelik...

Bir taraftan "insan hakları", "çocuk hakları" gırla gide dursun;

Öte yandan Birleşmiş Milletler gözetiminde olan "modern" dünyamızda, "özgürlük", "demokrasi" havada uçuşuyor...

Buna rağmen,

İnsanlık ayıbı ve utancı, dün olduğu üzere bugün de aynı hızla...

Hiç eksilmeksizin devam ediyor.

Sevgi ve saygılarımla!

Image"HAKSIZLIK KARŞISINDA SUSAN DİLSİZ ŞEYTANDIR." HZ. MUHAMMED (S.A.V.)

8 Ekim 2011 Cumartesi

Haçlı Kekilli Seferi
















"İlginç olan şey, bazı Batılı aydınların biz Müslümanların zamanda geriye gitmemiz, köklerimize inmemiz ve gelenekleri elden bırakmamamız gerektiğini düşünmeleri ve bizim genç insanlarımızın da bu ithal "kaynağa dönüş" fikrinden oldukça etkilenmeleridir. Niçin Batı kendi kaynaklarına, bu kaynaklar her neyseler, dönmüyor?" İranlı Araştırmacı-Gazeteci Amir Taheri" Mustafa YILDIRIM /Sivil Örümceğin Ağında sf:437


"Tataristan'da bu yıl 7'ncisi düzenlenen "Golden Mimbar Uluslararası Müslüman Film Festivali" Türk oyuncu Sibel Kekilli'ye verilen ödül ortalığı karıştırdı.

Kekilli'nin daha önceden porno filmlerde oynadığını keşfeden muhafazakar Tatar basını festivali yerden vere vurdu. Bunun üzerine Tataristan müftüsü Ildus Faizov, festivali düzenleyen kültür bakanlığına sert eleştirilerin yer aldığı bir mektup yazarak, "Golden Mimbar'a davet edilen oyuncuların Müslüman gelenekleriyle alakası yok.

Festivalin adından Müslüman kelimesinın çıkartılmasını talep ediyoruz" dedi.

Tataristan Kültür Bakanlığı ise...

"Müslüman festivali daha bir kaç yıl önce amacından saptı. Kazan kenti olarak kendi Müslüman film festivalimizi yapmak istiyoruz" çağrısı yaptı." Vatan, 8 Ekim 2011


Bu ne demek anlayan var mı?

"Golden Mimbar Uluslararası Müslüman Film Festivali" Bir daha yazalım; Müslüman Film Festivali...

Şaka gibi!..

Burada işin komik tarafı, uzaktan yakından alakası olmayan anlayışların Müslümanlıkla yanyana getirilip sunulması.. Böylelikle insan zihni, gerçek anlamda karıştırılarak ortaya yepyeni bir algılama çıkıyor olması gerçekten çok vahim...

Mesela bakınız, "Müslüman Film Festivali"ne katılan filmin oyuncusu Sibel KEKİLLİ; boynunda "haç" kolye taşıyabiliyor... Hani Müslüman ya... Şüphesiz bu durum bir tek Sibel KEKİLLİ ile sınırlı değil... İşte biz buraya dikkat çekmek istiyoruz... Zira ne zamandan beri Müslümanlar, bu sembolleri taşır oldu? Yoksa bu da İslamiyet'e "şekil vermek" isteyenlerin tuzak oyunlarından biri olmasın!


Öte yandan Sibel KEKİLLİ, haberde yazıldığı üzere kendisinin nasıl filmlerde oynadığı ve ne şekilde anıldığı ortada iken, böyle yozlaşmış bir karekterin özellikle seçilerek "Müslüman Film"e düşünülmesi zihinlerdeki algının kırılmasından öteye geçebilir mi?!

O halde bu durumun hangi maksata hizmet edeceği belli değil midir?


"Amerikalı işadamı-misyoner Ali Dobra, dinsel misyonerlik işini Orta Asya'da yıllarca sürdürmüştü. Yabancı ülkelerde uyguladığı misyonerlik yöntemini şu sözlerle özetliyordu:
"Amacım bir Müslüman'ı dininden döndürmek değil! (..) Hedefim (olan attığım tohum) önce çürüyecek, sonra çatlayacak ve (fidan) büyüyecek; (o kişiler) giderek dinlerini sorgulamaya başlayacaklar." Mustafa YILDIRIM / Sivil Örümceğin Ağında sf: 439


Toplumu her alanda çökerterek kendi istekleri doğrultusunda şekil vermek, işte bu yollardan geçiyor!!! Bunun için ne yazık ki bizler kullanılıyoruz.. Sözde sanat yapılıyor!!! Anlatmamıza gerek var mı, açın bakın televizyonlara..

Ne görüyorsunuz?

Sabahtan akşama, 7/24 beyin yıkanıyor! Her alanda cahillik, seviyesizlik, bağnazlık, ahlâksızlık ve vatan-millet düşmanlığı bir şekilde topluma aktarılıyor ve işleniyor...

Ne yazık ki televizyonlarımız her alanda bu yolu takip ederek bambaşka bir Türk halkı oluşturmaya tam gayret yol alıyor...

Sözde dizilerle, sözde kadın programlarıyla, sözde bilgilendirmelerle toplumumuz özenle şekillendiriliyor...

"Sanat" diye diye ortada ne inanç kaldı, ne dil kaldı, ne vatan kaldı, ne de ahlak!

Bütün değerlerimiz bir bir yozlaştı! Üzerinde tartışılmayacağı gibi bilakis korunmaya muhtaç ne kadar değerlerimiz ve kavramlarımız varsa bir bir yok ediliyor...


Her şey; evet bütün her şeyimiz tartışılır oldu... "Özgürlük" diye diye "üzerinde konuşulmayan bir şey kalmayacak" çığırtkanlıklarıyla kutsallarımız, değerlerimiz paramparça ediliyor.. Yerine ise maalesef istedikleri gibi şekil verilen bambaşka aldatmacalar konulmaya çalışılıyor..


Düşünebiliyor musunuz hergün toplumun değer yargıları üzerinde ağır tahribatlara vesile olacak propagandalarla birlikte şiddet ve cinsellik verilerek beyni yıkanan toplum, bir süre sonra nereye varır?

İşte bugün düştüğümüz durumlar ortaya çıkar... Ha tabii, bu işin bir de öteki yüzü var; toplumumuzu bu duruma düşürenler, bu işi kurtarma adına bir süre sonra "çıkış olarak" Arap rejimlerini, Taliban modellerini önümüze koymaya kalkacaklardır... Zira bizi "Sevr"e zorlayanların yüz yıllardır planladıkları ve layık gördükleri yaşam modeli bu...

Yaşanılan bu olaylar,

"ülkelerde birbirine benzer olayların sonuçlarını düşünerek, değerlendirme yapılınca, gelişmelerin sistem ya da rejim bozukluğuna dayandığı savının gerçeği yansıtmadığı da anlaşılacaktır.

Ayrıca olaylarda, şu ya da bu yönden, ABD'nin ve Batı Avrupa'nın etkisi de sırıtacaktır. Hele son yirmi yılın olaylarında "project democracy" örümcek ağının derinliklerinde, ilginç uygulamalarla karşılaşılacaktır." Mustafa YILDIRIM /S.Ö.A. sf: 438

Tarihimizle, inancımızla, dilimizle, kültürümüzle, "alay" edile edile, aldatılarak getirilmek istenilen nokta!


Sevgi ve saygılarımla!


Image"HAKSIZLIK KARŞISINDA SUSAN DİLSİZ ŞEYTANDIR." HZ. MUHAMMED (S.A.V.)

6 Ekim 2011 Perşembe

"Gâvur İzmir"
















3 Ekim 2011 tarihli Vatan'ın konu ettiği haber, Sultan Abdülaziz.


"135 yıl sonra ortaya çıkan tanıklık" ifadesiyle anlatılmak istenen haberin üzerinde düşünülecek pek çok ince ayrıntılar dikkat çekiyor.

Sultan Abdülaziz’in 10 yaşındaki kızı Nazime Sultan’ın anlatımları bana göre "uydurma"dan öteye geçemeyecek kadar basit bir senaryodan ibaret...

Asıl önemlisi de haberin sonunda "Sultan Adülaziz kimdir?" anlatımıyla, Sultan Abdülaziz'in yaptıklarıyla üzerinde düşünülmesi lazım gelen hususlara dikkat çekileceğine, bilakis ona paye verilecek... anlatımlara yer verilmesi gerçekten Türk toplumunun tarih ile aldatılmasından öteye geçmiyor sanırım.

Zira madalyonun öteki yüzüne bakarak tarihimizdan ders almak mı, yoksa olayları örtbas ederek uyutulmak mı isteniliyor kuşkularına izninizle değinmek istiyorum:


"Sultan Abdülaziz kimdir?

32. Osmanlı padişahı ve 111. İslam halifesi olan Abdülaziz II. Mahmut ve Pertevniyal Sultan’ın çocuğu, Abdülmecid’in kardeşidir. Abdülaziz 25 Haziran 1861 tarihinde kardeşinin ölümü üzerine, 31 yaşındayken tahta geçti. 15 yıl tahtta kalan Sultan Abdülaziz, Osmanlı donanması ve ordusunun modernizasyonu, Osmanlı Bankası’nın açılması, sayıştay ve danıştay benzeri kurumlar ile itfaiye kurulması gibi önemli işlere imza attı. Yavuz Sultan Selim’den sonra Mısır’ı ve Avrupa’yı ziyaret eden ilk ve tek Osmanlı Padişahı olan Abdülaziz, 1867’de Napolyon’un daveti üzerine Paris’te açılan bir sergiye katıldı ve İngiltere, Belçika, Almanya, Avusturya-Macaristan’a giderek temaslarda bulundu." 3 Ekim 2011, VATAN


Şimdi 135 yıl önceye değil de, 150 yıl öncesine dönerek Yazar Cengiz ÖZAKINCI'nın "Türkiye'nin Siyasi İntiharı Yeni-Osmanlı Tuzağı" kitabı(sf:73/80)ndan alıntılarla "Sultan Abdülaziz Kimdir?" sorusunun cevabına izninizle bakalım:



"Yabancılara toprak satışı için gerekli devletler arası düzenlemeler yapılmadan önce, Ege bölgesinin neredeyse İngiliz sömürgesine dönüştüğünü belgelendirmişti. Buna göre İngilizler İzmir'in Frenk mahallesinde, Bornova'da, Buca'da kendi özel okullarını kurmuş, futbol sahası, bisiklet pisti, vs. yaptırmış; Kraliçe Viktorya'nın doğum günü İzmir'de neredeyse resmi tatille her yana İngiliz bayrakları asılarak törenlerle kutlanıyordu. Yerli Rum ve Ermenilerle ticari ağ kuran İngilizler Ege'ye yerleşmiş, örneğin Whitall'ler tarım sanayi ve madencilkteki egemenlliklerini İzmir'den Mersin'e dek yaymışlardı.

(...)

İngilizlerin kurduğu Aydın Demiryolu şirketi yöneticileri Osmanlı mahkemelerinin yargılama yetkisini kabul etmeyerek, davalarına İzmir konsolosluk mahkemelerinin bakması hakkını elde etmişler ve Ege bölgesinde çok sayıda taşınmaz ve tarım arazisi satın almışlardı. İngiliz büyükelçisi Lord Stratford, 16 Kasım 1858 günü Times gazetesinde yayımlanan demecinde;


"Bu demiryolunun, sanayi ürünlerimizin Türkiye'ye girişini kolaylaştıracak bir sermaye yatırımı olacağını umuyoruz. Türkiye'nin yeniden canlandırulmasında Avrupa'nın her zamankinden daha çok çıkarı var. Batı uygarlığı Levent kapılarına geldi dayandı. Bu kapılar ardına kadar açılmazsa, kendi çıkarlarımız doğrultusunda zor kullanarak açacak ve isteklerimizi kabul ettirecek güce sahip olduğumuzu herkesin bilmesini isterim." diyordu.



1858-1860'larda durum böyle olmasına karşın, 1860'ta bütçesi 250 milyon frank açık veren Osmanlı, borç almak üzere İngiltere'ye başvurmuş ve İngiliz Konsolosu, Büyükelçi Sir Henry Bulwer'e gönderdiği raporda:

"Bölgenin genel durumu gün geçtikçe iyileşmekte... Ancak bu iyileşmeden yararlananlar Türkler değil, onları soyup soğana çeviren Hıristiyanlar... Gülhane Hattı Şerifi'nin öngördüğü reformlarla beraber Hıristiyanlar tarımla ilgilenmeye başladı ve yeni gelenlerle birlikte sayıları her geçen gün daha da arttı.


Askerden dönen Türkler köylerini kentlerini tanımayacak kadar değişmiş buldular. Her yerde Türklerin yerini Hıristiyanlar alıyordu. Eskiden olduğu gibi tarlalarını işlemek isteyen Türkler, anında Hıristiyan bir tefecinin pençesine düşüyor ve eninde sonunda toprağını satmak zorunda bırakılıyor. Talihlerini başka yerde denemek isteyenlerin toprakları ise gene Ermeniler, Rumlar veya Frenkler tarafından yok pahasına satın alınıyor. Bu yolla toprak sahibi olan yabancılar arasında, içerlerde büyük çiftlikler satın almış yedi İngiliz vatandaşı daha var. İzmir yakınlarındaki bütün topraklar yabancıların eline geçtiği gibi daha uzaklardaki köylerde de Türkiye topraklarını yabancılara satıyorlar" diyordu.


İngiliz konsolosu, Osmanlı İmparatorluğu'nun bir İngiliz yarı-sömürgesi olmaktan öte, tam-sömürge olmaya doğru gidişini 1860 tarihli bu raporunda açık seçik anlatmasına karşın, İngiltere, borç almak için kapısını çalan Osmanlı devletini, yabancılara toprak satışı konusunda 1856 Paris Anlaşması sırasında verilen "hakk-ı tapu" (yabancıya toprak tapusu) sözünü tam olarak yerine getirmediğini öne sürerek reddetmiş ve bunun üzerine Abdülmecid, 1860'da İngiltere devletinden değil Parisli bir özel bankerden, tefeci Mires'ten 400 bin franklık borç almıştı.


Abdülmecid bu olaydan bir yıl sonra 1861'de, Osmanlı devletinin varlığını ve toprak bütünlüğünü Avrupa devletlerinin güvencesi altında korumak amacıyla Osmanlı devletini Avrupa Devletler Konseyi'ne sokmayı başarmış; fakat bunun sonucu olarak Osmanlı devletini Avrupa'nın yarı sömürgesi haline getirmiş, kendisi de bu uğurda Hıristiyan Tarikatı'na yazılıp Haçlı Şövalyesi olmuş bir Halife-Padişah olarak öldü.

Yerine geçen Sultan Abdülaziz de Abdülmecid'in yolundan yürüyerek Osmanlı'nın devlet politikası değişmeyecekti.

(...)

Avrupa devletlerinin onayıyla, Sultan Abdülaziz'in 10 Haziran 1867 tarihinde "7 Sefer Kanunu", "Yabancı Uyrukların Taşınmaz Kullanımı Konulu Yasa ve "Teba-i Ecnabiyenin Emlak İstimlakine Dair Nizamname" ile yabancı uyruklara Osmanlı ülkesinde toprak satınalabilme hakkı bu kez Avrupa devletlerinin istediği çerçevede tanınmıştı.

Abdulaziz'in çıkardığı bu yasa ve yönetmeliklerle yabancı uyruklara toprak satışında bir patlama görülmüş...

(...)

Yabancıların satın aldığı topraklar milyon dönümlere ulaştı. Müslümanlar İzmir'e bu yüzden "GÂVUR İZMİR" demeye başlamışlardı.


Abdulaziz "7 Sefer Kanunu" çıkarır çıkarmaz Yahudiler Filistin'de toprak satın almaya başlamış; İsrail Devleti'nin temelleri, Sultan Abdülaziz döneminde çıkartılan yasayla atılmıştı...


Abdülaziz, yabancılara kapitülasyonlarla ellerinde tuttukları ayrıcalıkları yitirmeksizin toprak satın alma hakkı tanıyan bu yasayı çıkarttıktan 10 gün sonra, 21 Haziran 1867'de Avrupa gezisine başladı. Yanına kendisnden sonra Padişah olacak yeğeni V. Murat ve II. Abdülhamid'i de almıştı. Tarihte ilk kez bir Osmanlı padişahı, yanına kendisnden sonra taht'a oturacak şehzadelerle birlikte Avrupa'lı kralların, kraliçelerin ayağına gidiyor; borç alabilmek için ülkesinin topraklarını yabancılara satmayı kabul eden bu Osmanlı, uğradığı bütün ülkelerde alkış ve övgülerle ağırlanıyor, götürüldüğü operalarda, konserlerde Yahudi bestecilerden Sinyor Arditi'nin Rum müzisyen Zafiraki Efendi'nin sözlerinden bestelediği marşla karşılanıyordu.


Halife Sultan Abdülaziz de
Tıpkı Abdülmecid gibi
Hıristiyan Tarikata giriyor
Hıristiyan Şövalyesi oluyor.


Osmanlı Devleti'nin kasası tamtakırdı. Devlet memurlarının, askerlerinin, subaylarının aylıklarını bile veremez olmuştu. 1867'de yeni borç arayışıyla Avrupa'da kapı kapı dolaşan Abdülaziz'e çıkardığı yabancılara toprak satışı yasası onuruna, İngiltere Kraliçesi Viktorya, bir diz bağı nişanı takarak onu Hıristiyanlığa hizmet eden Garder Şövalyesi ilan ediyordu..."

Abdülaziz döneminde, "Osmanlı'da ekonomik çöküntü her alanda yenilgi ve bozgunlara neden oluyordu. Abdülaziz padişah olduğunda yaklaşık 25 milyon altın lira dolyında olan dış borçları Abdülaziz'in padişahlığı döneminde on kat artarak 250 milyon altın liraya fırlamıştı..." Cengiz ÖZAKINCI

Demem o ki...

Millet olarak birlik ve beraberliğimizi korumak adına tarihimizden ders almak varken...

Neden tarih ile aldatılmaya çalışılırız?!

Sevgi ve saygılarımla!


Image"HAKSIZLIK KARŞISINDA SUSAN DİLSİZ ŞEYTANDIR." HZ. MUHAMMED (S.A.V.)

3 Ekim 2011 Pazartesi

Maksat "Spor Olsun"!















"Platon, "devletin temel görevinin insanların toplu yaşamalarını, güvenliklerini ve mutluluklarını sağlayacak önlemleri almak olduğu"nu söylüyor. O, adalet ve doğruluğun tam olarak uygulandığı toplumların mutluluğu sağlayacağını belirterek şöyle der; "Biz devletimizi, bütün topluma birden mutluluk sağlasın diye kuruyoruz. Yoksa bir sınıf, ötekilerden daha mutlu olsun diye değil; çünkü kurduğumuz devletle doğruluğu, en kötü yönetilen devlette de eğriliği kolayca görüyoruz..."

Devlet'te tam doğru ve hakça bir düzen kurulup yürütülecek ve vatandaşlar mutlu yaşayacaklardır...

Platon, toplumsal yaşam içinde kişilerin ya da grupların mutluluğunun yeterli olmadığını, tüm toplum yaşamının huzura ve mutluluğa kavuşmasını arzular." İnternet üzerinden alıntıdır.



"Birleşmiş Milletler Genel Kurulu, 1959 yılında daha iyi bir yaşam, mutlu bir çocukluk dönemi için Çocuk Hakları Bildirisi' ni yayınladı."

Ekim ayının ilk Pazartesi günü Dünya Çocuk Günü.

Çocukların iyi yetiştirilmesi ulusların ortak sorunu...

Valla bugün... Özellikle de Müslüman halklar için "insan hakları" ile ilgili durum, hepimizin malumu...

"Çocuk hakları" derseniz, orası daha da vahim... Zira "özgürlük" diye diye çığırtkanlık yaparak oraya buraya saldıranların durumları yenilir yutulur cinsden değil! Olayların ortaya dökülmesiyle görülüyor ki, "bizden olanlar", "bizden olmayanlar" ayırımını yapan çetelerin kendi iç kamuoyunda bile rahatsızlık hat safhada...


"Afganistan'a "ÖZGÜRLÜK" götürmek için ABD ordusuyla Kandahar'a geldi. Bir gece uyuşturucu alıp 15 yaşındaki bir masum Afgan genci (ki henüz çocuk sayılacak yaş... T.G.) 8 kurşunla öldürdü. Sonra yanına gidip elinde sigarasıyla poz verdi. "Spor için öldürdüm" dedi. Dün bu vahşetin kararı açıklandı...

Ardından ödül gibi "3,5 yıl" ceza verildi!


Amerikan basını büyük savaş suçu işleyen askerin sivil bir mahkemede yargılanması durumunda kesinlikle ömür boyu hapis cezası alacağını, hatta belirli bir süre geçmesinin ardından müebbet mahkumlarına tanınan şartlı tahliye fırsatının da kendisine tanınmasının mümkün olmadığını yazdı. Olaya karışan bir başka asker, çavuş Jeremy Morlock da yargılandığı dava boyunca yapılan pazarlıklar sonucunda ömür boyu hapisten kurtularak 24 yıla mahkum olmuş, askeri mahkeme Murlock’un 7 yıl sonra şartlı tahliye edilebileceğini açıklamıştı." Vatan, 25 Eylül 2011




Görüldüğü üzere...

Demek ki... "İnsan hakları", "çocuk hakları" kendi vatandaşları için geçerli; ve ötekileştirilen -kendilerinden olmayan- halklara ise söz konusu "haklar"ın sadece ve sadece kağıt üzerinde ne yazık ki varlığı kabul ediliyor. Yine asıl bu kağıtların var olma nedeni ise, Hıristiyan Haçlılarca araç olarak kullanılmak üzere kendilerinden olmayan halklara, saldırmak için var.

Zira...

Arap Yarımadası, Afrika, Asya...

Şu an da neler oluyor?!

Sevgi ve saygılarımla!

Image"HAKSIZLIK KARŞISINDA SUSAN DİLSİZ ŞEYTANDIR." HZ. MUHAMMED (S.A.V.)